(20) Gü…… Ku…..
To: terzibaba13@hotmail.com
Subject: 86-6 Bir hikaye birçok yorum "Herşeyi mekezinde bırakırdım"
Date: Fri, 28 Feb 2014 17:53:08 +0200
Selâmün Aleyküm Muhterem Efendi Babam,
14.10.2013 tarihinde göndermiş olduğunuz “Bir hikaye birçok yorum” adlı çalışmalarımızın bu seneki konusu olan “Her şeyi merkezinde bırakırdım” hikayesi ile ilgili duyuş ve görüşlerimi ilişikte gönderiyorum.
Size ve Nü…… Anneme sağlık ve afiyetler diler, hürmetle ellerinizden öperim.
------------------------
Bismillâhirrahmânirrahîm,
14.10.2103 saat 14:14 itibarıyla Terzi Babamdan gelen “Bir hikaye¸ birçok yorum” çalışmalarından “Her şeyi merkezinde bırakırdım” adlı hikâyeyle ilgili olarak kendi duyuşlarımı ifade etmek istiyorum.
Hikâyeye başlamadan evvel bu yazının bana ulaştığı tarih dikkatimi çekti.
14.10.2013
Saat 14:14
14 (3 adet)… : Hakikat-i Muhammed-i dolunay (Bedri Münir)
10 (1-0)…… .: tevhid ve hiçlik, tevhid-i sıfat
2……………. : zâhir – bâtın
13…………… : Hakikat-ü Ahadiyyet’ül Ahmediyye
Bu sayıları görünce irkilmemek mümkün mü? Bugünün Sülbül Efendisi, Sultanımız “her şeyi merkezinde bırakırdım!” sözlerini “Eğer siz olsa idiniz o soru hakkında kendi hayat anlayışınız içinde bu cümleyi nasıl düzenlerdiniz.?” diye sormaktadır.
Yazıyı okumaya başladığım anda gönlüme bir mürşit ve 4 müridin camideki hikâyesi düştü. Hikâye malum, bir gün bir şahıs bir mürşite tasavvuf hakkında bilgi sahibi olmak istediğini söyler. Mürşit de ona ertesi gün beraber camiye gitmelerini söyler. Namazdan sonra, Mürşit camide sağına 2 müridini, soluna da 2 müridini alır ve o şahsa hepsine birer tokat atmasını söyler. Adam birinci kişiye bir tokat atar, o şahıs da aynen ona bir tokat atar (orası kısas noktası -şeriat makamı), ikinci kişiye de bir tokat atar, o kişi sadece bakar, hangi esmadan olduğunu anlamak için (tarikat makamı), üçüncü kişiye de bir tokat atar, o kişi başını dahi kaldırıp bakmaz (hakikat makamı), dördüncü kişiye tokat atınca, o zat yalnızca sıvazlar ona zarar gelmesin diye (marifet makamı).
Bugüne kadar bu yolda almış olduğumuz bilgiler her şeyin merkezinde olduğu yönündedir, ancak, bunu söyleyebilmek için yaşanmışlık gerekir. Bunu ispatlamak için çok şey söylenebilir ama yaşamadıktan sonra taklit ehli olmuş oluruz. Yukarıdaki hikâyede de belirtildiği gibi 4 mürid 4 makam üzere cevap vermektedirler.
Sümbül Efendi imtihana başlarken,
“Ey bir avuç topraktan ibaret olan canlar! Âlemi siz yaratmış olsaydınız nasıl yaratırdınız?” diyor.
Toprağı bile kendine ait olmayan insanın âlemi yaratmada ne fikri olabilir ki! Kâinata baktığımızda galaksiler, güneş, ay, yıldızlar, hepsi bir düzen içinde birbirlerine çarpmadan fezaya yayılmış dönüyorlar. İnsana baktığımızda, anatomik olarak bütün sistemlerin nasıl çalıştığını hayretle izliyoruz. Bu düzeni yaratana karşı cüzi aklımızla başka nasıl bir düzen düşünebiliriz ki.
Âdem hâlk olurken, Rabbı “sen ve zevceke, iblis ve melekler cem’an ininiz” buyurdu. Şeytan da sâlih kulların dışındakileri azdıracağım demişti. Nefis her zaman daha fazlasını ister, nefsimizi kontrol altına almadığımız müddetçe şeytana uymaya mütemayildir.
Biz yetiştirilirken önce ailemizin, sonra çevremizin tesiri altında kalıyoruz. Ancak akıl baliğ olduktan sonra niye dünyaya geldik diye kendimizi sorgularsak, o zaman arayışa geçer ve “kulluk nedir” diye sorgulamaya başlarız. Kul olabilmek için göstereceğimiz her çaba, önce dinin emirlerini yerine getirmek, şeriat makamı, sonra da bir mürşidi kamil bularak irfan olma yolunda seyri sülûka başlamak ki bu bizim görüşlerimizi açacak ve düşüncelerimizi değiştirecektir.
Kaza kaydımız Allah’tan ama kaderimizi amellerimiz belirtiyor. Dünya ağırlıklı bir yaşam, ihtiraslar, kıskançlıklar bizi Rabbimizden uzaklaştırıyor. Yaptığımız işlerden karşılık bekliyoruz. Kıyaslama yapıyoruz, tatmin olmuyoruz ve daha fazlasını istiyoruz.
Bu yola gelirken önümüze birçok köstekler gelecek, haksızlıklara uğrayacağız. Mini mini bebelerin öldüğünü, yetişmiş nice güzel evlâtların trafik kazalarında gittiğini, namusunla para kazanan insanların haksızlıklara uğradığını, buna mukabil gayrı ahlâki yollarla para kazananların çok zengin olmaları, hırsızlıkların artması gibi bizim içimizin almayacağı birçok olaya şahit olacağız.
Tabii ki, “bu nasıl bir düzen” diye isyan etmekteyiz. Eğer seyrisülûk yoluna girmişsek, mertebelerimize göre hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini ve tevekkül etmemiz gerektiğini anlarız.
Şeriat mertebesinde “sizin için kısasta hayır vardır” ayetini tatbik etmek isteriz. Her ne kadar ibadet ve taatlarımızı yapsak da benlik ön plandadır. Her şey “ben” odaklıdır, hükmü biz veririz. Her ne kadar, “hayrihi ve şerrihi minallahi teala” desek de, hayrın Allahtan geldiğini, şerrin ise kuldan geldiğini kabul ederiz. Kuldan görünenin de Allah olduğunu kabul edemeyiz. Tabii burada merkezin ne olduğunu dahi anlayamayız. Burada merkezde olan tek şey şeytanın vazifesini bihakkın yapmış olmasıdır.
Tarikat mertebesinde ise fiilin failinin Allah olduğunu idrak ederiz ama Allah’ı ötelerde ararız. İsmin hakikatini anlamaya çalışırız ama yine gerek doğa olayları, gerek dünyevi olaylar karşısında zaman zaman isyanımız devam eder.
Kelimelerde HAK’tan başka birşey yok desek de, hangi mertebede isek kabulümüz o kadardır. Bazen ters bir olay karşısında üzülüp öfkelensek de, “her şerde bir hayır” vardır deriz. Hz. Mûsâ- Hızır kıssasındaki olaylara bakınca, Hz. Mûsâ’nın kabul edemediği hadiselerin iç yüzünün ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. Hz. Mûsâ zamanında 40.000 çocuk öldürülmüştü. Kendi aklımızla, ne kadar büyük bir vahşet diye görsek de, Hz.Musa Kelimullah (a.s.) adlı kitapta da belirtildiği gibi karşılığının ne kadar büyük bir bedel olduğunu öğreniyoruz.
İsrail oğullarının altından buzağıyı put edip Mûsâ a.s gelince suçu Samiriye atmaları gibi, suçu hep dışarıda ararız, kendimize dönemeyiz. Her şeyin Allah’tan olduğunu bildiğimiz halde, yine hayatımızda iyiler, kötüler, suçlular vardır.
Yunus Emre
-
Hak ile birlik ezeli ve ebedidir, diyor.
-
“Bu dervişlik yoluna aşk ile gelsin” şiirinde: Arzusu, kabiliyeti, iradesi, azmi olmayanın bu sert eğitim yoluna girmemesi gerektiğini anlatıyor.
-
Bu yolda başkalarının hatalarını görmeden kendi hatalarımızı görmeli ki bundan dolayı kendi hatalarımızla yüzleşmek gerekir, diyor.
Hakikat ve marifet makamlarında olay değişiyor. Bu açılımda olan kişiler de zaten çok ender yetişiyor. Sümbül Efendi de Mûsâ bin Muslihuddin’in yetişmesinde birçok imtihanlar yapıyor ve istediği cevapları bir tek ondan alabiliyor.
Yine bilindiği gibi Sümbül Efendi müritlerinden bir top çiçek ister, bütün müritler demet demet en güzel çiçekleri getirirler, yalnız Merkez Efendi bir kuru papatya getirir. Çünkü Merkez Efendi aldığı ilham üzere çiçek kopartmaya gidiyor ama bütün çiçeklerin zikirde olduğu bildiriliyor, onları kopartamıyor. Canlı cansız her şeyi Allah’la müşahede eden, hiçbir şeyi Allah’tan gayrı görmeyen biri ancak ölmeye yüz tutmuş, zikri kesilmiş bir kuru papatya alabiliyor. Çünkü Marifet makamına gelmiş bir veli ancak aldığı ilham üzere hareket eder. Allah’tan başka hiçbir şey görmez ve her şeyi merkezinde görür. Bu arada papatya, ortası sarı renkte, etrafında 15-20 tane dil gibi beyaz renkli yaprağı olan bir çiçektir. Tek olarak da görüntüsü bir toptur. Rengi beyaz ve sarıdır. (Nefs-i mutmain – nefs-i raziye).
Hakikat mertebesinde kişinin kendine dönerek kimlik tespitinde bulunması ve kendisinin Hakk’ın isimlerinden başka bir şey olmadığını anlaması ve bu yoldan hareketle varlığını Hakk’a vermesi ve kendinde kendine ait bir şey olmadığını anlamasıdır.
Marifet mertebesinde ise kişinin izafi beden varlığının da aslında tamamen Hakk’a ait olduğunu ve Hakkel yakin olarak, gerçek ilahi benliği ile yaşamaya başladığından ve nefsine arif olduğundan orada Hakk’tan başka bir şey bulunmamaktadır ve tabii ki bu makama gelen kişi “herşeyi merkezinde bırakırdım” diyebilir.
Bu konu ile ilgili sorular:
-
Dostları ilə paylaş: |