Bugüne kadarki en düşük zeka ve kültür düzeyine sa(236)hip ABD başkanı olarak tanımlanan ve ABD basınında bile alaylara konu edilen “oğul Bush”, tam da bu projelerin pervasızca uygulanması için Pentagon’un ve ABD silah tekellerinin tam desteğiyle başkan seçtirildi. Yeni başkan daha yemin töreni bile yapılmadan “Füze Savunma Sistemi” (NMD) projesini derhal hayata geçireceklerini açıkladı ve yeni bakanları daha o zamandan bu projeler üzerine çalışmaya koyuldular. Aradan henüz yalnızca 6-7 ay geçmiş olduğu halde bu konuda ilk önemli adımlar atıldı bile.
Bu, ABD emperyalizminin başta Avrupa, Rusya ve Çin olmak üzere muhtemel rakiplerine karşı yaptığı büyük bir hamledir. AGSK ile ABD hakimiyetindeki NATO şemsiyesinden sıyrılmaya çalışan Avrupalı emperyalistler, ABD’nin bu yeni hamlesi karşısında halihazırda çaresiz durumdalar ve sızlanmaktan öteye yapabilecekleri bir şey yok. Ekonomisi çöküntüde olsa da nükleer askeri gücüyle ABD karşısındaki en önemli askeri engel olan Rusya ise, bir yandan “Şangay Beşlisi” gibi ittifaklar ve yanı sıra Çin ile bir dizi ikili anlaşma yoluyla ABD’nin askeri gücünü ve çıkışlarını dengelemeye çalışırken, öte yandan ekonomik ve mali rüşvet karşılığında ABD’nin bu yeni adımını sineye çekeceğinin ilk sinyallerini vermektedir. Putin’in G-8 zirvesinde Bush’la yaptığı görüşmenin ilk sonuçları bunu gösteriyor.
Kıyasıya rekabetin ağır faturası yine emekçilere ve ezilen halklara
G-8 türünden zirveler, kapitalist dünya ekonomisinde sürmekte olan bunalıma ortak çareler aranmasının yanı sıra, emperyalistler arasındaki çeşitli türden çelişkilerin de varılacak belli uzlaşmalarla hafifletilmesi platformları olarak gündeme geliyor. Fakat gerek Kyoto Protokolü gerekse “Füze(237) Kalkanı” projesi örnekleri, ABD emperyalizminin bu zirvelerdeki özel konumunu ve ezici ağırlığını da gösteriyor. ABD kendi mevcut üstünlüklerine dayanarak, gerektiğinde zirvedeki rakiplerini hiçe sayma ve onlara kendi tercihlerini dayatma yoluna gidebiliyor. ABD aynı pervasızlığı, zirve esnasında ve sonrasında, biyolojik silahların yasaklanmasına ilişkin olarak 1972’den beri uygulanmadan sürünegelen anlaşmayı tanımadığını açıklayarak da göstermiş oldu.
Emperyalist dünyanın halihazırdaki güçlü hegemonik gücü olan ABD’nin tüm bu adımlarının emperyalist rekabeti her alanda keskinleştireceği, özellikle de silahlanma yarışına yeni bir ivme kazandıracağı ise kesindir. Son 30 yıl içerisinde ABD emperyalizmi karşısında adım adım yükselen, ekonomik ve politik planda güç kazanan ve bu gücü gitgide kurumlaştıran emperyalist rakiplerinin ABD’nin adımlarına çaresizce boyun eğmekle kalacakları sanılmamalıdır. Tersine onlar, her biri kendi cephesinden olmak üzere, durumu dengelemek için kendi yeni politika ve planlarını geliştirmek yoluna gidecek, kendi karşı girişimlerine hız vereceklerdir.
Bu kıyasıya ve tehlikeli yarışın faturası ise her zamanki gibi yine işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara çıkarılacaktır. Dizginlerinden boşalacak bir silahlanma yarışının zaman içerisinde savaş tehlikesini daha da arttıracağını burada özel olarak hatırlatmak bile gereksiz.
Balkanlar ve Ortadoğu sorunları
Zirvenin bir başka gündemi ise bölgesel sorunlar, özellikle de Balkanlar’daki ve Ortadoğu’daki çatışmalar oldu ve buna zirve sonuç bildirisinde de yer verildi. Emperyalist şeflerin bu konuda neyi nasıl tartıştıklarını, hangi somut sonuçlara ve kararlara ulaştıklarını doğal olarak bilmiyoruz. Zirve bil(238)dirisinde bu konuda yer alan ifadeler boş ve yararsız temennilerden ibarettir.
Emperyalistlerden bu sorunlara herhangi bir çözüm beklemek olacak şey değildir. Bir kez daha onlar bu sorunların çözüm gücü değil, fakat dolaysız kaynağı ve yaşanan çatışmaların doğrudan kışkırtıcılarıdırlar. Balkanlar’ı ateşe veren, Yugoslavya’yı bölen, düne kadar kardeşçe yaşayan halkları Bosna’dan Kosova’ya ve bugünkü Makedonya’ya kadar peşpeşe birbirlerine kırdıran onlardır. Bunu tam da Balkanlar’a sorunsuzca yerleşmek, zayıf, güçten düşürülmüş ve kendilerine muhtaç hale getirilmiş halklara kolayca hükmedebilmek için yaptılar.
Dolayısıyla onlar, G-8 türünden emperyalist zirvelerde halkların yıkımını durdurmaya ve acılarını dindirmeye yönelik çareler değil, olsa olsa, bu bölgeler üzerinden yaşanan kendi aralarındaki nüfuz çatışmasına ilişkin sorunları tartışabilirler ve bunu tartıştıklarından da kuşku duyulmamalıdır.
Aynı şey İsrail-Filistin çatışması için de geçerlidir. Sovyetler’deki yıkılış sonrasının uygun konjonktüründe Filistin halkına dayattıkları utanç verici köleci barışla, bugünkü durumun temellerini onlar bizzat kendileri hazırladılar. Şimdi de, “şiddetin durması” üzerine edilen tüm ikiyüzlü laflara rağmen, siyonist İsrail’in Filistin halkına karşı yürütmekte olduğu ırkçı soykırım politikasını doğrudan ya da dolaylı biçimler içinde desteklemektedirler. Şu veya bu halkın sözde güvenliği ve insan hakları uğruna Balkanlar’ı adım adım işgal edenler, bu uğurda hükümetler devirip eski devlet başkanlarını yargılamaya kalkanlar, İsrail’in Filistin halkına yönelik günlük katliamlarına karşı kıllarını bile kıpırdatmamaktadırlar. İçlerinden Rusya ya da Fransa’nın zaman zaman ettiği aykırı sözler ve bazı iğreti tutumlar da, emperyalistler arası nüfuz mücadelelerinin bir yansıması olmaktan öte herhangi bir anlam ifade etmemektedir.(239)
İnsanlık kapitalist barbarlık karşısında kendine yol açıyor
Özetle, tüm öteki emperyalist zirveler gibi Cenova’daki G-8 Zirvesi'nden de, dünya emekçileri ve halkları için, insanlığın ve dünyamızın geleceği için yalnızca yeni saldırılar, yeni yıkımlar ve felaketler anlamına gelen kararlar ve sonuçlar çıkmıştır. Seattle’dan Cenova’ya doğru büyüyen, sayıları onbinlerden yüzbinlere doğru yükselen anti-emperyalist gösteriler de, tam da bu gerçeğin gitgide daha çok anlaşılmasının, emperyalist zirvelerin konum ve işlevine ilişkin olarak dünya çapında gelişip güçlenen bilincin ifadesidirler.