GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (6) hz. Muhammed rasûLÜllah


Efendimizin (s.a.v.) rabbine ilk delil olması onun delâili sâire üzerine tefazzulunu/faziletini, îcâb eder



Yüklə 1,36 Mb.
səhifə63/155
tarix07.01.2022
ölçüsü1,36 Mb.
#78591
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   155
Efendimizin (s.a.v.) rabbine ilk delil olması onun delâili sâire üzerine tefazzulunu/faziletini, îcâb eder.

Yani bütün delillerin üzerine, kesretteki bütün varlık delillerin üzerine, ilk delil olması onun delâili sâire üzerine tefazzulu icab eder, yani faziletini gerektirir. İlk delil olması diğer delillerin üzerine faziletini yani üstünlüğünü gerektirir.

Her birerlerimizin varlığımıza bakalım, bizim varlığımız bizim tarafımızdan rabb’ımızın varlığına bizler için en büyük delildir. Bireyin kendi varlığı kendisi için en büyük delildir. Yani bütün âlemin varlığı hakka delildir, ama bunlar kendi varlığının dışında olan delillerdir. Kendi varlığının içinde olan muhkem delil hiç şüphe getirmeyecek olan delil, kişinin kendi varlığının olmasıdır. Öncelikli işi kendini tanıması o yönüylede Rabb’ını tanımasıdır. Yine âleme bakıldığı zaman ilk delil Hakikat-i Muhammedi delilidir. Çünkü bizler o Hakikat-i Muhammedi delilinin içinde olan delilleriz. Yani diğer ifadeyle şahit ve ıspatlarız.

İşte bir kimse kendi varlığını şuur ederek (uykuda uyuyan ölü olan için böyle bir konuyu düşünmek zâten mümkün değildir.) uyanmış olan insanların, yani ölmeden evvel ölüp (ihtiyari olarak) dirilmiş olanların sorunu budur. Yani bilmesi gereken şey budur. Kendi varlığının Hakkın zuhuru olduğunu ve bu zuhurun da Hakkın kendine zâten kendinde delil olduğunu bilmesi lâzımdır. Yani kendinde bir hayat varsa, irade, kudret, semi, basar varsa. Bunlar Allah’ın isimleri olduğundan biz de onları müşterek kullandığımızdan o zaman onlar bizim malımız değil Hakk’ın malıdır.

Hakk bizim üzerimizde gâlip ve zâhir olduğundan eğer şuurumuz varsa bu varlığımızın hakkın delili olduğunu idrak etmemiz gerekmektedir. İşte bunun için (s.a.v.) Efendimiz, hem bireysel varlığının, Hakk’ın delili olduğu, hakkında şu ifadesi ile, “bana bakan hakkı görür.” demesi bunun delilidir. İşte, bireysel Muhammedî delilidir. Hakikat-i Muham-

91

medî delili ise, Kur’ân-ı Kerîm’de bahsedilen “vemâ erselnâke illa rahmeten lil âlemîn” (21/107) “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” demesi bütün bu kevniyyet âlemi, rûhiyyet âlemi, nuriyyet âlemi, ilm-i ilâhî’de bütün âlemlerde olan delilidir.



Çünkü âyet-i kerîme iki bölümdür, bölümden biri kevniyyetten evvel biri de kevniyyetten, şef’iyyet’ten ve ruhlar âleminden sonra ikiliğin ruhlar âleminde meydana geldiği yerde “gönderdik” ama âlemlere rahmet olsun diye gönderdik. İfadesi açık olarak bunu göstermektedir. Yani peygamber efendimiz o zaman üç şekilde bize delil olmaktadır:

Bincisi, “vemâ erselnâke” deki delili. İlm-i ma’nâ’da “biz seni göndermedik”. Yani daha henüz bu âlemler faaliyete geçmemiş olduğu halinde, Ahadiyyet’in Vâhidiyete dönüşmeye başladığı yol halinde. Dönüştüğü hâli değil. Dönüşmeye uzayan Ahadiyyet mertebesi ile Vâhidiyyet mertebesi arasındaki, daha henüz şey’iyyetin var olmadığı yerde. “Biz seni” demek sûretiyle onun varlığının ilmi olarak var olduğunu bildirmektedir.

Biz seni göndermedik.” Âyet iki bölümdür, “Ahmed olarak biz seni göndermedik” bu bölüm, âyette “vemâ erselnâ ke” Biz seni irsâl etmedik, daha henüz göndermedik. Neden? Çünkü daha henüz kendi varlığında. Yani Hakikat-i Muhammedî, Hakikat-i ilâhiyenin içinde idi ama artık programlanmıştı.

Soru: Oradaki (KE) kevniyyetine işaret olabilir mi?

Cevap: Tabii ki fiziki kevniyyetle evvela Hz. Peygamberin kendi kevniyetine “ke”, gönderdik ama rahmet olarak gönderdik. Kevniyeti külliye hâlidir. Cenâb-ı Hakk ona “sen” diyor. Ama bendeki sen. İyi bak, sendeki sen, demiyor. Biz, sendeki seni kullanıyoruz. O bendeki seni kullanıyor. Ama yine Muhammed bâtında da var, çok hamdedilen. Çok övülen. Bakın işte övüyor. Bütün âlemlerde de övülüyor. Hem de hiç kesilmeden nasıl mı?

Beş vakit ezân-ı Muhammedînin hiç kesilmeden beşi de

92

birlikte, beşi her zaman bir yerlerde, birlikte okunuyor. Biz şimdi burada duyuyoruz. Aynı zamanda akşam, aynı zamanda yatsı da, sabah da, okunuyor, aynı anda. Dünya üzerinde döndüğü için uygun gelen yerde. Yani beş vakit ezan hiç kesilmeden beşi bir yerlerden yeryüzünde okunmaya devam ediyor. İşte bu Saltanat-ı Muhammediyye’ye, Hakikat-i Muhammediyye’ye ve her şeyin ondan çıktığı ve ona davet edildiğidir. Çünkü dâvet budur. Kim hangi mertebede ise bir mertebe üstüne dâvet ediliyor. Yani hep namaza, hep namaza değil.



Evvelâ ehli küfür olanları efendimizin ümmetine davet ediyor. Efendimizin iki türlü ümmeti vardır. Biri ehl-i küfür olanlar, yani inanmayanlar, bunlar “ümmet-i dâvet” tir’ler. Diğeri de inananlar, “ümmet-i icâbet” tir. Peygamberimize peygamberlik geldikten sonra dünyaya gelen insanların hepsi ümmet-i Muhammed’dir. Başka türlü olmaları da mümkün değildir. Onun için hadîs-i şerifte buyruluyor.

Her insan İslâm fıtratı üzere, (yani Hakikat-i Muhammedî programı üzere) doğar. Ailesi onu ateşperest, Mecusi, İsevi, Musevi yapar.”

Bakın, âilesi yapar deniyor. Doğuşu Hakikat-i Muhammedî üzeredir. Muhammed (s.a.v.) İslâm’ın da peygamberidir, gerçi bütün âlemlerin de peygamberidir, ama son gelen kendi ismiyle geldiği için evvelki peygamberler de onun bir zuhuru. İsimlerinden bir isimdir.

Eski peygamberlerin kendilerine ait bir varlıkları yoktur. Onlar, Hakikat-i Muhammedînin sadece o mertebedeki zuhurlarıdırlar. Ama biz onları ayrıymış gibi diyoruz. Getirdiklerine, ayrı dinler diyoruz. Ne kadar yanlış. Allah affetsin bizi. Ayrı dinler, semâvi dinler, beşeri dinler gibi ayrı bir şey yok. Semâvî kitaplar var. Bu doğru. Ama dinler yok. Biz onları din zannetmişiz. Bir programı Allah’ın dini zannetmişiz. Yahûdî dini diye bir şey geçmiyor ki! Hıristiyan dini diye geçmiyor ki!

Yahûdiler Benî İsrâîl diye isimleriyle ifade ediliyor. Biz onları din zannediyoruz. Bizim profesörlerimiz de, sağ olsunlar, semâvi dinler diye kitap yazıyorlar. Din, tek dindir,

93

birçok din yok ki! Bütün peygamberler de Kur’ân’ı Kerîm’in ifadesinde öyle diyor. “Bizi mü’minlerden yaz. Biz Müslümanlardanız.” Hatta İbrâhîm (a.s.) Yakup (a.s.) çocuklarına söylediği vasiyetinde “Sakın ha ölmeyiniz. Ancak Müslümanlar olarak ölünüz.” (2/132) deniyor. “Yahudiler olarak ölünüz” denmiyor.



Mûsevi denmesi, Mûsevi dini diyorlar. Mûsevi dini diye bir şey yok. Mûsâ’ya mensup olduklarından Mûsevi deniyor. Nasıl Müslümanlara da “Muhammedî” diyorlar, Îsâ (a.s.) ‘ın arkasından gidenlere, İsevi’ler diyorlar. İsminden, mensubiyetten ama ortada İseviyet diye ayrı bir din yoktur. Getirmez zâten getiremez. Nasıl getirsin ki? Cenâb-ı Hakk vermeyince Peygamber nasıl getirsin? O bütün Peygamberler, İslâm dininin bir mertebesini getirdiler. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite gibi. Onlar ayrı ayrı eğitim yeri olarak müstakil mi? Hayır, değiller. Hepsi bir yere bağlılardır.

Yukarıda kaldığımız yerden devam edelim.

Biz seni göndermedik.” Ama zahirde tefsirlere baktığımızda “Biz seni göndermedik” hükmünü göremiyoruz, sadece, ”Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” diye görüyoruz. Ancak, Âyet-i kerime “göndermedik” diyor, biz tefsirlere baktığımız zaman sadece, “Âlemlere rahmet olarak gönderdik” diye geçiyor. Yarısı alınıyor. Neden? Belki yukarıda bahsedilen mertebeden haberleri yok olabilir. Sadece görüneni söylüyor olabilirler. Âyet-i Kerîmenin bâtınına bakmıyorlar. Belki de okuyanların akıllarını karıştırmak istemediklerinden olabilir. Çünkü bu halin anlaşılması oldukça zor bir meseledir. Yukarıda belirtilen üç özellikten ikincisi âlemlere rahmet olarak gönderilen bütün âlemde geçerli olan Hakikat-i Muhammedî rûhu’dur.

Ne kadar açık, bakın, “Sen varsın ama daha henüz göndermedik” zuhur ve tecelli sırası gelmedi. Ne zaman gönderdik? Vakti geldiği zaman. Bakın, durduğu yerde boşu boşuna bu âleme göndermedik. Gezesin tozasın diye değil. Âlemlere rahmet olması için. İşte âlemlere rahmet olması, Cenâb-ı Hakk’ın bir başka özelliğidir. Allah’ın bu âlemdeki

94

bütün varlıklara ilk rahmeti o dur. Rahmâniyyetinden onlara vücûd vermesidir. İşte bunun diğer ifadesi Rahmaniyet hakikati, Hakikat-i Muhammedîye ye büründüğü için, bütün âlemlere olan ilk rahmeti, rahmet-i Muhammedîyye’dir ki bu âyetin diğer ifadesiyle. “Âlemlere rahmet olarak gönderdik.” Eğer gelmiş ise rahmet olarak gelmiştir. Bütün âlemlerdeki, rahmetin de, rûhların da babasıdır. Yani küldür. Küll’ün hakikatidir.



-------------------

İşte bu âyet-i kerîme’de belirtildiği üzere nasıl ki Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın bir çocuğu olmaz ise (Ahzâb, 33/40)

Âyet-i kerîmesinde “Mâ kâne Muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum” yâni Muhammed (s.a.v.) sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır.” ifâdesiyle belirtildiği üzere Hakîkât-i Muhammedîyye’nin de bu şekilde sûbuti olarak bir çocuğu olmaz.

Çünkü, Hakikat-i Muhammediyye “Rûhu-l A’zam”ın zuhuru. Hakikat-i İseviyye ise “Rûhu-l Kûds’in zuhurudur. “Rûhu-l A’zam” ise (ebul ervah-rûhların babası)dır. Bu yüzden O nun oğlu olmaz.

-------------------

NOT= İleride “Mâ kâne” nin izahı gelecektir.

-------------------

İşte biz de Hakikat-i Muhammediyyenin nokta zuhuru olan böyle bir peygamberin vârisleriyiz. Gerçekten bunun kıymetini bilemezsek yazık olur bizlere. Bu hususta yukarıda bahsedilen özelliğin üçüncüsüdür.


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   155




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin