G-8 zirvesinin sonuç bildirisinde görüşüldüğü söylenen yeni önlemlerin de benzer kapsamda olduğuna, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar için yeni sosyal ve kültürel yıkımlar anlamına geldiğine kuşku yoktur. Zirve sonuç bildirisinde; “global ekonominin güçlendirilmesi için yeni tür uluslararası ticaret müzakerelerinin başlatılması, uluslararası mali sistemin istikrarı ve bütünlüğü”nün arttırılması, uluslararası ekonomik ilişkilerin daha da serbestleştirilmesi gerekliliğinden sözediliyor. Bu, emperyalizmin küresel iktisadi ve mali kuruluşları olan Dünya Ticaret Örgütü, İMF ve Dünya Bankası’na yeni güncel görevler tanımlamak anlamına geliyor. Kaldı ki G-8 zirvesinin, Seattle’daki toplantısı fiilen engellenen Dünya Ticaret Örgütü’nün 4. Bakanlar Konferansına bir ön hazırlık amacı taşıdığı da bilinmektedir. Emperyalist efendiler Cenova’daki zirvede, Dubai’de ortak çıkarlar temelinde bağımlı ülkelere dayatacakları temel hu(233)susları da kararlaştırmış olmalılar.
Liberalizm şampiyonları kendi gümrük duvarlarını kıskançlıkla koruyorlar
Ekonomik sorunlar çerçevesinde zirveden yansıyan temel önemde bir nokta daha var. Buna göre, AB ve ABD gümrük bariyerlerini korumaya devam edecekler. Bu konudaki anlaşmazlıkların giderilemediği sonuç bildirisine de yansımış durumda. Basında yeraldığına göre; “Avrupa Birliği, tarım sektörünü yabancı rekabete açmamak için direnirken, ABD de çelik sanayiini ve ucuz yabancı mallarla tehdit altına girecek diğer sanayi ürünlerini korumaya devam” edecek.
Bağımlı ülkelere her alanda tam bir ticari serbestliği dayatanlar, kendi ekonomilerine ve iç pazarlarına ilişkin olarak bu denli katı bir hassasiyet gösterebiliyorlar. Emperyalist küreselleşme süreci işte bu anlama geliyor ve böyle işliyor! Söz konusu olan; dünyanın emperyalist efendilerinin üstünlükleri ve ayrıcalıkları korunurken, dünyanın geriye kalanının onlar için bir serbest ticaret, sömürü ve yağma alanı haline getirilmesinden başka bir şey değildir.
Çevre sorunlarının felaketlere yolaçacak düzeylere varmasının ve dünya ölçüsünde artan çevreci bilincin basıncı altında 1997’de Kyoto’da imzalanan protokolün bugüne dek uygulanmadan sürüncemede kalmasına ve geçen Mart ayında ABD’nin bu protokolü tanımayacağını açıklamasına da buradan bakabiliriz. Dünyanın emperyalist efendileri, insan soyunu ve dünyamızın geleceğini tehdit eden çevre felaketleri karşısında kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Nedeni ise son derece basit; çünkü bu, dev emperyalist tekellerin çıkarlarına aykırı!
Bu konuda en arsız tavrı beklenebileceği gibi ABD emperyalizmi gösteriyor. Başkan Bush zirvenin hemen ön(234)cesinde ABD ekonomisinin çıkarlarına aykırı olduğu için Kyoto antlaşmasına uymayacaklarını yineledi. Doğal olarak, ABD ekonomisinin çıkarları adı altında kastedilen, büyük Amerikan tekellerinin, özellikle de dünya petrol üretimine ve pazarına hakim ABD petrol tekellerinin çıkarlarıdır (Kyoto Protokolü önlemleri en çok da onlara dokunuyor).
Emperyalist rakipleri ABD’nin bu alandaki uzlaşmaz tavrını ona karşı kullanarak, çevreci akımlar ve halklar nezdinde prim yapmaya çalışsalar da, pratikte kendilerinin de farklı bir tutum ve uygulaması söz konusu değil. G-8 zirvesine paralel olarak Bonn’da toplanan ve güya Kyoto Antlaşmasına işlerlik kazandırmayı amaçlayan “İklim Konferansı”nın havanda su dövmesi ve hiçbir somut ilerleme sağlamadan sonuçlanması da bunu göstermektedir.
G-8 zirvesi bu sorunu, Rusya’nın önerisi üzerine 2003 yılında Moskova’da yapılacak bir yeni konferansa havale edip, böylece başından savmış oldu.
Herşey ABD hegemonyasının sürekliliği için
G-8 zirvesinin gerçek gündeminin ikinci temel konusu, ABD’nin fiilen başlatmış bulunduğu “Füze Kalkanı” projesiydi. Bu projenin fiilen başlatılması, 1972’de imzalanan “Anti-balistik Füze Antlaşması”nın da ABD cephesinden fiilen geçersiz sayılması anlamına geliyor. ABD şimdi bu konudaki fiili tutumunu dayatarak bunu artık resmileştirmek de istiyor.
Bu sorun aylardır uluslararası politika ve diplomasinin temel konularından biri durumunda. Avrupalı emperyalistler, Rusya ve Çin, birçok kez ve zaman zaman sert ifadelerle, projeye karşı olduklarını açıkladıkları ve bunun dünya çapında yeni bir dev silahlanma yarışı anlamına geleceğini(235) vurguladıkları halde sonuç değişmedi. ABD emperyalizmi bildiğini okudu ve projeyi fiilen başlattı, ilk denemeler yapıldı bile.
Bush zirveye gelirken, projede kararlı olduklarını yineledi ve başta Rusya olmak üzere muhalif durumdaki devletlerin bu konuda ikna edileceğine olan inancını dile getirdi. Sorunun zirvede hararetli tartışmalara ve gizli pazarlıklara konu edildiği kesin olmakla birlikte, zirve sonuç bildirisinde buna ilişkin herhangi bir ifade yer almadı. Zirveyi izleyen gün Bush ile Putin arasında yapılan görüşmede ise başlıbaşına bu konunun ele alındığı ve bazı noktalar üzerinde uzlaşma sağlandığı açıklandı. Rusya basını ertesi gün bunu Putin’in Bush’a “tam teslimiyeti” olarak niteledi ve sert eleştirilere konu etti.
“Füze Kalkanı” projesinin Amerikan silah tekelleri için dev ve son derece kârlı bir yatırım alanı olduğu kesin olmakla birlikte, bu projenin gündeme getirilmesinin esas nedeni hiç de bu değildir. Esas neden, ABD’nin emperyalist dünya üzerindeki hakimiyetini güvenceye almaktır. ABD emperyalizmi Sovyetler Birliği çöktüğünden beri bu soruna özel bir dikkat göstermekte ve başta askeri alanda olmak üzere bu amaç çerçevesinde çok yönlü önlemler almaktadır.
1992 Mart’ında yayınlanan “Savunma Planlaması Kılavuz Dokümanı” başlıklı resmi bir Pentagon belgesi, ABD’nin bu konudaki niyet ve hazırlıklarını açıklıkla ortaya koymuştur. Bu belge, “Sovyetler sonrasi çağda” ABD’nin başlıca hedefinin; her potansiyel rakibi, ABD ile rekabet edebilecek bir dengeye ulaşmayı deneme ihtimalini düşünmekten bile alıkoymak olduğunu açığa vurmuştur. ABD bu amaç çerçevesinde, 1999 yılını izleyecek dört yıl içerisinde silahlanmaya 1.2 trilyon dolar harcamayı düşünebiliyordu. Şimdi bu düşünceler artık hızla somutlanıyor.