Tavaf Namazı
Tavaftan sonra Harem-i Şerif’in uygun bir yerinde iki rekat tavaf namazı kılınır. Namazda, Allahu Teâlâ’ya huşu ile teslim olmak gerekir. Namazda, saygı göstermek amacıyla Allahu Teâlâ’nın huzuruna niyazla durulur. Namazda insan yönünü ve gönlünü, bilerek ve şuurla yöneldiği, huzuruna niyazla durduğu Allahu Teâlâ’ya çevirir.
Huşu ve teslimiyette, mutluluğu kazandıracak olanların en önemlisi, bilerek ve şuurla Allahu Teâlâ’ya yönelmektir. Nefis ancak, insanın bu yönelişi ve tam anlamıyla teveccühüyle dizginlenir, mutluluğu kazandıracak olan kabiliyet de bu sayede kazanılır.
Namazda, gözler Kâbe’ye yönelmişken Allahu Teâlâ’nın azameti ve beşeriyetin hiçliği tefekkür edilir.
Namazda insan, bütün benliğiyle kendisini huzurda bulacaktır. Kıyamda dururken, yani ayakta iken Allahu Teâlâ’ya olan saygı gösterilecektir. Gözler karşıya, Kâbe’ye bakacak, siyah örtüye takılıp kalmayacak; daha ileriyi, sonsuzluğu, yücelikleri ve gerçekleri görmeye çalışacaktır.
Kalp, başka şeyle değil, sadece dilin telaffuz ettiği ile değil, ilâhî emir ve mesajla içiçe olacaktır.
Bu durumda kul kendi zayıflığını ve mahlukatın âcizliğini görecektir. Böylece, Allahu Teâlâ’ya iltica ve tevekkül edecektir.
Allahu Teâlâ’nın azametini, yani eşsiz büyüklük ve yüceliğini gereği gibi düşünen bir insan, tarifi imkânsız hayretler ve haşyetler içinde kalır. Yani insan bir çeşit hayret, korku, dehşet, coşkunluk ve heyecan içinde olur.
İşte böyle bir düşünce ve huşu ortamında, bütün engellerden kurtulmuş, bütün maziyi ve maddeyi unutmuş olduğu halde kıldığı iki rekat namaz sonunda, ilâhî rahmetin tecellisi ve nasip ettiği nimetler karşısında Allahu Teâlâ’ya hamd ve şükredilecektir.
Tavaftan Sonra Dua
Tavaf namazından sonra dua edilir. İsteyenler dua kitabında yer alan tavaf namazı duasını okuyabilirler. Herkesin kendi içinden geldiği gibi dua etmesi daha güzeldir.
Dua, huzura açılan bir kapı olduğundan, her hâlükârda Allahu Teâlâ’nın huzurunda olma duygusunu verir.
Dua ile, ihtiyaçlar ve bağışlanma, âlemlerin Rabbine arz edildiğinden, nefis de kaynağa yönelir.
Dua ile, Allahu Teâlâ’nın yüceliği karşısında kul aczini itiraf eder, sevgi ve tâzim duyguları içinde lütuf ve yardımını diler.
Allahu Teâlâ kuluna cevap vermek, affetmek ve bağışlamak için onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemektedir: “Ben yakınım; biri benden bir şey istediğinde onun duasına karşılık veririm” (Bakara 186) buyrulmuştur.
Bir hadîs-i kudsîde, kulun rabbine gösterdiği ilgi ve sevginin fazlasıyla karşılığını bulacağı anlatılmştır (Müslim, “Tevbe”, 1; Tirmizî, “Da’vât”, 132).
Allahu Teâlâ’yı anan kimsenin günahlarının deniz köpükleri kadar çok olsa bile yine affedileceği bildirilmiştir (Buhârî, “Da’vet”, 65; Ebû Dâvûd, “Salât”, 359).
Duasının kabul gördüğünü ve bağışlandığını anlayan mümin gözyaşlarını tutamayacaktır.
Mümin her zaman ne yaptığını bilmeli ve hayatına her an yön vermelidir. Allahü Teâlâ’nın nasip ettiği nimetlerin ve bilhassa Kâbe’ye kavuşmanın farkına vararak, ulaştığı mutluluğunun, bu şuurlu hareketinde olduğunu kavramalıdır. Bütün “el-hamdü l’illâhi …” dediği anlarda Allahü Teâlâ’ya biraz daha yaklaştığını ve Allahü Teâlâ’nın kendisine olan nimetini artırdığını hissetmelidir.
Allahu Teâlâ’ya olan sevgi ve iştiyak ile Kâbe’nin örtüsüne yapışmak, Mültezem’e sarılmak, bereket umarak Hacer’ül-Esved’e el sürmenin anlamı büyüktür. Hakkında kötülük ettiği kimsenin elbisesine yapışıp yalvaran kişi gibi; işlediği suçtan dolayı bağışlanmasını niyaz eden kimse de Allahu Teâlâ’dan başka sığınacak bir yeri ve kimsesi olmadığını, ancak bağışlandığı takdirde eteğini bırakacağını gösteren bir günahkâr gibi; Kâbe’de de mağfiret ve kurtuluş talebinde ısrar etmekte, Allahu Teâlâ’ya yakınlık isteği vardır.
İnsanın kendisine gelmesinin zamanı yoktur. İnsan eski günahlarına tevbe ettikten, nefsinin arzularını susturduktan, kötü fiillerinden dolayı pişman ve nâdim olduktan sonra, artık Allahü Teâlâ’ya olan hamd ve şükrünü artırmalıdır.
Ve tavaf namazının duasıyla ruh tedirginliklerini bırakır. Bundan sonra, biraz daha sakinleşmek için Zemzem içilir.
Kâbe’yı Seyretme
Kâbe’yi seyretme de, Beytullah’ın azametini kalbe yerleştirmek ve Beyt’in Rabbini müşahade etmek demektir.
Kâbe’nin etrafında mü’min olmanın zevki yaşanır. Bu zevki bir başka yerde, bu kadar canlı ve bu kadar coşkulu bir şekilde yaşamak çok zordur. Çünkü, Kâbe’nin yüzü kendisine öylesine tanıdık, kokusu öylesine bildik, sıcaklığı öylesine kuşatıcı gelir ki mü’min için, başka hiçbir sevgi bu denli çekici olamaz.
Hacı orada sürekli Kâbe’ye bakar, onu seyreder, onun yüceliğini temaşa eder.
Kâbe’nin etrafında döne döne tavaf etmek, Kâbe’ye doya doya bir cephesinden bakmak, manevi esrara muttali olmak, âdeta bunlar arzın her zemininin ilgi alanımız olduğunu ve dünya üzerinde olup bitenleri takip etmemiz gerektiğini de anlatıyor gibidir.
Mültezem
Mültezem, Hacer’ül-Esved ile Kâbe kapısı arasında kalan kısımdır. Bazı hacıların gözyaşları içerisinde yapışıp inleyerek dua ettikleri yerdir.
(Hacer’ül-Esved’i öpüp) Kâbe’nin örtüsüne ve Mültezem’e yapışırken; “Allah’ım! Bir daha emrinden çıkmamak üzere biat ediyorum, ahdime vefa göstereceğime söz veriyorum.” diye niyazda bulunulur.
İster Kâbe’nin kapısına veya eşiğine, isterse Kâbe’nin duvarlarına veya örtüsüne sarılarak ağlasın, hacının ağlaması, en içten duygularla Mevlâ’ya yakarması, yaramazlık yapıp da annesine kendisini affettirmek için göz yaşları döken çocuğun durumuna benzer. Annenin çocuğunu bağışlaması gibi Allahu Teâlâ, Kâbe’sinin etekleri etrafında defalarca tavaf eden, evinin perdelerine sarılmış ve bütün benliğiyle “Hatalarıma rağmen başka bir yere değil, senin kapına geldim! Benim günahım çok, ama senin merhametin daha çok! Beni affetmeden buradan ayrılmam, ya Rabbi!” diye niyaz eder de Rahman ve Rahim olan, O ev sahibi affetmez mi?
İşte bu duygu ve düşüncelerle hacı Kâbe’de kendisini affettirmek için içtenlikle yalvarır, yakarır, göz yaşları döker. Şüphesiz böylesi içten bir yöneliş, Yüce Allah tarafından karşılık görecektir.
* * *
MÜLTEZEM DUASI
“Allah’ım! Ev senin evin, kul senin kulun ve senin kullarının çocuğudur. Emrime verdiğin vasıtalarla beni ülkelerinde dolaştırıp gezdirdin ve nimetine eriştirdin, hac ibadetini yerine getirmemde bana yardım ettin.
Eğer benden razı olduysan rızanı artır, onu eksik etme, esirgeme. Eğer razı olmadıysan nerede ise evim hâline gelen ve ruhumda yer eden evinden uzaklaşmadan bana ihsanda bulun. Eğer izin verirsen artık ayrılma zamanım geldi. Senden ve evinden asla vazgeçmiyor, yüz çevirmiyorum.
Allah’ım! Bedenime sağlık ve âfiyet ihsan et, dinim konusunda beni kötülüklerden koru. Dönüşümü hayırlı kıl, ölünceye kadar beni tâat ve ibadetinden ayırma, dünya ve âhretin iyiliklerini nasip eyle. Sen her şeye kadirsin!”7
Makâm-ı İbrahim
Makâm-ı İbrahim kafesi arkasında yapılan dualar makbuldür.
Kâbe’nin haremindeki İbrâhim’in makamı namaz yeri kılınmıştır (Bakara, 125).
Makâm-ı İbrahim’in arkasında Resûlullah (s.a.s.) namaz kılıp dua buyurmuşlardır. Duaların makbul olduğu makamlardan birisi de burasıdır.8
Mekke fethinden önce Kâbe’ye bitişik duran Makam-ı İbrahim, Resûlullah tarafından şimdi bulunduğu yere konmuştur. Kâbe’nin doğu tarafında ve kapı hizasında bulunan ve Hz. İbrahim’in üzerine basarak yükseldiği, insanları hacca davet ettiği taş, cam bir kafes içinde saklanmaktadır. Hacı bu olayları düşünerek tarihten dersler almalıdır.
Hacı, burada kılacağı namaz öncesinde veya sonrasında, Allahu Teâlâ’nın nazargâhı olan kendi gönül evini yeniden inşa ederken hangi sağlam temellere basması gerektiğini düşünmelidir.
Âyet-i kerimede, “İbrahim ne yahudi ve ne nasrânî idi. Fakat o, dosdoğru bir müslümandı.” (Âl-i İmrân, 67) buyurulmaktadır.
Hz. İbrahim (a.s.), insanlık tarihinde puta tapıcılığı reddeden ve bu dünyada tevhidi yerleştiren büyük önderdi. Cehalete ve zulme karşı savaştı, ümit ve şevkin kaynağı oldu. Hz. İbrahim gibi davrananlar için Allahu Teâlâ, Nemrud gibi davrananların ateşinden bir gül bahçesi yapacaktır. Bu yolda mücadele veren yanmayacak ve küllerin altında kalmayacaktır.
Makâm-ı İbrahim’de, Hz. İbrahim’in halkını kurtarmak için mücadele verdiği gibi, cehalet karanlığında ömür tüketenlerin, tembel ve yararsız hayat sürenlerin derin uykularından uyanmaları için dua ve niyazda bulunulmalıdır.
Zemzem
Tavafın bitmesiyle kul, Allahü Teâlâ’ya biraz daha yaklaştığını, günahlarından arınma duygusunun arttığını ve nefsinin arzularını susturduğunu hisseder. Böylece Allahü Teâlâ’nın kendisine olan nimetini artırdığı inancıyla hamd ve şükrederek Zemzem’in yolunu tutar.
Nice zorlukların kolaylaştırılmasıyla Kâbe’yi ziyaret ve tavafın nasip olması üzerine, gönülde ve kalpte tahayyül edilemeyen bir huzur, bir mutluluk oluşmuştur. Bu feyizle yükselen hararetin söndürülmesi için Zemzem içilirken, "Allah’ım! Senden yararlı ilim, bol rızık ve her türlü dert için şifâ istiyorum. Kalbimi onunla yıka, hikmetinden doldur" (el-Muğnî, c. 3, s. 471) diye dua edilir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz zemzem hakkında şöyle buyurmuştur:
"Zemzem suyu hangi niyet için içilirse o niyet içindir, onun yerine geçer" (İbn Mâce, Menâsik, 78);
“Yeryüzünün en hayırlı suyu Zemzem’dir. Çünkü onda tadın tadı, hastanın şifâsı vardır.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr) buyurarak bu suyun önemini ortaya koymuştur. Bu itibarla zemzem içerken dilek ve niyeti belirterek içmek uygundur.
Başka bir hadiste Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, “Zemzem, içip de kanmayan münafıklarla bizim aramızda delildir” (İbni Mâce; el-Muğnî, c. 3, s. 471).
Serveri Enbiyâ Efendimiz (s.a.s.) hicretten sonra Mekke’den ayrılırken yanında mutlaka zemzem suyu taşırdı.
Zemzem, Hz. Hacer ile oğlu İsmail’e Allahu Teâlâ’nın bir ikrâmıdır. Hz. İbrahim’in Allahu Teâlâ’ya içten yakarışının ve duasının meyvesidir. Zemzem suyu çıktığı günden bu yana insanlığın hizmetindedir. Nice dertlere deva, nice hastalıklara şifâ olmuştur.9
Zemzem’in ortaya çıkışı şöyle olmuştur: Hz. İbrahim, Allahu Teâlâ’nın emriyle eşi Hacer ve süt emmekte olan oğlu İsmail’i “Safâ” tepesinin eteğinde bulunan büyük bir ağacın altına yerleştirmişti. O dönemde Kâbe yapılmamış ve Mekke şehri kurulmamıştı. Etrafta ne bir insan, ne su, ne de bir hayat belirtisi vardı. Bu şartlar altında yaşamaya devam eden Hacer, nihâyet su ve yiyeceği bitince çaresiz kalmış, bir can yoldaşı görebilmek ve birkaç yudum su bulabilmek umuduyla önce "Safâ”, sonra da "Merve” tepesine çıkmış ve bunu yedi defa tekrarlamış. Daha sonra çocuğuru bıraktığı taraftan bir ses duymuş ve orada Cebrâil tarafından Zemzem suyunun çıkarılmış olduğunu görmüştü.
Hacı, Zemzem suyu ile midesini temizler, şüpheli rızık girmeyecek hâle gelinceye kadar arındırır. Nefsini, açgözlülüğünü doyuracak kadar içer. Tamahkâr nefsi susuncaya, vicdanı takva kararını duyuncaya, ruhu onunla doyuncaya kadar içer. Böylece hacı, hacdan sonra midesini ifsad etmemek, kazancını haramlarla kirletmemek, çocuklarını haksız hazançla besletmemek için Zemzem içer.
Zemzem içildikten sonra Hacer’ül-Esved tekrar istilâm edilerek sa’y yapmak üzere Safâ tepesine doğru gidilir.
Hatîm (Altın Oluğun Altı)
Altın oluğun alt kısmında yarım ay şeklinde olan yere Hıcr-i İsmail veya Hatîm de denir. Burası da Kâbe’dendir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in, “Beytullah’a girmek istiyorsan Hıcır’da namaz kıl! Gerçek şu ki, o, Beytullah’dan bir bölümdür. …” (Tirmizî, 48-877) buyurmasının, Hatîm’de (Hıcr-i İsmail’de) oturup samimiyetle dua edenin duasının reddedilmeyeceğine bir işaret olduğunu düşünüyoruz.
-
SAFÂ İLE MERVE ARASINDA SA’Y
"Sa’y" kelimesi; koşmak, hızlı yürümek anlamına gelmektedir ve bir arayıştır.10
Hac ve umrede "Safâ" tepesinden başlayarak "Merve" ye dört gidiş, Merve’den Safâ’ya üç dönüş olmak üzere, bu iki tepe arasındaki gidiş-gelişe Sa’y denir. Sa’y yapmak vaciptir.
Kur’ân-ı Kerim, Safâ ile Merve’yi, “Şeâirillah”, yani “Allahu Teâlâ’nın sembolleri” olarak kabul etmiştir.
Dünyada “insan için çalıştığından başkası yoktur” (Necm, 14). Yani insan, sa’yinin semeresini alır. İnsana düşen sa’y olmakla birlikte sa’y, hiçbir insanî başarının son sebebi değildir. Bu çalışma ve gayret, arzu edilen netice adına insanın yerine getirmesi gereken bir vazife, Allahu Teâlâ’nın istenen neticeyi, yaratması için bir bahane ve bir istektir, sadece.
SA’YİN YAPILIŞI
Sa’y yapacak kişiler, Hacer’ül-Esved’i istilâm ederek Safâ tepesine çıkarlar.
"Allah’ım! Senin rızan için umre sa’yini yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle." diye niyet edildikten sonra Kâbe’ye dönülerek tekbir, tehlil, salavât okunur ve içtenlikle dua edilir. Sonra Merve tepesine doğru yürünür.
Sa’y esnasında herkes içinden geldiği şekilde dua eder. İsteyenler dua kitabındaki sa’y dualarını okuyabilirler. Mes’â’nın Safâ yakınında (yeşil ışıklarla işaretlenen direklerin arasında), erkekler koşar adımlarla canlı ve hızlı yürürler. Bu gidişe "hervele" denir.11 Burada (yeşil direkler arasında) her gidiş ve gelişte: "Rabbim! Günahlarımızı bağışla. Bize merhamet et. Bize ikram et. Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün kusurlarımızı biliyorsun, bunları affet. Çünkü Sen mutlak güç, kerem ve ihsan sahibi olansın." diye dua edilmesi güzel olur.
Merve’ye varınca bir şavt tamamlanmış olur. Burada da yine Kâbe’ye yönelerek tekbir, tehlil ve salavât-ı şerîfe getirilip dua edilir. Sonra Merve’den Safâ’ya doğru yürünür. Safâ’ya varınca ikinci şavt tamamlanmış olur. Diğer şavtlar da aynı şekilde yapılır. Yedinci şavt tamamlandıktan sonra Merve’de Kâbe’ye karşı dönülerek dua edilir. Önce eller kaldırılıp Allahu Teâlâ’ya hamdedilir, tekbir ve tehlilde bulunulur, Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) salâtüselâm getirilir ve istendiği şekilde dua edilir. Duanın en güzeli, içe doğan duaların yapılmasıdır.
Bundan sonra tıraş olup ihramdan çıkılır.
SA’YİN ÖNEMİ
Hacda yapılmakta olan sa’y, Hz. Hacer validemizin oğlu Hz. İsmail için su ararken bu iki tepe arasında koşması hâdisesine dayanır. Hacer validemiz yapayalnız, yorgun, fakat oradan oraya su arayarak koşarken ümitli ve kararlıdır. Hacer validemizin çabaları boşuna olur ve oğlunun yanına döner. Bir de ne görsün, yorgun ve susuz bırakılan çocuğun ayaklarının altından sular kaynıyor.
TIRAŞ OLUP İHRAMDAN ÇIKMA
İhramdan, ancak saçlar tıraş (halk ve taksir) edilmek suretiyle çıkılır. Erkekler saçlarını dipten tıraş eder (halk) veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarının ucundan bir miktar keserler. Tıraş olduktan sonra umre ihramından çıkılmış olur. Hac için tekrar ihrama girinceye kadar, bütün ihram yasakları kalkar.12
Allahu Teâlâ, ﷲ ﺓﺮﻤﻌﻠﺍﻮ ﺞﺣﻠﺍ ﺍﻮﻤﺘﺃﻮ “Haccı ve umreyi de Allah için eksiksiz yerine getirin; engellenirseniz kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban mahalline ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. … ” (Bakara, 196) buyuruyor.
Bu âyet-i kerîme, “Hac ve umreden birine ya da ikisine başladınız mı tamamlayın, noksan bırakmayın veyahut tam olarak yapın, ne evvelinden ve ne de sonundan hiçbir noksan bırakmayın. Nâfile olarak başlanmış olsalar da haccı ve umreyi tamamlayın. Eğer ihsarlı, cezalı duruma düşerseniz ihramdan çıkmadan kurbanınızı haram bölgesinde kesiniz.” anlamındadır.
* * *
Temettu haccına niyet etmiş olanlar böylece umrelerini bitirip ihramdan çıktıktan sonra, geçecek günlerini mümkün mertebe iyi değerlendirmelidirler. Beş vakit namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya ve fırsat buldukça bol bol tavaf yapmaya özen göstermelidirler.
Peygamber Efendimizin’in (s.a.s.); “Allah, bir gün ve bir gecede bu Beyt üzerine yüz yirmi rahmet indrir. Altmışı bu Beyt’i tavaf edenler, kırkı da bu Beyt’te namaz kılanlar, yirmisi de bu Beyt’e bakanlar içindir.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr) buyuruğu hatırlanmalıdır.
Tavaf ve namazın dışında Mescid-i Haram’da Kur’ân-ı Kerim tilâveti, dua, zikir ve tesbihatla meşgul olunmalıdır. Hac için ihrama girinceye kadar böylece ibadetlere devam edilir. Zamanı gelince hac için ihrama girilip vakfe için Arafat'a çıkılır.
TÖVBE VE DUA
Sarı Nuri veda tavafından henüz dönmemişti. Kâbe’den son gelenler Sarı Nuri’nin “Makâm-ı İbrahim’de dua ettiği” haberini getirdiler. Gönderilen görevliler de, “Sarı Nuri, hâlâ ağlıyarak dua ediyor.” haberiyle geri geldiler.
Dört otobüs yolcusu, şoför Sarı Nuri ve yardımcısını bekliyordu. Tedirgin yolculara, “Sakın ha! Kimse Sarı Nuri’ye ‘Neredeydin? Seni beklemekten bıktık!’ demeyecek!” talimatı ulaştırıldı.
Neyse ki, yarım saat sonra Sarı Nuri ve arkadaşı geldi. Medine yoluna revan olunduğunda kimseden, bir tek kötü söz çıkmadığı gibi, durumu anlayışla karşılandı. Çünkü Sarı Nuri’yi tavafta gören olmamış, ancak veda tavafını yaptığını duymuşlardı. Bunun için onun gecikmesi, duası ve bu ibadeti de çok görülmemişti.
Hayli yol alındıktan ve Hayber geçildikten sonra yardımcı şoföre soruldu: “Sarı Nuri’yi niçin, kaldırıp getirmedin?”
Şoför, mesleğine uygun bir ağızla: “O kadar çok tedirgin ol-dum ki âbi, ‘160 kişi bizi bekliyor, kalk gidelim dedim,’ duymadı bile. Kolunu tutup çektim, iteledim ‘Sen misin, ne yapıyorsun?’ demedi. Ne yapayım ki, bekledim âbi. Elini kaldırmış dua ediyor, sürekli ağlıyor, hayatını anlatıyordu. … Ne olacak sanki, geri dönünce tövbesini yine de bozacak!” diyordu. (Umre Yolu, 1985).
Sarı Nuri’nin geleceği ne oldu, bilmiyoruz ama, o an töv-besinin kabul ve duasının makbul olduğunu ümit ediyoruz. (N. S.)
II. BÖLÜM
HACC-I EKBER
Arafat’tan Bir Görünüş (Cebel-i Rahme)
Hac için gerekli şartları taşıyan bir müslümanın ömründe bir defa haccetmesi Allahu Teâlâ’nın kesin emridir.
Bu daveti ve ziyareti, Allahu Teâlâ bizlere;
ﻼﻴﺑﺳ ﻪﻴﻠﺇ ﻉﺎﻃﺘﺳﺍ ﻦﻤ ﺖﻴﺑﻠﺍ ﺞﺣ ﺲﺎﻧﻠﺍ ﻰﻠﻋ ﷲﻮ
“… Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kâbe-i Muazzama’yı) hac etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Âli İmrân, 97);
“Ya (İbrahim) insanları hacca çağır. … Tâ ki kendi menfaatlerine şâhit olsunlar. … Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Kâbe’yi tavâf etsinler.” (Hac, 27-29) diye emir buyurmuştur.
Hac esnasında günlük giysilerinden soyunup, ihram örtülerine bürünen müslümanlar, her türlü gösteriş ve alâyişten uzaklaşmayı, ziynet ve servetle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölümü ve ötesini hatırlamayı fiilen yaşayıp öğrenmelerinin yanında, kötü arzu ve alışkanlıklarından da sıyrılıp, tertemiz yeni bir yaşayışa başlama iradesini de sergilerler. Hiçbir ırk, cinsiyet ve sosyal statü ayrımı yapılmaz.
İslâm’ın hükümlerine göre, müslümanlar bir beden, bir bina gibidir. İhramlı için konulan yasaklar, hiç kimseye zarar vermeme, bütün yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabır, kısaca kişiye düzenli ve disiplinli yaşama melekesi kazandırır.
Böylece hac farîzasını edâ eden müslümanlar, Allahu Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazandıkları gibi çevresindekilere faydalı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olurlar
Hac, günahlara kefârettir. Allahu Teâlâ’nın rızası için hacceden kimsenin günahları bağışlanır. Eğer, günahlardan arınmış, temizlenmiş olarak ebediyete intikal edilmek isteniyorsa, hacca gidilerek günahlardan arınmış olunabilir.
Allahu Teâlâ tarafından;
“Her kim o aylarda haccı kendisine farz kılmışsa, artık refes (cima) günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Ne hayır yaparsanız onu Allah bilir” (Bakara, 197) buyurularak hac es-nasında yapılan amellerin Allahu Teâlâ tarafından değerlendirileceği belirtilmiştir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz de;
ﻪﻤﺃ ﻪﺘﺪﻠﻮ ﻡﻮﻴﻜ ﻊﺟﺮ ﻕﺳﻓﻴ ﻡﻠ ﻮ ﺚﻓﺮﻴ ﻡﻠﻓ ﺞﺣ ﻦﻤ “Kim Allah için hacceder de (bu esnada, Allah’ın rızâsına uyma-yan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı müstesna) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhârî, “Hac”, 4; Müslim, “Hac”, 438) buyurmuştur.
Hac, ihlâslı bir şekilde eda edildiği zaman, müslümanı günahlarından arındırır, onun Cenâb-ı Allah (c.c.) katındaki derecesini yükseltir ve kişiyi ahlâken olgunlaştırır.
Hacda dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken her ibadetin ve şeklin bir anlamı, mümini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Hac ibadeti esnasında bu anlam ve bilinci yakalayabilen, haccın hikmetlerine nüfuz edebilen müminler, eski hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler. Hac onların hayatında kalıcı etkilere sahip bir dönüm noktası olur.
Hacdan asıl maksat, Cenâb-ı Hakk’ın emrini tutmak ve bu vesile ile de O’nun rızasını kazanmaktır. Hac bu yönüyle, Allahu Teâlâ’ya yalvarış ve bir af dileme yarışıdır. Sonunda Arafat’taki heyecan, Müzdelife’deki sükûnet, Mina’daki celâl gönüllerin coşkusu olur ve tavaftaki huzur, sa’ydaki neşe insana sürur verir, hayatın tadına ulaştırır.
Arafat’a çıkmadan önce ilk yapılacak iş ihrama girmektir. Hac ibadetinde ihram, namaza nisbetle abdest almak gibidir.
1. ARAFAT
Arafat kelime mânası itibarıyla bilme, tanıma, anlama ve içinde eda edilen vazife itibariyle de dua demektir.13
HAC İÇİN İHRAMA GİRİŞ
Temettu haccına niyet edip de umresini yapmış ve böylece Mekke’de kalmakta olan hacı adayları uygulamada, hac için ihrama genellikle Zilhicce’nin sekizinci (terviye) günü girmektedirler.
Buna göre Zilhicce’nin sekizinci gününe gelindiğinde Mekke’de, umre ihramında belirtildiği şekilde ön hazırlıklar yapılır. Kerahat vakti değilse, iki rekat ihram namazı kılınır. Sonra: "Allah’ım! Senin rızan için hac yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle." diyerek niyet edilir. Arkasından telbiye getirilerek hac için ihrama girilir. Böylece tekrar ihram yasakları başlamış olur.
Hac esnasında çeşitli münasebetlerle yapılan dualar, sadece Allahu Teâlâ’ya teslim olmanın ve bunu söz ve davranışlarla yaşamanın özlü bir ifadesidir.
Özellikle telbiye çok anlamlıdır:
"Allah’ım! (Beni çağırdın) davetine icabet ediyorum, emrine boyun eğiyorum. Bütün varlığımla sana teslim oldum, Senin hiçbir (eşin, benzerin) ortağın yoktur, tekrar tekrar davetine icabet ediyorum. Şüphesiz hamd sana mahsustur, nimet senindir, mülk de senin... Senin hiçbir (eşin, benzerin) ortağın yoktur (Allah’ım!)."
Yani: Ey Allah’ım! Senin davetine icabet ediyorum. İnâyetinle buraya geldim. Ey benim Yaradanım! Senin her emrini ifâya hazır olduğumu tekrarlarım. Senin asla şerîkin yoktur. Senin emirlerine boyun eğip teslim oldum. Muhakkak sonsuz hamdüsenâ sana mahsustur. Senin şerîkin yoktur. Benim ibadetim tâatım, ancak sanadır. Ey Allah’ım gazabından ve azabından korkuyor, şevkatine sığınıyorum. İbadetlerimi kabul buyur ve büyük ücretler ihsan eyle, tövbemi kabul ve yalvarmama merhamet buyur. Duâmı kabul ve dileğimi ihsan buyur.
Bu şekilde ihrama girildikten sonra kafile ile birlikte Arafat’a hareket edilir. Arafat’ın heyecanı bir başkadır, yanık gönüllerde.14
MİNA VE TERVİYE (TEFEKKÜR) GECESİ
…………………………………………
……………………………………………..
ARAFAT’A ÇIKIŞ
Arefe günü Arafat’ta geçilir.15
Arafat, oldukça geniş bir ova… Bütün insanlığı toplanmaya, ellerini semaya kaldırmaya, Azîz ve Rahîm olan Allahu Teâlâ’dan af istemeye çağıran, her rengiyle, her çizgisiyle bu mânadan haber veren bir meydan… Mahşer meydanının bir benzeri…
Bu mübarek günde buraya bir insan seli dalga dalga akın eder. Herkes kefenlere bürünmüş, ayaklar yalın, başlar açık, ne ağa belli ne paşa, ne zengin tanınır ne fakir, evet orası âdeta mahşer. Zaten bu manzara haşre benzetilerek Allahu Teâlâ’dan yardım dilenir. Her zaman ve her yerde kullarına, ancak O’ndan fayda geleceğinin şuuruyla hareket edilir. Bu ulvî manzara karşısında kalplerin yumuşadığı, ağlamak bilmeyen gözlerin bile yaş döktüğü günde, daha da yalvarıp yakararak duada bulunulması ayrı bir anlam ifade eder.
İsrâfil’in, işte bu meydanda sûru çalınmış da kabirlerinden fırlamış gibi, milyonlarca kefenli! (İman ve İslâm Atlası, N. Fazıl, s. 153-154).
“Sonra, insanların çıktığı yerden çıkınız ve Allah’tan bağışlanmanızı dileyiniz. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir” (Bakara, 199).
Râzî, Arafat’a çıkışla ilgili, bu âyeti, “Sizin sel gibi akışınız, Arafat’ta vakfe yapan insanların sel gibi aktığı yerden olsun” şeklinde tefsir eder (F. er-Râzî, a.g.e., c. 4, s. 523).
Hacı adayları bir süre istirahat ettikten sonra bütün varlığı ile Allahu Teâlâ’ya yönelip dua eder, telbiye, tekbir ve tehlil getirir, Kur’an okur, namaz kılar, günahlarına tevbe ederek göz yaşı döker, zikir ve tesbihle meşgul olurlar. Zeval, yani öğle vaktine kadar böylece ibadet etmeye devam ederler.
Arafat dirilişi, mahşeri, ölmeden önce ölmeyi, hesaba çekilmeden önce muhasebe yapmayı bilmektir. Arafat’ı idrak eden, kavrayan marifeti bulur. Arafat’ta kendini ve Rabbini tanıyanlar da, mükâfat olarak Allahu Teâlâ tarafından tanınacaktır.
Arafat, bütün müslümanların derdine derman bulabilmek, Allahu Teâlâ’nın rahmetine nail olabilmek, günahlarından sıyrılıp gözyaşlarıyla dolabilmek, cehaletten kurtulup Allahu Teâlâ’nın sıfatlarını, emir ve nehiylerini daha derinden bilebilmek için bir irfan mektebidir.
Dostları ilə paylaş: |