Bizim sorunu böyle ortaya koyduğumuz dönemde, PKK’nin zamanla devrimci çizgiyi terkedip düzenle bütünleşme yoluna gireceği hiç kimsenin aklından bile geçemezdi. Oysa biz bu değerlendirmeyi tüm açıklığı ile ‘92 Nisan’ında yaptık. Abdullah Öcalan İmralı savunmasında; ‘92 yılı bizim için dönüm noktası oldu, ben o noktadan itibaren aslında tümüyle yeni bir çizgiyi gündeme getirmek istiyordum, ama koşullar el vermedi, devlet cevaz vermedi, taban direndi vb. sonuçta olmadı, diyor. Şimdi PKK’nin bugüne varan evriminin başlangıç noktasının ‘92 yılı olduğu konusunda artık genel bir mutabakat var sol çevrelerde. Ama bizde bu değerlendirme ‘92 yılında, yani tam da zamanında, bir tahlile dayalı olarak Ekim'in “Kürt Hareketi Yol Ayırımında” başlıklı başyazısında ortaya konulmuştur.
Biz TİKB için, bu kafayla hiçbir yere gidemez dedik ve bunu nedenlerini marksist eleştiri yoluyla ortaya koyduk, üstelik onun henüz pek de güvenli ve kibirli olduğu bir evrede. Gidebildi mi peki? O “küçük ama bolşevik müfreze”den bugün geriye ne kaldı, bilen var mı? Ellerinde koca bir miras vardı oysa, 12 Eylül dönemi direnişlerinin getirdiği büyük bir politik ve moral motivasyona sahiptiler. Ama işte sorun da buradaydı; yalnızca bununla bir yere gidilmezdi, temelde bu bir çizgi sorunudur, anlaşılması gereken buydu. Nitekim gidilemediği somut olarak görüldü de; TİKB de tıpkı TDKP gibi kendi devrimci mirasına sahip çıkamadı, geleneklerine koruyamadı ve sonuçta Türkiye’nin en maıjinal gruplarından biri durumuna düştü. Örgüt sorununa zamanında öylesine vurgu yapanlar, bundan umutlarını kestiler ve kendilerine şimdilerde “teorik” akıl hocalığı misyonu biçmiş bulunuyorlar. Bir zamanlar “küçük ama bolşevik müfreze” oldukları iddiasındakiler için gerçekten pek hazin bir akibet bu, ama hiçbir biçimde şaşırtıcı da değil.(316)