GöNÜlden esiNTİler. A’YÂn-i sâBİte kazâ ve kader necdet ardiç terzi baba necdet ardiç


(4) Karşımıza çıkan her türlü eksi ve artı diye ifade edilen hadiselerin hepsi için onlarda merkezinde’dir diyebilirmiyiz?



Yüklə 2,1 Mb.
səhifə28/32
tarix03.01.2019
ölçüsü2,1 Mb.
#88712
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   32

(4) Karşımıza çıkan her türlü eksi ve artı diye ifade edilen hadiselerin hepsi için onlarda merkezinde’dir diyebilirmiyiz?

(4) El cevab, Bu husus görecelidir, hadisenin seyrine göre merkezdedir veya değildir kararı o zaman verilir.

-------------------

(5) karşımıza çıkan her türlü artı-iyi hadiseye merkezinde’dir, diyebilirmiyiz.?

karşımıza çıkan her türlü eksi-kötü hadiseye merkezinde’dir, diyebilirmiyiz.?

(5) El cevab, 4 ün cevabı gibidir, Bu husus görecelidir, hadisenin seyrine göre merkezdedir veya değildir kararı o zaman verilir.

-------------------

(6) Merkez ne demektir.

(6) El cevab, gelen yazılarda tarifi yapılmıştı. Bende şöyle dedim. “Merkez varlığının içinde huzur bulduğu yerdir. Orada aslını bulup kendini tamamlamış olur.”

-------------------



(7) “merkezinde bırakırdım!” sözü sizce hangi mertebenin sözü olabilir.

(7) El cevab. Fenâfillâh/sıfat/hakikat, mertebesinin sözüdür.

-------------------

Bütün bunlara verilecek cevapların altında gerekçeleri de bulunacaktır. Yani “yeni cümlelerin düzenlendikten sonra ne tür bir anlayış ve yaşam ölçüsü içinde yazıldığının belirtilmesi” gerekecektir.

-------------------



Şimdi bu soruları özet olarak cevapladıktan sonra tekrar geri dönüp nedenleri ile de birlikte incelemeye çalışrız.

-------------------



(1) Yukarıdaki cevap gerçekten hiçbir şey ayırmaksızın bütün “ef’âl âlemi içinde” her yönden geçerlimi’dir?

(1) El cevab “hayır” geçerli değildir.

-------------------

Bu özet açıklamalardan sonra izahlarına gelelim.

Evvelâ yukarıda belirttiğim, bulunduğumuz yerden bir mertebe daha ileriye gitmek ve “bakabillâh” hakikatiyle halka yani, “gerçek beşeriyet/şeriat-ı Muhammediyye” ye dönmek olacaktır. Şeriat mertebesine bakış iki türlüdür.



Birincisi: Kendini tanımadan varlığını ayrı bir varlık olarak görmek ve Hakk’ı yukarılarda tahayyül ederek tenzihi bir anlayış üzere hayatını devam ettirmesidir. Bu durumda Ef’âl âleminde olan her şey ve kimlikler bu haliyle gerçek, içinde yaşayanlarda gerçek ve muhakkaktır. Kendilerine göre gaflette olsalar dahi bu ef’âl âlemi, Cenâb-ı Hakkın da, tasdikiyle gerçek ve muhakkaktır. Âyet-i Kerîmeler bunu açık olarak belirtmektedir.

İkinci yönü ise: Fenâfillâh da, hakikatini idrak etme yolunda, mesafe katetmiş kendini ve âlemi tanıma yönünde oldukça mesafe almış, ve neticede Hakk’ta fâni olmuş, daha sonra Hakk’la bâki olarak ef’âl şeriat mertebesi/âlemine gönderilmiş olan bakabillâh ehlinin anlayışıdır.

Bu anlayış ise, bu sefer, bütün gerçekliği ve hakikati ile, ef’âl/şeriat mertebesinin mutlak bir mertebe olduğunu idrak etmiş olması ve yeni hayatını bu iki ef’âl/şeriat mertebesi anlayışı içinde yaşamasıdır. Bu anlayışta ef’âl/şeriat mertebesi kendine asâleten mutlaktır, ve her bir fert kendi aslı üzere gerçektir ve bütün mertebelerde geçerlidir. Kâfir kâfirdir, Mü’min Mü’mindir ve kendi hakikatleri üzere gerçektirler. Hüküm, kişilerden çıkan fiillerin karşılığı, bu mertebenin vaz ettiği kurallara göre uygulanmaktadır.

Ef’âl âlemine esmâ ve sıfat mertebesinden bakıldığında her nekadar, orasının isimlerin ve sıfatların bir zuhur mahalli, ve her bir ismin o görüntü halinde zuhura çıktığı idrak ve anlayışı var isede, bu anlayış o mertebenin anlayışına göredir ve mertebe lâtif bir mertebedir. Ef’âl âlemi ise kesif bir mertebe olduğundan esmâ ve sıfat mertebesi bakış ve idraki sadece, idraki bir irfaniyyet anlayışıdır. İrfan ehlinin bu anlayışı şeriat/Ef’âl âlemindeki hükümleri hükümsüz kılmaz. Orada sait ve şaki vardır ve ayrıdır, göreceği muamelede ayrıdır. Çünkü oranın ehli olan birinci bölümdekiler kendilerinin farkında olmadan kendilerini var kabul etmişlerdir. Bu kabulleri kendilerince bir hüküm olduğundan emir ve nehiylerin üzerlerinde ki hükmü de işleycektir.

Ef’âl âlemine ikinci bakış içinde olan Ârifler ise, her iki bakışı bünyelerinde toplayıp, gerek hayali ve gerek gerçek üzere olan varlık anlayışlarını, kendi bünyelerinde her iki yöndende kimlikleri kendi hakikatleri üzere var kabul etmişler, muamelelerini ona göre yapmışlardır. Zaman gelmiş karşılarındakini düşman görmüş savaşmış, bazılarını dost görmüş, muhabbet etmiştir. İlmi ve İrfani yönden her ikiside Allah’ın bir ismini ortaya çıkarıyor olsalar bile, bu husus ilmi bir husus olup bu sahada, zeminde fiil âleminde geçerli değildir. Burada geçerli olan “bende ben, sende sendir” ve bu ayrı iki benlik genelde hep çatışmadadır Aslında ilmi olarak bakınca “bende ben, sende ben” dir.

-------------------

Diğer insanlara göre yaşam hiçte böyle değildir, kendilerini mutlak ma’nâ da bireysel olarak var zannedenler ve hayata bu açıdan bakanlar. Bu halde şeriat mertebesi, hiç şüphesiz vardır, ve bireyin varlık kabulü üzere mutlak gerçektir. O halde herkes aynı merkezde değildir. Ve kendi merkezleride değişken ve geçicidir. Yani mutlak bir merkezleri yoktur. Dünyaya gelen çocuğun bulûğ çağına kadar merkezi başkadır, Bulûğ çağı ve gençlik merkezi başkadır, orta yaşlılık ve ileri yaşlılık merkezleri başkadır.

-------------------

Ancak bu hakikati Yaklaşık yedi milyara yakın insan topluluğundan milyonda kaçı bilmektedir. Rabb’ımıza şükrederizki, bu yüzdenin içinde bizlerde varız. Ve mevzularımız hep tevhid konularından olduğu için, sanki herkese göre bu dünya kâinat anlayışı böyle imiş zannediyoruz. İşin aslı ise genelin hayata bakışı, beşeri benlik yönündendir ve bu da bu mertebede geçerlidir.

İşte gerçek tevhid ehli de bu mertebede bu hükümlerin gerçeğini kabul ederek, aynı zaman da hakikat-i itibariylede hayata bakarak yaşamını sürdürmektedir, eğer böyle olmasa insanlarla ünsiyetini sağlayamazdı.

Şeriat ehline göre ef’âl âlemi mutlak vardır, ve kuralları yapılan fiilere göre geçerlidir. Marifet ehline göre ise şeriat/ef’âl âlemi hem hükmen hemde fiilen vardır. Ve kurallarına uymak mutlak lâzımdır.

İçinde bulunduğumuz ef’âl/şeriat mertebesi zıtlıklar üzerine kurulduğundan buranın merkezi “merkezsizlik” üzerine kurulmuştur. Yani burası “merkezsizlik merkezi”dir. “Her şey tek bir merkezde değildir.” Bu mertebede hüküm, görünene göredir, gayba göre değildir.

Mevlânâ Hz. “Burası fark âlemidir burada birlik olmaz” demiştir.

Şimdi bu hususları âyet-i kerîmelerin ifadelerinde açık olarak görmeye çelışalım.

-------------------







(Kalehbitu ba’duküm liba’din aduvv veleküm fil’ardu müstekarrun ve metâun ilâhîn.)

(A’râf-7/24). “Buyurdu ki: Bâzınız bâzınıza düşman olarak -yeryüzüne- ininiz sizin için yerde bir zamana kadar bir ikâmetgâh, bir faydalanma vardır.”

-------------------









(Kulnahbitu minhe cemîan fe immâ ye’ti yenneküm minnî hüden femen tebia hüdaye felâ havfun aleyhim ve lâhum yahzenun.)

(Bakara-2/38.) “Dedik ki: O cennetten hepiniz aşağıya ininiz. Eğer benim tarafımdan size bir hidayet gelir de her kim hidâyetime tâbi olursa artık onlar için bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaktır.

-------------------

Ef’âl şeriat mertebesinde varlıkların ne kadar bariz ve kimliklerinin mutlak olduğu açık olarak bu Âyeti kerîmeler ile hemen anlaşılmaktadır. Ve bunların bu mertebe te’vili olmaz çünkü hüküm Hakkındır. Bâzınız bâzınıza düşman olarak -yeryüzüne- ininiz. İlâhi hükmü ne kadar açıktır, ve yer yüzüne indirilenler, Âdem, Havva, İblis, melekler, olduğu bellidir. O halde burada mutlak sulh olmayacaktır, çünkü düşmanlık kaynakta vardır, o halde zıtların olduğu yerde bir merkez olmaz. O halde hiçbir şey karşı tarafa göre merkezinde değildir, gaye burada bu zıtlıkları bir bünyede toplayıp merkezi oluşturmaya çalışmaktır.

Cemîan ininiz” hükmü ise, her ne kadar bahsedilen dört varlık isede, ayrıca kıyamete kadar bu zıtlıklar üzere geleceklerdir. O halde bu mertebede kıyamete kadar tek bir merkez olmaya-caktır.

Bu dünyada, fizik olarak balığın merkezi su, bitki, hayvan ve insan’ın merkezi toprak, Cin’in merkezi ateş, meleğin merkezide nur’dur. Melek hariç, diğer varlıkların yardımcı merkezide hava’dır. Böylece fizik bedenlerin merkezi yaşadıkları sürece (anasır-ı Erbaa/dört unsur) “toprak, su, ateş, hava’)dır.

kim hidâyetime tâbi olursa” Yani gelen hidayetçi/davetçi-lerime tâbi olarak, “emri teklifi” ye uyarsa! “Bu ifade hakkın merkezidir.” Bunun dışına çıkanlar merkezden ayrılmış olurlar.

artık onlar için bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaktır.” İfadesi ise Hakk’ın merkezine tabi olanlardır.

-------------------





(Ellezi halâkal mevte vel hayate li yeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ ve hüvel azizül gafur.)

(Mülk-67/2.) “O ki: Ölümü ve hayatı yarattı, hanginizin amelce daha güzel olduğunuzu imtihan için ve O, hakkıyle galiptir, çok yargılayandır.”

-------------------

hanginizin amelce daha güzel olduğunuzu imtihan için”

Görüldüğü gibi bu ve benzeri Âyet-i Kerîme’lerin kulun varlığını ve mükellef olduğunu bildirmekte, mükellefinde şeriat mertebesi yönünden sorumlu olduğunun hiç te’vili yoktur. O halde her kul başka başka amel edeceğinden merkezleride başka olacaktır.

-------------------



(Velillezine keferu bi rabbihim azabü cehennem ve bi’sel masîr.)

(Mülk-67/6.) “Ve Rab'lerini inkâr etmiş olanlar için cehennem azabı vardır. Ve ne fenâ dönüş yeri...”

-------------------

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîme de kişinin varlığı hakkında çok açık olarak bir delil teşkil etmektedir. Yani kişi vardır, ve şeriat metebesinin kurallarına uymaz ise gideceği yeri, merkezi bellidir. Bu yönüyle hadiseye bakıldığı zaman kul sadece kendinin zuhur mahallidir ve amellerinden sorumludur.

-------------------





(Vallahu halâkaküm vemâ ta’melûn.)

(Saffât-37/96.) “Halbuki, Allah, sizi ve yaptığınız şeyi “amelleri” yaratmıştır.

-------------------

Bu âyet-i Kerîme’nin hakikat mertebesinden te’vili vardır, fakat oraya göredir. Aslı ise şeriat mertebesinden, amelleri halketmesi, amellerin cinslerini bildirmesi ve bunları uygulayacak güç ve kuvveti vermesidir.

-------------------









(Kul innemâ ene beşerun misliküm yuhâ ileyye ennemâ ilâhüküm ilâhun vâhidün festekîmû ileyhi vestağfiruhu ve veylün lil müşrikîne.)

(Fussilet-41/6) “De ki: şüphe yok ben sizin gibi bir insan/beşerim, bana vahy olunuyor ki: Sizin ilâhınız muhakkak ki, bir tek ilâhtır. Artık O'na yönelin ve ondan mağfiret dileyin ve müşrikler için helâk -kararlaştırılmıştı.”

-------------------

Âyet-i kerîme de Efendimiz hakkında geçen “bende sizin gibi bir beşerim” diye ifade edilen yönünün merkezi, şeriat mertebesidir. “bana vahy olunuyor” tarafının mertebesi/merkezi ise bakâbillâh mertebesidir, bunları birleştirerek yaşamak, her iki merkezinde hakkını vererek yaşamak tam kemâlât merkezidir.

Efendimiz bir bakıma şeriat mertebesi itibariyle “abdühu” beşeriyet kulluğu. Risâleti ise Ulûhiyet kulluğu yani Habibliğidir. Merkezlik bunları birlikte yaşamaktır. İşte yukarıdanberi ifade etmeye çalıştığımız bu mertebeye bu mertebenin iki haliyle birlikte idrak etmeye çalışmaktır. İşte son kemâlât böyle bir yaşamdır.

Yukarıdada bahsedildiği gibi her şeyi merkezinde bırakırdım!” tarif ve tabiri sadece “Fenâfillâh” mertebesinde ve âlemler mükevvenât hakkında geçerlidir. Burası “şey”iyyet mertebesidir. “Men/kimlikler yani düşünen varlıklar mertebesi değildir.

-------------------

NOT= İlgisi dolayısıyla İrfan mektebi kitabımızın sekizin-ci bölümünden küçük bir aktarma yapalım.

-------------------



Kûr’ân-ı Keriym; Fussilet Sûresi (41/53) Âyetinde bu mevzua işaret vardır.









(Senürihim Âyatina fil âfaki vefi enfüsihim hatta yetebeyyene lehüm ennehül Hakk’u)

Meâlen; 53. “Yakında onlara ufuklarda ve kendi nefslerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, tâki, onlar için O'nun hakk olduğu ortaya çıksın.” (Yani merkezinde olduğu ortaya çıksın)

-------------------

Hâli: Bu mertebenin hâli ile hallenmektir.

Kûr’ân-ı Keriym; Kasas Sûresi; (28/88) Âyetinde bu hâle işaret vardır.









(Velâ ted’u meallahi ilâhen âharu lâ ilâhe illâ hû Küllü şey’in helikün illâ vechehu lehülhükmü ve ileyhi türcaun.)

Mealen: “Allahla beraber başka ilâh arama ondan başka ilâh yoktur O nun vechinden başka her şey helâk olacaktır. Hüküm onundur. O na döndürüleceksiniz.”

------------------------

Buraya irfani bir şiir ilâve eldim.

Hep kitabı Hak’tır eşya sandığın,

Ol okur kim seyru evtan eylemiş.
Eşya sandığın bütün bu âlemin hepsi, Hakk’ın bir kitabıdır,

Bu kitabı ancak bütün mertebeleri/vatanları seyr etmiş olan okur.

-------------------

Yaşantısı: Nefis mertebelerini bitirip, Tevhid-i Ef’âl-e varan kişinin sıfatı, evvelâ kendi varlığında tevhid-i oluşturmasıdır. Nefs-i Sâfiyede beşeri varlığından tamamen soyunmuş olarak, hiçlik, yokluk, renksizlik halinde iken, burada hakikati yönünden tekrar kendi özel ve Hakkani kimliğine ulaşmasıdır. Eski birimsel varlığının başka bir idrâk ve varlıkla değişmesidir.

Bu seyr tamam olunca kişi çalışmasını dış âleme çevirir ve orada Tevhid idrakini oluşturmaya başlar. Bu makamın anahtarı ve yükselticisi “FETTAH” ismidir. İşaretini ehli bilir. Mürşidinin himmeti irşadıdır. “Hakikat mertebe-si”nin başlangıcıdır.



Bu hususta kısa bilgi sunmağa çalışalım.

Bu mertebede kişi, daha evvelce görmüş olduğu, “ENFÜSİ” yani kendi nefsinde yaşadığı hakikatleri bu defa AFAKİ” yani dış âlemde yaşamağa başlar.

KÛR’ÂN-I KERÎM’de, bu hakikati ilk def’a idrak edip yaşayan kimsenin İbrâhim (a.s.) olduğu bildirilmiştir.

Yakında onlara ufuklarlarda ve kendi nefislerinde olan Âyetlerimizi göstereceğiz tâki, onlar için O nun Hakk olduğu ortaya çıksın. (41/53)

Kelâmı İlâhisi bunu çok güzel anlatmaktadır.

Bu mertebeye ulaşan kimse ALLAH’ın Âyetlerinin, yani işaretlerinin Hakk olduğunu müşahede eder. Böylece oluşan bütün fiillerin hakk’ın fiilleri olduğunu YAKÎN bir bilgi ile idrak ederek yaşamaya başlar.

Oldukça zor olan bu yaşam halinde kişinin çok dikkatli olması gerekir. Karşısına çıkan her fiilin, her şeyin, müspet veya menfi ne olursa olsun hepsinin Hakk ve Hakk’tan olduğunu bilmesidir. Ancak..... Bu idrak ediş buraya ulaşanlara has bir hükümdür. Buna çok dikkat edilmelidir.

O nun vechinden başka her şey, helâk olacaktır, hüküm onundur, O na döndürüleceksiniz.”

(28/88) Kelâmı İlâhisi de, bu mertebede çok açık ifadesini bulmaktadır.

Her ne kadar bu Âyet-i Kerime’nin gelecekte kıyamet hadisesi ile ilgisi var ise de, yaşadığımız günde de geçerliliğini koruyup bu mertebeye ulaşan kişi yaşantısında ve idrakinde fiillerin ve eşyanın her yönüyle Hakk’ın değişik mertebelerden, ayrı ayrı zuhurları olduğunu bilmesi anlamındadır.

Böylece bu günden, kendiliğinden âlemin kıyameti kopmuş, yani zaten, zan ettiğimiz, fakat aslında sadece isimlerden meydana gelmiş olan eşyanın hakikati ortaya çıkmış olur. Eşyanın hakikatini arayanlar neticede bu mertebenin idrakine ulaşırlar. Bu hüküm de Hakk’ın hükmüdür ve gerçekte görüldüğü gibi her şey O na döndürülmektedir, burada döndürülme kelimesi çok iyi anlaşılmalıdır. Bu mertebe, kişinin kendi İlâhi varlığı, ile ef’âl âleminin birleştiği, bütünleştiği ilk tevhid mertebesidir.

İşte bu yüzden burası dostluk, yani hullet mertebesidir. İbrâhim (a.s.) mın Halil olması bu yüzdendir. Kendinin ve bütün varlıktaki fiillerin Hakk’ın fiilleri olduğunu, dolayısıyle kendi vasıtasıyla Hakk’ın icraatta bulunduğunu idrak etmesidir. Bu mertebenin kemâli (fenâ-i ef’âl) dir. Bu mertebe de kesin olarak bilinmelidir ki; âfakta ve enfüste hiç bir şeyin faaliyeti yoktur, bütün faaliyyet Hakk’a mahsustur.



(LÂFAİLE İLLÂLLAH) dır. İşte bu yüzden her şey merkezindedir sözü burada geçerlidir, çünkü kulun kulluğu kalmamıştırki ayrıca bir değerlendirme yapabilsin. Gerçektende bu mertebede şey’iyyet/mükevvenâtta her şey merkezindedir.

-------------------



Merkez hikâyesine devam edelim.

-------------------

Muhtemeldirki, Mûsâ Muslihiddin efendinin o günlerde yaklaşık olarak bu idrakler içinde yaşamakta olduğunu ifadelerinden anlamamız çok zor olmayacaktır. Allah (c.c.) hepsinden razı olsun.

-------------------



(2) Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk v.b. bütün bunlar, “merkezindemi” dir?

(2) El cevab, İnsan eli ve tesiri olmadan hakk’ın eli ile olanlar “merkezinde” insan eli ile olanlar ve sıkıntı veren hadiseler “merkezinde” değildir.

-------------------

İnsan eli ve tesiri olmadan, hakk’ın eli ve kudreti ile olanlar, Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, gibi hadiseler hakkında zâhiren “merkezinde” dir, diyebilir isekte! Aslında bu hususta sadece susup ibretle seyretmek daha isabetli bir durum olacaktır.

Çünkü bütün bu hadiselerin içinde yaşayan insanlar var ise, ve bunlarda başlarına gelen, bu felâket ismini alan, olaylardan zarar görüyor ise, o zaman bunlara merkezindedir dediğimizde, “Hakk’a haşa şuur altı merhametsiz” damgası vurulabiliriz. Cenâb-ı Hakkı bu şekilde tanımak ise olmayacak bir iştir. Mülk onun dur ve dilediği gibi tasarruf eder, kimsede hesap soramaz.

Bir an kendimizi bir zelzele veya yangın içinde bulalım ve gerçekten hadisenin sonunda, hiçbir şeyimiz kalmamış olsun, ki, televizyonlarda bunlara şâhit oluyoruz. İşte bu soruyu o halde olana sormalıyız, vereceği cevap tabii aldığı eğitim düzeyine göre olacaktır. Kimileri isyan edecek, o zaman hadise merkezinde olmayacaktır. Kimileri olabildiği kadar tevekkülle karşılayacak onlara görede hadise bu yönüyle merkezinde olacaktır. Bu tür hadiselere edeben Allah’ın fiili olduğundan mülk’de, onun olduğundan mülkünde de dilediği gibi tasarruf edebileceğinden hükmen merkezindedir diyebiliriz.



însan eli ile olanlar ve sıkıntı veren hadiseler “merkezinde” değildir.

Çünkü karşı tarafa zarar vermektedirler, bu ise şeriata ve insanlığa aykırı olduğundan kabullenilecek bir hadise değildir o halde merkezinde değildir.

Evimize giren hırsızı veya ailemize kötülük yapmaya kalkan bir kimseyi hak’tır diye kendi mülkümüzde istediği gibi tasarruf etsin diye meydanı ona bırakıp oradan ayrılıp gidermiyiz? yoksa sonuna kadar canımızı ve malımızı korumak için bütün gücümüzle kavga edermiyiz.?

Allah göstermesin bir savaş halinde karşıdan biri gelmiş ve canımıza kast etmek fiilinde bulunmuş ise, hadi buyur beni vur sen nasıl olsa haksın, deyip boynumuzu uzatırmıyız yoksa bizde onun canına kast edip öldürmeye ve böylece onu durdurmaya çalışırmıyız.?

-------------------

(3) Gene, Yukarıdaki cevap gerçekten hiçbir şey ayırmaksızın bütün “enfüsi beden âlemi içinde” de her yönden geçerlimi’dir?

(3) El cevab, Hakk’ın iki eliyle halkettiği enfüs, beden âlemimizin her yönü “merkezindedir” ancak kendi kullanış eksikliğimizden dolayı onu “merkezinden” çıkardığımızdan o yönleri ile merkezinde değildir.

-------------------

Fıtri yapısı itibariyle, “enfüsi/beden âlemimiz” her yönü ile merkezindedir, içinde bulunan bütün a’zâları birbirleriyle son derece uyumludur.

Ancak bu enfüsi beden mülkünü kullanma kılavuzuna, “Kur’ân ve hadîs” uymadığımız zaman kötü kullanım yüzünden onun halini merkezinden çıkarıp ona haksızlık etmiş oluyoruz ve neticede ağrı ve ızdırabı beden yönüyle gene biz çekmiş oluyoruz, bu yüzdende enfüsümüzü yani beden mülkümüzü tabiî ki mes’ûlü biz olarak, merkezinden çıkarmış oluyoruz.

------------------------

(4) Karşımıza çıkan her türlü eksi ve artı diye ifade edilen hadiselerin hepsi için onlarda merkezinde’dir diyebilirmiyiz?

(4) El cevab, Bu husus görecelidir, hadisenin seyrine göre merkezdedir veya değildir kararı o zaman verilir.

------------------------

Karşımıza çıkan her türlü eksi hadiselerin, sebeb kaynağı eğer biz isek, o zaman biz suçlu olduğumuzdan bu hadiseyi merkezinde olarak kabul emedeyiz.

Eğer elimizde olmayan ve bizim dahlimiz olmayan bir sebeten dolayı başımıza eksi bir hadise gelmişse burada yapılacak davranış edeben susmak, veya,

hoştur bana senden gelen,

ya hil’atü yahud kefen,

diyerek merkezinde görebilme iradesini görterebilmektir.

Ve artı diye ifade edilen hadiselerin hepsi için onlarda merkezinde’dir diyebilirmiyiz? Artı diye ifade edilen husus mühimdir, ve ölçüsü nedir buna bakmak lâzımdır, artı nefsimiz istikametinde ise baştan merkezinde gibi görünür, daha sonraki aşamalarda merkezinden çıkarmış olabilir bu hususa çok dikkat edilmesi lâzım gelmektedir.

-------------------

(5) karşımıza çıkan her türlü artı-iyi hadiseye merkezin-de’dir, diyebilirmiyiz.?

karşımıza çıkan her türlü eksi-kötü hadiseye merkezin-de’dir, diyebilirmiyiz.?

(5) El cevab, 4 ün cevabı gibidir, Bu husus görecelidir, hadisenin seyrine göre merkezdedir veya değildir kararı o zaman verilir.

-------------------

(6) Merkez ne demektir.

(6) El cevab, gelen yazılarda lügat tarifi yapılmıştı.

-------------------

Bizde merkezi üçe bölerek şöyle diyelim.

(1) Merkezi mutlak.

Ulûhiyet mertebesindeki merkezdir. Bütün âlemin tek bir merkezidir. A’mâ’iyyet ve ahadiyettir.

Bunun varlığa/kevn/zuhura, dönük diğer ifadesi ise. “Tüm olarak bu varlığın gerçek yüzleri ile kendi mertebelerinde korumağa Ulûhiyet adı verilir” A.K.C.İ.K.

Her varlığı kendi merkezinde korumaktır.



(2) Merkezi izafi.

İsimlendirilmiş izafe edilmiş merkez.

Aslında bireyin merkezi kendisidir. Bu da iki türlüdür, nefsi bir hayat yaşıyor ise nefs âlemidir. İlâhi bir hayat yaşıyor ise ruh âlemidir.

Kişi nefs âleminde yaşıyor ise, nefsi itibariyle o sürede hangi hadisenin hükmü altında yaşıyor ise merkezi odur. Hadiseler değiştikça merkezide değişir.

Rûh âleminde yaşayan insan içinde öyledir, terakki ederken oda hangi rûh hali/mertebe’sinin içinde yaşıyorsa onun da merkezi odur.

İnsân-ı Kâmilin merkezi ise, evvelâ kendi ente olan aslında enesi, geniş ma’nâ da ise Allah’ın Zât-î tecellisidir. Böylece İnsân-ı Kâmil mahlûkatın merkezidir, böyle olması dolayısıyla sâliki, sâlikin mertebesi itibariyle bir mertebe yukarıdaki mertebeye ulaştırması yönüyle sâlikin mertebesi ve merkezi değişmektedir.

Bazen kulundan Hakk görünür merkez kul olur. Bazende Hakk’dan kulu görünür merkez Hakk olur. Lâm ile Elif gibi bütün âlemde el ele boy gösterip seyran ederler.


Yüklə 2,1 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin