Hicaz 2 Besmele hac kulun Melâ’ya Yolculuğu



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə7/9
tarix18.01.2018
ölçüsü0,61 Mb.
#38701
1   2   3   4   5   6   7   8   9

6- MEKKE’DEN AYRILMA
Veda tavafı; günahlardan arınmış olarak, ailesine, çevresine, toplumuna, milletine hizmet aşkıyla memleketine dönüşün hazırlığıdır. Ka’beden ayrılış hüznüyle, dönüş ve hizmet sevincinin birlikte yaşanmasıdır.

VEDA TAVAFI
Hacca uzaklardan yani Mîkat sınırları dışından gelmiş olanların (âfâkîlerin) Mekke’den ayrılmadan "Veda Tavafı" yapmaları vaciptir. Bu, hacıların hacla ilgili olarak yapacakları son görevdir (nüsüktür). Buna "Sader Tavafı" da denir.24

Veda tavafı, "Allah’ım! Senin rızan için veda tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle" diye niyet edilerek tıpkı diğer tavaflar gibi yapılır.

Ziyaret tavafından sonra herhangi bir nâfile tavaf yapılıp veda tavafı yapılmadan Mekke’den ayrılma durumunda kalınmışsa, yapılan bu nâfile tavaf, veda tavafı sayılır.

Mekke’de bir süre kalan hacılar zaman zaman tavaf yaparlar. Hanefîler’e göre ziyaret tavafından sonra yapılacak her tavaf veda tavafı yerine geçerse de son tavafın ardından Mekke’de uzun süre kalındığı takdirde ayrılmadan önce tekrar tavaf yapılması müstehaptır. Diğer mezheplere göre ise vedâ tavafı Mekke’den ayrılış sırasında yapılır.


Tavafın arkasından, tavaf namazı da kılındıktan sonra çokça dua edilir, af ve mağfiret dilenir. Hacı, Kâbe’nin etrafında, son yakarışlarını yapar. İsteyen dua kitabındaki “veda tavafından sonra okunacak duayı” okuyabilir.

HÜZÜNLÜ AYRILIŞ
Veda tavafı, Kâbe’ye veda ediştir. Bu tekrar kavuşmak üzere gözyaşlarıyla ayrılıştır. Bu ayrılıkta hüzünlenir hacı. Allahu Teâlâ’nın evinden ayrılası gelmez. Annesinden zorla alınan bir çocuk gibi boynu bükük, gözü yaşlı, hüzünlü bir şekilde çaresiz veda eder.

Her vedada hüzün vardır. Özellikle kişinin sevdiğine veda etmesi çok zordur. Hacı, günlerdir gözüyle gördüğü Kâbe’yi, bundan sonraki hayatında gönlüyle görmek, hac esnasında edindiği tecrübeyi gönül bağıyla sürdürmek üzere veda eder.

Nihâyet ayrılığın üzüntüsü içinde göz yaşlarıyla Kâbe’ye ve Mescid-i Harâm’a veda edilir.

Kâbe’ye yakın olmak güzel olmakla beraber, kalben Kâbe’ye yakın olmak önemli. Kâbe’yi gönlünde taşımak önemli. Bu durumda gama, kedere, üzüntüye gerek yoktur.

Kâbe’den ayrılığın, başlayacak hasretin hüzün dalgaları onu can evinden vuracak ve gözyaşları içinde boğulmamak için kendini zor tutacaktır.
Kâbe’den ayrılırken hacının kalbinde, böyle bir mekanda bulunduğu ve hac görevini ifa nasip olduğu için sonsuz bir şükür duygusu ve hoşnutluk vardır. Bununla beraber yapamadıklarının ve ulaşamadıklarının ızdırabıyla ayrılma da hacıya hayli hüzün verir.
SONUÇ
Hac tecrübesi; müslümanlarda ömür boyu silinmez, sonraki yaşamında istikametini kaybetmemesine hizmet eder. Hac farizasını eda eden müslümanlar, Allahu Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazandıkları gibi çevresindekilere faydalı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olurlar.

Hac, müminin hayatında âdeta bir dönüm noktası oluşturur. Allah’a el açıp yalvaran ve günahlarından sıyrılan bir müslüman, duyduğu haz sonucu bir daha, kolay kolay eski işlediği günahlara dönmek istemez.

Hac süresince her hareket yapılan niyete bağlıdır. Ancak, hatırdan geçirilen niyetin anlamı, mahiyeti bilinmelidir. Bir kişi secdenin anlamını kavramadıkça, sadece alnını yere koymuş olur. Haccın özünü anlamayan kimse hediye dolu bir valiz ve boş bir zihinle ülkesine döner.

Allah’a el açıp yalvaran ve günahlarından sıyrılan bir müslüman, duyduğu haz sonucu bir daha, kolay kolay eski işlediği günahlara dönmek istemez.


Allahu Teâlâ insanın yaptıklarını ve yapacaklarını çok iyi bilir. Allahu Teâlâ ile insan arasındaki mesafe fazla değildir: “Allah sana şah damarından daha yakındır.” (Kaf, 16). Ancak bu yakın mesafe çok, pek çok uzaktır; bu mesafenin aşılması, kolay sanılmamalı. İşte burada, başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere rehberlere ihtiyaç vardır!..

İnsanlardan öyleleri de vardır ki, ‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!’ derler” (Bakara, 201). Ancak, en mükemmel duanın gereğine uygun olarak Kur’ân-ı Kerîm’in rehberliği okunarak anlaşılabiliyor mu? Bununla beraber âyetlerin muhtevasının tefekkür edilmesi ve bilinmesi mümkün olabiliyor mu?

Allahu Teâlâ, “Onlar, bu Kur’ân’ı hiç düşünmezler mi?” (Mü’min, 68) buyruğuyla konunun önemine işaret etmektedir. Hacının kalbine hergün, her an yaşadığı ve gördüğü mekânlarda nâzil olan Kur’ân-ı Kerim’den vahiy akışı devam etmeli ve böylece kazandıklarının etkisi sürdürülebilmelidir.
Hacda, bir anlamda toplumsal bütünleşme, kaynaşma ve arınma üniversel çapta gerçekleştirilmektedir. İslâmiyet her ibadette birliği hedef tutmuştur. Hacda bir memleketin değil, dünya müslümanlarının mümessilleri toplanmıştır.

Bu yönüyle hac da, inananların bir güç gösterisi mahiyetinde olmaktadır. Hacda, dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanlar, hem dayanışma ruhunu daha derinden ve daha coşkulu hissetmiş hem de birbirlerinin yanında ve arkasında olduklarını münasip bir dil ile göstermişlerdir.

Hac ibadeti sayesinde dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farklı, hedef ve gayeleri aynı milyonlarca müslüman, bir arada, hep birden Allah’a yönelmiş, birbirleri ile tanışıp kaynaşmış, müslümanların dertlerini görüşüp ortak çareler bulmaya çalışmışlardır. Hac, bu dayanışma ruhunun canlı tutulmasının bir vesilesi ve evrensel güç birliği olmaktadır.

Bir kişiyi öldüren bütün insanlığı öldürmüş, bir kişiyi dirilten de bütün insanlığı diriltmiş gibidir.” (Mâide 32).

Gönül beraberliği en çok hacda oluşmaktadır. Gönül beraberliklerinde huzur ve âhenk olmakta, feragat ve fedakârlık önemli bir özellik olarak önümüze çıkmaktadır. Selâmet ve saadetin yolu, gönül rahatlığı ile sağlanabilir ve insanları birbirlerine yaklaştırır. Nice gönüller ay gibi parlamış ve niceleri de hüzünlü olmuştur. Bazen gözlerden damla damla akan yaş duyguları hareketlendirmiş, dünyaya bir başka gözle bakmaya vesile olmuştur.
III. BÖLÜM


MEDİNE

Kubbetü’l-Hadrâ



  1. MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Andolsun, Allah’ın Resulü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21).


Hicret, bir kaçış değildi. Zorba ve zâlim Mekke müşriklerinin baskı ve işkencelerinden kaçış değildi. Hicret, İslâm’ın yayılma ve yaşanmasının tıkandığı yerden ayrılıp, rahat olabilecekleri, İslâm’ı yaşayabilecekleri Medine’ye göçmekti. Hicret, güçlenip geri dönmek için geçici olarak göç etmekti. Hicret, sırf Allahu Teâlâ adına yapılan bir fedakârlıktı.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz hicretiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

Ben bir beldeye (hicret edip yerleşmekle) emrolundum ki, o belde diğer beldeleri yer (galip gelir). Burası Medine’dir. Orası koruğun demirin pasını yok ettiği gibi, insanların (kötüsünü) yok eder (Buhârî, Müslim, Mâlik).

Medineli müslümanlar açısından ise hicret, muhacir kardeşlerine kucak açış demekti. Yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve kardeşlik demekti.


Medine-i Münevvere, Hicaz kıtası dahilindeki yerleşim merkezleri içinde önem bakımından ikinci sırayı teşkil eder. Bütün Hicaz’da, akarsuları, bağ ve bahçeleri, düzenli evleri ile Medine’ye benzer başka bir şehir daha bulmak mümkün değildir.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrini ziyaret etmek, mescidinde namaz kılmak, O’nun ve ashabının yaşadığı yerleri görmek üzere Medine’ye doğru yola çıkan bir hacı, bu ziyaretiyle yalnızca Allahu Teâlâ’ya yakınlaşma amacı gütmelidir. Çünkü hacının İslâmî duyarlılığını daha da artıracak olan bu kutlu yolculuk, gerçekten Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmanın önemli bir vesilesidir. Zira Allahu Teâlâ, Peygamber’ini (s.a.s.) ziyarete gelenleri sever ve onların, huzurunda yapacakları duaları geri çevirmez.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, kendisini ziyarete gelenlere şefaat edeceğini bildirmiştir:

Kabrimi ziyaret edene şefaatim vâcip olur” (Kadî Iyâz, Fi’ş-Şifâi). Bu müjdeye nâil olmak için hacılar, hacdan evvel veya sonra buraya gelirler. Bunların bir kısmı Resûlullah’a (s.a.s.) duydukları sevginin zorlamasıyla burada kalır ve yerleşirler. İşte şehir halkının ekserisi bu şekilde bir araya toplanmıştır.

Yolculuk esnasında, bol bol salâtuselâm getirilmeli ve Medine’ye yaklaştıkça, bunu daha da artırmalıdır. Hacı, bu ziyaretin sıradan bir ziyaret olmadığını düşünerek büyük bir tevazu, saygı ve vakarla Medine’ye girmelidir.

Hacı, manevi olarak, zaman ötesinde yulculuk yaparak Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in arkasında ve sahabelerinin arasında Medine’ye birlikte girmeye gayret etmelidir.

Medine’ye girerken "Rabbim! Gireceğim yere dosdoğru girmemi sağla; çıktığım yerden de dosdoğru çıkmamı sağla. Bana katından, yardımcı bir güç ver" duasını okuması güzel olur.

Evlere yerleşip gerekli ihtiyaçlar giderildikten ve hazırlıklar yapıldıktan sonra, Mescid-i Nebî ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kabri ziyarete gidilir.


Medine-i Münevvere, İslâm nurunun yeryüzüne yayıldığı Peygamber şehridir. Her karışı, İslâm’ın aydınlığını insanlığa ulaştıran Allah Resûlü’nün (s.a.s.) ve sahabeler hatıralarıyla doludur. Sinesinde İslâm’ın en büyük önderlerini barındırmaktadır.

İslâm’ın güzelliğini insanlara ulaştırabilmek için Peygamber (s.a.s.) Efendimiz buraya hicret etmiş, İslâm devleti burada kurulmuş, İslâm’ın mesajı insanlığa buradan ulaşmıştır.

Resulüllah (s.a.s.) İslâm’ı tebliğ görevini tamamladıktan sonra burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Böylece Medine, Allahu Teâlâ’nın en sevgili kulunu ve insanlığın gelmiş geçmiş en büyük önderini bağrında taşıma şerefini elde etmiştir.

Asr-ı Saadet, en parlak şekilde bu şehirde yaşanmıştır. İnsanlık tarihinin en güzel, en mutlu, en âdil, en hakkaniyetli örnek ve model toplumu, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in terbiyesinde bu şehirde oluşturulmuştur.

Böylece bu şehir dünyada âdeta cennet misali bir hayatın yaşanabileceğine tanıklık etmiştir.
Tarih, Resulüllah’ın (s.a.s.) sohbetine nâil olan bu sahâbe neslinin oluşturduğu toplum kadar güzel bir topluma bir başka yerde ve bir başka zamanda şahit olmamıştır.

Bir hadiste, Hz. İbrahim’in Mekke’yi dokunulmaz bir şehir yaptığı ve onun için dua ettiği, Resûlullah’ın da aynı şeyi Medine için yaptığı bildirilmektedir.25


Bu sebeplerle büyük bir engel olmadığı sürece hacıların, Medine’ye giderek Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrini ziyaret etmeleri ve mescidinde namaz kılmaları büyük önem taşır. Bu ziyaret İslâmî duyarlılığın bir göstergesidir.

2. MESCİD-İ NEBÎ’İN FAZİLETLERİ

"Mescid-i Nebî", Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra ilk iş olarak inşa ettiği camidir. "Mescid-i Nebî", “Peygamber Mescidi” demektir. İçinde namaz kılmak üzere uzak yerlerden yola çıkılacak üç mescitten biridir.

Bu üç mescidin diğer ikisi ise, "Mescid-i Haram" ve "Mescid-i Aksâ" dır.

İçerisinde her giren müslümanı, önce Allah Resulü’nün (s.a.s.) kokusunun kucakladığı bu mescit, müminleri huzur ve saadete kavuşturan yeryüzünün ikinci derecede ulu mabedidir. Bu mabed dünyanın hemen her tarafında yaşayan tüm müslümanların gönüllerinde bütün zamanlarda muhabbeti kara sevda gibi tutuşan bir yerdir.

Mescid-i Nebevî kendisinde, İslâm ve insanlık tarihinin seyrini değiştirecek çok önemli kararların alınıp uygulandığı bir mescittir. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabri ile minberi arasında olan bu mescid "Ravza-i Mutahhara" olarak anılır.

İslâm iradesinin insan hayatına yansıması bu mescitte alınan kararlarla başlamış. Tarihin seyir ve rengini değiştiren eşsiz ve emsalsiz altın neslin eğitim ve öğretimi bu mescitte olmuştur. Müslümanlar tarih boyunca bu mescide özel sevgi beslemişlerdir. İçerisinde Kur’ân-ı Kerim okuyanları, namaz kılıp dua edenleri, ta uzaklardan gelen ziyaretçileri, bakım ve onarımı ile ilgilenenleri hiç eksik olmamıştır.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz çoğu zaman namazlarını burada kılardı.
Bu mescidi diğerlerinden ayıran özellikler:

Müslümanların ilk mescidi ve Kâbe-i Muazzama’nın ilk şubesidir.


Bir âyet-i kerîmede meâlen:

Tâ ilk günden takvâ üzere kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Orada temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da temizlenenleri sever” (Tevbe, 107) buyurulmaktadır.

Mescid-i Nebî’nin içinde namaz kılmak çok sevaptır. Bu mescitte kılınan namaz diğer camilerde kılınan namazlardan bin kat daha sevaplıdır.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz tarafından;

ﺓﻼﺼ ﻒﻠﺍ ﻦﻤ ﺮﻴﺧ ﺍذﻫ ﻯﺪﺟﺳﻤ ﻰﻓ ﺓﻼﺼ

Benim mescidimde kılınan bir namaz, Kâbe hariç, diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha üstündür” (Ebû Dâvûd hariç, diğer imamlar).

Mescid-i haram’da bir namaz da, başkalarında kılınan yüz bin namazdan efdaldir.” (Ahmed b. Hanbel ve İbni Hibban) buyurulmuştur.

Mescid-i Nebevî’nin Minber ve Mihrabı
Kılınan namazların makbuliyeti bakımından Resûlullah (s.a.s.) şöyle bir kıyaslama yaparak;

Kâbe’de kılınan bir namaz, diğer yerlerde kılınan 100 bin namaza; Medine'de kılınan bir namaz, diğer yerlerde kılınan bin namaza ve Mescid-i Aksâ’daki bir namaz da sâir yerlerde eda edilen 500 namaza eşit sevaptadır.” demiştir (Taberânî, 260-360).

Böyle mübarek yerlerde fırsatı kaçırmayarak fazlaca ibadet yapmaya çalışmalıdır.

Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle bir hadis rivâyet ediyor:

Her kim benim mescidimde, hiçbir vakti kaçırmayarak 40 vakit namaz kılarsa, onun için cehennem azabından kurtuluş beratı yazılır” (Ahmed b. Hanbel ve Taberânî).

Bu mescitte, kırk vakit namazı tamamlamaya azami derecede gayret gösterilmelidir. İkinci kez bu fırsatı yakalamak nasip olmayabilir.

İbn-i Mâce de Ebû Hüreyre’den (r.a.) şu hadisi naklediyor:

Hânelerinizden çıkıp mescidime girene kadar kiminizin sevâbı artar, kiminizin hatâsı azalır. Yani günahı olanların günahı azalıp günahı olmayanların sevâbı çoğalır.”


Medine’de_ikâmet_esnasında,_mümkün_oldukça_namazları_Mescid-i_Şerîf’de_kılmak_lazımdır.'>Medine’de ikâmet esnasında, mümkün oldukça namazları Mescid-i Şerîf’de kılmak lazımdır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabri, Mescid’in kıble duvarının doğu tarafında kalır.26

Mescid-i Şerîf’i ziyaret edenlerin Ravza-i Mutahhara ile Minber-i Nebevî’yi de görmeyi ihmal etmemesi lazımdır. Çünkü Resûlullah (s.a.s.), Ravza-i Mutahhara’nın cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu söylemiştir.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz Ravza-i Mutahhara hakkında;

ﺔﻧﺟﻠﺍ ﺾﺎﻴﺮ ﻦﻤ ﺔﻀﻮﺮ ﻯﺮﺑﻧﻤ ﻮ ﻰﺘﻴﺑ ﻦﻴﺑ ﺎﻤ

"Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir." buyurmuştur (Müslim, 500-502/1390; Kadî Iyâz, Fi’ş-Şifâi).

Kezâ Minber-i Şerîf’in de cennetteki Kevser Havuzu üzerinde bulunduğu haberi verilmiştir:

Evim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim havzımın üzerindedir.” (Buhârî ve Müslim) buyurmuştur.

İmam Mâlik de, Ravza-i Mutahhara’da namaz kılanların da cennete dahil olacağının müjdesini veriyor.

3. PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.S.) KABRİNİ ZİYARET

Muhakkak ki, Allahu Teâlâ ve melekleri Peygamber üzerine salâtta bulunurlar. Ey iman etmiş kimseler! Onun üzerine salâtta, teslimiyetle selâmda bulunun” (Ahzâb, 56).


Medine-i Münevvere bu güzel insanların gelip geçtiği ve pek çoğunun bağrında yattığı kutsal şehirdir.

Sırf Allahu Teâlâ için, İslâm’ın aydınlığının insanlığa ulaştırılması yolunda çalışmanın, fedakârlığın ve gayretin en güzel örneğini vermiş insanların gelip geçtiği bu mübarek şehri ziyaret etmekle hacı, bu aydınlığın, yeniden muhtaç olanlara ulaştırılması yolunda bir şuur ve azim kazanabilirse, ziyaretindeki amacını gerçekleştirmiş sayılır.

Bu itibarla hacıların Medine-i Münevvere’ye giderek Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrini ziyaret etmeleri, mescidinde namaz kılmaları, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in sevgisini yenilemenin ve onun sünnetine bağlılığı kuvvetlendirmenin önemli bir vasıtasıdır.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.S.) KABRİNİ ZİYARETİN FAZİLETİ
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrini ve Medine-i Münevvere’yi ziyaret etmenin fazileti hakkında pek çok hadis vardır.

İbn Ömer’den (r.a.) naklen:

ﻰﺘﻋﺎﻔﺸ ﻪﻠ ﺖﺑﺟﻮ ﻯﺮﺑﻗ ﺮﺍﺯ ﻦﻤ “Kabrimi ziyaret edene şefaatim vâcip olur” (Kadî Iyâz, Fi’ş-Şifâi; Taberânî, Darekutnî, İbn Adiy ve Bezzâr, zayıf senetle);

Haccedip de, ölümümden sonra kim benim kabrimi ziyaret ederse, sağlığımda beni ziyaret etmiş gibidir” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr; Darekutnî ve İbn Adiy) rivâyet edilmiştir.

Resûlüllah (s.a.s.) Efendimiz’in, kendisini ziyaret edenlere şefâat edeceğinin yanı sıra, kabrinde mânen diri olduğu, hatta verilen selâmları da alacağı rivâyet edilmektedir.

Madem ki Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, kabri başında verilen selâmı alıp karşılık veriyor, o halde onun selâmını almak için ne kadar gayret gösterilse azdır.



PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.S.) KABRİ NASIL ZİYARET EDİLİR?

Resûlullah (s.a.s.) bir çok hadîsinde, Medine halkına sevgi ve hürmet gösterilmesini istemiştir.

Zeyd b. Sehl, bir gün Resûlullah’ı (s.a.s.) çok sevinçli bir halde görerek sebebini sordu:

Efendimiz (s.a.s.):

Nasıl sevinmiyeyim ki, Allah’tan bana şöyle bir müjde geldi: Bana salât getirene Allah, on salât hediye edecektir.” buyurdu.

Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivâyetine göre de:

Bana bir salât getirene Allah, on salât hediye edecektir.” buyurmuştur (Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî).

Nitekim Hz. Ali’nin (r.a.); Resûlullah (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer’in (r.a.) mübarek kabirlerini ziyaret ederek ağladığı bilinmektedir.

Keza, Abdullah b. Ömer (r.a.) de hangi seferden dönse hemen bu üç kabri ziyaret eder ve;

“Esselâmu aleyke ya Resûlallah!”

“Esselâmu aleyke ya Ebâ Bekir!”

“Esselâmu aleyke ya Ebî (babacığım)!” diye selâm verirdi.


Netice olarak, Hazret-i Peygamber’in (s.a.s.) kabrini ziyaret etmek lüzumu, ‘icmâ-ı ümmet’le sâbit olmuştur.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in Kabrini Ziyarette Aşırılığa Kaçmamalı
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrini ziyaret ederken de aşırılığa kaçmamalı, Kabr-i Saâdet’e dokunmamalı, orada hiçbir yeri öpmemeli. Kabr-i Saâdet’e karşı eğilmemeli, secde edilmemeli ve namaz kılınmamalı, yüksek sesle konuşulmamalıdır. Ölüye selâm ve dua etmekten ibaret olan ziyaret esnasında huşu’ ve sükûnla, derli toplu ve şuurla hareket edilmelidir.

Bu nedenle, Hz. Ali’nin torunu olan Hz. Hasan ile İmam Zeynelâbidin, ziyaretçilerin Resûlullah’ın (s.a.s.) kabrine fazlaca sokulmalarını engellerdi.

Çünkü Zeynelâbidin;

Benim kabrimi bayram yerine, kendi evinizi ise mezara benzetmeyin! Nerede olursanız olun üzerime salât getirin, yani salâtuselâmı mescid ve kabrime hasretmeyin. Nerede salâtuselâm getirirseniz bana ulaştırılır.” (Ebû Dâvûd, Ebû Ya’lâ) hadîs-i şerîfi ile amel etmiştir.


Mescid-i Nebî’yi Ziyaretin Usulü
Mescid-i Nebî ve Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrini ziyaret ederken bazı usul ve âdaba riâyet edilir.

Bunlar şöyle özetlenebilir:

Mescid-i Nebî’yi ve Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrini ziyaret etmek isteyen kimse abdest alır, mümkünse gusleder ve temiz bir kıyafet giyinir.

Ziyarete giderken yol boyunca çokça salavât-ı şerîfe getirir. Mescid’e vardığında mümkünse "Babu’s-Selâm" dan sağ ayağını atarak edep ve tevazu ile içeri girer. Girerken "Allah’ım! Günahlarımı bağışla. Rahmet ve lütuf kapılarını bana aç" diye dua eder. Kerahat vakti değilse iki rek’at "Tahiyyetu’l Mescid" namazı kılar. Bu namazı mümkünse "Ravza-i Mutahhara" da kılar.

Daha sonra bu ziyaret nasip olduğu için isterse iki rekat da şükür namazı kılar ve bu mübarek yerlere gelmeyi kendisine nasip eden Allahu Teâlâ’ya şükreder, dua eder. Nihâyet edep ve sükunetle Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabrine yaklaşır, yüzünü çevirir ve âlemlerin sevgilisi Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in huzurunda olduğunu düşünür. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in, kendisini görmekte ve sözlerini işitmekte olduğunun şuur ve idrâki içinde:

"Es-Selâmu aleyke yâ Resûlallah,

Es-Selâmu aleyke yâ Habîballah,

Es-Selâmu aleyke yâ Nebiyyallah,

Es-Selâmu aleyke yâ Hayra Halkillah,

Es-Selâmu aleyke yâ Hâteme’n-Nebiyyîn,

Es-Selâmu aleyke yâ Seyyide’l-Mürselîn." şeklinde selâm verir ve dua eder.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in huzurunda yapılan duaları Allahu Teâlâ’nın geri çevirmeyeceğini düşünerek ihlâs ve samimiyetle içinden geldiği gibi dua eder. İsteyen dua kitabında yer alan, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz kabrini ziyaret ederken okunabilecek selâm ve duayı okur.

Kendisi Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e selâm verdikten sonra başkaları tarafından emanet edilmiş olan selâmları da "Ya Resulallah! Falan, falan .... kimselerin de selâmları var. Allah katında senden şefaat diliyorlar. Onlara ve bütün Müslümanlara şefaat eyle" diye tebliğ eder.
Sonra bir metre kadar sağ tarafa ilerleyip Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) başı hizasında durarak:

"Es-Selâmu aleyke yâ Ebâ Bekri’s-Sıddîk,

Es-Selâmu aleyke yâ Hâlifete Resulillah,

Es-Selâmu aleyke yâ Sahibe Resulillah." şeklinde selâm verir, dua eder.
Daha sonra bir metre kadar daha ilerleyip Hz. Ömer’in (r.a.) başı hizasında durur. Ona da:

"Es-Selâmu aleyke yâ Ömer,

Es-Selâmu aleyke yâ Emire’l-mü’minîn,

Es-Selâmu aleyke yâ Faruk." şeklinde selâm verir, dua eder.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in (r.a.) başında selâm ve dua konusunda da, isteyen dua kitabındaki ilgili selâm ve duaları yapabilir.
Bundan sonra mescidde uygun bir yere çekilerek bol bol dua edilir.

Daha sonraki ziyaretler de aynı usul ve edep dairesinde yapılır.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e hayatında nasıl hürmet ve saygı göstermek gerekli ise, vefatından sonra da aynı şekilde hürmet ve saygı göstermek gerekir. Bu bakımdan, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kabri ziyaret edilirken, yüksek sesle konuşulmaz; hürmeti bozan, edebe aykırı davranışlarda bulunulmaz; duvarlara ve demir parmaklıklara el sürülmez; bunlar öpülmez, etrafında tavaf yapılmaz, karşısında eğilinmez, secde edilmez. Bütün bunlar bid’at ve mekruhtur.

Huşu ve hudu içerisinde Efendimiz’in huzurunda, sağlığında O’nu ziyaret ediyormuş gibi bilinçli ziyaret gerçekleştirilmelidir.


Medine’de kalınan süre içinde beş vakit namazın Mescid-i Nebî’de kılınmasına özen gösterilir. Beş vakit namazın dışında nafile namazlarla da meşgul olunur.

Önemli olan Medine’de kalınan sürenin ibadet ve dua açısından verimli bir şekilde değerlendirilmesidir.

Medine’den ayrılırken Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, tekrar ziyaret edilerek dua ve salâtu selâmlarla Medine’ye veda edilir.

4. MEDİNE’DEKİ BAZI ZİYARET YERLERİ

Medine’de kalındığı süre içerisinde ayrıca ziyaret yerleri de ihmal edilmemelidir. Uygun bir zamanda oralar da ziyaret edilir.

CENNETÜ’L-BAKÎ (BAKÎ MEZARLIĞI)
Mescid-i Nebî’nin doğu tarafında bulunan Baki Mezarlığı’nı ziyaret etmek müstehaptır. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’i görme şerefine nâil olan, sesini duyan, onunla namaz kılan ve İslâmiyet uğrunda hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen on bin civarında sahâbe bu mezarlığa defnedilmiştir. Üçüncü hâlife Hz. Osman, Hz. Abbas, Hz. Aişe, Hz. Fâtıma, Sad b. Ebi Vakkas, Hz. Hasan (r.a.) gibi sahabeler ile İmâm Mâlik gibi tâbiundan bir çok büyük zevat burada bulunmaktadır.

Ziyarette orada yatanlara selâm verilir ve dua edilir. İsteyenler dua kitabındaki, mezarlıkları ziyaretle ilgili selâm ve duayı okuyabilirler.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz zaman zaman Baki Mezarlığı’nı ziyaret eder ve orada medfun bulunan mü’minler için dua ederdi.

KUBA MESCİDİ


Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında, Medine’ye 5 km. mesafede bulunan Kuba’da 14 gün kalmıştı. Bu süre içinde Peygamber (s.a.s.) Efendimiz orada bir mescit inşa etti ve burada namaz kıldı.

Kur’ân-ı Kerim’de temeli, takva üzerine inşa edildiği bildirilen ve İslâm’ın cemaatle namaz kılınmak için yapılan ilk mescidi budur.

Kuba Mescidini ziyaret etmek ve burada iki veya dört rekat namaz kılmak müstehaptır. Bu mescidin ziyareti ile ilgili olarak Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra, başka maksatla değil de sadece namaz kılmak için Kuba Mescidine giderse umre sevabı alır" (Nesâî).

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sağlığında, cumartesi günleri Kuba Mescidini ziyaret eder ve burada namaz kılardı.

UHUD ŞEHİTLERİ
Uhud, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyinde bir dağın adıdır. Bedir’de bozguna uğrayan müşrikler, intikam almak üzere çıkmışlardı bu savaşa.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz gördüğü bir rüya üzerine Medine’nin içeriden savunulmasını istemekteydi. Ancak Bedir Savaşı’na katılmamış bazı gençlerin ısrarı üzerine düşmanla Medine dışında karşılaşmak durumunda kaldı ve Uhud’a çıktı.

Uhud Savaşı’nda Resûlullah (s.a.s.), Abdullah b. Cubeyr (r.a.) komutasında bir okçu birliğini, stratejik önemi bulunan bir boğazın yamacına yerleştirmiş ve onlara, “Bizim onları yendiğimizi görseniz bile yerinizden ayrılmayın! Yenildiğimizi görseniz dahi bize yardıma koşmayın!” diye sıkı sıkı tembihlemişti. Buna rağmen, müşriklerin bozguna uğradığnı gören bu okçuların birçoğu savaş meydanına inmişlerdi. Arkadan dolanan düşman süvarisi ile etrafı sarılan sahabe hezimete uğramıştı.

Kur’ân-ı Kerim’de anlatıldığı üzere onlar, arzuladıkları galibiyeti gördükten sonra za’fa düştüler. (Peygamber’in verdiği) emir konusunda birbirleriyle çekişip isyan ettiler. Kimi dünyayı istiyordu, kimi de âhireti istiyordu (Âl-i İmrân, 152).

Resûlullah’ın (s.a.s.) kesin talimatlarına rağmen, okçuların bu emre riâyet etmemeleri, kazanılmış zaferin kaçırılmasına ve yetmiş kişinin şehit olmasına sebep olmuştu. Sebat eden okçular, “Biz Allah’ın Resûlü’ne itaat edip, yerlerimizde durur, onun emrini terk etmeyiz” diyerek emre itaatı, âhireti ve şehitliği tercih etmişlerdi.
Hicretin üçüncü yılında (M. 625) müslümanlarla müşrikler arasında yapılan bu savaşta, ashâb-ı kirâmdan şehid olanlar buraya defnedilmişlerdir. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in amcası ve şehitlerin efendisi Hz. Hamza (r.a.) da bunlar arasındadır.

İşte Uhud, sahabe için büyük bir imtihan ve büyük bir dersti. İki zırh giymesine rağmen, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz bu savaşta yaralanmış, mübarek dişi kırılmıştı.


Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, her yıl Uhud şehitlerini ziyaret eder ve onlara dua ederdi. Uhud şehitlerini ziyaret etmek de müstehaptır. Resûlullah, zaman zaman oraya bakar ve;

Uhud öyle bir dağdır ki, o bizi sever, biz de onu severiz.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Muvatta) diyerek iltifatta bulunurdu.

Uhud şehitleri de ziyaret edilirken selâm verilir ve dua edilir. Arzu edenler dua kitabındaki "Mezarlık ziyaretinde okunacak selâm ve duayı" okuyabilirler.

KIBLETEYN MESCİDİ


Resûlullah (s.a.s.), Mekke’de iken, Kâbe-i Muazzama’ya dönerek namaz kılardı. Medine’ye hicretten sonra da namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ’ya doğru kılınıyordu. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz namaza durduğunda Kâbe arka istikamette kaldığından, bu duruma gönlü razı olmuyor, kıblenin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allahu Teâlâ’dan gelecek emri bekliyordu. Efendimiz (s.a.s.) ne zaman namaza dursa, Kâbe’yi gücendirmek korkusuyla sıkılır, endişelenirdi.

Hicretten 18 ay kadar sonra şaban ayının 15. günü (berat kandilinde) Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Seleme Oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda aşağıdaki âyet-i kerime indi:

"... Seni elbette, hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i Harâm’a (Kâbe’ye) doğru dön. (Ey mü’minler) siz de nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün" (Bakara, 144).


Kıbleteyn Mescidinden Bir Görünüş


Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelmek suretiyle tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denir.

Bu mescidin yerinde şimdi büyük bir cami yapılmıştır. Bu cami ziyaret edilerek iki veya dört rekat “tahiyyet’ül-mescid” namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur.

YEDİ MESCİTLER

(Mescid-i Seb’a / Hendek)
Hicretin 5. yılında müslümanlarla Mekke müşrikleri ve müttefikleri arasında cereyan etmiş olan Hendek (Ahzâb) Savaşı’nın yapıldığı bölgede, bir birine yakın küçük küçük yedi mescid bulunmaktadır. İslâm büyüklerinin savaş esnasında bulundukları yerlerde yapılan bu mescitlere "Yedi Mescitler" denir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz her zaman olduğu gibi, burada da tedbiri elden bırakmamıştır. Gerekli stratejiye başvurmuş, önerileri, bilhassa Selmân-ı Fârisî’den (r.a.) gelen mâkul teklifi kabul etmiş, ashabıyla birlikte bizzat hendek kazmış, Yahudi kabilelerinin desteğini engellemeye çalışmıştır. Hendekten çıkartılan toprak, müslümanlar için siper olduğundan, ne karşıdan bir at geçebilmış, ne de atılan oklar isabet edebilmişti.

Ne var ki, bazı orduların (kâfirlerin) alt taraftan, bazı orduların üst taraftan gelmesi sahâbeyi şaşırtmış ve sarsmıştır (Ahzab, 10-12).

Bu savaşta ilâhî yardımla çıkan, rüzgâr ve kum fırtınası karşısında telef olma korkusuyla müşrikler geri çekilmiş ve Hendek Savaşı en az zararla atlatılmıştı.
Medine’ye gelenler tarafından buraların da ziyaret edilmesi âdet hâline gelmiştir.

Buralarda alınan tedbirlerin yanısıra dünyanın çeşitli ordularının bugün de İslâm dünyasına karşı birleştikleri hatırlanmalı, bu hikmetlerden ders çıkarılmalı ve benzer hatalara düşülmemelidir.


 

MESCİD-İ NEBEVÎ’NİN SÜTUNLARI



Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin