2) Üçlü Bir Araştırma Modeli: Metin (Text), Sözeldoku (Texture) ve Bağlam ( Context)
Bu çalışmada Dundes, halkbilimi ve türlerini tanımlayacak o ana kadar yeterli ölçüt ortaya konulmamış oluşu ve ileri sürülen ölçütlerin de tutarsızlıklarını irdeledikten sonra, bu tür ölçütlerin “harici” değil “dahili” olmalarının gerekliliğini ele alır. Buna göre tahlil sözeldoku, metin ve bağlam seviyelerinde olmalıdır.
-
Sözeldoku (texture): Folklorun sözel formlarının da sözdokusal özellikler dil ile ilgili özelliklerdir.Örneğin atasözlerinin sözdokusal özellikleri kafiye ve aliterasyonu içine alır.Çok yaygın olan diğer sözdokusal özelliklerine ise; aksan ve vurgu, ses perde yüksekliği, bağlantı yeri, ses tonlama ve yansıma sesler dahil edilebilir. Kalıplaşmış sabit türlerin sözeldokusu, özü ve bu özellikleri itibariyle çeviriyi mümkün kılmaz.Örneğin tekerlemeler, sözdokusal yapıya fazlaca bağlıdır.Bir toplumda var olan bir tekerlemenin başka topluma geçmesi başka dillerde yaşaması zordur. Buna karşın daha serbest yapıya sahip olan masallar dil sınırlarını çok daha kolay aşar.Kalıplaşmış sabit haldeki folklor türleri arasındaki sözdokusal farklılıkların taşınması daha zordur.
-
Metin (text) : Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün metni (texti) esası itibariyle bir masalın bir versiyonu veya tek bir anlatımı, bir atasözünün yeniden söylenmesi, bir halk türküsünün okunmasıdır.İnceleme amacına yönelik olarak metin, sözeldokusundan bağımsız olarak ele alınabilr.Bununla birlikte, sözeldoku bütün olarak çevrilmezken, metin çevrilebilir.” Kaynayan kahve bozulur.” atasözünün metni teorik olarak herhangi bir dile çevrilir, fakat sözeldokusal bir özellik olarak kafiyenin ve diğer özelliklerin çeviride yaşaması özü itibariyle mümkün değildir.
-
Bağlam (context): Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün bağlamı onun içinde bilfiil yer aldığı son derece özel sosyal durumudur.Bağlam ve işlevi birbirinden ayırmak şarttır. İşlev özü itibariyle belli sayıda bağlama dayanarak oluşturulan bir soyutlamadır. İşlev, çoğunlukla ele alınan bir folklor türünün kullanımı veya amacı hakkında bir araştırmacı veya incelemecinin ne düşündüğüdür. Buna göre, mitin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsallık sağlamaktadır; atasözlerinin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsal olmayan, din dışı bir anlam kazandırmaktır. Hususi bir mit veya atasözünün kullanıldığı gerçek bir sosyal durumla bu işlevler aynı değildir. Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmas suretiyle ilişkilendirilmeden verilmektedir. Bu şekilde bağlam yani melirli bir metinle birlikte olanı içermemektedir. Bundan dolayı verilen bu bilgi metin hakkında doğru bir tetkike dayalı bir bilgi veya gerçek bir bağlam bilgisi değildir.
Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmak suretiyle ilişkilendirilmeden verilmektedir. Böylesi, "con-" önekinin "ile, beraber" anlamını içerecek şekilde bir "context" yani belirli bir "metinle birlikte olanı" içermemektedir. Bundan dolayı, verilen bu bilgi metin hakkında doğru bir tetkike dayalı bir bilgi veya gerçek bir "bağlam" bilgisi değildir. Belki, metinle ve sözeldokuyla birlikte bağlamı da kaydetmenin neden o kadar önemli olduğuna hakkında bazı sorular vardır.
Folkloru kendi orijinal anadilinde derleyememenin anlamının sözeldokunun derlenmemesi demektir. Bağlamı derleme mecburiyetinin bir nedeni, belirli bir durumda, belirli bir metnin niçin kullanıldığını açıklamaya ciddi bir girişimde bulunmak için böyle bir bilginin gerekliliğinden dolayıdır. Bağlamı derlemenin önemi, özellikle fıkra incelenmesinde daha açıktır. Bağlamına ait bilgi olmayan fıkraların varyantları (çeşitlenmeleri), yayılma (diffuzyon) yollarının Tarihi-Coğrafi Yöntemi kullananlarca örülmesinde, aynı kökten gelme derecesine karar vermede ve alt türlerin bir sıra dahilinde gelişmelerinin varsayımında değersiz olabilir, fakat yine de bağlamsal bilgisi olmayan fıkralar sosyal bilimciler için çok büyük değere sahiptir. Bağlamsal yapıyı (contextual structure) oluşturan en önemli iki unsur; fıkrayı anlatan kişi (anlatıcı) ile o fıkrayı dinleyenler (dinleyici) dir. Kendi doğal ortamında oluşan bağlam, metni (ve sözeldokuyu da eğer, tabu bir durumla ilgili sözcük kullanılacaksa) etkileyebilir, fakat esas itibariyle somut ve kesinleştirilmiş bir şekilde yayınlanmış aktüel örneklerin bu tür tesirleri yaygın değildir.
Folklor türlerinin tamamı için bağlamın derlenmesi hayati değerdedir, ama bağlamın derlenmesi atasözleri, jest ve mimikler için bir mecburiyettir. Buna karşılık atasözleri derlemelerinin büyük bir kısmı sadece metni verir. Bu ise bağlamsız folklor derlemesi demektir. Folklorun kalıplaşmış veya metin olarak sabit bir türü olan atasözleri kendi anadillerinde derlenmek zorundadır ki, böylece sözeldoku da korunabilsin.
Kaynak kişilere anlattıkları malzemenin önemi hakkında ne düşündükleri sorulmalıdır. Mahalli edebi eleştirinin derlenmesi halkbilimciler tarafından yönlendirilen standart tahlil tiplerine hiçbir şekilde engel olmaz.
İdeal olarak, bir derleyici kaydettiği metnin bağlamını kendisi gözlemelidir. Halbuki pratikte bir kaynak kişinin bir derleyiciye veya derleyicinin teybine konuştuğu ortamda çoğunlukla yapay (sun'i) bir bağlam vardır. Böylece, profesyonel halkbilimcinin deneysel olarak direkt bir şekilde gözlemleyemeyeceği durumlardaki aydınlığa çıkaran bağlamı araması onun üzerine aldığı bir zorunluluktur. Faydalı bir teknik, kaynak kişiden atasözü-nün uygun bir şekilde aktarıldığı uydurma bir durum yaratmasını istemektir. Ne yazık ki, bütünü itibariyle, halkbilimciler "Nerede, ne zaman ve kim tarafından bir söyleyişin kullanıldığını" belirten tamamlayıcı bilgiyle kendilerini sınırlamayı tercih etmektedirler.
Sözeldoku, metin ve bağlamın hepsi derlenmek zorundadır. Sözeldoku, metin ve bağlamın her birinin yapısal analizin konusu olabileceği bilinmelidir. Büyük ve küçük çaptaki üniteler her bir seviyede ayrılabilir. Hususi bazı türlerin büyük çaptaki örneklerle doldurulabilen bağlamlarında küçük boşluklar vardır. Mevcut bir bağlama ait boşlukta, yani küçük çapta protesto ile ilgili olanda fıkralar, atasözleri, jest ve mimikler ve halk türküleri gibi çeşitli sayıda farklı türler kullanılabilir. Diğer yandan, mevcut bir tür, örneğin bilmece, muhtelif sayıda farklı bağlamlara ait boşlukları doldurabilir. Bu durum tamamen metnin yapısının analiziyle paraleldir. Örneğin; masalın yapısı söz konusu edildiğinde, metinlerdeki büyük çaptaki boşluklar küçük çaptaki çeşitli ünitelerle doldurulabilir, yani farklı motifler (motif yerine geçen yapılar) mevcut bir motif bütünlüğü içinde kullanılabilir. Sözeldoku da aynı tarzda analiz edilebilir.
Bu üç seviye arasındaki içi içe geçmiş bulunan ilişki incelenmek için beklemektedir. Bağlamda meydana gelen bir değişiklik sözeldokudaki bir değişikliği etkiler. Halkbilimcilerin ilk görevinin metnin tahlil etme olduğu görülür. Metin, sözeldoku ve bağlama göre daha az değişen bir yapıya sahiptir. Belli bir kalıp halinde olmayan serbest türlerde sözeldokusal özellikler bu türleri tanımlamada çok az değere sahip olabilir. Kalıplaşmış sabit türlerde ise sözeldokusal özellikler çok düzenlidir, fakat bu özellikler bir türle ilgili dağılımlarında nadiren sınırlıdır. Bağlamsal ölçüler de aynı tanımlama amacıyla ele alındığında sınırlı bir değere sahiptir. Ancak folklorun çeşitli türlerinin muhtemel en iyi tanımları bu üç seviyenin hepsinin tahliline dayananlar olacaktır.
Dundes, halk ve folklor arasında-ki hayati ilişkiye dikkati çekerek sözeldoku (texture), metin (text) ve onların içinde yer aldıkları şartlar bütünü anlamında bağlam'a (context) dayalı olarak halkbilimi çalışmalarına verdiği halkbilimi çalışmalarında yeni bir paradigmatik çerçevenin veya yaygın adıyla "Performans Teori"nin ortaya çıkmasına son derece önemli katkılar sağlamıştır. Bu yeni kuramsal yapılanış öncelikle alan araştırmasından (fıeldwork) başlayarak ve zaman içinde de gelişerek diğer değerlendirme modellerine kadar yayılır. Alan Dundes'in yeni kuramın oluşmasındaki en büyük kavramsal katkılarından bir diğerini de "halk" (folk) kavramının yeniden tanımlaması oluşturmaktadır.
3.) "Halk" Kavramının Tanımlanışındaki Büyük Değişme
Alan Dundes çalışmasında öncelikle on dokuzuncu yüzyıl kullanımlarından kaynaklanan problemleri ele alır. Ona göre bu tanımlama problemleri şu şekildedir: "Halk (folk) teriminin on dokuzuncu yüzyıldaki çeşitli kullanımlarında görülen çok ciddi bir problem, bu terimin kaçınılmaz olarak bağımsız bir yapıdan ziyade, bağımlı bir yapı olarak tarif edilmiş olmasında yatar.
Başka bir ifadeyle, halk daha başka kümelerde oluşan gruplara tezat olarak tarif edilmiştir. Halk aşağı tabakayı oluşturan, genel nüfus içinde bir sürü bayağı ve kaba bir insan grubu olarak düşünülmüştür. Halk bir taraftan medeniyete tezat olarak ele alınırken, yani halk medenileşmiş bir toplumda medenileşmemiş bir unsur kabul edilirken diğer yandan da vahşi (savage) veya ilkel toplum (primitive society) diye adlandırılan ve evrim (evoluation) basamaklarından daha aşağıda kabul edilen bir grupla da tezat olarak kabul edilmiştir.
Medeniyetin kenarlarında yaşayan eski moda bir kısım gibi kabul edilen, halk köylü kavramıyla eş değerde görülmüş ve bu anlamda hâlâ aynı şekilde görülmektedir. Medeni seçkin ve medeniyetten çok uzak "vahşi" arasında bir tür orta yer işgal eden halkı anlamanın yolu okur-yazarlık (literacy) gibi tek tip bir kültür özelliğine bağlı olarak yapılan vurgulamayla ortaya konulmasına çalışılmıştır.
Halk "okur - yazar" bir toplumda "cahil kısım" olarak ele alınırken, diğer yandan da etnosentrik olarak "yazı öncesi" (preliterate) olarak etiketlenen ilkel topluma, ki bu toplumun kültürel gelişme kaydettikçe okur-yazarhk seviyesine gelebileceği imâ edilmektedir, tezat olarak kabul edilmiştir. Yakın bir dönemde bu terim "edebi olmayan"la (nonliterate) değiştirilmiştir. (Başka toplumları etiketlemedeki bu etnosentrik ön yargı "gelişmekte olan (devoloping), gelişmemiş (undevoleped) veya "batılı olmayan" (nomvestern) gibi kullanımlarla günümüzde de devam etmektedir.
Halk vahşilerden daha medeni olmakla birlikte, tam olarak medeniyeti henüz kesbetmemiştir. Bununla birlikte, bir toplumun vahşilik dönemine ait yaşayan kültürel kalıntılarının (survivals) halk tarafından hala muhafaza edildiği kabul edilmiştir. Çünkü seçkin grup (bu kavram halkbilimcileri ve antropologları ihtiva eder) ciddi bir şekilde kendi kökleriyle ilgilenecek ve seçkin sınıf kendisine yakın olan halkın geleneklerini toplayıp, topladığı bu malzemeyi incelemekle uğraşacaktır. Derlenen bu gelenekler daha sonra vahşi toplumlarda kesin şekli ve tamamı bulunduğu farz edilen şekilleriyle karşılaştırılabilir. Karşılaştırmalı metot yoluyla, seçkin ve okur-yazar medeni Avrupa kültürlerinin köklerini bulma işi yani "tarihi yeniden kurma" işi gerçekleştirilebilir. "Halk, onun medeni veya seçkinle var olduğu sanılan ilişkisine göre tarif edildiği için, folklorun sadece medeni veya seçkin bir grubun var olduğu yerlerde var olduğu farz edilmiştir. Bu mantığa göre, ilkellerin, seçkin bir gruba sahip olamayacakları için halka da sahip olmayacaklar ve dolayısıyla folklora da sahip olmaları mümkün değildir. Bu nedenle de, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika ve Avustralya yerlileri ve benzer gruplar medeni olmadıkları için halk terimin dar ve sınırlı anlamı bakımından ele alındıklarında halk oluşturamazlar. Buna göre, geniş bir şekilde bakıldığında halk teriminin başlangıcındaki anlam itibariyle Avrupa köylülerini ifade etmiştir” şeklinde yapmaktadır.
Alan Dundes'in halkbilimi çalışmalarındaki meydana gelen yeni kuramsal çerçeveye uygun ve bir ölçüde onun oluşumunu hızlandıran unsur olarak sürecin bir parçası olan halk tanımı ve özellikleri şu şekildedir: en azından bir ortak faktörü paylaşan herhangi bir insan grubunu ifade eder. Bu grubu birbirine bağlayan faktörün-ortak bir meslek, dil veya din olabilir- ne olduğu önemli değildir. Bundan daha önemli olan ise, herhangi bir sebebe bağlı olarak olu-şan grubun kendisine ait olduğunu kabul ettiği bazı geleneklerin olmasıdır. Teorik olarak bir grup en az iki kişiden oluşmak zorundadır, fakat genellikle çoğu gruplar daha fazla kişiden oluşurlar. Grubun bir üyesi diğer bütün üyeleri bilmeyebilir, fakat o kişi gruba ait olan geleneklerin ortak özünü muhtemelen bilecektir. Gelenekler bir grup kimliği hissi vermede gruba yardım eder.
Fakat halkın millet ve aileye ilave olarak daha pek çok şekilleri vardır. daha pek çok şekilleri vardır.Bölge,eyalet,şehir köy gibi coğrafyaya ait kültürel kümeler halk gruplarını oluşturabilir. Bundan daha net olan ırk, din ve bir meslek karakterindeki diğer halk gruplarının varlığıdır. Her millet gibi her meslek grubu da kendine has folklora sahiptir. Daha da ötesi, yeni gruplar ortaya çıktığı sürece,yeni folklorlar da oluşacaktır.Halkın bu çağdaş kavramıyla bir şehir merkeziyle bağımlı bir ilişki içinde yaşayan köylülerin, nispeten tek tip halinde oluşturduğu grubu, halkın ifade ettiği tek anlam olarak daha fazla düşünemeyeceğimizi görürüz. Halk bağımlı bir çeşitlilik değil, bağımsız bir çeşitliliktir. Çağdaş toplumların üyelerini çok çeşitli halk gruplarının üyeleri olarak görmek zorundayız.Bütün halk gruplarının folkloru vardır ve böyle grupların (Bir yaz kampı gibi) folkloru ifadenin merak uyandırıcı problemlerini üretme çerçevesinde sosyal bir tasdik etmeye ve aynı zamanda bir toplumun iletişimi ve dünya görüşünü ifadede yüksek bir sanat değeri olan vasıtalığa katkıda bulunması bakımından diğerleri kadar önemlidir.Dahası bu halk grupları kendi içlerinde daha küçük hususi gruplar oluşturabilir.
Peki bir halk grubu ne kadar küçük olabilir? Bir halk grubu en azından iki şahıstan oluşmalıdır. İki şahsın jest ve mimikler argo ifadeler vb. gibi kendilerine has bir gelenekler seti geliştirmesi mümkündür. Şahıslar muhakkak bazı özel şeyler yaratır, fakat benim böyle bir davranışın geleneksel veya halka ait olduğunu rahatlıkla söyleyebilmek için, en az iki şahsın bu yaratmaları paylaşması gereklidir. Halkbilimi araştırmaları tarafından incelenen en küçük halk grubu şu ana kadar kesinlikle ailedir.
Alan Dundes'in bu şekilde yeniden tanımladığı "halk" tanımı ve ona dayalı yeni halkbilimi çalışmaları artık, Herder döneminden itibaren neredeyse devamlı surette yönelmek zorunda kaldığı kırsal kesimle ilgili çalışma bağımlılığından kurtulmuş olmaktadır:
4.) Performans Teori'nin Manifestosu: Yeni Bir Halkbilimi Kuramının İlânına Doğru
Dan Ben-Amos, bağlamı içinde bir folklor ve dolayısıyla ona dayalı halkbilimi tanımı yapmaya yönelik olarak hazırladığı çalışmasına daha önce yapılmış folklor tanımlarının belli başlılarının tanımlanış özelliklerini vererek başlar. Ben - Amos'a göre, bunlar şu şekildedir: "Folklorun tanımlan çok iyi bilinen bir masalın versiyonları kadar birbirinden farklıdır. Semantik ve teorik farklılıkların her ikisi de bu üretkenliğe katkıda bulunmuştur. Alman Vokskunde' si, İsveç Folkmine' si ve Hint Lok Sathiya' sının hepsi İngilizce terim "Folklore" un bütünüyle karşılayamadıklarını birbirinden çok az farklı manalarla ifade ederler. Aynı şekilde antropologlar ve edebiyat bilimcileri yaptıkları folklor tanımlarının içine kendi eğilimlerini yerleştirme gayretindedirler. Bunun için, antropologlar folkloru edebiyat kabul ederken, edebiyat bilimcileri onu kültür diye tanımlamıştır. Buna göre folklor materyalleri de bir yerden bir yere taşınan, farklı şekillerde yorumlanan ve kültürler arası yaratmalardır.
Folklorun özelliklerinden yapılan tanımlamaların analitik tahliline yönelen Dan Ben-Amos bu hususla ilgili olarak mevcut tanımlamaların temellendiği kavramsal çatıyı şu şekilde sistematize etmektedir. "Dahası, halkbilimciler kendi tanımlarını bir yanda sosyal bağlam, zaman derinliği ve yayılma vasıtası arasındaki ilişki ve diğer yanda da bir bilgi bütünlüğü, düşünce tarzı ve bir tür sanattan oluşan folklor kavramları seti üzerine kurmuşlardı.
Folklor ile sosyal bağlam arasındaki ilişkilerin üç tipini ayırt etmek mümkündür: sahibiyet, temsil etme ve yaratma veya yeniden yaratma. Basitçe, "folklor" teriminin tamı tamına bir yorumu, ilk ilişki tipini kurar. Buna göre, folklor "insanların öğrenmesi", "insanların bilgeliği, insanlara ait bilgi" veya daha doğru olarak "bilim, geniş bilgi veya bir halkın öğretisi"dir. Folkloru ortak olarak bir grubun tamamı tarafından paylaşılan bir bilim olarak gören bu görüş, pratikte ve teoride, halkın sahip oluşunun farklı derecelerine uygulanır.
Birincisi, folklor bir toplumdaki bilgi toplamının tamamı olabilir. Toplum üyelerinden hiçbiri, o toplum değerlerinin hepsinin tam bir komutasına sahip olmadığı için bu anlamda folklor pek çok şahıs tarafından depo edilmiş olan "insanların geleneksel inançları ve törelerinin hepsinin bütünlüğü" kollektif bilgi üzerine kurulmuş soyut bir şey olmak zorundadır.
İkincisi ve zıt olarak, folklor sadece grup üyelerinin her biri tarafından paylaşılan bilgi olarak göz önüne alınmıştır. Bu tarif herhangi bir hususi bilgiyi hariçte tutar ki, ona sadece bir toplumdaki seçilmiş uzmanlar ulaşırlar, çünkü bu tarif folkloru yalnızca "popüler bilgi" şeklinde sınırlar. Bu durumda folklor toplumun gerçek ortak malı olur.
Üçüncüsü, Frazer'in tanımladığı gibi, bu gerçek ortak bilim bütün ayrıntılarıyla, toplumun bütün üyelerinin katıldığı halk kutlamaları, ritüeller ve törenler dahil olmak üzere "halk kitlelerinin ortak aksiyonlarında" bütün ayrıntılarıyla ifade edilebilir.
Son olarak, folklor toplumdaki her bir şahsın kendi evinin mahremiyetinde bağlı olduğu gelenek ve görenekler sayesinde ona itaat etmeleridir. Bu son yorumlama her ne kadar teorik olarak mümkünse de, folklorun çevresini bu kadar dar olarak belirleyen hiçbir tarif mevcut değildir.
Folklor ve onun sosyal bağlamı arasında meydana gelen ilişkilerdeki i-kinci setin yapısı, İngiliz evrim teorisi ve Fransız sosyal antropolojisi üzerine kurulmuştur. Buna göre, folklor hususi bir ortak tarz ve aynı anda oluşan düşünceyi, Andre Varacnak'm kendi tarifinde formüle ettiği gibi: "Folklor, teorisiz kollektif pratikler, doktrinsiz kollektif inanışlar toplamını temsil eder." Bu durumda, gerçek gelenekler, ritüeller ve diğer görenekler onların temelini teşkil eden düşünce tarzının temsilcileridir.
Folklor tanımlan çerçevesindeki ortak düşünce anlayışı, çeşitli çağrışımlara sahiptir. Birincisi, o averajı gösterir, yani "insan düşüncesinin geleneksel tarzlan" gibi herhangi bir şahsiliğin özelliğine yer vermeyen istisna teşkil etmeyen düşünce. İkincisi, O, ilk halkbilimciler ve antropologların onlan çıkardıklan gibi ilkel (primitive) insanın özel düşünce şekillerini imâ eder. Örneğin, Edwin Sidney Hartland; geleneği, peri masallan biliminin mesele ettiği konu, "medeniyet dışındaki insanın psikolojik fenomeninin nihai toplamı" gibi tanımlamıştır. Bu anlayışa göre folklor; "ilk insan psikolojisinin ifadesi"dir; ve felsefe, din, bilim veya tarih gibi konulardan herhangi birisiyle ilgilenebilir.
Düşüncenin bütün bu özellikleri kollektif olarak toplumların folklorunda temsil edilirler. Kollektif olmanın veya umuma ait olmanın prensibi sanat olarak folklora uygulandığında, buradaki referans özel olarak halk edebiyatı yaratmasına yapılır. Bu bakış açısından biri toplumsal yaratma ve diğeri de yeniden yaratma olmak üzere iki kavram geliştirilmiştir:
Birincisi ki onun Amerika'daki en büyük temsilcisi Francis Gumer'di, halk türkülerinin özellikle de baladların umumi yaratmanın bir ürünü olduğunu imâ eder. Uzun zaman önce kabul edilirlikten çıkan bu düşünce tamamen manasız değildir. Her ne kadar onu baladların kökü konusunda özel olarak uygulanması oldukça zor ise de, folklorun diğer türler arasındaki ilişkide böyle bir gelişmeyi kavramak mümkündür. Her ne kadar, şu anda umumi olarak yaratma düşüncesi artık hiçbir folklor tarifinde mevcut değilse de, uygun olduğunda bu anlayış; kollektif olarak yeniden yaratma kavramı ile yer değiştirmektedir.
Yeniden yaratma kavramı; ilk yaratmadan sadece yaratma anının süresi bakımından farklıdır. Folklorun. ana özelliği aynı kalır; sözlü sanat bütün zamanlarda bir cemiyetin yaratmasının tamamının toplamıdır. Aslında bu hipotezin kendisine meydan okunduğunda, pasif yaratma düşüncesi takdim edilmiş olur. Buna göre, dinleyicinin reaksiyonu, halk sanatçısının aktif muhayyilesi kadar yaratma hareketinin bir parçasıdır.
Tabiatıyla, kollektif yeniden yaratma düşüncesi, folklor ve ikinci bir faktör olan zaman derinliği arasındaki bir ilişkiye dahil edilir. Bir kültürde sirkülasyonda olan materyallerin dayanıklılığı, yani "nesilden nesile miras kalma" folklor konularının tanımlanması için karar verici bir ölçüt olmaktadır.
Üç faktörden yayılma aracı folklor tanımlarından en kalıcı olanıdır. Hemen hemen folklor tanımlarının başlangıcından beri en çok kabul edilen karakteristiği-bilgi, düşünce veya sanat olarak kabul edilsin- folklorun sözlü : olarak nakledilmesidir. Bir parçanın folklor olarak nitelenebilmesi için temel ön şart, o ürünün sözlü olarak yayılma zorunluluğu ve bir kişiden bir başka kişiye yazılı hiç bir metnin yardımı olmaksızın geçmek zorunda olmasıdır. Görüntüye, müziğe veya harekete ait form göz önüne alındığında nakletme i taklit yoluyla olabilir. Bu özel nakil formunun materyale bazı ayrıcalıklı kaliteler kazandıracağı, diğer türlü onun kaybolacağı düşünülmektedir.
Sözlü gelenek ölçütü, folklor araştırmalarında materyallerin eşsizliğini savunmada son kale haline gelmiştir. Kollektif yaratmayı savunan teoriler yıkıldığında ve geçmişten günümüze canlı kalma veya yaşayan kültürel kalıntı (survivals) doktrini parçalandığında, halkbilimcilerin sımsıkı tutunabil-dikleri fikir, folklor "sözlü sanat", "kaydedilmemiş sözlü ürün" ve "sözlü olarak nakledilen edebiyat" fikri olmuştur. Folklorun bu şekilde kavramlaştırılması, hem yazılı edebiyatı olmayan toplumlarda çalışan antropologlar tarafından hem de folklom edebiyattan ayırmada onu kullanılmaya hazır, bir ayırıcı olarak gören edebiyat araştırmacıları tarafından büyük kabul görmüştür. Halkbilimciler nakletmenin bu saflığını sıkça yazılı metinler için kabul etseler de, materyallerin folklor olarak kabul edilebilmesi için, onların bir defa bile olsa, sözlü nakil vasıtalarıyla yayılmasını nihai standart olarak görürler.
Vasıta ölçütü, popülaritesine rağmen, folklorun, gerçekten ne olduğunu tarif etmemiş; bu kriterle folklor sadece dağılma ve yayılma formu hakkında bir yeterlilik kazanmıştır. Bunun da ötesinde, böyle tanımlar folklorun daha önceden kazanılmış bir çerçevesini zorla kabul ettirir. Onu tanımlamaktan daha çok, onların ne olması gerektiği hususunda kesin bazı fikirler yerleştirir. Gerçektende bu romantik anlayışı, empirik (tecrübi) anlayışla uzlaştırma girişimleri, bu sahadaki bilimsel araştırmaları geri koymuş ve onlar, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan diğer disiplinler ilerlerken, halkbiliminin hala acı içinde kıvranmasında en azından bir kısmı itibariyle gerçekten sorumludurlar.
Belli başlı halkbilimi kuramları doğrultusunda yapılmış folklor tanımlarını ve bu tanımların temellendikleri özellikleri ele alan Dan Ben Amos, bütün bu tanımlamaların sonunda folkloru tanımlayan halkbilimcilerin tamamının "nasıl" sorusuna cevap arayarak, folklor malzemesinden hareketle "nasıllıklarını" ortaya koymuş olduklarını tespit etmekte ve asıl üzerinde yoğunlaşılması gereken araştırmanın yani ele alınacak olguların "'ne olduğu" sorusunun hâlâ cevapsız durumda bırakıldığına işaret eder.
"Folklorun eşsizliğinin farkına varmak için, her şeyden önce konumuzla ilgili mevcut bakış açısını değiştirmek gereklidir. Şu ana kadar, mevcut tanımların çoğu halkbilimini bir şeylerin bir kolleksiyonu, derlenmesi gibi görmüşlerdir. Bu ürünler; ya anlatılar, melodiler, inanmalar veyahut da maddi nesneler olabilir. Bunların hepsi tamamlanmış ürünler ve formüle edilmiş fikirlerdir; onları derlemek mümkündür. Gerçekte, folklorun bu son özelliği başından beri halkbilimi araştırmalarının büyük bir kısmını oluşturmuştur. Folklor parçalarını derlemek nesneleri kendi doğal çevresinden bir metodolojik bir soyutlama, ayırma gerektirir. Şüphesiz bu yapılabilir ve çoğunlukla da bir araştırma amacı için de vazgeçilmezdir. Bununla birlikte, bu soyutlama sadece metodolojiktir ve bütünlüklerin gerçek doğasıyla (bir eşyanın veya nesnenin kendi doğal çerçevesinin sahip olduğu veya gerektirdiği yapıyla) karıştırılmamalı veya yeri değiştirilmemelidir.
Daha da önemlisi, bu soyutlanmış şeyler (parçalar) üzerine kurulmuş herhangi bir folklor tanımı yapılacak yanlışlığı bütüne yayar. Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek gereklidir. "Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç kelimenin tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir." Böylece, Dan ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel bağlamından hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel bir süreç" olduğu tespiti yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışların ötesinde bir yaklaşımdır ve yeni kuramın birincil dereceden önemli paradigmalarından birisi durumundadır.
Dan Ben-Amos ileri sürdüğü kendi kavramının daha önceki benzeşen kavramlarla olan farklılığını ise şöyle ifade etmektedir. "Şu noktaya işaret edilmelidir ki, folklorun bu şekilde bir süreç olarak kavramlaştırılması bundan daha önce folklorun süreç olarak kabul eden görüşlerden esas itibariyle farklıdır. Nakletme, ilâvelerle zenginleştirme ve metne ait çeşitliliğin dinamikleri üzerine yoğunlaşma gibi görüşler süreç ve eşyalar arasında ikiye bölünmeyi ebedileştirmiştir.
Bu görüşler objelerin zaman içinde ve toplumda yayılmaları üzerinde yoğunlaşmış ve böylece de anlatıcılarla onların hikâyeleri arasında metot ve teoriyle ilgili bir ayrılığa izin vermişlerdir. Folkloru bu şekilde görme mantıki olarak düzeltilebilir, çünkü her şeyin ötesinde yetişkin insan ve onun şarkıları, çocuk ve onun oyunları arasında bir farklılık vardır. Fakat, Malinowski' nin işlevselciliğinden, Hymes' in "konuşmanın etnografyası"na doğru geliştirilen masalların, şarkıların ve atasözlerinin arkasında yer alan durumların önemi üzerinde durmak bize sadece folklor üzerinde çalışmayı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda, kendi bağlamı içinde folkloru tarif etmeyi de sağlar. Bütün folklor formlarının gerçek hayat ortamına dair, bu çerçeve içinde süreç ve ürün arasında ikiye bölünme yoktur. Anlatma masaldır; bu sebeple de anlatıcı, hikâyesi ve dinleyicileri tek bir bütünün tamamlayıcıları gibi hepsi birbirleriyle ilişkilidir ki bu konuşma veya iletişimsel bir olaydır."
Kavramsal olarak benzeşenleriyle kendi kavramının farklılıklarını ortaya bu şekilde koyduktan sonra Dan Ben-Amos, kendi folklor kavramını "Folklor belli zamanda meydana gelen aksiyondur. O artistik (sanatsal) bir aksiyondur. O yaratıcılık ve estetik kaygıyı içine alır ve bunların her ikisi de kendiliklerinden sanat formlarında birleşmeye yüz tutarlar. Bu anlayışa göre folklor; sanatsal anlatım yoluyla oluşan karşılıklı bir sosyal etkilenmedir. Bu iletişim, konuşma ve mimikle ilgili hareketlerin diğer tarzlarından farklıdır. Bu farklılık kültüre ait gelenekler seti üzerine kuruludur, o toplumun bütün üyeleri tarafından tanınır ve ona bütün toplum bağlanır ki, bu durum folkloru iletişimin sanatsal olmayan formlarından ayırır." "şeklinde açıklayarak daha da belirgin bir hale getirir. Dan Ben-Amos, böylece daha belirgin ve kapsamlı hale getirdiği folklor kavramını geliştirirken dikkate aldığı kuramsal ve kavramsal unsurları ise şu şekilde sıralar: "Başka bir ifadeyle, folklorun tarifi, sadece onun konusu olacak parçaların gelişigüzel bir şekilde dahil edilmesi veya hariçte tutulmasına dayanan analitik bir yapı değildir; o kültürel ve sosyal bir temele sahiptir.
Folklor "hemen öyle birinin onunla ne kastettiği" değildir; o kesin bir realiteye, sanata ve konuşmaya dayalı süreçtir. Folklor ve folklor olmayan şeyler arasındaki sınırları belirleyen geleneklerin yeri. Dundes'in folklor analizi için oluşturduğu üç seviyenin bir şekilde geliştirilerek uygulanan formülü olarak, formların (folklor formlarının) metninde (text), sözeldokusunda (texture) ve bağlamında (context) yer almaktadır.
Folkloru iletişimin özel bir türü yapan metne ait noktalar; masalların ve şarkıların başlayış ve bitiş formelleri arasında yer alan aksiyonların yapısıdır. Başlayış ve bitiş formelleri, onlar arasına yerleştirilmiş anlatının ayrıcalıklı bir kategorisi olup, realiteyle karıştırılmaması gereken olaylara işaret ederler. Bununla birlikte masallar tam olarak, hayali kurgu bir eserin gerçekle ilişki kurduğu gibi konuşmanın gerçek anlamıyla ilişki kurmazlar. Folklorun konusu olan efsane tarihle ilgili, bir anlatı her ne olursa olsun formel olayların bir kronolojisinden farklı değildir. Bununla birlikte, "bir halk masalındaki gibi" deyimi ki- sanatla ilgili bir anlatmadaki aksiyonların sıralanışı gerçek olarak aynen kopya edildiğinde insanlar bu ifadeyi kullanırlar- hususi bir halk masalı yapısı şuuruna şehadet eder.
Ayrıca, atasözleri ve bilmeceler gibi diğer türler, aralarına serpildikleri veya karıştırıldıkları düzenli konuşmadan onları ayıran farklı cümle yapısı ve anlama sahiptirler. Daha da ötesi, bu sanatsal formlar iletişimin kültürel olarak tanınan bilinen kategorileridir. Bu formlar onların eşsiz karakterleriyle ilgili kültürel şuuru işaret eden, özel adlara veya onları birbirlerinden ve sosyal ilişkisinin diğer tarzlarından ayıran tanıtıcı özelliklere sahiptirler. Bu formların her birisi, onları iletişimin diğer türlerinden ayıran metinle ilgili farklı kalitelere de sahip olabilirler. Bu metne ait nitelikler, konuşmanın ritmiyle, müziğin sesiyle, melodinin eşlik etmesi veya şekille ilgili düzene ait olabilir. Bir bakıma bu durum sanat için ters yönden takip edilen bir tartışmadır. Buna göre, sadece bu niteliklere sahip bir mesaj artistik olarak kabul edilemez, çünkü o mesaj bu niteliklere sahip olsa da, onu sanat olarak kabul ettirecek farklılaştırıcı noktalar görevindeki metinle ilgili özelliklere sahip değildir. Çok sık olarak folklor formları sosyal ilişkinin ve diğer tarzlarının içine yayılıp saçıldıklarından, onları yokmuş saymak yanlışından korunmak için bu formlar metinle ilgili özel noktalara sahip olmayı gerektirir. Bundan dolayıdır ki, bir hikâye anlatımı, konuşmanın makamlı olması şeklinde bir anlatımı gerekli kılabilir ve bir atasözü söylemek tonlamada bir değişikliği ihtiva edebilir.
Son olarak, folkloru ayrı bir yere koyan bağlamsal (contextual) gelenekler var. Bu özellikler folklor hareketlerinin içinde oluştuğu, zaman, yer ve eşlik etme gibi şartlardır. "Her şeyin her türlü amacı için bir sezon ve bir zaman vardır." Anlatılar, bir pazar yerinde, taşra alışveriş yerlerinde ve sokak köşelerinde gündüzleyin veya köy meydanında, otel salonunda ve kahvehanede geceleyin anlatılabilirler. Şarkı, türkü ve müzik onların söylenip çalınabileceği başka elverişli durumlara sahiptir. Her ne kadar bu bağlamsal özellikler folkloru boş vakitlerin geçirilmesi ve kutlamalara bağlı aktiviteler şeklinde sınırlandırmak gibi diğer bazı işlevlere de sahiplerse de, aynı zamanda onlar kültürde, sanatı sanat olmayandan ayırırlar ki diğer türlü onlar zamanın, yerin ve işçiliğin kompleks bir iş bölümünden mahrum olurlar. Bir bakıma, bağlamsal özellikler, folklora, kültür içinde zamana ve mekana dair özellikleri somut olarak belirlenmiş sosyal bir tanımlama sağlarlar.
Folklorun, bu iletişimsel özellikleri, her zaman metin (text), doku (texture) ve bağlam (context) şeklindeki bu üç seviyenin hepsinde mevcut değildir. Sosyal bir ilişkinin hikâye anlatan, şarkı söyleyen, müzik yapan veya resim boyayan insanlar tarafından folklor olarak belirlenmesi, bu üç seviyenin sadece biri veya üçüne de dayanabilir. Her halükârda, o insanlar için folklor, çok iyi tanımlanmış bir kültürel kategoridir.
Artistik bir süreç olarak folklor, müziğe ait, göze hitap eden, harekete dayanan veya dramatik herhangi bir iletişim aracında bulunabilir. Teorik olarak insanlar için kendiliklerinden onların melodileri, maskeleri ve masalları arasında kavramla ilgili bağlantı yapmak zaruri değildir. Kültürel görüş, bakış açısından bunlar birbirleriyle ilişkisiz hatta aynı durumda mevcut olmayan çok iyi ayrılmış olgular olabilir. Yeterli olan, onların diğer iletişim tarzlarıyla aralarındaki ayrı ayrı ses, hareket ve görme araçlarındaki ilişkiye dayalı kalite eşitsizliklerinin kültürel olarak tanınmasıdır. Ritim faktörü insan gürültüsünü müziğe, hareket ve mimiği dansa çevirir. Böylece onlar tamamen kendi varlıklarıyla artistik iletişimdirler. Dahası, onlar toplumlar tarafından o şekilde, yani artistik iletişim olarak tanınırlar. Çünkü, bu aksiyonların izin verildikleri kültürde, kesin zaman ve yer bağlamları vardır.
Müzik ve dans ele alındığında, onları sanat olmayan iletişimden ayırmaya gerek yoktur. Onların sanat kaliteleri mevcudiyetleri için esasi ve hayatidir. Bununla birlikte, bu iletişim araçlarını folklor olarak ayırmak biraz kaçınılmazdır. Ayırıcı faktör, folklorun özel sosyal bağlamı olabilir.İletişime bağlı bir süreç olarak folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu durum folklorun özel bir bağlamıdır.
Folklorik bir hareketin olması için iki sosyal şart zaruridir: Hem gösteriyi yapanlar ve hem de seyirci aynı halde ve aynı referans grubunun parçası olmak zorundadır. Bu gösterir ki, bir iletişim olarak folklor insanların birbirleriyle yüz yüze karşılaştıkları ve birbirlerine doğrudan hitap ettikleri durumda meydana gelir. Kesin bir edebi tema veya müzik stili, aynı yerde, aynı millet içinde veya milletler arasında bilindiğinde bile, onun gerçek mevcudiyeti böyle küçük bir grup durumuna bağlıdır. Bu durumda anlatıcılar dinleyicileri bilir ve spesifik olarak onlara anlatırlar ve dinleyiciler de anlatıcıyı bilir ve onun hususi tarzdaki sunuşuna karşılık verilir. Tabii ki bu tanışıklık, sık olarak genellikle kendisine hitap edilen grubun büyüklüğü ile orantılıdır. Kendi yöresinde iyi tanınan bir hikâye veya masal anlatıcısı bilmediği insanları, bildiği kendi köyünden olan insanları eğlendirdiği kadar samimi bir şekilde eğlendirebilir. Bununla birlikte, öyle durumlarda bile, hem anlatıcı hem de dinleyici aynı referans grubuna aittir; onların her ikisi de aynı dili konuşur, benzer değerleri, inançları ve geçmişe ait bilgiyi paylaşır ve aynı kodlar sistemine ve sosyal ilişki için gerekli işaretlere sahiptir. Bir başka ifadeyle bir folklor iletişiminin böyle bir durumda mevcut olması için, küçük grup durumundaki katılımcıların aynı referans grubuna ait olması zorunludur, yani yaş veya meslek, yer, din veya etnik ilişkinin bir araya getirdiği insanlardan oluşan bir grup. Teoride ve pratikte yabancılara masallar anlatabilir. Bazen bu difiızyon (yayılma) ile izah edilir. Fakat, folklor kendi grubunun içinde meydana geldiğinde kendi tabiatını doğrular. Sonuç olarak folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal) iletişimdir. "
Dan Ben-Amos kendi tanımına kadar yapılan folklor tanımlarının en önemli anahtar terimlerinden olanları tanımına dahil etmeyişinin nedenlerini şöyle açıklamaktadır; "İki anahtar terimi: ismiyle söylemek gerekirse; gelenek ve sözlü olarak aktarmak bu tanımda yoktur. Bu dışarıda bırakmak kazara değildir.
Bir disiplin olarak halkbilimi (folkloristik) sadece gelenek üzerine odaklanırsa, bu onun kendi varoluş mantığıyla ters düşer. Halkbilimi araştırmasının başlangıçtaki kabulü, onun konu ettiği materyalin kayboluşuna bağlıydı. Bilimi de aynı yolu takip etmekten alıkoymanın imkânı yoktu. Halkbilimcinin işlevi sadece, geleneği unutulmuş yaşayan kalıntılardan kurtarma girişimi olursa, halkbilimci kendisini çok zorlayarak kaçmak istediği "antika arayıcılığı" rolüne geri döner. Bu durumda, biz sahada daha geniş ve daha dinamik araştırmaya yapmaya da, izin vermek için konunun tanımını değiştiriyoruz ki, bu halkbiliminin yararınadır.
Aynı durum, sözlü nakletme kavramı için de geçerlidir; bütün folklor metinlerinin "saflığında" (purity) ısrar etme halkbilimi için yıkıcı olabilir. Çünkü iletişimin çağdaş anlamda meydana gelişinde, bu kriterler üzerinde ısrar eden halkbilimciler gerçekte kendi bindikleri dalın kırıldığını gördüler. Bu kriterler üzerinde ısrar edenler kaçınılmaz olarak, kıyıda, köşede kalmış izole edilmiş formlar üzerinde yoğunlaşıp, kültürler, sanat araçları ve iletişim kanalları arasındaki sosyal ve edebi olarak tezahür eden karşılıklı alışverişi görmezden gelirler.
Bu bağlamda, Halkbilimi çalışmalarını "En geniş ve genel anlamda biri tarifle, insan davranışlarını ve geleneklerini çalışmaya Folkloristik denir” şeklindeki bir tanımlayışta söz konusu değişim ve dönüşümlerin ulaştığı boyutu gözlemek mümkündür.
Dostları ilə paylaş: |