Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə32/51
tarix16.05.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#50631
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   51

Muhtelifu'l-Hadîs:

Bk. Muhtelefu’l-Hadis.



Muhtelit:

Sözlükte karıştırmak manasına gelen “halata” kök fiilinden iftial babında alınmış ismi fail olup karışık demektir.


Hadis ıstılahı olarak kendisine yaşlılık, hastalık gibi sebeplerle ihtilat vaki olan raviye denir. Pek çok sika ravi ömürlerinin sonuna doğru daha çok yaşlılık yüzünden hafıza kuvvetinin zayıflaması veya aklını oynatmak ya da hastalık yüzünden muhtelit durumuna düşmüşlerdir. (Bk. İhtilat). Hadislerini kitaplarının yüzünden okuyarak rivayet edenler, sonradan kitapları yanar veya su baskınına uğrar yahut çalınır, ya da koybolursa muhtelit hükmüne girerler.
Sözgelişi meşhur muhaddislerden Abdurrezzak b. Hemmam'a ömrünün sonlarına doğru yaşlılıktan ihtilat arız olmuştur. Süheyl b. Ebî Salih kardeşinin vefatı üzerine üzüntüden, Abdurrahman b. Abdullah el-Mes'ud'î yeğeninin vefatı ve kölesinin parasını çalıp kaçması üzerine kederinden ihtilat vaki olmasıyle muhtelit olmuşlardır. İbn Lehia ise kitaplarının yanmasıyla muhtelit durumuna düşmüştür.
Muhtelit raviler hadiscilerce bilinirler. Rivayetleri sû'u'1-hıfz (kötü ezberleme) yüzünden makbul addedilmez. Bunda alimlerin ittifakı vardır. Ancak kendisine ihtilat arız olmadan önce sika olan muhtelitden rivayet edilen hadis, ihtilattan önce rivayet edildiği bilindiği takdirde makbul sayılır. İhtilattan sonra rivayet edilen hadislerinin merdud olduğundan ittifak vardır. İhtilattan önce mi sonra mı rivayet edildiği bilinmeyenler hakkında ise tevakkuf edilir, hüküm verilmez. Bu böyle olduğu gibi muhtelit olup olmadığı üzerinde tereddüt ve ihtilaf hasıl olan muhtelitin hadisi hakkında da hüküm verilmez.

Mukabele:

Sözlükte bir şeyi bir şeyle karşılaştırmak manasına mufâ'ale babından masdar olan mukabele, hadis usulünde şeyhten yazılan hadisleri ihtiva eden nüshayı semaa esas teşkil eden nüsha ve şeyhin nüshası ile karşılaştırmaya denir. Bu karşılaştırmanın hadisleri yazarken hata yapılmışsa düzeltmek ve sonunda tali nüshanın sağlamlığını sağlamak maksadıyle yapıldığını izaha ihtiyaç yoktur.


İbnu's-Salâh âdâbu't-tâlib arasında mukabeleyi önemli bir hususu olarak şöyle zikreder:
“Talibe düşen (bir diğer husus da) hadislerini yazdığı kendisine ait kitabı semama asıl olan nüsha ile icazet aldığı takdirde şeyhinin rivayette bulunduğu nüshasıyle karşılaştırmaktır.” 831 Buradan anlaşıldığına göre mukabele, hadis talebesinin, şeyhinden rivayet ettiği hadisleri yazarak meydana getirdiği kendi nüshasını rivayetine esas olan nüsha ile karşılaştırmaktan ibarettir. Haliyle mukabeleye esas teşkil eden nüsha, şeyhin asıl nüshası olduğu gibi şeyhten semanın esasını oluşturan bir başka nüsha da olabilir.
Mukabelede karşılaştırılan nüshanın yazılış şekli mühim değildir. Mühim olan Şeyhten yazılan hadislerin şeyhin asıl nüshasiyla karşılaştırılmasıdır. Şeyh kitapta yazılı hadislerin rivayeti için icazet vermiş bile olsa, mukabele etmeden rivayetleri caiz olmaz.
Bazı usul kaynaklarında mukabeleye muâraza denildiği dikkati çekmektedir. Gerek fazla kullanılan şekliyle mukabele denilsin, gerekse mu'araza, talibin kendi yazdıklarını şeyhin kitabı ile karşılaştırması varsa hatalarını düzeltmesi şeklinde yapıldığı gibi arz yani kendisi veya bir başkası tarafından şeyhe okunması şeklinde de yapılabilir. Şeyhin kitabı bir başkası tarafından şeyhe okunurken talibin kendi nüshasını takip ederek mukabelenin yapılması da mümkündür.
Hadis talibinin nüshasını şeyhin nüshası ile bizzat kendisinin mukabele etmesi şart değildir. Bunun gibi talibin nüshasını şeyhin asıl nüshasıyle karşılaştırması da şart değildir. Şeyhin asıl nüshası yerine onunla mukabele edilmiş güvenilir birine ait nüsha ile mukabele de yeterlidir.

Mukarebu'l-Hadîs:

Bk. Mukâribu'l-Hadis.



Mukaribu'l-Hadîs:

Mukarib, yaklaşmak manasına “karube” fiilinin mufâa'le babından ism-i faildir. İyi ile kötü arasına, orta anlamında kullanılır. Nitekim ucuz olan mala mukarib denir.


Aynı kelime yerinde bazı âlimler aynı kökten aynı babın İsm- i mefulü olan mukareb kelimesini kullanır ve mukarebu'1-hadîs derler.
İster mukaribu'l-hadîs şeklinde kullanılmış olsun, isterse mukarebu'l-hadîs densin her ikisi de aynı manaya gelen ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin altıncı mertebesinde yer alırlar. 832Bu mertebe ta'dilin en zayıfını gösterir ve cerh sınırına yakındır. Hatta bu mertebede olan bazı lafızları cerhin birinci mertebesinde sayanlar vardır.
Bazı cerh ve ta'dil alimleri her iki lafzın yerine aynı manaya gelen ve ta'dilin aynı mertebesinde yer alan mutekaribu'l-hadîs lafzını kullanmışlardır.

Mukâtebe:

Bk- Kitabet.



Mukâtebe Makrûne Bi'l-İcâze:

Bk. Kitabet.



Mukâtebe Mücerrede Ani'l-İcâze:

Bk. Kitabet.



Mukill:

Sözlükte kaile fiilinin if’al babından ismi faildir ve azaltan, az yapan manasına gelir. Istılahda, umumi olarak rivayeti az olan kimseye denildiği gibi sadece bir hadis rivayet eden raviye de denir.


Tek hadis rivayet etmiş bulunan mukill, rivayet ettiği tek hadisi kendisinden de sadece bir ravi rivayet ederse mechûlu'l-ayn sayılır. Böyle rivayet ettiği tek bir hadisi kendisinden yalnızca bir ravinin rivayet etmesiyle mechûlu'1-ayn sayılan mukillin cehaletten kurtulması için hadisin kendisinden en az iki ravinin rivayet etmesi gerekir. 833
İster tabiînden, isterse daha sonraki nesillerden olsun, tek ravisi bulunan mukillin ismi ravisi tarafından tasrih edilmiş bile olsa o mukill mechulu'1-ayn olmaktan kurtulamaz. 834

Mukillîn-i Sahabe:

Bk. Mukillûn.



Mukillûn:

Sözlük manasıyle azaltan, azaltıcı demektir. Hadis tarihinde Hz. Peygamber (s.a.s)'den nisbeten az sayıda hadis rivayet etmiş olan sahabiler için kullanılan bir tabirdir.


Kesin olmamakla birlikte umumiyetle kabul edilmiş bir ölçüye göre Hz. Peygamberden binden fazla hadis rivayet eden sahabilere muksirûn, binin altında rivayeti olanlara da mukillûn denilmiştir.
Mukillûn sayılan sahabilerin kimler oldukları ve herbirinin Allah Resulünden rivayet ettiği hadislerin sayısı için ashâbu'l-mi'în, ashâbu'l-mi'eteyn, ashâbu'1-mi'e başlıkları altında bilgi verilmiştir. Oralara bakılabilir.

Muksirîn-i Sahabe:

Bk. Muksirûn.



Muksirûn:

Sözlük manasıyle çoğaltanlar, fazla yapanlar demek olan bu tabir olup Hz. Peygamberden çok sayıda hadis rivayet eden sahabe için kullanılır. Kesin bir ölçü olmamakla birlikte binin üzerinde rivayeti olan sahabîlere muksirûn veya ekseru's-sahâbeti hadisen denilmiştir. Aynı tabir Osmanlıca kaynaklarda muksirin-i sahabe şeklinde geçer.


Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet ettiği hadisler binin üstünde olan ve böylece muksirûn grubuna giren sahâbîler Ebu Hureyre (5374 hadis), Abdullah b. Ömer (2630 hadis), Enes b. Mâlik (2286 hadis), Mü’minlerin Anası Hz. Aişe (2210 hadis), Abdullah b. Abbas (1660 hadis), Cabir b. Abdillah (1540 hadis), Ebu Saîdi'l-Hudrî (1170 hadis) olmak üzere yedi kişidir. (Bk. İksâr-ı hadis).

Mumlî:

Sözlükte imla ettiren, yazdıran manasına ismi fail olup, hadis meclislerinde hadis dinlemek veya yazmak maksadıyle toplanan taliblere hadis yazdıran ve adına şeyh denilen muhaddise denir.


Büyük ilim merkezlerinden nisbeten küçük şehirlere kadar çeşitli yerlerde uygun yerlerde toplananlara yazdırarak hadis rivayet etmek, İslâm tarihinin en eski devrelerinden itibaren uygulanarak gelenek halini almış rivayet usullerindendir.
Hadis meclislerinde toplanan ve sayılan bazen onbinlere varan hadis talihleri yazılarında gerekli yazı malzemesi getirirler, o gün için okunan hadisleri yazarlardı. Umumiyetle sabah namazından sonra mümli gelir, kendisine ayrılan yüksekçe yere oturur, hadislerini yazılı kitabından veya ezberden okur, yahutta kendisine okunurdu. Dinleyiciler okunan hadisleri yazarlar, böylece mumlî'nin hadislerini rivayet etmiş olurlardı.
Hadis meclisinin çok kalabalık olması halinde mumliden uzak düşenlere okunan hadisleri duyurmak üzere mustemlî denilen görevliler bulunur, bunlar hadis lafızlarını tekrar ederlerdi.
Mustemlî'den işitilen hadislerin mumlîye nisbet ederek rivayet edilmesi konusunda bilgi almak için mustemli maddesine bakılabilir.

Munâvele:

Sözlükte bir nesneyi eliyle vermek manasına masdar olan munâvele, hadis rivayet usullerinden biridir ve şeyhin rivayet ettiği hadislerin yazılı olduğu kitabı veya birkaç sahifelik metni talebeye elden vererek irvi hazâ annî (bunu benden rivayet et) gibi bir eda lafzı ile rivayete müsaade ettiğini bildirmesine denir.


İlmin her dalında her meseleye Kur'ân-ı Kerim veya sünnetten yahutta İslâm büyüklerinin görüşlerinden delil arayan islâm alimleri, munâvele yoluyla rivayeti Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir tatbikatını gösteren bir hadise dayandırmışlardır. Bu hadise göre Hz, Peygamber (s.a.s) bir seriyye kumandanına bir emirname yazmış, ona vererek “falan yere gelmeden bu mektubu okuma” demiştir. Kumandan o yere gelince Resulullahın mektubunu emrindeki askerlere okumuş; Hz. Peygamber (s.a.s)'in emirlerini haber vermiştir.” 835
Bazı âlimlere göre munâvele yoluyla rivayetin dayandığı delil, Hz. Osman'ın nıushaflar yazdırıp İslâm ülkelerine göndermesidir. Bazılarına göre ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Abdullah b. Huzâfe'ye Kisrâ'ya ulaştırılmak üzere bir mektup verip Bahreyn emirine yollamasıdır. 836Anlaşıldığına göre Hz. Peygamberin seriyye kumandanına mektup vermesi bazı İslâm alimlerine göre munâvelenin dayandığı ilk delil olmuştur. Nitekim Buhâri, Hicaz alimlerinin munâvelenin cevazı bahsinde bu rivayeti hüccet aldıklarını söylemiştir. 837es-Suyûtî'ye göre ise munâvele konusunda en sağlam delil, kisraya ulaştırılmak üzere Abdullah b. Huzâfe'ye verilen mektup hadisesidir. 838Bu konuda bir diğer rivayet daha vardır. O rivayete göre tabiilerden Yezîd b. Ebân er-Rakâşî şöyle demiştir. “Enes b. Malik (r.a)'dan çokça hadis sorduğumuz zaman kendisine ait bir mecmua getirip önümüze atar ve “bunlar Hz. Peygamber (s.a.s)'den işitip yazdığım sonra da mukabele ettiği hadislerdir” derdi.”839
İslâm âlimleri -delilleri bunlardan hangisi olursa olsun o kadar önemli değildir,- munâvele ile rivayeti caiz görmüşler ve tatbik etmişlerdir. Yine Buhârinin kaydettiğine göre Abdullah b. Ömer, Yahya b. Said el-Kattân, Mâlik b. Enes munâveleyi caiz görmüşlerdir. 840
Munâvele ya icazetle birlikte ya da ica-zetsiz olur. İcazetle olan munâveleye el-munâveletu'l-makrûne bi'1-icâze, icazetsiz munâveleye ise el-munâveletu'l-mucerrede ani'l- icaze adı verilir.
el-Munâveletu'1-makrune bi'1-icâze, şeyhin işittiği hadislerin ya elindeki asıl nüshasını ya da asılla mukabele edilmiş nüshasını talebesinin eline teslim ederek “hazâ semâ'î” (bu benim işittiğim hadislerdir) veya “hazâ rivayeti an fulan f ervihi anni” (Bunlar benim falandan rivayetimdir. Sen onları benden rivayet et) veya benzeri sözlerle munâvele ile birlikte icazet vermesiyle hasıl olur. Şeyhin talebesine kitabı onda kalmak üzere vermesiyle istinsah ve karşılaştırma yaptıktan sonra iade etmek üzere geçici olarak vermesi arasında fark yoktur. Her iki halde de munâvele hasıl olmuş demektir.
İcazete makrun munâvele şöyle de olur: Tâlib ya şeyhin aslını yahut onunla mukabele edilmiş fer'ini ona teslim eder, o da baktıktan sonra onun hadisi veya şeyhinden rivayeti olduğunu tasdikten sonra rivayet edilmesine icazet verir. Arzın başka bir tatbikatı olan bu çeşit icazete makrun munaveleye itiraz edenler olmuşsa da en-Nevevi “varsın ötekine arz-ı kıraat, buna da arz-ı munâvele densin” diyor. 841
Munâvele makrune bi'1-icaze bundan başka şeyhin hadislerini ihtiva eden kitabını talibe teslim edip rivayetine icazet vermesinden sonra kitabı derhal geri alıp yanında bırakmaması bir de talebenin şeyhine bir kitap getirip “bu senin rivayetindir. Onu bana munâvele ile ver. İcazet de ver” diyerek munâvele istemesi şekillerinde de olur. Ne var ki bu iki şekil diğerlerinin altındadır.
Munâvele mücerrede ani'l-icaze'ye gelince, munâvele'nin bu ikinci nevi icazet söz konusu olmadan munâvele ile rivayettir. Bu da şeyhin, icazetten bahsetmeksizin hadislerinin yazılı olduğu kitabı “hazâ semâ'î” (bu benim işittiğim hadislerdir) veya “hazâ min hadîsi” (Bunlar benim hadislerimden bir kısmıdır) demesiyle hasıl olur. el-Hatîbu'l-Bağdadî'ye göre bu şekillerde rivayet caizdir. Bununla birlikte munâvelenin bu şeklini muhaddislerin çoğunluğu caiz görmemiştir. Hatta bu mesele ihtilaflı olduğundan fakihler ve usul alimleri bu yolla rivayeti caiz gören muhaddisleri ayıplamışlardır. İbnu's-Salâh ise icazetten mücerred munâveleyi doğru bulmayıp o yolla rivayetin caiz olmadığını söyledikten sonra “bununla birlikte bu şekil munâvele ile rivayette bulunmak sırf şeyhin bu hadisler benim falandan rivayetimdir” diye ilamından daha iyidir; zira bunda munâvele vardır. Munâvele ise rivayete izni iş'ardan hali değildir” diyerek onu ilâmu'ş-şeyhten üstün görmüştür. 842
Munâvele ile rivayet edilen hadisleri eda ederken hangi lafızların kullanılacağı da ihtilaflıdır. Bazı âlimler munâveleyi sema mertebesinde görerek munâvele ile alınan hadislerin edası sırasında arzda olduğu gibi haddesenâ ve ahberanâ denilmesini caiz görmüşlerdir. Bununla birlikte âlimlerin çoğunluğu munâvelede bu iki eda lafzının yalnız başlarına kullanılmasını caiz görmemiş, bu lafızların icazeti ifade eden bir lafızla birlikte kullanılmasını öngörmüşlerdir. Müteahhir bazı âlimler ise icazette enbe'enî eda lafzını kullanmayı prensip olarak kabul ettiklerinden icazetle olan munâvelede de bu lafzı kullanmayı tercih etmişlerdir. Başka lafızların kullanılmasını savunanlar da vardır.

Munâvele Makrûne Bi'l-İcâze:

Bk. Munâvele.



Munâvele Mücerrede Ani'l-İcâze:

Bk. Munâvele.



Munkatı’:

Sözlük bakımından kesmek, kat etmek manasına gelen “kata'a” kök fiilinin infi'al babından ism-i faildir ve kesilmiş, koparılmış, kesik demektir.
Hadis terimi olarak umumiyetle ne şekilde olursa olsun, isnadında ittisal bulunmayan hadislere denir. İsnadda ittisalin olmayışı ya ravinin düşmesiyle veya mübhem şekilde ifade edilmesiyle meydana gelir. Ravi düşmesi senedin başında, ortasında veya sonunda bulunsun; sayısı bir veya iki olsun bir ya da peşpeşe olmamak şartıyle birkaç yerinde vuku bulsun farketmez. Bu umumi tarife göre isnadında ravi düşmesi yönünden mürsel de munkatı çeşitleri arasında yer alır.
Bununla birlikte Hadis Usulü alimlerinin çoğunluğuna göre munkatı, daha çok isnadda tabiînden sonra gelen ravisi düşmüş olan hadistir. Nitekim el-Hakimu'n-Nisâbûrî munkatı'in mürselden ayrı olduğunu ve ikisinin arasını ayırdedebilen hadiscinin az bulunduğuna işaret ettikten sonra üç şekilde meydana geldiğini söyler. Bunlar sırasıyle isnadda ravinin düşmesi; mübhem bırakılması ve irsal mevkii olan tabiîye varmadan rivayette bulunduğu kişiden işitmeyen bir ravinin rivayetinin olmasıdır. 843Buna göre denilebilir ki el-Hâkim munkatıyı isnadında şeyhinden tabiîye varmadan gerek ravi düşmesi gerek ibhâm, gerekse rivayette bulunmayan bir ravinin bulunması sonucu meydana gelen hadis olarak görmektedir.
İbnu's-Salah da el-Hâkim'in bu tasnifini naklederek misallerini vermiş böylece onun tarifine katılmıştır. 844
Munkatı hadisin en meşhur ve kabul gören tarifi el-Irâkî ile İbn Hacer'e aittir. Bu tarife göre munkatı, isnadında sahabîye varmadan bir ravisi düşen hadistir. 845
Bazı âlimlere göre ise munkatı, bir tâbi'ı veya tâbiu't-tâbi'i den kendi sözü veya fiili olmak üzere rivayet olunan haberdir. Fakat bu görüş zayıftır. 846
Meşhur Muhaddis Abdurrezzak’ın şu rivayeti munkatı hadise güzel bir misaldir:
“Sufyân-ı Sevri'den, o Ebu İshak'dan, o Zeyd b. Yusey'den, o da Huzeyfe'den rivayet etmiştir. Huzeyfe demiştir ki Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Hilafete Ebû Bekr'i geçirirseniz (iyi olur); Çünkü o kuvvetli ve güvenilir biridir. Hiç bir kınayıcının kınaması onu Allah yolundan alıkoymaz. Ali'yi geçirseniz (de olur); Çünkü o, yol göstericidir, doğru yoldadır. Sizi de sıratı müstakimde (doğru yolda)dir.” 847
Bu hadisin senedi, ilk bakışta muttasıldır, ancak iyice tetkik eden hadis alimleri onun iki yerinde inkıta olduğunu tesbit etmişlerdir. Bunlardan birincisi, Abdurrezzak'ın bu hadisi Sufyânu'(s-Sevrî)den değil, en-Nu’mân b. Ebî Şeybe'den işitmesiyle oluşmuştur. İkincisi ise Sufyân’ın Ebu İshâk'tan değil, Şureyk'ten rivayetiyledir. Bu duruma göre en-Nu’mân b. Ebî Şeybe ile Şureyk isnaddan düşmüştür. Dolayısiyle hadis munkatıdır. Şu hadis de isnadında ravi ismi mübhem bırakılan munkatıya misaldir:
“Ebu Âlâ b. Abdillah b. eş-Şihhîr'den rivayet edilmiştir. O iki kişiden (onlar) Şeddâd b. Evs'den rivayet etmişlerdir. Şeddâd demiştir ki: Hz. Peygamber birimize namazında (dua ederken) şöyle demesini öğretti. “Yâ Rabbi! Senden işler (im) de sebat (etmeme yardımcı olmanı) diliyorum.” 848Görüldüğü gibi bu hadisin senedinde “an raculeyni” diye isimleri açıklanmayıp mübhem bırakılan iki kişiden bahsedilmiştir. Bu ibham ınkita hükmündedir. Dolayısiyle hadis munkatıdır.
Munkatı hadisler Saîd b. Mansur'un Sûneninde; Abdullah b. Ebi'd-Dunyâ'nın kitaplarında bol miktarda mevcuttur, Hükmüne gelince isnadında ittisal olmayışı yüzünden zayıftır. Kaldı ki isnadından düşen veya mübhem bırakılan ravî yüzünden meydana gelen inkıta ne şekilde meydana gelirse gelsin, munkatı hadis zayıf grubuna dahildir.

Munker:

“Bilinmeyen, inkâr edilen, hoş karşılanmayan” gibi anlamlara gelen munker ifal babından masdardır.


Hadis ıstılahında munker, ravinin muhalefetinden doğan bir zayıf hadis çeşididir. Çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Bazı muhaddislere göre şazla aynıdır.
Üçüncü hicri asır muhaddislerinden Ebu Bekr Ahmed b. Hârûn el-Berdîcî ye göre munker, metni yegane ravisinden başka tarikdan bilinmeyen ferd hadistir. 849Bu tarif Ebu Ya'la'l-Halîli'nin tarif ettiği şazla aynıdır. İbnu's-Salâh da şaz ile munkeri müteradif kabul ederek el-Berdîcî'ye uyar. Şu da var ki o, şaz manasına münkeri iki kısma ayırır. Bunlardan birincisi sikanın rivayetine muhalif ferddir. Misali de İmam Malik'in ez-Zuhri, Ali b. Huseyn, Ömer b. Osman, Usâme b. Zeyd, Hz. Peygamber isnadiyle rivayet ettiği “Müslim kâfire, kâfir müslim'e mirasçı olamaz” hadisidir. 850İmam Mâlik bu rivayetinin isnadında Ömer b. Osman ismiyle diğer sika ravilere muhalefet etmiştir. Halbuki Müslim'in dediğine bakılırsa hadisi ez-Zuhri'den rivayet eden bütün raviler isnadlarında bu şahsı Amr b. Osman olarak zikretmişlerdir. Hatta Malik, sanki diğer ravilerin bu isnadda kendisine muhalif olduklannı biliyormuş gibi eliyle Ömer b. Osman'ın evine işaret edermiş. Aslında Amr da Ömer de Hz. Osman'ın oğullarıdır. Ancak bu hadis Amr'dan rivayet edilmiştir. Müslim ve diğer bazı hadis alimleri İmam Malik'in bu muhalefetinde vehmine hükmetmişlerdir.
el-Irakî, İbnu's-Salâh'in bu misaline itiraz ederek şunları söylemiştir:
“Müslim'in Kitabu't-Temyizde zikrettiğine göre bu hadisi ez-Zuhri'den rivayet eden ravilerin hepsi isnadında Amr b. Osman demişlerdir. İbnu's-Salâh buna göre Malik'in bu hadisinin münker olduğuna hükmetmiştir. Oysa ben o hadise münker ismi veren bir tek kişi bilmiyorum. Kaldı ki onun isnadında bulunan Amr ismini Umer demede münferid kalması, metninin münker olmasını gerektirmez. O metni her iki hale göre de salihtir; zira Ömer de Amr da sikadırlar. Şu da var ki musannif (İbnu's-Salah), bu işaret ettiğim hususu kendisi zikrederek isnadında vaki olan illetin metne zarar vermeyeceğine, sika bir ravi olan Yala b. Ubeyd'in Suryanu's-Sevrî, Amr b. Dinar, İbn Umer isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet ettiği ... “alıcı ile satıcı (alışverişin yapıldığı meclisten ayrılmadıkları sürece) muhayyerdirler” hadisini misal vermiştir. Daha sonra da şunları söylemiştir: “Bu, adil kişilerin adil kişilerden rivayet ettikleri muttasıl isnaddır. Ne var ki mu'alleldir ve sahih değildir. İsnadı sahih olmasa da metni her hale göre sahihtir. Şu halde bir sika ravi yerine diğerini zikretmek suretiyle vehme düşmek hadis metnini sahih olmaktan çıkarmaz.” 851
İbnu's-Salâh’a göre şazla aynı olan munkerin ikinci kısmı, ravisi sika ve mutkin olmayan ferd hadistir. Misalini de Ebu Zukeyr Yahya b. Muhammed b. Kays'ın Hişâm b. Urve, Babası Urve İbnu'z-Zubeyr, Hz. A'işe isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet ettiği şu hadistir:
“Yetişmemiş hurmayı olgun hurma ile birlikte yiyiniz; Çünkü Şeytan, hurmanın böyle yendiğini görünce gazaba gelir ve şöyle der: Ademoğlu eskisi ile birlikte yenisini yiyecek kadar yaşadı” 852Ebu Zukeyr, salih bir ravi olsa da bu hadisi rivayette tek kalmıştır. Müslim, Sahihinde hadisine mutâbi olarak yer vermiştir. Ancak tek başına rivayetine itibar edilecek derecede bir ravi değildir.853
Şu halde İbnu's-Salâh'a göre şâz ile munker arasında hiçbir fark yoktur. Munker, şaz gibi merdud ve gayri merdud olmak üzere iki kısımdır. Merdud, münker, ravinin, kendisinden hıfz ve itkan yönünden daha üstün olan ravilere muhalif olarak rivayet ettiği munker, merdud olmayan munker ise herhangi bir muhalefet söz konusu olmaksızın sika olan ravinin münferid olarak rivayet ettiği hadisdir.
İbn Haceri'l-Askalânî ravinin kendisinden üstün ravilere muhalif olarak rivayet ettiği hadisleri ikiye ayırarak sikanın hadisine şâz demiş, eğer muhalefet eden ravi zayıf ise rivayetine munker adını vermiştir. Ona göre gerek şâz olsun gerek munker ikisi de muhalefetten doğar. Buna göre İbn Hacer munkerde muhalefeti esas tutmuş, ravinin tereddüdünü göz önüne almamıştır. Hatta “bu farkı gözetmeyenler gaflet etmişlerdir” demiştir. Öyle olunca şâz ile munker arasında bir yönden umum husus ilişkisi vardır. Her ikisi de sikanın rivayetine muhalif oldukları halde şâz sika veya hiç olmazsa sadık olan raviden, münker ise zayıftan rivayet edilendir. 854
Şu hadis de munkere misaldir. Sünen sahipleri Ebu Davud, Tirmizî, Nese'i ve İbn Mace Hemmam b. Yahya tankından İbn Cureyc-ez Zuhri, Enes b. Mâlik isnadıyla şu hadisi rivayet etmişlerdir:
“...Hz. Peygamber (s.a.s) helaya girdiklerinde yüzüklerini çıkarırlardı.”855 Ebu Davud bu hadisi naklettikten sonra şöyle der: Bu hadis münkerdir. Maruf olanı İbn Cureyc, Ziyad b. Sa'd-ez Zuhri, Enes isnadı ile gelen
“...Hz. Peygamber (s.a.s) gümüşten bir yüzük edindiler” lafzı iledir. Vehm, Hemmam'dan gelmiştir. Hemmam'dan başka bunu öbür türlü rivayet edeni yoktur. 856
Munker hadisler hüküm bakımından zayıftır. Onunla değil karşıtı olan ma'rufla amel edilir.

Munkeru'l-Hadîs:

“Hadisleri münkerdir” manasına cerh lafızlarındandır ve cerhin üçüncü mertebesine el-Irâkî'nin eklediği lafızlar arasında yer alır.


Hakkında munkeru'l-Hadis cerh hükmü verilen ravinin hadisleri dinî konularda hüccet sayılmaz. Ancak büsbütün reddedilmez, itibar için yazılır.
Buhârî, diğer cerh ve ta'dil imamlarından ayn olarak münkeru'l-hadîs lafzını cerhin daha ağır olan beşinci mertebesinde yer alan metruku”l-hadîs lafzı yerine kullanmıştır. Buna göre onun munkeru'1-hadîs dediği bir ravinin hadisini rivayet etmek helâl olmaz.

Muntehâ-yı Sened:

Bk. Aslu's-Sened.



Muntezihu'l-İsnad:

İsnadı şüpheden uzak ve beri olmayan manasına bir tabir olup daha çok isnadında bir kusur bulunan; bu yüzden sahih kabul edilmeyen ve bu yönden tenkide tabi tutulan hadisleri ifade etmekte kullanılmış umumî bir tabirdir.



Murselu's-Sahâbî:

Bk. Sahâbî Mürseli.



Mursil:

Bk. İrsal.



Murû’et:

Bk. Mürüvvet.



Mürüvvet:

Sözlükte muûrü'e ve muruvve şeklinde görülen ve isim veya masdar olarak gelen bir kelimedir. Adamlık ve insaniyet manasına gelir. Bir insandan beklenen iş ve güzel hasletleri yerine getirmekten ibarettir. 857


Hadis ıstılahları arasında mürüvvet ravinin rivayetinin kabul edilebilmesi için onda bulunması gereken adaleti sağlayacak melekedir. 858
İslâm âlimleri şehadet ve rivayetin kabul edilebilmesi için ravinin önce adaletli olması gerektiği görüşündedirler. Adalet ise en azından takvayı bırakmamak, mürüvveti ihlal eden şeylerden kaçınmakla olur. Bunu göre mürüvvet, kişinin adaletli olmasına hükmetmekte esas olan bir haslet olmaktadır.
Mürüvvetin tarifinde değişik görüşler vardır.
Bazı fakihlere göre mürüvvet, nefsini kötülüklerinden korumak, halk nazarında insanı kötü gösteren davranışlardan sakınmaktır. İnsanın yaşadığı toplum içinde o toplumun örf ve adetlerine uygun yaşaması da mürüvvetten sayılır. Mesela bir erkeğin kadınlara mahsus elbise giyerek dolaşması yahut kadınlar gibi saçlarını omuzlarına kadar uzatması mürüvvetsizliğine delalet eder. 859Aynı şekilde insanların gelip geçtikleri yollarda birşeyler yemek de mürüvvete aykırı sayılır.
Bazılarına göre de mürüvvet, yiyip içmede, davranışlarında kendi emsalinin ve akranının ahlakını yaşamak, zaruret olmadıkça tabaklık, kan almak, dokumacılık gibi mürüvvete yakışmayan zenaatleri yapmamak ile yolda su dökmek, ahlaksız kimselerle arkadaşlık etmek, hamamda eğlenmek ve benzeri mürüvvete aykırı yakışıksız davranışlardan sakınmaktır. 860
Demek oluyor ki İslâm âlimleri, mürüvvetin halk nazarında hoş karşılanmayan davranışlardan kaçınmak gibi güzel ahlakın tamamlayıcısı olan davranışlarla gerçekleşeceği görüşündedirler. Denilebilir ki adaletin önemli bir görüntüsünü teşkil eden mürüvvvet, müslüman şahsiyetini en mükemmel seviyeye çıkaran ahlakî melekedir.
Mürüvvete aykın sayılan halleri görülen ravinin rivayeti makbul sayılmaz; zira mürüvvetin yokluğu, ya akıl noksanlığından ya dinin emirlerine ilgisizlikten ya da hayasızlıktan meydana gelir. Hangisi olursa olsun bu hallerin hepsi kişiye karşı güven duygusunu yok eder. Bu sebepledir ki hadisciler mürüvvetten yoksun kişilerin adaletine hükme dilemeyeceği görüşünde birleşmişlerdir. Adaleti olmayan ravinin ise ne kendisi hadis rivayetine ehil kabul edilir; ne de rivayetlerine makbul gözüyle bakılır.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin