Mudelles Anh:
Hadis usulünde tedlis yapılarak rivayette senedden düşürülen raviyi ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır.
Mudellis:
Sözlükte deles maddesinin tef’il babından ismi fail'i olan mudellis, Hadis Usulü ilminde, rivayetin de tedlis yapan muhaddise denir. Açıklamak gerekirse bir ravi görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten bizzat rivayet etmişçesine hadis rivayet ederse böyle rivayet etmesine tedlis, tedlis yaparak rivayet ettiği hadisi mudelles denilmiştir. (Bk. Mudelles ve tedlis). Rivayetinde tedlis yapan raviye de müdellis adı verilir. Çoğulu mudellisûn gelir.
Tedlis üzerinde uzun boylu duran ve bu konuyu enine boyuna araştırmış bulunan İbn Hacer'il-Askalânî'ye göre müdellisler beş derecedirler. Bunlardan birinci dereceyi Yahya b. Sa'îd el Kattan gibi tedlis yapmamakla tanınan veya çok ender olarak tedlis yaptığı tesbit edilenler teşkil eder.
İkinci derece, hadis imamlarının tedlis yaptığına ihtimal verdikleri muhaddislerdir. Bunlar, güvenilir oldukları ve rivayetlerinde çok az tedlis yaptıkları için sahih hadislerini rivayette beis görmemişlerdir. Sufyânu's-Sevrî gibi. İbn Hacer'e göre Sufyân b. Uyeyne gibi sadece sikadan rivayetinde tedlis yapan müdellisler de aynı dereceye dahildir.
Üçüncü dereceyi rivayetlerinde fazlaca tedlis yapanlar oluştururlar. Hadis imamları bunların hadisleri arasında sadece sema yoluyla aldıklarını tasrih ettikleriyle ihticac ederler. Aralarında hadisleri kesinlikle reddedilenleri olduğu gibi Ebu'z-Zubeyr el-Mekkî gibi kabul edilenleri de vardır.
Dördüncü derecedekiler, zayıf veya meçhul ravilerden rivayetlerinde tedlis yapanlardır ki böyle müdellislerin sema yoluyla aldıklarını tasrih etmedikleri sürece hadisleri ile hiçbir şekilde amel edilemeyeceğine ittifak vardır. Bakiyye İbnu'l-Velîd bu derecede olan müdellislere misâldir.
Beşinci derece müdellisler tedlisle birlikte başka bir sebepten dolayı cerhedilerek zayıf ravi durumuna düşenlerdir. Böyle müdellislerin hadisleri rivayetlerinde sema açıklamış olsalar bile kendilerini zayıf bulanlar tarafından tevsik edilmedikleri takdirde merduddur. İbn Lehi'a gibi.777
İbn Hacer'in müdellisleri böylece tasnif etmesinden anlaşılıyor ki hadis ilminde yüksek dereceleri almış hadis imamlarından bile az da olsa tedlis yapanlar vardır. Nitekim Ahmed b. Hanbel'e göre Sa'îd b. Ebî Arûbe, el-Hakem b. Utbe ile Hammâd b. Zeyd ve Amr b. Dinardan; Hişâm b. Urve, İsmail b. Ebî Hâlid, Ubeydullah b. Ömer, Ebu Bişr, Zeyd b. Eşlem ve Ebu'z-Zinaddan bizzat görüşüp hadis almadıkları halde tedlis yaparak rivayette bulunmuşlardır. Ali b. Haşrem'in anlattığına göre İbn Hacer'in tasnifinde ikinci derece müdellisler arasında yer alan meşhur muhaddis Sufyân b. Uyeyne bir keresinde “Kale'z-Zuhri” diyerek ondan hadis rivayet eder. Kendisine rivayet ettiği hadisi ez-Zuhri'den bizzat işitip işitmediği sorulunca işitmediğini söyler ve şunları ekler: “Haddesenî Abdurrezzâk, an Ma’mer, ani'z-Zuhri.” 778Sufyân'ın bu sözleri onun sikadan rivayette de olsa, tedlis yaptığının ifadesinden başka bir şey değildir.
Hadis tarihinde tedlis yapan raviler en çok Kûfe'den çıkmıştır. Basra hadis ekolünün muhaddisleri arasında da müdellis vardır. Fakat bunlar Küfe ölçüsünde değildir. Bağdat, Hicaz, Mısır muhaddisleri içinde tedlis yapanlar fazla değildir. Şam muhaddislerinin müdellis olanları hayli fazladır.
Rivayetinde tedlis yapan müdellis, işitmediği bir hadisi rivayet ederken şeyhinden işittiğine delâlet eden Semi'tu, haddesena, ahberanâ, kale lî fulanun ve benzeri cezm sigaları kullanmaz. Kullandığı takdirde yalan ithamıyle ta'n edilir. Hadisi de tedlîs yaptığından dolayı değil, bu yalanla itham edilmesi yüzünden terkedilir. Bu itibarla müdellisler isnadlarında cezm ifadeleri değil, Kale, an fulânin gibi işitilmeden rivayete delâlet eden eda lafızları kullanmışlardır.
Müdellisin hadisinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Fakihlerden bir grup ile hadiscilere göre müdellisin rivayeti makbul değildir. Sebebi, müdellisin rivayetinde tedlîs yapmakla isnadında en azından bir ravi ismini zikretmemiş olmasıdır. Halbuki ismi zikredilmeyen ravi sika olmayabilir. Bununla birlikte bazı alimler müdellisleri yalancı raviler derecesinde görmemiş; bunun sonucu olarak tedlisi, ravinin adaletini zedeleyecek bir kusur olarak telakki etmeyip hadislerinin kabul edilmesine kail olmuşlardır. Diğer bazı alimlere göre müdellis, eğer hiç mülaki olmadığı kimseden rivayetinde tedlis yapan ve bunu adet haline getirirse ondan hadis alınmaz. Fakat tedlisi mülaki olduğu ve hadislerini işittiği şeyhten yaparsa o şeyhin sika olması şarüyle makbuldür.
el-Hatîbu'1-Bağdâdînin bu konuda itimada şayan gördüğü bir görüş de müdellisin hadisinin kabul edilmemesi yönündendir. Bununla beraber eğer müdellis haberini vehmi giderecek lafızla rivayet edecek olursa o haber ancak o zaman kabul edilir. 779
İbn Haceri'l-Askalânî de bu görüşe katılır ve “Tedlis yaptığı sabit olan müdellisin hükmü sahih olan görüşe nazaran adil olduğu takdirde hadislerinden isnadında tahdisi belirtecek lafızlar kullandıkları kabul edilir” der.780 Yukarıda müdellislerin derecelerini açıklarken umumiyetle sema yoluyla aldıklarını tasrih ettikleri ile sikadan tedlis yaparak rivayet ettikleri hadislerin makbul, semaini tasrih etmedikleri ile zayıf veya meçhul ravilerden tedlis yaparak rivayet ettiklerinin ise merdud olduğunu söylemiştir ki bu İbn Hacer'in görüşü olduğu kadar hadis alimlerinin görüşünün aşağı yukarı özetidir.
Mudevven:
“Toplanmış, tedvin edilmiş” manasına ismi mef’uldür. Hadis usulünde çeşitli konulardaki hadislerin yazılı olduğu kitaplara denir. Çoğulu mudevvenât gelir.
Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında hadisler daha çok ezberden rivayet edilmiştir. Onun ebedi aleme göç edişinden sonra sahabîlerin birer birer vefat etmesi ve fetihler sonucu İslâm ülkesine katılan yerlere göç etmesi karşısında hadisleri toplama faaliyeti başlamıştır. 781
İkinci hicri asır başlarından itibaren hadisler bir yandan ezberlenerek rivayet edilirken öte yandan yazılmaya başlanmıştır. Bu faaliyetlerin sonunda sahife, kitap gibi hadis müdevvenatı ortaya çıkmıştır. Kitaplar, sahife denilen küçük çaptaki yazılı hadis metinlerinden sonradır. Kitap çapında ilk hadis müdevvenatı Ma’mer b. Raşid'in el-Câmi'i, Abdurrezzak b. Hemmam'ın Musannefi ve İmam-Malik'in el-Muvatta'ıdır. Bu iki müdevven musannef veya cami denilen ilk tertipli eserlerdir. Belli konulardaki hadisleri aynı bölümlerde bir araya getirirler. Hadislerin yanısıra sahabî ve tâbi'î kavillerini de ihtiva ederler. En önemlisi daha sonraki müdevvenata esas teşkil etmişlerdir.
Üçüncü hicri asnn başlarına gelindiğinde tedvin faaliyeti hızlanmış ve hadisler çeşitli metodlarla ayrılarak yeni müdevvenat ortaya çıkmıştır.
Mudevvenât:
Bk. Müdevven.
Mûdih:
Sözlükte aşikar olmak, aydınlanmak, vuzuha kavuşmak anlamına gelen “vadaha” fiilinin ifal babından ismi faildir. Kelime olarak açıklayan, vuzuha kavuşturan, aydınlığa çıkaran demektir.
Hadis usulünde ravinin bilinmemesinden ibaret cehalete yol açan; aynı raviye ait değişik isim, künye, lakab veya nisbeleri açıklamak, bu konuda düşülen hataları izah etmek üzere kaleme alınan eserlere denir. 782
Bir ravinin ismi, künyesi, lakabı, sıfatı. nisbesi, bazen birkaç tane olur. Ravi bunların biri veya birkaçıyla tanınır. Böyle iken bir kaç künye veya lakabı olan raviden hadis rivayet edenler herhangi bir sebeple onun bilinen ve meşhur olan sıfatını bırakır ve meşhur olmayan sıfatlarıyla anarlarsa, işitenler onu bilinmeyen bir başka ravi zannederler. Bu yüzden o ravinin hali meçhul kalır. Mesela Muhammed İbnu's-Sâ'ib el-Kelbî'yi bazıları dedesine nisbet ederek Muhammed b. Bişr, bazıları ise Hammâd İbnu's-Sa'ib ismiyle zikretmişlerdir. Bunun gibi onu Ebu'n-Nadr, Ebu Sa'îd, Ebu Hişâm gibi değişik künyelerle ananlar da vardır. Böyle değişik isim ve künyelerle anılan el-Kelbî'nin rivayet ettiği hadis bir iken bilmeyenler ravilerini değişik kişiler zannetmişler; bunun sonucu olarak da ihtilaflara düşmüşlerdir.
İşte ravilerin değişik isim, lakab, künye, sıfat, nisbe gibi kimliklerini tesbite yarayan hususları bir arada toplayıp hangi ravinin hangi değişik isim künye ve lakabla veyahut sıfatla meşhur olduğunun, bunun yanısıra müşterek bir sıfatla meşhur olan ravileri konu alan ve bu konuda yapılan yanlışları anlatan eserlere müdih tabir edilmiştir.
Mûdih kitapların en meşhurları Abdulğani b. Sa'îd el-Mısrî'nin el-Mutelif ve'1-Muhtelif fi Muştebihi Esmâ'i'r-Ricâl isimli eseri ile Ebu Abdillah Muhammed b. Ali es-Sûrî'nin kitabı, nihayet el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin Mûdihu Evhâmi'l-Cem'i ve't-Tefrikidir. el Hatibin eseri bunların en ükemmeli sayılır.
Mûdih kitapların, değişik isim, künye ve lakabla ya da nisbelerle zikredilen aynı şahsı ayrı kişiler zannetmek hatasından hadiscileri kurtarmak gibi büyük bir faydası vardır. Bu kitaplar ravinin kim olduğuna açıklık getirdiğinden zayıf ravinin sika olduğuna veya aksine sika raviye zayıf deme kabilinden yanlışlıkların da önüne geçer. Şeyhini bilinen lakab ve künyesi ile anmayıp değişik lakab veya künye ile anarak tedlis yapanlarla herhangi bir maksatla celi veya hafi irsal yapanları da açığa çıkarır. 783
Mudrec:
Sözlükte dürmek, bükmek, bir şeyi bir şeye eklemek, bir nesneyi başka bir nesneye katmak ve sokmak manalarına idracdan ismi mefuldür. Terim olarak isnadında veya metninde idrac yapılarak, bir diğer ifadeyle senedine veya metnine ravilerinden biri tarafından aslında olmayan ve rivayet edenlerin hadisin aslında olduğunu zannettikleri bir veya birkaç kelime ya da cümle eklenerek rivayet edilen hadislere denir.
İdrac başlığı altında ayrıca görüldüğü gibi, bir hadisin ravilerinden biri onun senedine veya metnine herhangi bir maksatla ilave yapar. Hadisi o raviden rivayet edenler o ilaveyi Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait sanarak rivayet ederler. Böylece hadisin gerek isnadına gerekse metnine ilave yapılmış ve o ilave ile rivayet edilmiş olur ki böyle hadise mudrec adı verilir.
Bu tarif ve açıklamadan da anlaşılacağı gibi idrac, hadisin senedinde veya metninde olur. Bu duruma göre mudrec, müdrecu'l-isnad ve müdrecu'1-metn olmak üzere iki kısma ayrılır.
Mudrecul-isnad, isnadında yapılan ilaveden dolayı müdrec olan hadistir. İsnadda idrac, daha ziyade isnadda herhangi bir açıklama yapmak maksadiyle veya ravinin yanılmasıyla meydana gelir. Bununla birlikte ravinin değişik isnadlarla bir hadis işitmesi, bir başka ravinin ondan rivayet ederken o hadisin değişik isnadlarını zikretmeksizin bütün isnadlarını birleştirerek, daha doğrusu birbirine karıştırarak rivayet etmesiyle de meydana gelir. Bunun gibi ravinin iki ayrı senedle iki ayn hadis rivayet etmesi halinde ondan rivayette bulunan birinin o iki hadisi ayrı ayrı isnadlarıyla değil bir tanesinin isnadıyla rivayet etmesiyle de hadis mudrecu'l-İsnad olur. Saîd b. Ebi Meryem'in şu iki hadisi rivayeti bu konuda güzel bir misal teşkil eder.
“... Enes b. Malik'ten Hz. Peygamber (s.a.s)'in, “Birbirinize buğzetmeyin, birbirinize hased etmeyin. Birbirinizden sırt çevirip uzaklaşmayın. Ey Allah'ın kullan, kardeş olun” buyurduğu rivayet edilmiştir.”
“... Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) “Zandan kaçının; çünkü zan sözlerin yalanı en çok olanıdır. Birbirinize hased etmeyin. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin özel hayatı üstüne düşmeyin. Birbirinizle sürtüşmeyin. Birbirinize hased etmeyin. Birbirine buğzetmeyin ve birbirinize sırt çevirip uzaklaşmayın.” 784buyurmuştur.”
Bu iki ayrı hadisi said b. Ebî Meryem tek isnadla ve şöyle rivayet etmiştir.
İki hadis karşıllaştırıldığı zaman görülür ki ikisi de isnadla rivayet edilmekle kalmamış, ikinci hadisin ve lâ tenâfesû fıkrası birinciye eklenmiştir. 785
Bazı alimlere göre şeyhin senedini söyleyip durması anında yaptığı açıklama veya söylediği sözün senedde idrac sayılacağından böyle hadisler mudrecu'l-isnad sayılır. Bunun misali idrac maddesinde verilmiştir. Oraya bakılabilir.
Mudrecu'1-metn ise, adından da anlaşılacağı gibi, metninde idrac yapılarak rivayet edilen hadise denir. Bir başka deyişle hadisin isnadına değil metnine bazı şeyler eklemek ve bu eklenen şeylerin hadisin asıl metninde olmadığını açıklamamak suretiyle rivayet edilen hadislere mudrecu'1-metn adı verilir. Hadis metnine aslında bulunmayan ilaveler yapan ravi bir anlamda sika ravilerinin rivayetlerine aykırı rivayette bulunmuş demektir.
Hadisin metnine yapılan ilave bazan metnin başında, bazan ortasında, bazan da sonunda bulunur. Mevkuf gibi sahabî sözünün yahut maktu denilen tâbi'î sözünün, yahutta daha sonraki nesillerden birinin sözünün, hiçbir ayırım yapılmaksızın Hz. Peygamber'in merfu sözüne eklenmesi dolayısıyla, idracm daha çok hadis metninin sonunda yapıldığı görülür. Metnin başında yapılan idrac ise ortasında yapılana nisbetle daha çoktur; Çünkü ravi çok kere bir söz söyler, bu sözüne kuvvet kazandırmak için Hz. Peygamber'in hadisini delil getirir; fakat kendi sözüyle sözüne delil olarak ileri sürdüğü hadisin arasını ayırmaz. Böylece kendi sözünün de hadis metninden olduğu zannını uyandırır. Ebu Hureyre'nin bir sözüyle birlikte rivayet edilen şu hadis buna güzel bir örnektir.
“Abdesti güzelce alınız... O topukların Cehennemde vay haline.”786
Bu hadisin ilk kısmı abdest alırken itina edilmesini tavsiye etmektedir ve Ebu Hureyre'ye ait bir sözdür. Ebu Hureyre yukarıda söylediğimiz gibi abdestin dikkatli alınması gereğine işaret etmiş ve arkasından sözünü kuvvetlendirmek için Hz. Peygamber'in bir hadisini getirmiştir. Buna göre hadisin ilk kısmı mevkuf, ikinci kısmı ise merfu yani Hz. Peygambere ait bir sözdür. Bununla birlikte bu hadisi el-Hatîbu'l-Bağdâdî'nin ravilerinden birisi aralannı ayırmadan her ikisi de Hz. Peygamber'e ait sözmüş gibi rivayet etmiştir.
Metin ortasındaki idraca misal olarak ilk vahyin gelişini anlatan Hz. Aişe'den rivayet edilen hadisi örnek gösterilebilir. Bu hadisin bir bölümü şöyledir:
“... Sonra ona (Hz. Peygamber'e) yalnız kalmak hoş gelmeye başladı. Artık Hira mağarasında yalnız kalır; bir kaç gün tahannüs ederdi. Tahannüs ibadet demektir...” 787
Hadisteki “ve huva't-te'abbudu” sözleri ravilerinden İbn Şihabi'z-Zuhrî'nin idracıdır. “fe-yetehannesu” kelimelerinin manasını açıklamak için söylenmiştir. Bu durumu bilmeyen onları hadisin asıl metnine ait lafızlar zanneder.
Son olarak metnin sonundaki idraca şu iki rivayeti örnek gösterebiliriz.
“Abdullah (b. Mes'ud)'dan şunları söylediği rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s) “Allah'a şirk koşarak ölenler Cehennem'e girerler” buyurdu. (Ben de derim ki) “Allah'a şirk koşmadan ölenlerse Cennet'e giderler.”788
Bu hadisin ilk kısmı da Hz. Peygamber'e ait merfu bir hadistir. İkinci kısmı ise Abdullah b. Mes'ud'un sözüdür ve mevkuftur. Hadisin, bazı rivayetlerindeki “ben de derim ki” lafzını dikkate almadan rivayet edenler, her ikisini de Hz. Peygamber'in sözü olarak rivayet etmişlerdir.
Daha çok “teşehhüd hadisi” ismiyle meşhur olan bir hadisin aynı zamanda müselsel hadise de örnek teşkil eden Ebu Davud'daki şekli şöyledir.
“...Kasım b. Muhaymire'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Alkame elimi tuttu ve bana İbn Mes'udun elini tutarak Hz. Peygamber'in kendisine ellerini tutarak namazda teşehhüdü öğretmiş olduğu rivayetini talıdis etti ve el-A’meş'in hadisinde geçen duanın tıpkısını zikretti. “Bunu söylediğin yahut yaptığın vakit namazını kılmış olursun. Artık oturmak istersen oturur, kalkmak istersen kalkarsın.” 789
Bu hadisin, Hz. Peygamber'in İbn Mes'ud'un elini tutarak ona namazda otururken okunan “et-tahiyyâtu” duasını öğrettiğini bildiren kısmı merfudur. Hadiste “el-A’meş'in hadisine geçen duanın tıpkısını zikretti” tabiri onun rivayetindeki şekli tekrar etmemek için söylenmediğini gösterir. Bu kısım bu gün için ilk ve son kadelerde okunan duanın aynısıdır. Halbuki hadisin “bunu söylediğinde namazını kılmış olursun. Artık istersen oturursun, istersen kalkarsın” kısmı Abdullah b. Mes'ud'un kendi sözüdür. Senedinde ismi geçen Zuheyr b. Mu'aviye ile hadisi ondan rivayette bulunan bazı kimseler tarafından merfû hadise eklenerek rivayet edilmiştir.
Bir hadisin müdrec olduğu çeşitli şekillerde belli olur. Bu konuya idrac başlığı altında yer verilmiştir. Burada tekrar edilmesine gerek yoktur. Müdrecin hükmü ise idracın hükmüne tabidir.
Müdrec hadisler konusunda el-Hatîbu'l-Bağdâdî tarafından el-Faslu li'1-Vasli'l-Mudrec fi'n-Nakl isimli bir kitap kaleme alınmıştır. İbn Hacer bu kitabı kısaltmış, iki misli ilaveler yaparak yeni ve müdrec konusunda kaynak sayılan bir eser haline getirmiştir. Eserine Takrîbu'l-Menhec bi-Tertîbi'l-Mudrec admı vermiştir. es-Suyutî'nin de aynı konuda el-Mudrec ile'1-Derc isimli kısa bir risalesi vardır.
Mudrecu'l-İsnad:
Bk. Mudrec.
Mudrecu’l-Metn:
Bk. Mudrec.
Mudric:
Sözlükte bir şeyi bir şeye eklemek, bir nesneyi bir başkasına katmak manalarına “idrac”dan ism-i faildir. Hadisin isnadına veya metnine aslından olmayan sözler katarak idrac yapan ravi manasına kullanılır.
İdrac başlığı altında da açıklandığı gibi ravi kendisine göre bir sebeple rivayet ettiği hadisin isnadına veya metnine bazen hadisin aslından olmayan söz veya sözler ekler. Herhangi bir maksatla hadisin sened veya metnine aslından olmayan sözler katarak mudric denilen raviden hadisi rivayet edenler sanırlar ki ravi tarafından hadise eklenmiş olan sözler hadisin isnadını veya metnini teşkil eden lafızlar arasındadır. Bir başka deyişle isnadına veya hadisin ilk kaynağına ait sözlerdir. Dolayısıyle hadisi mudric tarafından eklenmiş sözlerle rivayet ederler. Böyle hadislerle müdrec adı verilir.
Örnek vermek gerekirse Hz. Peygamber (s.a.s)'e ilk vahyin gelişine dair Hz. Aişe hadisindeki “ve huve't-te'abbudu” cümlesi metindeki “fe-yetehannesu” cümlesinde (Bk. Müdrec), söz konusu edilen tehannus tabirinin manasını açıklamak üzere İbn Şihab ez-Zuhri tarafından eklenmiştir. 790Bu duruma göre İbn Şihab mudrictir.
Mudricin hadisin gerek isnadına gerek metnine kendiliğinden sözler ilave etmesine yol açan sebepler için idrac maddesine bakılabilir.
Mu’en’en:
Bk. Muennen.
Mu'ennen:
Mu'en'en ile birlikte sözlük manası bakımından “enne” edatı taşıyan “enneli” denilebilecek bir anlama sahipdir. Her ikiside hadis terimi olarak, ravinin isnadında, “Mâlik ani'z-Zuhri enne Saîde'bne'l-Museyyeb kale” misalinde olduğu gibi “enne fulanen kale” diyerek rivayet ettiği hadise denir.
Bir ravinin isnadında “enne” edatını kullanarak rivayette bulunması halinde şeyhi ile mülakatı sabitse bu edatın “an” gibi isnadda ittisale delalet edip etmeyeceği konusunda hadis alimleri arasında ihtilaf vardır. İmam Malik'e göre bir ravinin isnadında “an fulânin” demesi ile “enne fulanen” demesi arasında herhangi bir fark yoktur. Şu şartla ki şeyhinden “enne” ile rivayette bulunan ravinin ona mülaki olması ve tedlis yapmayan biri olarak tanınması gerekir. İbn Abdilber de alimlerin büyük çoğunluğunun “an” ile “enne” arasında bir fark görmediklerini nakletmişür. 791
İbn Abdilberr'e göre isnatta ittisale hükmetmek için rivayette kullanılan harflere ve lafızlara itibar edilmez. İttisal ancak mülakat, mücâlese, semâ ve müşahede iledir. Alimler, sahabîye kadar ulaşan muttasıl isnadın “an, enne, kale, semi'tu” lafızlarından hangisiyle gelirse gelsin muttasıl olduğu hususunda birleştikleri için sema'ın tebeyyün etmesinin şart koşulması anlamsızdır. 792
Şu hale göre alimlerin çoğu “enne” ile varid olan isnadın muttasıl sayılacağına kaildirler. Ancak anlaşıldığına göre bu görüşte olan alimler semâ'ın subutu olmasa bile mülakat ve ravinin tedlisden beri olmasını esas almışlardır. İsnadı teşkil eden ravilerin birbirlerinden semâ'ı sahih olunca inkıta açığa çıkmadığı sürece hangi lafızla varid olursa olsun isnad, ittisale hamledilir. 793
Öte yandan Ahmed b. Hanbel ile bazı âlimler “enne” harfinin “an” gibi olmadığı görüşündedirler. Onlara göre “enne” ittisale delalet etmez. Dolayısyle isnadında enne bulunan bir hadis muttasıl olarak rivayet edilmemiş demektir ve munkatı'dır. Şu var ki “enne” ittisale delalet etmezse de aynı hadisin başka tarîktan rivayetinde sema açığa çıkarsa ittisal ile hükmedilir.
İbnu's-Salâh İbn Abdilber'den naklen Ebu Bekri'l-Berdîcî'nin de bu görüşte olduğunu kaydettikten sonra Yakûb b. Ebî Şeybe'nin müsnedinde ayırıma delâlet eden bir misal gördüğünü söyler ve şöyle der:
Yakub b. Ebî Şeybe Ebu'z-Zübeyr'den, İbnul-Hanefiyye-Ammâr isnadiyle Ammar'ın şu hadisini zikreder:
“(Bir gün) Hz. Peygamber (s.a.s) namaz kılarken yanına vardım. Selam verdim. Bana selamımı iade etti. “Yakub bu haberi müsned ve mevsul kılmıştır. Oysa bir başka yerde aynı hadisin Kays b. Sa'd rivayetini Atâ b. Ebî Rabah an İbni'l-Hanefiyye isnadiyle Ammâr'dan şöyle rivayet eder:
“Ammar Hz. Peygamber (s.a.s)'in namaz kılarken yanına vardı.” Yakub b. Ebî Şeybe bu rivayeti mürsel olarak nakletmiştir; zira “enne Ammaren merre...” diye fiilî olarak nakletmiş “an Ammarin” dememiştir.”794
İbnu's-Salâh’ın bu misali “enne” nin “an” gibi ittisale delalet etmediği görüşünde olanları destekler gibi görünürse de el-Irâkî tarafından eleştirilmiştir. Âlimimiz şöyle der: “Musannif İbnu's-Salâh'ın “an” ile “enne” arasında fark olduğuna dair Ahmed b. Hanbel ve Yakub b. Ebî Şeybe'den naklettikleri, iksinin de sözlerinden anlaşıldığı gibi değildir. Aslında ne Ahmed b. Hanbel ne de Yakub b. Ebî Şeybe “an” ile “enne” arasını ayırmış değillerdir. Bunun bir başka manası vardır. O mana da şudur: Yakub b. Ebi Şeybe “enne” ile varid olan hadisi mürsel olarak nakletmiştir. O rivayetinin mürsel addedilmesi İbnu'l-Hanefiyye'nin kıssanın hikayesini Ammar'a nisbet etmeyişi yüzündendir. Yoksa İbnu'l-Hanefiyye “inne Ammâren Kale merartu bi'n-Nebiyyi (s.a.s)” diyerek kıssayı nakletseydi rivayet mürsel olmazdı. Hadisin mürsel kılınışının bir sebebi de İbnu'l-Hanefiyye'nin rivayet şeklidir. Şöyle ki, İbnu'l-Hanefiyye Ammâr’ın Hz. Peygamber'in yanına uğradığını görmemiştir. Öyle iken hadisi “enne Ammâren merre” lafzı ile nakletmiştir. Böyle yapmakla o, görmediği bir olayı anlatan kişi durumundadır. Böylece kıssayı nakli bu yüzden mürsel olmuştur. Bu açıktır ve İbnu'l-Hanefiyye'nin “inne Ammâren merra bi'n-Nebiyyi” demesi ile “enne'n-Nebiyye (s.a.s) merra bihi Ammar” demesi arasında fark yoktur; çünkü iki halde de rivayetin mürsel olacağında ittifak vardır. Öte yandan İbnu'l-Hanefiyye hadisi “an Ammar kale merartu...” veya “enne ammâren kale merartu..” diyerek nakletmiş olsaydı durum aksine olurdu; zira her iki ibare de Ammar'a isnad edilmiş olduklarından muttasıldırlar.” 795
el-lrakî’nin anlattıklarına bakılırsa Yakub b. Ebî Şeybe'nin zikrettiği hadis “enne” ile nakledildiği için değil; isnadında olayın kritiğine göre inkıta olduğu için mürseldir; zira “bir ravi bir kıssa veya olay rivayet ettiği zaman bakılır: Eğer Hz. Peygamberle bazı sahabeler arasında geçen bir olayı anlatıyorsa ve o olayın zamanına yetişmiş bir sahabî ise olaya şahit olduğunu bilmesek dahi rivayetinin ittisaline; eğer olayın geçtiği zamana yetişmediğini biliyorsak o takdirde de sahabî mürsel'i olduğuna hükmederiz. Şayet bu ravi tabiî ise o zaman da munkatı olduğuna hükmedilir. Eğer tabiî Sahabî den kendi yetiştiği zamana dair bir kıssa naklediyorsa muttasıldır. Aynı şekilde tabiî vaki olduğu zamana yetişmediği bir olayı sahabîye İsnad ile rivayet ediyorsa bu da muttasıldır.” 796
Yine İbnu's-Salâh'in kaydettiğine göre el-Hatîbu'l-Bağdadî, Ahmed b. Hanbel'in “an” ile “enne” arasında fark olduğu görüşüne şu iki hadisi misal vermiştir:
“Hz. Ömer'den, Hz. Peygamber'e “bizden biri cunub olarak uyuyabilir mi?” diye sormuş...” 797
İbnu's-Salâh bu iki hadisden birincisinin görünüşe göre Hz. Ömer'in İkincisinin ise İbn Ömer'in müsnedi olduğunu söyleyerek “enne” ile “an” arasında fark olduğu görüşünde olanlara katılmadığı intibaını uyandırmaktadır.
Son olarak şunu da söylemek gerekir ki es-Suyûtî'nin belirttiğine göre daha sonraki devirlerde şark alimleri “enne” yi icazet yoluyla alman hadislerin rivayetinde çok kullanmışlardır. Mağrib alimleri ise “an” ve “enne” lafızlarının ikisini de sema ve icazette birlikte kullanmışlardır. 798
Mufîd:
Çıkar ve menfaat anlamını veren “fâ'ide” kelimesinin kök fiilinden alınma bir kelimedir. Hadis Usulü ilminde hadiscilerin lakablarından birine denilmiştir. Muhaddis üzerinde bir mertebeye delâlet eder. Üçüncü hicrî asırda bazı hadiscilerce kullanılmaya başlanmıştır. Ancak sonraları diğer bazı lakablann ortaya çıkışı ile fazlaca kullanılan bir lakab olmaktan çıkmıştır. 799
Manası açıklanırken söylenenlere bakılırsa el-Mufîd muhaddisin bütün şartlarını kendisinde toplamış olan hadis alimidir. (Bk. Muhaddis). Daha çok hafız derecesine yükselmiş bir alimin hadis meclislerinde hazır olan talebelere işitmediklerini ulaştırmak, anlamadıkları yerleri anlatmak suretiyle faydalı olan kişidir. Bu da onun âlî ve nazil, bedel, musâfaha, muvâkat ve ilel konularında yeterli bilgi sahibi olmasiyle mümkün olur.
Kaynaklarda el-Mufîd lakabiyle anılan hadiscilere misal olarak, Muhammed b. Ya'kûb; İbrahim b. Evreme; Abdullah b. Muhammed b. Naciye; Ca'fer b. Muhammed en-Nîsâbûrî (Ca'ferek); Ahmed b. Amr b. Câbir et-Tahnân; Hafs b. Umer el-Erdebîlî; Muhammed b. Ya'kûb b. Yûsuf el-Ma'kılî (el-Esam); Muhammed b. Abdullah eş-Şâfi'î (el-Bezzâr); Umer b. Ca'fer b. Abdullah el-Verrâk ve Şehrdâr b. Şîreveyh ed-Deylemî gibi isimler verilmiştir. 800
Bunlardan Muhammed b. Ya'kûb yalancılıkla itham edilmiş bir ravidir. Şehrdâr b. Şîreveyh ise orta derecede bir hadiscidir. Diğerleri de Hadis ilimlerinde yüksek derecelere çıkabilmiş değillerdir. Buna göre denilebilir ki el-Mufîd, bazılarınca daha ziyade Hadis ilminde yükselmiş alimlere yardımcı olan kişilere verilmiş bir lakabdır. Bunun yanında bütün hadiscilerin üzerinde birleşerek kullandıkları bir lakab değildir.
Dostları ilə paylaş: |