Demirel uzun yıllar boyunca Türkiye’nin kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri olduğunu vurgulamayı pek severdi. Ama şimdi bu alanda hızla büyüyor sorunlar. Türkiye artık başta et olmak üzere birçok besin maddesini ithal ediyor. Yakın döneme kadar Türkiye dünyanın en büyük pamuk ihracatçılarından biriydi, şimdi dışardan pamuk ithal ediyor. Bugünün Türkiye’sinde yiyecek kıtlığı çekilebiliyor ya da aynı nedenle fiyatlar aşırı artabiliyor.
Şimdi uygulanmakta olan yeni yıkım politikalarıyla bunun ilerde nereye varacağı ise ayrı bir sorun. Emperyalizm,(213)İMF ya da Dünya Bankası aracılığıyla kendi politikalarını dayatırken, elbette bizim toplumumuzun ihtiyaçlarına değil, fakat kendi sömürüsüne, aşırı kârına, bunun uzun vadeli olarak güvencelenmesine bakıyor. O kendi aşırı meta yığılmasına pazar açmaya bakıyor, o modern üretim teknikleriyle devasa boyutlarda üretilen hububatının ve öteki besin maddelerinin uygun koşullarda bizim gibi ülkelere nasıl pazarlanacağına bakıyor. O kendi sermaye fazlasını en kârlı koşullarda sana nasıl borç olarak vereceğine ve sonra da bunu en iyi koşullarda nasıl tahsil edeceğine, bu tahsilatın nasıl güvence altına alınacağına bakıyor, vb.
Bilim ve teknoloji üzerinde kapitalist tekel
Emperyalist kapitalizm insanlığı yalnızca toplumlar bünyesinde değil, yalnızca emperyalist ve bağımlı ülkeler olarak da değil, yanı sıra aşırı gelişmiş bölgeler ve giderek çölleşen, modern üretimin dışına itilen bölgeler olarak da bölüyor, dedim. Bugün Avrupa ile Afrika, birbirinden adeta çağlarla ayrılan iki ayrı dünya gibidir ve bu, dünyanın küçüldüğü, küreselleşme üzerine bir sürü sözün edildiği bir sırada böyledir.
Küreselleşmiş dünyada teknolojinin harikaları ve insanlığa hizmeti üzerine kulakları sağır eden bir propaganda var. Peki ama, acaba insanlığın kaçta kaçı bunun ne kadarından ve ne ölçüde yararlanıyor? Teknolojinin harikaları Avrupa’da, ABD’de ya da Japonya’da gündelik yaşamın muhakkak ki bir parçası. İyi ama bu ülkelerin toplam nüfusu insanlığın kaçta kaçını oluşturuyor acaba? Teknoloji tekeli ve teknolojinin imkanlarından kimin nasıl ve ne kadar yararlandığına dair önümde bir günlük gazete haberi var, oradan okuyorum:(214)
“Harvard Üniversitesi öğretim üyelerinden ve Uluslararası Kalkınma Merkezi Başkanı Jeffrey Sachs, The Economist dergisinde yayımlanan araştırmasında, günümüzde teknolojik gelişimlerin dünya nüfusunun sadece yüzde 15'ini oluşturan ülkelerde gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını kapsayan ikinci dilimde, bu teknolojik gelişmeleri üretim ve tüketime yansıtarak kullanabilen ülkeler yer alıyor. Dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan son dilim ise teknoloji ile bağlantısı iyice kopmuş ülkeleri içeriyor. Bu ülkeler ne teknoloji üretimine katkıda bulunabiliyor ne de dışarıdan alınan teknolojiye uyum sağlayabiliyor.” (Cumhuriyet/26 Haziran ‘00)
Dünyada daha telefonu bile bilmeyen/kullanmayan bir milyarı aşkın insan olduğu söyleniyor. Geçtik bundan, 880 milyon insan okuma-yazma bile bilmiyor, değil ki teknolojinin ve uygarlığın nimetlerinden yararlanıyor olsun. Dünyaya emperyalistler hükmediyor ve dolayısıyla yaşanan durumun ve sorunların dolaysız sorumluluğunu onlar taşıyorlar. Dünya kapitalizminin övündüğü başarısının gerçekte ne olduğunu anlamak için, insanlığın bugün hangi sorunlarla yüzyüze olduğuna bakmak ve bunu 6 milyar insanın bugünü ve geleceği üzerinden, insanlığın ezici bölümünün kaderi üzerinden ele almak gerekir.
Dünyada üretilen zenginliklerin %85’ini dünya nüfusunun %10’unu bile oluşturmayan zengin emperyalist ülkeler kendi tekellerinde tutuyorlar. İnsanlığın büyük bir bölümü açlık, yoksulluk, işsizlik içindeyken, açlıktan ve bakımsızlıktan tükeniyorken, dünya nüfusunun çok küçük bir azınlığını barındıran ülkelerde, yani kapitalizmin metropollerinde büyük bir zenginlik birikimi ve bunun getirdiği nimetler var. Peki toplam olarak insanlığın kaderi ne olacak? O 6 milyarın 5.5 milyarı ne olacak? 5.5 milyar insan, yani insanlığın ezici bölümü...(215)
Ulaşılan teknoloji yaygınlaştırılmıyor, bunun nimetleri insanlığa serbestçe sunulmuyor. Neden peki? Nedeni emperyalist-kapitalist dünya düzeninin temel karakterinden geliyor. Bu dünyada herşey kapitalist aşırı kârın gerekleri ve güvencelenmesi üzerinden yürüyor. Bu nedenledir ki, zenginliklerin ve teknolojik nimetlerin insanlığa sunulması bir yana, kârın ve çıkarın gerektirdiği her durumda insanlığın tahribi için kullanılır bunlar. Afrika’nın ya da Latin Amerika’nın iktisadi-sosyal yıkımından ülkeleri, bölgeleri, gerektiği durumlarda ise tüm dünyayı savaş alevleri içinde bırakmaya kadar, bu böyle. Afrika’da ve Asya’da yüzmilyonlarca insan açlıktan ve hastalıktan kırılırken, dünyada silahlanmaya yıllık 800 milyar dolarlık bir harcama yapılıyor. Birkaç emperyalist ülke bu kârlı pazarın %90’ını kendi tekelinde tutuyor.
Biraz önceki soruya dönüyorum. Bilim ve teknolojinin nimetleri neden insanlığın büyük çoğunluğuna sunulmuyor? Yanıt oldukça basit. Çünkü bu bilim ve teknoloji üzerinde kapitalist mülkiyet tekeli var! Partimizin programının “Emperyalizm"e ayrılmış alt bölümünde, tam da buna işaret ediliyor ve bu konuda şunlar söyleniyor:
“Emperyalizm çürüyen ve asalak kapitalizmdir. Emperyalist tekeller, azami kârın gerektirdiği her durumda teknik gelişmeyi sınırlayarak ya da yıkıcı alanlarda kullanarak, üretici güçlerin özgürce gelişmesini engellerler. Bilim ve teknikteki muazzam gelişmelere rağmen, sermaye tekeli, bunun sonuçlarının insanlığın büyük çoğunluğu yararına kullanılmasına engeldir. Açlık, hastalık ve bakımsızlıktan yüzmilyonlarca insanın perişan olması ve kitlesel ölümler, sistemdeki aşırı çürümenin trajik yansımalarıdır... ” (TKİP Programı, Emperyalizm ve Dünya Devrim Süreci, I. Bölüm /21. madde, s.22-23)