Girit’i nasil kaybettik


B- Megali İdea Hedefleri İçinde Girit ve Kıbrıs



Yüklə 475,34 Kb.
səhifə2/9
tarix10.12.2017
ölçüsü475,34 Kb.
#34461
1   2   3   4   5   6   7   8   9

B- Megali İdea Hedefleri İçinde Girit ve Kıbrıs

Megali İdea hedefleri arasında Teselya, Epir, Adalar, Girit, Batı Trakya'dan başka Kıbrıs ve Batı Anadolu'da yer almaktadır. Teselya, Epir, Adalar, Girit ve Batı Trakya bu sınırlar içine alınabilmiştir. Kıbrıs ve Batı Anadolu, Megali İdea'nın başarısız olduğu yerlerdir. Yunanistan'ın Küçük Asya macerası bu ülkenin reel politikasından Batı Anadolu'yu çıkarmıştır. Fakat, Kıbrıs için aynı şeyi söylemek pek de mümkün görünmemektedir. Başka bir deyişle Kıbrıs Yunanistan'ın reel politikasından çıkmamıştır. Dolayısıyla Kıbrıs politik olarak, Teselya, Epir, Adalar Girit ve Batı Trakya politik gelişmelerinin sanki bir devamı imiş gibi görünmektedir. Nitekim hem Yunan söylemlerinde hem de Türk söylemlerinde, özellikle Adalar, Girit ve Batı Trakya, Kıbrıs için örnek olarak veya ibret olarak hep anılmaktadır. Anılan bu bölgeler Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparılıp, Yunanistan'a katıldıkça Kıbrıs Rum kilisesi ve liderleri de Kıbrıs'ın da aynı yöntemlerle bir gün Yunanistan'a ilhak edileceğini düşündüler.(6) Nitekim 1821 ayaklanmasında idam edilen Başpiskopos Kiprianos'u anma vesilesi ile 7 Temmuz 1963 tarihli Eleftheria gazetesinde şöyle yazıyordu:

"Kıbrıs her ne kadar ana vatanın kurtuluş mücadelesine katılmışsa da yine sultanların ve daha sonra da İngilizlerin boyunduruğu altında yaşaması mukadder olmuş, anavatan Girit'i, Ege Adaları'nı ve Oniki adaları kurtardığı gibi onu da kurtarmağa muvaffak olamamıştır."(7)

Tersi bir yaklaşımla Türk toplumu da Teselya'yı, Epir'i, Adaları ve Girit'i örnek alıp Kıbrıs'ta da aynı gelişmelerin yaşanmasına engel olma mücadelesi vermiştir. Temel kaygı, enosis gerçekleşirse Kıbrıslı Türklerin yazgısının Girit, Oniki Adalar ve Batı Trakya'daki Türklerle aynı olacağı idi.

Yunanistan'ın Megali İdea coğrafyası içinde iki farklı alan bulunmaktadır. Birinci grupta Adalar, ikinci grupta ana karalar yer alır. Bu açıdan Teselya, Epir ve Batı Trakya ana karalarında uygulanan politika ile Yedi Ada, Oniki Ada, Girit ve Kıbrıs'ta uygulanan lojistik farklılıklar gösterir. Adalar'da Yunan politikaları daha rahat zemin bulabilmekte ve Osmanlı'nın müdahalesi de daha geç olmaktaydı. Dolayısıyla Adalar, Kıbrıslı Rumlar için önemle izleniyordu. Örneğin; 1914 yılında Yedi Ada'nın Yunanistan'a ilhakının ellinci yıl dönümü törenlerinde Kıbrıslı Rumlar Yunanistan kralına kutlama telgrafı çekerek en kısa zamanda kendilerinin de Yunanistan'a katılmak istediklerini bildirmişlerdir.(8) Rum cemaat bununla da yetinmemiş, Yedi Ada'nın Yunanistan'a katılışının ellinci yılı törenleri için Korfu'da düzenlenen resmi şenliklere Kıbrıslı Rumlar adına Yasama Meclisi üyesi Avukat Paskal Efendi'yi göndermiştir.(9)

Girit'te de, Kıbrıs'ta da enosisçilerin tek bir idealleri vardı, o da Büyük Yunanistan'ın kurulmasıydı. Her iki adada da başlatılan enosis kampanyasının ardında Yunan ve Rum Ortodoks kilisesi ve Atina'da öğrenim görmüş avukat, doktor, öğretmenler vardı. Bu kitleler her iki Ada'da da aynı yöntemi uygulamaya çalışıyorlardı. Dikkati çeken önemli bir nokta da Girit'in ileride Yunanistan'ın iç ve dış politikalarına yön verecek Venizelos, Miçotakis gibi isimler yetiştirmiş olmasıdır. Bu isimler Girit'te yaşadıkları deneyimlerle Yunanistan'ın siyasasına şekil vermişlerdir. Ancak Yunanistan'ın politik yaşamında Kıbrıs'tan aynı etkiyi izlemek mümkün değil.

Her iki adada da gerilimin sürekli diri tutulması, tedhiş, Türklerin kaçırılması ve Yunanistan ile birlikte uluslararası propaganda hep benzer çizgilerde gelişti. Nitekim bu yöntemlerin Girit'te kendilerince başarılı olduğu da görüldü. Bunun için özellikle Girit isyanları Kıbrıslı Rumlar için çok önemli kabul edilmiş ve yakından izlenmiştir. Girit'te enosis adına başarı olarak kabul edilen yöntemlerin Kıbrıs'ta da uygulanmasının koşulları araştırılmıştır.

Aynı coğrafya ve yayılma hedefinde olan Girit ve Kıbrıs adalarının toplumsal yapısında kurumlarında da ciddi benzerlikler vardır. Örneğin; Rum nüfusun çoğunluğu, oranları ne olursa olsun her iki adadaki genel meclislerde 1/3 oranı ile ifade edilmiştir. Bu oransal benzerlikten daha önemlisi Girit Meclisi'nde alınan enosis kararları aynen Kıbrıs Meclisi'nin de gündemine girmiştir.

Kıbrıs Rum cemaati, Girit'teki gelişmeleri oldukça dikkatli bir şekilde izliyordu. Bu çerçevede Girit ayaklanmacıları için yardım hatta gönüllü dahi gönderiyorlardı.(10)

Girit için dönüm noktası olan muhtariyet, Kıbrıs için de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Zira Girit'teki politikalar Yunanistan için başarılı idi, Kıbrıs'ta da uygulanabilirdi. Enosisçiler Girit'e Yunanistan'la birleşmiş gözüyle bakmaya başlamışlardı. Bu çerçevede 1898 yılından itibaren Kıbrıs'ta da enosis faaliyetleri hızlandı. Bu yıl George Phrankoudes adlı biri "Yurtsever Kıbrıs Birliği" adı altında bir enosis örgütü kurdu.

Aynı dönemde Girit'in Avrupa devletleri tarafından Osmanlı egemenliği altında muhtariyet idareye sahip olması ve muhtariyetin uygulanmasının Yunan Kralı'nın oğlu Prens Georges'e verilmesi, Kıbrıs'taki Rumlar arasında coşkuyla karşılandı. Patris gazetesinde Girit'in Yunanistan'a verilmesinden sonra Kıbrıs'ın da aynı prensin yönetimine verilmesini isteyen yazılar yayınlanıyordu. 1902 yılında adı anılan bu kulübün organizasyonunda Girit ve Yunanistan'dan gelen bazı kişiler Rum halkı silahlandırma çalışmasına başlamışlardı. Buradaki amaç, Girit'tekine benzer bir organizasyon gerçekleştirmektir.

Girit'te Rum çetecilerin, Müslüman Türk halkına karşı giriştiği tedhiş hareketleri Kıbrıslı enosisçiler için de uygulanabilir bir politika olmuştur. Nitekim Girit'te yaşanan kıyımlar Kıbrıslı Türkler ve Rumlar tarafından farklı amaçlarla dikkatlice izleniyordu. Yunanistan tarafından hem Girit'e hem de Kıbrıs'a gönderilen silahlar ve provokatör ajanlar her iki adada da Müslüman halka terör yaşatıyorlardı. Buna paralel Rum basını Ermeni olaylarını da anarak Girit'te Rumların Türkler tarafından katledildiklerine dair haberler yayıyorlardı. Batılı devletlerin Girit'i Osmanlı Devleti'nin yönetiminden koparmakla yetinmeyip burada Rumların Müslüman Türk azınlığa karşı giriştiği katliama da seyirci kaldıklarını gören Kıbrıslı Türkler'in tedirginlikleri daha da artıyordu. Osmanlı Hükümeti de hukuksal olarak egemenliği altında olduğu halde Büyük Devletlerin baskısı ve politikaları nedeniyle katliama karşı uluslararası platformlarda protesto etmekten başka bir şey yapamıyordu.

Tedhiş olayları Büyük Devletlerin müdahalesini kolaylaştırması açısından da önemliydi. Hem uluslararası politika açısından hem de cemaatlerin iç talepleri açısından uluslararası müdahale meşrulaşmış oluyordu. Tedhiş olaylarının bir diğer önemli sonucu da Girit'te de, Kıbrıs'ta da tedhişten yılan Müslümanlar mallarını terk edip göçe başlıyorlar veya göçe zorlanıyorlardı. Öncelikle köylerden kasaba ve kentlere ardından da her iki adadan da Anadolu'ya göç yaşanmıştır. Bu göç enosis taraftarlarını memnun ediyordu. Zira Türkler ne kadar azalırsa Girit'in ve Kıbrıs'ın Yunanistan ile birleşme istekleri o kadar haklı görülebilirdi. Osmanlılar Girit'ten Anadolu'ya yaşanan göçleri engellemek için çaba gösterdi. Bu çaba Giritlilere Osmanlılık bilinci kazandırmak ve bu bilinç etrafında Ada'da var olma mücadelesi aşılamaktı.(11) Ancak bu çaba da Büyük Devletlerce hazırlanan senaryonun uygulanmasını engelleyemedi. Özellikle Girit'ten Osmanlı askerlerinin de çıkarılmasıyla yaşanan baskılar ve katliamlar karşısında Müslüman nüfusun kaçışı devam etti. Bir süre sonra da Ada'daki Müslüman nüfus oldukça azaldı. Keza Kıbrıs'tan da göçler yaşandıysa da yeni zamanlarda bu tehlike anlaşıldığından Müslüman nüfus her şeye rağmen Kıbrıs'ta kalmanın yollarını aradı, kalmak için direndi.

Girit Adası'nda Müslüman halkın güvenliğinden sorumlu olan İngiltere, Avusturya, Fransa ve Rusya, Yunanlıların ilhak faaliyetlerine gözlerini kapatmışlardır. Girit'te tansiyonun yükselmesine paralel Kıbrıs'ın Girit'e ilgisi de değişiyordu. 1912 yılında Girit'tekine benzer hareketlerin Kıbrıs'ta da yaşandığı gözlenmektedir. Kıbrıs Yasama Meclisi'ndeki Rum milletvekilleri tıpkı Girit'te olduğu gibi İngiliz yönetiminden daha fazla yetki ve ayrıcalık verilmesini talep etmeye başladılar.(12) Balkan Savaşı sırasında Kıbrıs'ta yaşanan Türklere karşı terör hareketlerini, Türk halkı Girit katliamının bir benzeri olarak nitelendirilmişti.

Sonunda 1913 yılında Yunanlılar, Girit'i ilhak ettiler. "Bundan sonra Rumlar, tüm dünyanın kendilerine saygı borçlu olduğu, seçilmiş insanlar olduklarına inandılar."(13) Bu saygıya bedel olarak da Girit gibi Kıbrıs'ın da kendilerine verilmesini istediler. Zira Venizelos, tıpkı Girit gibi Kıbrıs üzerinde de Yunanistan'ın doğal hakları olduğuna inanmıştı. Fakat hesaba katmadıkları konu İngiltere'nin bir takım stratejik nedenlerden dolayı Ada'ya ihtiyacı vardı. Nitekim başka sebeplerin de yanı sıra, benzeri bir oldu bitti (Kıbrıs'ın da Girit gibi Yunanistan'a ilhakı) ile karşı karşıya kalmak istemeyen İngiltere Kasım 1914'te Kıbrıs'ı ilhak etti. Bu duruma Rumların oldukça sevindikleri görülür. Çünkü onlar Yunan dostu olan, Adalar'ı ve Girit'i Yunanistan'a kazandıran İngilizler'in eninde sonunda Kıbrıs'ı da Yunanistan'a vereceğine inanıyorlardı. Üstelik Kıbrıs konusunda artık Osmanlı devleti de olayın resmen tarafı olmaktan çıkmıştı.

C- Son Evre

Birinci Dünya Savaşı'nın arifesinde Girit, Yunanistan'a katılmıştı fakat çeşitli sebeplerden dolayı Kıbrıs'ta enosis geçekleşmemişti. Kıbrıs'ta enosis faaliyetleri 1931 isyanı ile tekrar gündeme geldiyse de İkinci Dünya Savaşı içinde her hangi bir faaliyet olamamış, savaştan sonra ise her şey kaldığı yerden tekrar başlamıştır. Ne var ki artık bütün şartlar ve dengeler değişmiştir.

Değişen şartların ilki Girit artık tamamen bir Yunan toprağıdır. Bu enosisçiler için bir başarıdır. Girit'teki politikaların Kıbrıs'a uygulanması mümkündür. Bu çerçevede Girit ve Kıbrıs'ta XIX. yüzyılda görülen tedhiş, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Kıbrıs'ta planlı bir imha hareketine dönüşür. 1955-59 EOKA tedhişi, 1963-74 yıllarında Türk toplumunu imha hareketleri ve Akritas Planı hep Girit'teki uygulamaların adeta birer tekrarıdır. Tedhişin çarpıtılarak propaganda haline getirilmesinde de aynı yöntem izlenmektedir. Örneğin, Girit'te Rumlar işledikleri cinayetlerin ve Ada'daki karışıklıkların nedeni olarak Osmanlı ordusunun Girit'te bulunmasının, Girit Rumlarını tahrik etmesine bağlayarak, Türk askeri adadan çekildiği takdirde adanın huzura kavuşacağını öne sürmekteydiler. Tıpkı Kıbrıs'taki Türkleri yok olmaktan kurtaran Türk ordusunun geri çekilmesini çeşitli anlaşmalarda ön koşul olarak ileri sürdükleri gibi.(14)

1960'da bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin oluşumunu Rumlar, Girit'teki özerk yönetim dönemini örnek alarak enosisin bir aşaması olarak görmüşlerdir. Girit özerk bir statüye kavuştuğunda ayrı bir bayrağı, pulu, parası ve polisi vardı. 1960 yılında da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin de ayrı bir bayrağı, pulu, parası ve polisi vardı. Türklerle Rumların ortak bir Meclisi ve hükümeti vardı. Fakat Rumlara göre bunların hepsi Girit'te olduğu gibi enosise geçmek için bir adımdı. Zira bu politikalar Girit'te başarılı olmuştu. Unutmamak gerekir ki bu cumhuriyetin cumhurbaşkanı olan Makarios, Girit'teki Yunan başarısını her zaman örnek almıştı.

Girit için II. Meşrutiyet döneminde büyük mitingler yapıldı. "Girit bizim canımız, feda olsun kanımız" diyerek sloganlar atıldı. Keza 1950'li yılların sonlarında da büyük mitingler düzenlenip "Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır" sloganları atıldı. Bunlar Anadolu-Türk kamuoyunun benzer duyarlılıklarını gösterse de arada farklılıklar vardır. Hasan Ali Yücel'in deyimiyle "Girit bizim canımız, feda olsun kanımız" derken düşünülen daha çok fetihti, topraktı. Kıbrıs için ne fetih hakkı, ne toprak düşünülüyordu.(15) Kıbrıs'ta düşünülen oradaki Türk toplumunun barış ve huzur içinde yaşamlarının sağlanmasıydı.

Yukarıdaki yaklaşımlar çok önemli farklılıkları da içine alıyordu. Girit olayları I. Dünya Savaşı öncesinde yoğunlaştı. Ada'daki Müslüman unsurun savunucusu Osmanlı İmparatorluğu idi. Osmanlı İmparatorluğu ise artık uluslararası politikanın "hasta adamı" idi. Dolayısıyla "hasta adamın" Girit için, önceden uluslararası platformda belirlenen sürecin önüne geçmede yapabileceği fazla bir şey yoktu. Kıbrıs Adası I. Dünya Savaşı'ndan önce fiili olarak İngiliz egemenliğinde olduğu için, Rum toplumunun rahat hareket kabiliyeti ancak II. Dünya Savaşı'ndan sonra olabilmiştir. Bu dönemde de Kıbrıs Türkleri'nin hakkını savunmak, Girit'te olduğu gibi siyasi ve ekonomik anlamda yarı sömürge olan "hasta adama" değil, genç ve güçlü Türkiye Cumhuriyeti'ne kalmıştır. Dolayısıyla gerek uluslararası politik görüşmelerde gerekse fiili durumlarda Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarını her şekilde savunmuş ve korumuştur.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Girit için yapamadığı bir şey daha yapılmış, Kıbrıs konusunda farklı dönemlerde Kıbrıs Türk toplumu ile birlikte politikalar üretilmiştir. Bu önceleri Cumhuriyet'te birlikte yaşama ve garantörlük, sonraları taksim, daha sonra Federe Devlet ve son olarak da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti politikaları olmuştur. Tüm bu oluşumlar uluslararası politika meydanlarında Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türk Toplumu/Yönetimi ile birlikte savunulmuştur.

Girit ve Kıbrıs sorunlarının uluslararası tartışmalardaki bir başka farklılığı da XX. yüzyılda tüm dünyada sivil inisiyatiflerin etkinliklerinin ve kabul edilebilirliklerinin artmasıdır. Bu oluşum Kıbrıs'taki Türk toplumu açısından kimi zaman olumlu bir gelişme, kimi zaman da Rumların tersi propagandaları ile olumsuz gelişmeler doğurdu. Örneğin Birleşmiş Milletler ilkeleri Kıbrıs için bir garanti teşkil ederken Girit için böyle bir şey söz konusu olmadı. Tersine 1897 başında Girit'te fiilen yönetimi ele alan Büyük Devletler, her daim Osmanlı'nın "hakk-ı hakimiyeti"ni vurgularken Yunanistan'ın enosis faaliyetlerine seyirci kaldılar. Konuyu Avrupa hükümetleri ve politikaları açısından değerlendirirken Avrupa devletlerinin XIX. yüzyıl sonunda Osmanlı İmparatorluğu'na bakış açılarını da göz önüne almak gerekir. Çünkü XIX. yüzyıl sonunda Avrupa, Balkanlar'da "hasta adam" olarak tabir ettiği Osmanlı'nın varlığını sürdürmesini sağlamak yerine, söz konusu bölgede Rusya'ya karşı piyon olarak kullanabilecekleri bağımlı bir Yunanistan'ı güçlendirmek konusunda hemfikir görünüyordu.

Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs konusunda müdahil olmasının yanı sıra, XIX. yüzyılda henüz bir güç olmayan Amerika Birleşik Devletleri de Kıbrıs sorununda etkin olmaya ve varlık göstermeye başlamıştır. XIX. yüzyılda Girit bir Avrupa sorunu olduğu halde, XX. yüzyılda Kıbrıs, bir dünya sorunu olmuştur. Ne var ki Kıbrıs'ta, Girit'te hiçbir zaman var olmayan, kendi toprakları üzerinde egemen, çağdaş, bağımsız ve demokratik Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adında bir Türk Yönetimi ve Kıbrıs Türk toplumu vardır. Artık Kıbrıs'ta tartışılan bir cemaatin, bir topluluğun hayatiyeti değil, kendi devletine ve egemenlik hakkına sahip bir toplumun kabulüdür.

D- Sonuç

Osmanlı İmparatorluğu Girit'te sadece kağıt üzerinde "hakk-ı hakimiyet" ibaresinin kullanılması adına masa başında bir çok tavizler vermiştir. Hatta Girit için girişmeyi göze aldığı 1897 savaşından galip çıktığı halde, barış masasında Ada'da uluslararası yönetimin temsilcisi sıfatıyla Yunan Prensinin hakimiyetine izin vererek kendi egemenlik haklarını bir anlamda kendi eliyle ipotek altına koymuştur.

Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası anlaşmalarla garantörlük yetkisini aldığı ve uluslararası platformlarda Kıbrıs Türk halkının egemenlik haklarını daima savunduğu Kıbrıs'ı hiçbir pazarlığın ya da tavizin konusu yapmamıştır. Hatta 1974 Kıbrıs Barış harekatında mali yükümlülüğü ve ambargoları dahi göze aldığı halde asla Ada'da yaşayan Türk halkının güvenliğini ve egemenlik hakkını taviz ve pazarlık konusu etmemiştir. Ancak Avrupa devletleri için asıl sorun bölünmüş bir Kıbrıs'ın bu haliyle AB'ye üye edilmesi sorunudur. Buna pek de sıcak bakmayan AB ülkeleri Kıbrıs konusunu Türkiye'nin AB'ye üyeliği sürecinde pazarlık konusu haline getirmeye çalışmaktadırlar. Çünkü tek başına GKRY'nin AB'ye kabulü Avrupa Devletleri için önceden kabul edilmiş olan Garanti ve İttifak anlaşmalarını uluslararası zeminde hükümsüz kılacak ve ciddi uluslararası hukuksal sorunlar doğmasına yol açacaktır.


http://www.stradigma.com/turkce/nisan2003/makale_10.html
GİRİT NASIL KAYBEDİLDİ?

Sabahattin İSMAİL

G
irit Nasıl Kaybedildi?


İ
syanlar


E
NOSİS’in İlanı


G
irit’e Muhtariyet Veriliyor


Y
unan Vali Geliyor


B
atı’nın Oyunu


M
egali İdea Hedefleri


I
NAF Araştırma Ekim 1997 Kıbrıs Dosyası: 2 GİRİT’TEN KIBRIS’A


G
İRİT-KIBRIS-ENOSİS (Erçin TEKAKPINAR)

Bugün Akdeniz'de, Yunanistan'a bağlı bir ada olan ve Muğla Deveboyunu Burnu'ndan 180 km uzakta bulunan GİRİT'te yaşayan halkın kökeninin, Finikeliler olduğu bilinmektedir.

En eski tarihlerden beri Akdeniz'de bir ticaret merkezi olan GİRİT, önce Bizans egemenliğine geçti. 823 yılında Müslüman Araplar tarafından fethedilen Girit, 961 yılında yeniden Bizans egemenliğine girdi.

Daha sonra Ceneviz hakimiyetine giren Girit, 15 kilo altın karşılığında Venediklilere satıldı. Venedikliler adada katı bir Katolik idaresi kurdu. Ortodoks kilisesini kapattı.

Türkler, Girit'e ilk kez 1341 yılında ayak bastı. 1427'de Girit'e saldıran Osmanlı Donanması, bu saldırılarını 1538'de Barbaros Hayrettin Paşa komutasında sürdürdü. 1567'de Türk akınları tekrarlandı. 1645'de Girit'i tümü ile fethetme harekatı başladı. Önceleri sadece Hanya ve Retimno gibi şehirlerde kurulan Türk hakimiyeti, zaman içinde Kandiye dışında tüm adaya yayıldı.

Batı, Kandiye'nin da, Türklerin eline geçmesini önlemek için, Fransa, Malta Şövayeleri, Venedik, Almanya, İngiltere, İspanya ve Papalığın da desteğiyle oluşturduğu bir Haçlılar Ordusu sayesinde, bu şehri yıllarca savundu. Girit savaşı 24 yıl, 4 ay 16 gün sürdü. Venedikliler daha fazla direnemeyerek teslim oldular. Böylece Kandiye, onbinlerce Türk askerinin canı pahasına 27 Eylül 1669'da fethedildi. Böylece tüm Girit kesinlikle Türk hakimiyetine girmiş oldu. Türklerin adayı Venediklilerden alması, aynen Kıbrıs'ta olduğu gibi adada yaşayan Rumlar tarafından büyük sevinçle karşılandı. Kapatılan Ortodoks kiliseleri açıldı.

Türkler, aynen Kıbrıs'ta yaptıkları gibi, Girit'in boş topraklarının işlenmesi, üretimin artması, ticaret ve zanaatın gelişmesi için adaya çiftçi ve esnaf Türk aileleri yerleştirdi. Ülkeyi yeni baştan imar etti. Camiler, medreseler, köprüler, kütüphaneler, çeşmeler yaptı.

Ada denizcilik ve ticaret bakımından çok elverişli olduğu için, o zaman Türk hakimiyetinde olan Yunanistan'dan birçok Yunanlı da gelip adaya yerleşti. Girit, Türk yönetiminde gelişip zenginleşti.



İSYANLAR

1791 yılında ilk Megali-İdea haritasının çizilmesinden ve bu hari-tanın 1796 yılında yayınlanmasından sonra Rus Çarı'nın teşvikiyle kurulan Filiki Eterya ve Ethniki Eterya gibi örgütler, Rus ve İngiliz emperyalizminin desteği ile yoğun isyan hazırlıklarına başlamışlardı:

Bu çerçevede 1821 yılında başlayan Yunan isyanının etkileri, Megali İdeacı propagandistlerinin faaliyetleri sonucu, Yunanca konuşulan ve Megali-İdea sınırları içinde gösterilen tüm bölgelerde yayılmaya başladı.

İngiltere ve Rusya desteğindeki Megali İdeacıların başlattığı isyanın başarılı olmasından sonra, Yunanlı yayılmacılar bu kez gözlerini Ege adaları ile Kıbrıs'a diktiler.

Bilindiği gibi Yunan isyanının başladığı 1821 yılında, Kıbrıs'ta da Başpiskopos Kiprianos yönetiminde "tüm Türkleri katletmeyi hedef-leyen" bir isyan girişimi ortaya çıkarılmıştı. Dönemin Valisi Küçük Mehmet'in isyan girişimini erken haber alarak başta Kiprianos olmak üzere, ayaklanmanın elebaşlarını tutuklaması, bir kısmını idam edip, bir kısmını da adadan sürmesi, Kıbrıs'taki Enosis faaliyetlerini İngiliz yönetiminin başlangıcına kadar durdurmuştu.

Girit'e yönelik Yunan propagandası da, enosis (ilhak) teması üzerinde yürütülmüştü.

1760 yılında Girit'te 200.000 Müslümana karşı 60 bin Hıristiyan yaşamaktaydı.

İlk Girit isyanı 1770 yılında Rusların tahrikleri sonucu başladı ancak isyan kısa sürede bastırıldı.

1821 Yunan isyanına paralel olarak Girit'te yeni bir ayaklanma başladı. Bu isyan sırasında binlerce Türk ve Müslüman katledildi.

İsyan, 1825 yılında 60 gemi ve 16 bin askerle adaya gelen İbrahim Paşa tarafından bastırıldı.

Mora ve Girit isyanlarının bastırılmasından sonra Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini isteyen Rus-İngiliz ve Fransız donanmaları, savaş ilan etmeden ani bir baskınla, Navarin'de Türk donanmasına saldırdılar. 1827 yılında gerçekleştirilen bu saldırıda 57 Türk gemisi batırıldı, 8000 asker öldürüldü.

Bunun ardından 8 Mayıs 1828'de Rusya, Osmanlılara savaş ilan etti. Savaş sonunda 1830 yılında imzalanan Londra protokolü ile Batılı devletlerin himayesinde Bağımsız Yunanistan kuruldu.

Hemen sonra Girit'te ayaklanma başlatıldı. İlhak amaçlı isyan kısa sürede bastırılmasına karşın, 1841 yılında yeni bir isyan başladı. Bu isyanın da bastırılmasından sonra, bu kez 1859 yılında enosis amaçlı yeni bir ayaklanma çıktı; ancak bu da bastırıldı. Bütün bu isyanlarda perde gerisindeki kışkırtıcı güç İngiltere, Rusya, Fransa desteğindeki Yunanistan'dı.

ENOSİS’İN İLANI

1864 yılında İngiltere tarafından Yedi Ada'nın Yunanistan'a ve-rilmesinden sonra, enosis hevesleri artan Girit Rumları, Yunanistan, Rusya, İngiltere ve Fransa'dan gördükleri silah ve para yardımına güvenerek, 1866 yılında yeniden ayaklandılar.

Bu sırada Batılı devletler bugün aynen Kıbrıs için yaptıkları gibi konuyu bir Avrupa sorunu haline getirdiler. Batı basınında Osmanlılar aleyhinde yazılar yayınlanmaya başladı. Batılı devletleri, Osmanlı devletine protesto notaları vermek için sıraya girdiler.

Bugün hepsi de BM Güvenlik Konseyi'nde karşımızda olan Rusya, İngiltere ve Fransa'nın desteğine güvenen Girit Rumları, Yunanistan'dan aldıkları güçle 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazası müslümanlarını kılıçtan geçirdiler.

Batılı ülkelerin bu katliam karşısında kılları bile kıpırdamadı. Buna güvenen ada Rumları topladıkları bir Meclis aracılığı ile 2 Eylül 1866'da enosisi ilan ederek Girit'in, Yunanistan'a bağlandığını açıkladılar.

Bu esnada Girit'te 16 tabur Türk askeri olmasına karşın, Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin müdahalesinden çekindiği için bu askerleri kullanmadı.

Bu durumdan daha da cesaretlenen Girit Rumları, Hacı Mihail adlı çetecinin başkanlığında 12 bin kişilik bir kuvvet oluşturarak, Türk halkını katletmeye, etrafı yakıp yıkmaya başladılar. Bu sırada Yunanistan da aynen, Albay Grivas'ı Kıbrıs'a gönderdiği gibi, Albay Koreneos adlı bir gerilla uzmanını ve birçok Yunanlı subayı Girit'e göndererek, çetecileri organize etti. Yunan gemileri adaya silah ve cephane taşımaya başladı.

Barbarlık derecesine varan katliamlardan kaçan Türkler, Kandiya kalesine sığınmaya başladı. Eylül 1866 sonunda kaleye sığınanların sayısı 50 bini bulmuştu. Bu arada 60 bin civarında Türk ise Anadolu'ya göç etmişti.

Bu gelişmeler karşısında artık daha fazla suskun kalmayan Osmanlı Devleti, Yunanistan'a bir protesto notası vererek, 40 bin askerini Girit'e gönderdi. Bu arada Yunanistan'dan yapılan silah, cephane, gönüllü sevkini durdurmak için adayı donanma ile ablukaya aldı. Batılıları kızdırmamak için ilk aylar sertlikle değil, yumuşak yöntemlerle çetecileri durdurmaya çalışan Osmanlı Devleti, 1866 yılı sonuna doğru sert önlemlere başvurarak ayaklanmayı bastırdı.


Yüklə 475,34 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin