Haber çEVİRİlerinde yerliLEŞTİrme stratejileri olarak etnomerkezci eritme ve saldirgan sadakat


Haber Çevirisinde Yerlileştirme Stratejileri



Yüklə 208,56 Kb.
səhifə2/3
tarix07.01.2019
ölçüsü208,56 Kb.
#91088
1   2   3

Haber Çevirisinde Yerlileştirme Stratejileri

Çeviri, nihayetinde, bir yerlileştirme işidir. Translations…inevitably perform a work of domestication (Venuti 1995: 8)

Çeviri tarihi boyunca başvurulan çeviri stratejileri kullanıldıkları zamanın kabul gören çeviri kuramlarını ve paradigmalarını yansıtmışlardır. Farklı ve katmanlı bir karaktere sahip olan çeviri, tarihsel gelişimi içinde kaynak odaklı-erek odaklı, sadık-serbest çeviri gibi, sürekli bir ikili karşıtlığa maruz bırakıldığı gözlenmiş ve güncel çeviri paradigması içinde ele alınmıştır. Bu karşıtlıklar zeminini hazırlayan dil ve kültür gibi çevirmenin çeviriye bakış açısını biçimlendiren etmenler, doğal olarak, çevirmenin çeviri sürecinde takınacağı stratejik tutumu da belirlemektedirler. 1970’lerden sonra gelişen sömürgecilik sonrası kuramsal yaklaşımlar çerçevesinde post-modern çeviri kuramları üretilmiş (Robinson, 2003: 160; Yücel: 2007: 212) ve sadık çeviri-serbest çeviri üzerinden sürdürülen tarihsel ihtilafın (Munday, 2001: 32-33) günümüzde şeffaf-dirençli çeviri karşıtlığında devam ettiği gözlenmiştir: bir yanda çeviri metni şeffaflık ve akıcılık ilkelerine dayandırarak yerelleştiren bir tutum ve diğer yanda çevirinin görünürlüğü sergileyen yaklaşım. Walter Benjamin ve Antoine Berman’ın izinden giden Lawrence Venuti, Friedrich Schleiermacher’den alıntıladığı (Pym, 2010: 32) yerelleştirici çeviri stratejisini, çevirmenin görünmezliği üzerine kurgulamıştır. Daha çok Anglo-Amerikan çeviri anlayışına bir tepki olarak kaleme aldığı eserinde Venuti (1995: 18-22,111), çeviri metinlerin rahat ve akıcı bir şekilde okunmasının, yani “yazarın okura götürülmesinin”, kaynak metne özgü farklılıkların eritilmesi (ethnocentrism) anlamına geldiğini vurgulamaktadır. Bunun çeviri metninin egemen dilin değerleriyle donatılarak, adeta kendine mal edilerek (appropriation) yapıldığına değinen ve duyduğu rahatsızlığı dile getiren Venuti, erek alıcıya orijinal bir metin okuyor hissini vererek başlatılan illüzyonun çevirmeni görünmez kılmakta olduğunun altını çizmektedir. Venuti, Çeviri Skandalları – Farklılığın Etiğine Doğru (The Scandals of Translation – Towards an Ethics of Difference, 2008), adlı eserinin giriş bölümünde, kaynak metnin erek dilin normlarına uyum sağlayacak bir hale getirilirken metnin özgünlüğünün tamamen göz ardı edildiğini hatırlatmaktadır. Venuti’ye göre, akıcı ve doğal bir okunuş tarzı sunmak için güdülen bu tür bir yerlileştirme anlayışı, aslında, egemen politik söyleme hizmet etmektedir. Dikkat çekilen bu gerçeğin perspektifinde, yabancı metnin doğallaştırılıp içinde bulunduğu kültüre intibakının sağlanmasındaki gayenin yabancıyı asimile etmek olduğu görülmektedir. Bu yolla oluşturan kültürel kimliği etik bulmadığı anlaşılan Venuti’nin, çeviride yabancı öğelerin korunması gerektiği esasını savunduğu ve bu savını da Philip E. Lewis’e ait saldırgan sadakat ilkesi (abusive fidelity19) terimiyle (Venuti, 2000: 264-283) dillendirdiği görülmektedir. Egemen kültür ve dilin savunduğu politik vaziyete bir direnç (resistance), bir nevi başkaldırı olarak görülen, bu bakış açısı, Koskinen’in tabiriyle “kasıtlı ötekileştirme” ( intentional alienation) (2012: 16), dil ve kültürlerarası farklılıklara işaret etmekte, çevirmeni görünür kılarken “okurun metne gönderilmesine” imkan tanımaktadır. Venuti tüm bunlara ek olarak, akıcı veya dirençli metin oluşturma adına verilecek herhangi bir yerlileştirme kararının kendi kültür normları içinde biçimlenmiş söylemlere (discursive strategy) dayandığını ifade etmektedir:

Çevirinin etnomerkezci eritmeye maruz kalması kaçınılmazdır… ancak, şeffaflık ilkesiyle çevrilen bir metinde bile direnç gösteren öğeler bulunabilir… Böyle bir durumda yabancı metnin değeri çevirinin yapıldığı kültürel şartlara bağlıdır… ” (Venuti,1995:310).



Özetle, diller ve kültürler arası farklılıkların erek okura hatırlatılmasının gerekliliğini savunan Venuti, bu alıntıdan anlaşılacağı üzere, şeffaf veya dirençli bir metin oluşturmak için alınan yerlileştirme kararının metinsel ve kültürel şartlar elverdiği ölçüde bir kıymeti olacağını ve bu stratejilere aynı metinde aynı düzlemde yer verilebileceğini belirtmektedir.

Diğerini, ideolojik hedefler doğrultusunda, yabancı unsurlarından arındırarak tamamen asimile eden bir çeviri anlayışı, arzu edilmese bile, bunun haber çevirisi üretmenin bir gerçeği olduğu ortadadır. Orijinal metnin yokluğunda ve/veya varlığının sorgulanmadığı durumlarda, çeviriden ziyade daha çok erek alıcının beklentileri için tasarlanmış yeni bir metin üretecek haber-çeviri refleksi, Lefevere’in yazın edebiyatını kastederek dile getirdiği, “yeniden yazmak, orijinali uyarlamak ve manipüle etmektir”, tanımını yansıtmaktadır (1992: xi). Lefevere göre, yeniden yazma pratiği kaçınılmaz suretle orijinali, ekseriya erek kültürün geleneklerine uygun olarak, açık veya örtülü bir şekilde manipüle edilmesi anlamına gelmektedir (Emmerich, 2013:200-206). Ayrıca, okurdan, tüm süreçte yer alanlar aktör ve oluşumlardan ve de siyasi kurumlardan haber çevirisine verilecek olası tepkinin şiddeti, yine Lefevere’in patronaj kavramının esasına uygun olarak, ideolojik, ekonomik ve kültürel değişkenlere bağlı olacağı ve bunun da haber çeviri içeriğine tesir edeceği açıktır. Daha önce değinildiği gibi, çeviri bilimde yaşanan paradigma değişimi bilgi-iktidar diyalektiğini çevirinin gündemine oturtmuş ve bilgiye sahip olmanın güce sahip olmaktan geçtiğini ve çevirinin bu gücün oluşmasına iştirak eden baş unsur olduğunu ilgili kişilere hatırlatmıştır. Bu farkındalık, uluslararası arenada haber dağıtımını üstlenen aktörlerin çeviri stratejilerine müdahalelerini kaçınılmaz kılmaktadır. Bielsa ve Bassnett’ e göre (2009: 9-10), yerlileştirme stratejisi üst başlığı altında çevirmen saldırgan sadakat veya etnomerkezci eritme çeviri ilkeleri arsında bir seçim yapmak zorundadır ve erek kitle normlarına uygun üretildiği hissi veren etnomerkezci eritme, haber çevirisinde çoğunlukla başvurulan yöntemdir. Bu realite, söylemin, ideolojik, politik ve kültürel içeriğine sahip olmasına (Dijk, 1995: 147-148) ve kendisini tekrar edebileceği bir mecraya duyduğu ihtiyaca bağlanabilir. Bu ihtiyacın giderileceği kanal olan haber üretme ve yayma ağaları, dolayısıyla çeviri mekanizması, patronaj etkisiyle sunacağı veya sansür edeceği haber bültenleri yoluyla olaylara bakış açısını bir başka deyişle hakikat algısını etkileyeceği ortadadır. Buna ek olarak, çeviriyi erek dizgenin bir ürünü kabul eden Zohar, erek yazına kazandıracağı anlatım olanaklarını düşünerek çeviriyi aynı zamanda bir “kültür planlayıcı” olarak addetmektedir (Yücel, a.e:157-164). Bu kapsamda, haber çevirisinin erek dizgeye taşıyacağı yeni fikirler kolektif düşünce yapısını etkileyebildiği gibi bu etkinin yeni bir kültürel kimlik oluşumuna kapı açabilecek potansiyele sahip olduğu görülmektedir. Burada haber çevirisi açısından önemli bir diğer nokta, öteki kavramanın erek kitleye sunuluş biçimi olacaktır. Buna ilişkin Kyle Conway, haber çeviri sürecinde rol alan aktörlerin kendileri ve diğerleri olarak saydıkları arasında kurdukları iletişim köprüsünün sübjektif, esasen politik temeller üzerinde yükseltildiğini görmekten endişe duymaktadır (2015: 530). Conway’ın endişesi, çeviri metinde amaçlanan niyetin (intention), farklı göstergelerin kullanılması sebebiyle, erek alıcıda değişik çağrışımlar uyandırabileceğiyle alakalıdır (a.e:531) ve bu tespit çeviriyle yapılabileceklerin bir o kadar da sınırlı olmasını göstermesi açısından ayrıca önemlidir. Sonuç olarak, amacı (skopos) kültürel kimlik oluşturmak ve/veya mevcut ideolojinin devamını sağlamak olan bir haber çeviride, kaynak metnin şeffaf ya da dirençli hangi çeviri ilkesi kullanılarak yerlileştirileceği kararının, ideolojik kaygılara ve çevirmen-editörün metin içi ve metin dışı unsurlar üzerindeki reflekslerine bırakıldığı görülmektedir.

  1. Çeviri Küreselleşme İlişkisinin Gazeteci-Çevirmen Üzerindeki Etkileri

Avrupa Komisyonu Çeviri İşleri Genel Müdürlüğü (The European Commission’s Directorate-General for Translation – ECDG) bünyesinde gerçekleşen 2013 tarihli çeviri ve tercüme faaliyetleri raporuna göre20, 1958 yılında 4 dille başlayan Avrupa Konseyi toplam 23 resmi ve 60 adet bölgesel dilde işlem yapma kapasitesine sahiptir. 800’ü tercümanın olmak suretiyle yaklaşık 43000 çevirmenin görevlendirildiği Avrupa Birliği enstitülerinde konferans çevirilerinin % 90’nı simultane olarak gerçekleştirildiği ve bir oturumda en az 69 tercümanın görev aldığı bilgisi paylaşılmaktadır. Avrupa Konseyi çeviri hizmeti, kullanılan dil çeşitliği açısından, Avrupa’nın en kapsamlı çeviri hizmet ağına sahip olduğu görülmektedir. Bu tür sayısal ve kurumsal bilgi, çevirinin olmadığı bir mecrada küresel iletişimin olumsuz etkilenebileceği düşüncesiyle paylaşılmıştır. Gerçekten de çeviri eylemi diller ve kültürler arasında tarih boyunca köprü olmuş ve aradaki iletişimi sağlayan araç olma işlevini daima sürdürmüştür. Günümüz bilgi ve iletişim çağı, ulusal sınırları, ekonomi, politika, bilim ve kültür gibi sosyal hayatın her evresini bir alış-veriş mecrasına dönüştürerek kaldırmaktadır. Çeviri eylemi ve küreselleşme kavramı bu temel manada benzeşmektedirler (David Held,1999: 2). Sınırların fiziksel varlığını bir nevi sanallaştıran küreselleşme terimi, beşeri ihtiyaçların paydasında ortaya çıkan dilsel ve kültürel farklılıkların homojenleştirildiği bir çeviri mantığı ve pratiği sayesinde, çeviri eylemiyle artık beraber anılmaktadır. İletişim mecrasında sosyal medyanın kapladığı alan giderek genişlerken, üretilen söylemlerin özellikle uluslararası haber içerikli olanların, çevrilmesinin de önemi katlanarak artmaktadır. Mustafa Erkal (2005, Akt. Beşirli, 2011: 144), küreselleşmeyi, bir yanda maddelerin ve diğer yanda değerlerin yaygınlaştığı, iki boyutlu bir sürece ayırmaktadır. Zamansal ve uzamsal bariyerlerin kaldırıldığı bu yeni sürecin beraberinde getirdiği yeni yaşam biçiminde insanların, modern bilgi teknolojisinin yardımıyla, birbirine bağlantılı bir şekilde yaşaması öngörülmektedir. Johnn Urry’in deyimiyle, “küresel yurttaşlık” (global citizenship) ve “küresel hareketlilik” (global mobility) kavramlarının temelleri böylece atılmış olacaktır (1999: 311-323). Ancak, Lash ve Urry (Akt. Bielsa ve Bassnett 2009: 22-25), hayata genel anlamda yoğun bir hareketlilik (hypermobility) kazandıracağına inandıkları bu değişimlere bağlı olarak, zaman - mekân mefhumunun kaybolmaya yüz tuttuğuna ve yerel, milli, ulusal-uluslararası gibi sözcüklerin önemini hızla kaybetmeye başladığına dikkat çekmektedirler. Lash ve Urry, sürati giderek artan bu yaşam biçiminin nesneleri tek kullanımlık (disposable)” bir hale dönüştürmekte olduğunu ekleyerek gidişattan memnun olmadıklarına yönelik işaretler vermeye devam etmektedirler. Çeviri bu anlamda, yani, sürate dayalı ya da anlık cereyan eden küresel iletişim mecralarında, Venuti’nin (1995) tespitine göre, hep görünmez kalmakta ve böylece mutlak saydamlığın (transparency) yolu açılmaktadır. Benzer tespitleri paylaşan Michael Cronin’ e göre (Akt. Bielsa ve Hughes, 2003: 14-15), şeffaflık ve görünmezlik çevirinin küreselleşme içinde oynadığı rolü simgelemektedir. Anında kesintisiz bilgi akışıyla sağlanmaya çalışılan iletişim ihtiyacı, haber çevirisinin karşısına

  1. Zaman,

  2. Son teslim tarihi.

gibi iki önemli kısıtlama çıkarmaktadır. Bu kısıtlamalarla birlikte sözcük, yapı, bağlam, işlev gibi metin içi ve metin dışı sınırlamalar, (Darwish, 2009:166), çeviri kararlarını etkilemektedir. Bunları aşmak için daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalınmasının çelişkili bir biçimde çevirmenin görünmezliğini arttırmak demek olduğunu ileri süren Cronin, bunun nihayetinde insan faktörünün elendiğini gerçeğinin üstünü açmaktadır. Buradan hareketle, küreselleşme pahasına, çevirinin arabuluculuk görevinin bertaraf edilmekte olduğu sonucuna varılabilir. Nitekim David Harvey, Postmodernliğin Durumu The Condition of Postmodernity) isimli kitabının (1989: 240), Rönasans sonrası uzamsal ve zamansal sınırların kalkıp dünyanın küreselleşme sürecine girmesinden bahsettiği bölümde, çevirinin kültür ve dil birliğini bozmadan yapılabileceği düşüncesinin doğuşuna değinmektedir. Anlık iletişime duyulan ihtiyacı gidermeye yönelik bu düşünceyle, farklı kültür öğelerinin bir arada tutan, eşzamanlı çevirilerin üretildiğine değinen Harwey, ancak orijinalin dışarıda bırakıldığı ve taklitten (a simulacrum) ileri gidilemeyen bir durumla karşılaşıldığını söylemektedir. Bu nedenle de, küreselleşmedeki toplumsal ilişkileri düzenleyebilecek en önemli enstrüman olan çevirinin üzerine, Harvey’ göre, kalın bir perde çekilmektedir (1989: 300). Manuel Castells (2003: 17-283) için, insanları bir “ağ toplumuna” (The Network Society) dönüştüren küreselleşme, öncelikle 1970’lerin bilgi teknolojisinin modernize edilmiş halidir. Ağ Toplumunun Yükselişi (The Rise of the Network Society) adlı toplumsal yapının oluşumu inceleyen üç ciltlik eserinin giriş bölümünde, evrenselleşme ile sayısal dil sözcüğünü aynı cümle içinde kullanmış olması, Castells’in çevirinin küreselleşme sürecindeki konumuna bakış açısını göstermesi açısından ilginç ve önemlidir:

“… Ayrıca giderek evrensel, sayısal bir dili konuşan yeni bir iletişim sistemi, hem kültürümüzün sözcükleri, sesleri ve imgelerinin üretimini ve dağıtımını küresel olarak entegre hale getiriyor, hem de onları bireylerin kimliklerinin ve halet-i ruh iyelerinin beğenilerine uygun kılıyor. İnteraktif bilgisayar ağları, yeni iletişim biçimleri ve kanalları yaratarak, hayatı şekillendirerek, aynı zamanda hayat tarafından şekillendirilip katlanarak büyüyor” (Castells,2003:2-3).

Castells, yukarıdaki alıntıda, ağ toplumunun çağın teknolojisine ait ortak bir dil (lingua franca) kullandığını ve bu durumun dil farklılıklarına ortaya çıkmasına olanak verdiğine inanmadığından dolayı, çevirinin küreselleşme sürecinde bir önem taşımadığını ima etmektedir. Benzer ifadeleri, küreselleşmenin beraberinde getireceği olası sonuçların göz önüne getirilmesi açısından, hayali bir taslakta kullanan Pym, dilin, modern çağ teknolojisi sayesinde büyük bir süratle yayılmasının kolaylaştığını ve bunun iletişimi bir yandan daha etkin kılarken diğer yandan giderek daha az dile, nihayetinde tek bir lingua franca’ya ihtiyaç duyulduğunu ve buna ilaveten kalkan sınırlarla birlikte çeviriye aynı oranda ihtiyacın da azalmakta olduğunu dillendirmektedir (2006). Buna karşılık, Marry Snell-Hornby’e göre (yıl 45-46), çağdaş lingua franca İngilizce dilidir. Pierre Bourdieu için küreselleşme Amarikanlaşma anlamına gelmektedir (Bourdieu, 2001, Akt. Phillipson, 2008: 261). Kültürel kimliğini kaybetmiş ve sosyal ilişkilerden arındırılmış bir dil olarak betimledikleri İngilizcenin, Amerikan emperyalizmini, sanki doğal bir gereklilikmiş gibi, lanse etmekte olduğunu söylemektedirler. Yine bu görüşe göre, kavramlar yeni kültürel bağlamlara uyarlanarak çeviri yoluyla dayatılmaktadır. Bu açıdan, çevirinin küreselleşmede oynadığı rolü görmek için Venuti’nin bu emrivakiye karşı önerdiği ve yerlileştirme stratejisi kapsamında sunduğu diyalektiğin dikkatlice okunması gerekmektedir. Bu diyalektik birinci ayağı, dilsel ve kültürel yabancı öğelerinden arındırılmış kaynak metnin, erek alıcı beklentilerine göre tasarlanmış yeni bir metinle yer değiştirilmesini öngörmektedir. Bu uygulamada, çevirinin görünmezliğini sağlayan etno-merkezci çeviri yaklaşımı tercih edilmektedir. Diğer yanda, yabancı öğeleri ön plana çıkaran anlaşılabilme temasından bağımsız ve böylece baskın dilin kurduğu kültürel hegemonyaya mukavemet gösteren, saldırgan-sadakat, bu ikilemde bir başka anlayış olarak yer tutmaktadır.

Uluslararası bir olayın, mecraya özgü bir takım kıstaslara uyularak haberleştirilme çabası kısaca yerlileştirilmiş bir çeviri ürününe dönüştürülmesi, özetleme, açıklama, metni bağlamına göre anlam, biçim ve işlev bazında hedef dil dizgesine hedef okuyucu için yeniden düzenleme gibi uzun ve karmaşık bir işlem örüntüsünü izlemeyi gerektirmektedir (Setting, 1989: 371). Böyle bir çabayı haber üretme merkezlerinde profesyonel anlamda gösteren çevirmen-editör şeklinde türetilmiş “hibrid” bir anlayış, asli amacı bu olmamasına rağmen, habercilik ve çeviri arasındaki bağın gözükmesine yardımcı olmaktadır. Kaynak metin üzerinde yapılan müdahalelerin çevirmenin geleneksel çeviri anlayışı içindeki rolünün sorgulanması anlamına geldiğini söylemekte olan Schäffner, dünya genelinde aynı haberlerin yayılıp izlenmesinin küresel bir kültürün oluşturulması için yeterli olup olmadığının da kendi adına sorgulamasını yapmaktadır (Schäffner, 1999: 96-97). Schäffner’e göre, çevirmenin görünmez kaldığı küreselleşmiş haber mecrasında, alıcısına filtrelenmeden, yeniden yorumlanmadan ve yerelleştirilmeden ulaşan bir metin bulunmamaktadır (a.y). Çeviride yeniden yazma işiyle haber-çevirisinin redaksiyonu arasında kurulan benzerliğe atıf sayılabilecek bu tespit çevirmenin arabuluculuk görevini, özellikle küreselleşme sürecinde kültürler arası rolünü sürdürmesi gerektiğini ve gerekliliğini hatırlatmaktadır (Zethsen, 2010: 556). Aynı şekilde Snell-Hornby (1999: 111) bugünün çevirmenin küreselleşen, hibrid bir hal alan ve buna rağmen hala kültürler arası farklılıklarla nitelendirilen bir dünyada çalışmakta olduğuna dikkat çekmektedir. Konumunu ve önemini, özellikle bu bilgi çağında, giderek arttırması beklenen gazeteci-çevirmenlik mesleği, Pablo García Suárez göre, kaynak metne sadakatten öte nesnellik sorunuyla sınav vermektedir (Akt. Bielsa ve Bassnett, 2009: 65). Metin üzerinde yapılacak bir operasyonu meşru kılacak her durumda dahi, çeviri becerilerini gazetecilik becerileriyle birleştirecek olan gazeteci-çevirmenin hadiselere nesnel kalabilme sorunu gündemi hep meşgul edeceği muhakkaktır.



Çevirinin politik yüzüne vurgu yapan Tymoczko (2000: 8), Baker (2006), Bassnett ve Trivedi (1999: 6) gibi akademisyenlerin yanında Van Dijk (1984, 1998) ve Fairclough (1995: 44-45) gazeteci-çevirmenin yaptığı iş üzerinden kendi ideoloji ve önyargılarını yansıtmasını uluslararası haber üretme mekanizmasının vazgeçilmez ve engellenemez bir getirisi olarak nitelemektedirler. Aynı haber metninin çeşitli dilde farklı versiyonlarıyla üretilmesi sadece estetik kaygıların göz önünde bulundurulmasıyla neden açıklanamayacağını Norman Fairclough’ın (1989: 3) “ideoloji dilin her katmanına yayılmış bir vaziyettir” durum tespiti açıklığa kavuşturmaktadır. Birden fazla dil bildikleri düşünülen gazetecilerin, çevirmen yeti ve becerilerine sahip olmalarına rağmen, gazetecilik kimliklerini öne plana taşımaktadırlar (Bielsa ve Bassnett, 2009: 57). Uluslararası haber üretimini asıl mümkün kılan etmenin çeviri olduğuna kanaat getirilememesi ve/veya çeviri için gerekli becerilerin gazetecilik becerilerine göre daha az değerli görülmesi gibi etmenler gazeteci-çevirmenin çeviriye neden böyle bir bakış açısı takındığını açıklayabilir. Venuti’nin, bu bağlamda, çevirmene hak ettiği değerin verilmediğini düşünerek eserini Çevirmenin Görünmezliği (The Translator’s Invisibility) olarak isimlendirmiş olduğu varsayımı çevirmeni görünür kılma isteğiyle gerçekten örtüşmektedir. Çevirmenin, okura okuduğunun orijinal olmadığını, aksine bir çeviri okuduğunu hatırlatma gayreti ve çevirdiği eserin yazarıyla aynı takdiri görme arzusu, haber çevirileri söz konusu olduğunda, paradoksal sonuçlar doğurabilir. Erek dil kurunun istek ve beklentileri doğrultusunda orijinal metin üzerinde nasıl değişiklikler yapılacağına dair çevirmen ya da gazeteci olarak, özel bir eğitim almamış olabilirler; fakat yapılan her müdahalede, bir iletişim uzmanının karakteristiğinin yansıtıldığı görülmektedir. Buna rağmen, anlaşılan, haberlere lokal bağlamda dilsel görünürlük kazandıran ve hedef kitle ihtiyaçlarına uyarlayarak kültürel anlamda asimile eden gazeteci-çevirmen kimlikli bu aktörler, haber çeviri işini öncelikle haber üretme normlarına uygun olarak yapma ve buyrulan örüntüyü o yönde takip etme eğilimi göstermektedirler. Bu eğilim, gazeteci olarak kabul görülmek istediklerinin açık bir delili olabilir. Burada önemli olan, sırf hedef kitle beklentilerine göre kurgulanan gazeteci-çevirmen ortak yapımı bir dizi ürünün alternatif gerçekler olarak alıcıya sunulma olasılığının hep var olacağıdır.

  1. Haber Çevirmenliğinin Yeniden Tanımlanması

Farklı dillerde yapılan haberlerin büyük bir hızla yayımlanmasının zorunluluğu çeviriyi uluslararası haber ajanslarının önemli bir parçası yapmasına karşın diğer gazetecilik etkinlikleri arasında özel bir konuma da koyamamaktadır. Esperança Bielsa ve Susan Bassnett (2009), Agence France Presse, Reuters ve Inter Press Service gibi geniş haber ajanslarından edindikleri deneyimlere dayandırarak aktardıkları bilgilere göre, haber metne son şeklin verilmesi için izlenen örüntü bu çarkın önemli bir parçası olan haber çevirisi ve redaksiyon faaliyetiyle beraber yürütülmektedir (Setting, 1989: 371). Ancak, kaynak metnin ele alınış biçimi çevirinin geleneksel rolünü uygun görülmemektedir (1989: 376). Haber çevirisi söz konusu olduğunda, çeviriden ziyade gazetecilik faaliyetinin tanımlanıyor olması gazetecilik ve çeviri eylemi arasındaki anlayış farkının etkisinden kaynaklandığı düşünülebilir. Burada haber çevirisi tanımının net ortaya konulması açısından, Anthony Pym’in argümanı konuyla ilintilidir:

“… Herhangi yerlileştirilerek çevrilmiş bir metnin orijinalini temsil edemeyeceği ancak yeni bir amaca hizmet etmek için ortaya sürülmüş bir üründen söz edilebilir…” ( Pym, 2004:5).

Buna ek olarak, çeviri için yapılan tanımlar dikkate alındığında, uluslararası haber metinlerinin oluşturulma sürecinde haber metnini hazırlayanların çalışma biçiminden kaynaklanan çeviri anlayışı, bilinen çeviri anlayışıyla tam uyum göstermemektedir. Bassnett, uluslararası haber çevirilerindeki süreçle ilgili olarak yaptığı eleştiride, haber metinlerinin, diller arası bir aktarıma hizmet etmek yerine, alıcı kitlenin beklentilerine karşılık vermek adına, yeniden yazılmakta olduğunu söylemektedir (2006: 6). Bu uyarısıyla Bassnet, bir yandan, çevirinin haberi bünyesinde taşıdığı manipülatif ve politik güçleri sayesinde en etkin biçimde yayılabilme yetisine sahip olduğunu yadsımazken, diğer yandan, çevirinin, kendisine tanınan bu ayrıcalığı, süreçte rol alan diğer aktör ve aktörlerin amaçları doğrultusunda, kullan(dır)abileceği gerçeğini hatırlatmaya çalışmaktadır. Haber çevirisine ait bu özelliklere itibar edilerek yapılacak bir çıkarım şöyle ifade edilebilir: sosyal, kültürel ve politik öğelerin biçimlendirdiği çeviri kararları, eğer yorumlanacaksa, iki platformda gerçekleşmelidir:

(1) Ortaya konan ürününün etkisi oranında ve

(2) mevcut güç dengeleri bazında

Uluslararası haber üretme süreciyle ilgili hatırlatılması gereken bir gerçek, çeviri işinin gazetecilik işiyle başarılı bir şekilde bütünleştiğidir. Bu konuda Bielsa ve Bassnett, orjinal haber metnini yazanla o metni çevirenin birbirinden farklı işler yapmadıklarını söylemektedir (2009: 65). Aralarındaki fark şöyle açıklanmaktadır: geleneksel yazın çevirisinde kaynak metni göz önünde bulunduran anlayış, metin biçiminin ve içeriğinin tamamen değiştirildiği haber çevirisinde haberin doğruluğuna ve nesnelliğine kaydırılmıştır. Bu uygulama, Reuters Haber Ajansı çalışanlarının adil ve dürüst haber dağıtımını sağlamak için kullandıkları Reuters Gazetecilik El Kitabı’nda (A Handbook of Reuters Journalism21) geçen bir ifadede şöyle verilmektedir: “… her gazeteci ürettiği haberin içeriğinden sorumludur ve hesap vermek zorundadır….”. Bielsa, haber çeviri üretiminde gazeteci, editör ve çevirmenin hesap verme noktasında ortak sorumluluk aldıklarını söylemektedir (2007: 148). Uluslararası Çevirmenler Federasyonu’nun (the Translator's Charter published by the International Federation of Translators22) yayınladığı çevirmen bildirgesinin birinci bölüm dördüncü maddesine göre, metnin manipüle edilmesi durumunda hem hukuki hem de temel çeviri etiği açısından çevirmene yaptırım getiren ihlaller söz konusudur (bkz. Vuorinen, 1995: 162-163).



Haber çeviri metnin önemli ölçüde manipülasyona açık bulunması nedeniyle burada yapılan çeviri işi, konum olarak gazetecilik ve çeviri, kimlik olarak gazeteci ve çevirmen arasında kalan gri alanda değerlendirilmektedir. Buna rağmen, gazeteci-çevirmen kimlikli görevli aktörler, daha çok haber üretme normlarına uygun olarak hareket etmeleri sebebiyle çevirmenden önce gazeteci olarak kabul görmektedirler. Bu tespit, çeviri haberlerin hazırlanmasında, neden öncelikle hedef kitlenin beklentisinin ve nelere müsamaha gösterebileceğinin hesaba katılmasını açıklar niteliktedir. Burada kayda değer saptama, bir kültürde kurgulanan bir metnin, sureti tamamen değişmiş olarak, başka bir kültürde hayatına devam ediyor olması bağlamında, çeviri etiği23 olgusunun doğrudan sorgulanmasıyla ilgili olacaktır.

  1. Yüklə 208,56 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin