Soru:Bir de “hukuk devleti" talebi var, hukuk sınıflar üstü bir kavram olmadığına göre...
Hukuk elbetteki sınıflar üstü değil. Hukuk her zaman sınıfsal bir karakter taşır. Egemen sınıf düzeni hangisi ise, ege(76)men siyasal düzenin sınıf karakteri neyse, hukukun karakteri de odur.
“Hukuk devleti” kavramının dile getirdiği gerçek ise, aslında yığınların, genel olarak ezilenlerin tarihsel mücadeleleriyle, burjuva düzenin sınırları içinde kazanılmış hakların, yaratılmış değerlerin aldığı hukuksal biçimden başka bir şey değildir. Yani emekçiler, tüm ezilen kesimler mücadele etmişlerdir, demokrasi mücadelesi vermişlerdir. Bu mücadele içinde çeşitli kazanımlar elde etmişlerdir. Bu kazanımlar sonuçta yasal ifadeler kazanmıştır. Bu yasal ifadelerle zenginleşen, ilerleyen hukuksal içerik, işte o hukuk düzeni denilen şeyin esasıdır, hatta kendisidir. Aslında demokratik hakların ve değerlerin en geniş ve kurumlaşmış bir biçimi denilmek isteniliyor, “hukuk düzeni” denilen kavramla. Dolayısıyla her yasal düzen hukuka dayalı düzen demek değildir. Bunlar tümüyle farklı, hatta belli durumlarda taban tabana zıt şeylerdir. Türkiye’de bugün egemen faşist rejimin yasal çerçevesinin örneğin, hukuk düzeniyle uzaktan yakından herhangi bir ilgisi yoktur. Bu rejimin yasal ve anayasal çerçevesi, “hukuk düzeni” denilen durumun tümüyle reddidir.
Hukuk düzeni, demokratik haklara dayalı olan, demokratik normları gözeten bir anayasal rejim demektir. “Hukuk devleti” ile anlatılan durum budur. Bu hak ve normların Aydınlanma çağı burjuva filozofları tarafından dile getirildikleri, Fransız Devrimi ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı gibi tarihsel olayların bunları bir “beyanname” halinde insanlığa kazandırdıkları bir gerçektir. Ama gelgelelim biz burjuva devrimlerinin sıcaklığı içinde ortaya çıkan bu “beyannameler”in çok geçmeden bir kağıt parçasına dönüştüğünü de biliyoruz. Fransız Devrimi 1789’da ortaya bir “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi” çıkardı. Onu da önceleyen bir tarihte, ABD Bağımsızlık Savaşı’nın ürünü olan Anayasa bu hakları tanıyan ilk klasik anayasa olmuştur. Ama biz bunu izleyen neredeyse bir yüzyıllık bir süre boyunca zenci köleliğinin aynı ABD’de bir yasal ku(77)rum olarak sürdüğünü de biliyoruz. Dolayısıyla, işin aslında, o çok övdükleri hukuk da gerçekten, emekçilerin ve ezilenlerin tarihsel mücadeleleriyle elde ettikleri kazanımların bir sonucu, bunun bir ifadesidir. Elbetteki burjuva düzenin kendi sınırları içerisinde.
Bu noktada biz hukuku ya da yasal kazanımları elbetteki gözardı etmiyoruz, edemeyiz. Mesele bu değil zaten. Mesele reformları önemsemek ya da küçümsemek meselesi değil. Reformlar elbetteki önemlidir. Ama mesele reformlar uğruna mücadelenin genel perspektifidir, bunun nasıl ele alınacağıdır. Reform-devrim diyalektiği denilen şeydir. Aynı anlama gelmek üzere, demokrasi ile sosyalizm ilişkisi denilen şeydir. Siz devrimci mücadele içerisinde reform olarak adlandırılan tavizler mi elde etmek istiyorsunuz, yoksa reformları kendi içinde bir platform haline getirip bunun mücadelesini kendi içinde vermek mi istiyorsunuz? Meselenin özü bundan ibarettir. Demek oluyor ki, bu, bir devrimciyle bir reformisti ayıran ayrım çizgisinin kendisidir. Siz sorunları burjuvaziye karşı, onun sınıf egemenliğini hedef alan tarzda formüle edersiniz, şiarlarınızı buna göre atarsınız, taktiklerinizi buna göre formüle edersiniz. Zaten bundan dolayı ya da tam da bu sayede mücadelede başarılı olursunuz, başarılı olduğunuz ölçüde, bir takım haklar kazanırsınız. Burjuvazi size bir takım tavizler vermek zorunda kalacaktır. Bu tavizleri elde etmek ve onların hukuksal bir ifade kazanmasını sağlamak emekçiler için siyasal bir başarı olacaktır.
Ama “demokratik anayasa” kapsamında tartışılan şeylerin bu bakışaçısı, bu perspektifle bir alakası yoktur. Orada demokrasi, bağımsızlık, ulusların hakları ve özgürlüğü vb. gibi temel siyasal sorunlar var. Bu ülkede bu sorunların tam ve güvenceli çözümü, burjuvazinin siyasal iktidarı yıkılmadığı sürece boş bir hayaldir. Siz bu temel demokratik istemleri alır anayasal bir çerçevede tanımlarsanız, bunların güvencesi olacak(78)bir anayasa derseniz, sadece emekçilerin saflarında anayasal hayaller yaymış olursunuz. Devrimci konumunuzu yitirir, reformizme kaymış olursunuz.
Demokrasi, bağımsızlık, ulusların özgürlüğü vb., tüm bunlar ancak devrimle çözüme bağlanacak olan siyasal sorunlardır. Bu siyasal sorunların devrime dayalı çözümü ortaya bir devrimci siyasal iktidar yapısı çıkarır. Bu siyasal iktidar yapısının temel ilke ve esasları ile kendi iç kurumlaşması ve işleyişinin belli esaslara bağlanması, devrimci anayasa dediğimiz şeyin esası olacaktır. Yani anayasa temel ilkeler ve haklar bir yana bırakılırsa, işin aslında bir idari-yasal sistemi ve işleyişi anlatır. Mevcut bir iktidar yapısının kurumlarını, bu kurumlar arasındaki iç ilişkileri, bunların birbirlerine göre hak ve yetkilerini ve işleyişini anlatır. Anayasa budur. Sosyalizmin anayasası sosyalist iktidarın yapısını, kurumlarını, işleyişini, yetkilerini anlatır. Burjuvazinin anayasası da burjuva kurumların, iktidar organlarının yapısını, yetkilerini, ilişkilerini, iç işleyişini anlatır. Bu sizin bu düzen içinde anayasa sorunu karşısında kayıtsız olmanız anlamına elbette gelmiyor. Ama temel sorunları götürüp, program sorunlarını götürüp böyle bir anayasa içine sığdırmaya kalkarsanız eğer, siz açıkça reformist bir konuma kaymış oluyorsunuz. Bilerek ya da bilmeyerek... Bu sonuçta çok önemli de değil, zira sonucu değiştirmez.