GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (6) hz. Muhammed rasûLÜllah


O nun nur-ı pakinden dikilen bayrağın birisi “Âlem” dir



Yüklə 1,36 Mb.
səhifə45/155
tarix07.01.2022
ölçüsü1,36 Mb.
#78591
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   155
O nun nur-ı pakinden dikilen bayrağın birisi “Âlem” dir.

Âlem’in bir ismi de zâten bayraktır.

Ceyb-i gayb’den gelen sancak var, bayrak var, bayrak âlem ceyb-i gayb, gayb cebinden, yani gayb hazinesinden, ibtida zahir olan, yani başlangıçta zahir olan, meydana gelen şüphesiz onun nur-ı canı idi. Can nuru bütün âlemlere can veren canın nuru, badehu/ondan sonra can verdikten sonra o nur-ı mutlak bayrak çekti, yani hayata başladı, faaliyyete geçti, kevn - tekevvün olmaya başladı, yayılmaya başladı, sûrete gelmeye başladı, arş ve kürsiyi meydana getirdi, sonra levh ve kalem meydana geldi. Onun nur-ı pakinden, yani pak, temiz nurundan çekilen bayrağın birisi Âlemdir.

Bu âlemdir. Diğeri dahi Âdem ve onun zürriyetidir. Bu âlemlerin meydana gelmesine sebeb olan Âdem ve zürriyyeti’dir. Bizler de içinde olmak üzere bu âlemlerin iki ana konusundan birisi biziz, diğer konu bizim için‘di. Diğer yönüyle âlemler, Âdem için varedildi, Peygamber Efendimiz için dendiği gibi, “Sen olmasaydın bu âlemleri halketmez-dim” sen olmasaydın bu âlemlere ihtiyaç olmayacaktı, bütün bu âlemler İnsan için halkedildi. Ve insanın yaşaması ve yaşam sahası için, birer mekân olarak halkedildi. Bu âlemler “şeref-i mekân bi’l mekin” “mekânın şerefi mekin/içinde oturanı iledir,” onun için bu âlemler insanın içersinde bulunmasıyla çok değerli âlemdir. Bilhassa dünya âlemi bizim âlemimiz içinde insan olduğu için gezegenler içinde en değerli kevn bir âlemdir, bu âlem içinde insan bizler olduğu için çok değerli bir âlemdir.

İnşeallah bahsedilen gerçek insan hakikati üzere yaşarız da, bizde insanlar sınıfına dahil oluruz. Aksi halde bizler “kel en’âmü belhüm edal” (7/179) oluruz. Sûret ve zâhir olarak “hay” esmâsı üzere hayvanlar mertebesindeyiz. Ne deniyor, hayvan-ı natık, ilk halimiz hayvan-ı natık, sonra nefs-i natıka, sonra insan-ı natık, sonra Kur’ân-ı nâtık, inşeallah bu hakikatleri idrak ederiz. En azından “insan-ı nâtık ve Kur’ân-ı nâtık” mertebelerine ulaşırız. İşte bu iki

59

mertebe için bütün bu âlemler halkedildi yoksa, “hayvan-ı nâtık ve nefsi nâtıka” olanlar için halkedilmedi, bunlar geçiş içindir. “İnsân-ı nâtık” ve kemâlâtı olan “Kur’ân-ı nâtık” olanlar için halkedildi. Çünkü insanlık kemâlâtı buradadır.



Diğeri dahi, Âdem ve onun zürriyyeti’dir. Yani çekilen bayrağın bir tanesi âlemler bayrağı diğeri ise Âdem ve onun zürriyetinin bayrağıdır. Bu âlemde aslında üç tane bayrak vardır. Gerçek ma’nâda saltanat sahibi üç bayrak vardır, bunlar nerededir? Birisi Kâ’be-i Muazzama’da “Lâilâhe illâllah ” tevhid barağı, birisi Medîne-i Münevvere de “Muhammedürrasûlüllah” risalet bayrağı, birisi de Irak Kûfe’de, Hz. Ali Efendimizin “Aliyyül Veliyyullah” velâyet bayrağıdır. İşte yukarıda bahsedilen bayrağın bir tanesi âlemlerdir dediği, Hakikat-i Muhammediyye bayrağı, Medîne-i Münevvere’de, diğeri de Âdem bayrağı bir bakıma veliyy-i mükerrem olan velâyet kemâlâtında olan Hz. Ali efendimizin velâyet bayrağıdır.

Orada ezan okunurken “Aliyyül veliyyullah” diye iç ezanda ilâve edilmektedir. Yani “hayyaalesselâh, Hayye alel felâh, Ali veliyyullah” diyerek namazı öyle kılıyorlar. Diğer bayrak ise zaten Alemlerin hakikati olan Ahadiyyet mertebesinde aslında “Lâilâhe illâllah” bayrağıdır ama temsilen de Kâ’be-i Muazzama’da zat bayrağıdır.

Şems-i Hakikat Mevlâna-i Muhammedî siret (r.a) Mesnevi-i şerifesinin cild-i sani’sinde (ikinci cildinde) buyururlar.

Tercüme. Vaktaki bu Seyyidi kevneyn, yani iki âlemin efendisini, sen Hakk’tan ayrı gördün, kitab-ı kâinatın hem metnini hemde dibacesini kaybettin. Yani ön sözünü başlangıcını kaybettin, iki deme iki bilme ve iki okuma, bendeyi kendi efendisinde mahvolmuş gör, kusuru fehminden naşi (anlayışının kusurundan dolayı), efendiye gayr dediğin vakit ey şaşı gayur olan şahtan utan. Yani gayretli olan çalışkan olan şahtan utan, “vema rameyte iz rameyte velâkinnallahe rama” “enfal /8/17” Âyet-i Kerîme’sindeki “râmî/atan” Ahmet’tir. O nu görmek Hâlik’ı görmek olmuştur.

60

İmdi nübüvvet (s.a.v.) Efendimizin vücûd-ı şerifleriyle hatm olunduğu gibi, bu Füsus-ül Hikem dahi hikmeti ferdiyye ile hatm olundu ve keza (s.a.v.) Efendimiz nasıl cemi hakayıka câmi ise hikmet-i ferdiyye dahi bil cümle hikeme, hikmetlere câmidir.

Vaktaki bu seyyidü’l kevneyn yani iki âlemin seyyidi, efendisini sen Hakk’tan ayrı gördün, eyvah ki eyvah, o zaman Efendimizi hiç tanımadın Muhammed isminde birisi hani Âyet-i Kerîme ‘de geçiyor ya. “münâdiyen yünâdî lil îmân,” (3/193) “îmâna davet eden birini duymuştuk ama ne olduğunu anlamamıştık” halimiz ona benzer. Daha öte gitmez yani “Seyyid-i kevneyn,” yani iki âlemin efendisini Hakk’tan ayrı gördük ise, yani, Allah yukarıda o aşağıda gördük ise, ayrı gördün, kitabı kâinatın yani kâinat kitabının hem metnini hem kendisini, hem de dibacesini kaybettin, ön sözünü başlangıcını kaybettin.

Vema erselnâke” (21/107) sana da gelmez bir daha. İki deme yani Allah yukarıda Muhammed aşağıda deme bunları iki ayrı olarak görme, iki bilme, işte biz Mekke ve Medine’de yaşayan (s.a.v.) efendimizi sadece fiziki ma’nâda bilirsek onu tanımamış oluruz, iki diyen, yüziki de der. Yani “çift”liğe geçer. “Çift”likte yaşamayalım, “tek”likte yaşayalım.

İki deme, iki bilme ve iki okuma, ancak elimize gelen zahiri kitaplarda hep “iki” deniyor “iki” okunuyor. Bendeyi kendi efendisinde mahvolmuş bil, yani köleyi efendisinin yanında yok bil, kusuru fehminden dolayı, yani anlayışının kusurundan dolayı. Efendiye gayr dediğin vakit ey şaşı gayur olan şahtan utan, yani gayretli olan Hakk’tan utan yani efendiye ayrı dediğin vakit, (Enfal /8/17) “vema rameyte iz rameyte” Âyet-i Kerîmesinde ki “râmî/atan” Ahmettir. O nu görmek Hâlikı görmek olmuştur. Ramâ bilindiği gib “atma” ma’nâ’sınadır ya, âyet-i kerîme’deki râmî atıcı ma’nâsına faildir. (“mermi” atılmış demektir.)

Hani tabancadan çıkan kurşuna mermi, diyoruz ya, onun ismini değil, fiilini söylüyoruz. O metal parçasının o ismi değil vasfıdır. Atılan bir şey, “atılmış” ma’nâsınadır.

61

Mermi, “râmî” atıcı, “mermi” atılmış ma’nâ’sına mef’ul.



İşte râmî atıcı olan yani fâil olan Ahmet’tir. O nu görmek Hâlik’ı görmek olur yani Ahmed’i görmek, şuurunda mim’i ilâve ettiğin zaman, Ahad, Ahmed’dir. Mim’i çıkardığın zaman Ahad’tır. Ahmed’i görmek ise Ahad’ı görmektir/bilmektir. Ahad görülmez şuurlanır ama vahidiyyet mertebesi itibariyle Ulûhiyyet hakikatinin zuhur mahalli olan Ahmed-i görmek Hakk’ı görmektir.

-------------------

Not= İlâve işte bu yüzden Muhammed (s.a.v.) efendimizi baş ve gönül gözü ile gören sahabe-i kiram’ın üstünde makam itbariyle kıyamete kadar gelip gidecek başka hiç bir kimseler yoktur. Çünkü onlar “Ahmed”te “Ahad”-ı açık olarak gördüler.

-------------------

Onu da zâten bize kendisi bildiriyor, “men reânî fekad reel Hakk“ “Beni gören, ancak Hakk’ı gördü” O nu görmek Hâlikı görmek olmuştur, bana bakan Hakk’ı görür. Ve ayrıca bu kelâm-ı mübarekte kaç türlü ma’nâ vardır. “Ben Hakk’ım” demiyor, ama söylediği söz aynıdır, yani “bende Hakk vardır,” diyor. Peki, yine ikilik olmuyormu? Bende Hakk var dediği zaman, yine ikiliktir, ancak buradaki ikilk mutlak ikilik değildir. İzah babında tek olan mertebeleri itibariyle iki olarak anlatılmaktadır. Eğer böyle demese idi, nasıl diyecekti ki? “Allah Allah’da”dır dese, o zaman ortada Peygamber yok olacaktı, O nun vasfedilmesi, yâni iki gibi görünenin iki vechinden bahsedilip onların bir olduğunun anlatılmasını vasfedip izah içindir. O bakılan ise, nâzıra, bakana kalıyor.

Yani bu hadise nazar edenin idrakine kalıyor. Aslı o çünkü kendi kendini vasfediyor. Çok doğru olarak “bana bakan Hakkı görür” diyor. Ne demek istiyor? ”ben yokum bende Hakk var” diyor. Yani ne kadar kibar ve hiçbir şekilde putlaştırmaya götürmeyecek, tamamen tefekkür yönünde bir açılım ifadesi kullanıyor. Ne kadar sade ve temiz şüpheye ve tereddüte hiçbir yol bırakmıyor. Ahmed’i bil-

62

meyen diyelim biz ona, Ahmed’i bilmeyen Hazreti Muhammed’i bilemez. Ama Hazreti Muhammed’i görmeyen de Ahmed’i bilemez. Ahad’ı bilemez. Çünkü Onu bize O bildirdi, bize kendi sûri olarak hakikatini hem de bâtıni ma’nâda kaynağını kendisi bize bildirdi. Ne muhteşem bir söz ile. “Bana bakan hakkı görür” dedi. Şimdi! Hangimiz baktık da Hakk’ı gördük? Görmekten kasıt şuur etmektir, düşünmektir.



Nusret Babam öyle diyordu.

Kula secde yok derler, sana dahi olmazmış.




Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   155




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin