6- İlişkileri Kesme İlânı
Hz. Fatıma (a.s), yaptığı bu konuşmayla yetinmedi. Tam tersine, cihadını sürdürdü. Bu aşamadan sonra, Ebubekir'le konuşmama yolunu seçti ve herkesin önünde, "Allah'a yemin ederim ki, yaşadığım sürece seninle bir tek kelime konuşmayacağım." dedi.[228]
Fatıma (a.s) sıradan bir insan değildi. Bu yüzden, halifeyle ilişkilerini kesmesi, etkilenmeyecek, önemsenmeyecek, üzerinde durmaya değmeyen bir davranış olarak algılanamazdı. Fatıma (a.s), Peygamber'in (s.a.a) en aziz evlâdı ve sevgilisiydi. Hz. Peygamber'in (s.a.a) ona gösterdiği özen, ona karşı beslediği sevgi kimseye gizli değildi. O, Peygamber'in (s.a.a) hakkında, "Fatıma benim bir parçamdır, onu inciten beni incitmiş olur." dediği Fatıma'ydı.
Haber yavaş yavaş yayılmaya başladı: Peygamber'in (s.a.a) kızı Fatıma, Ebubekir'e kızgındır ve onunla konuşmuyor!... Bu haberi Medine'nin içinde ve dışında uzak yakın herkes duydu. Birbirlerine sormaya başladı insanlar. Gün be gün halifeye duydukları kin ve nefret artıyordu. Halife, birkaç kere ilişkileri normale döndürmek ve Hz. Zehra (a.s) ile barışmak için girişimde bulunduysa da, o, cihadını sürdürdü ve mazlum bir şehit olarak Rabbinin huzuruna çıkıncaya kadar direnişini kararlılıkla devam ettirdi.
Fedek'in Sembolik ve Siyasal Anlamı
İmam Ali ve Zehra'nın (a.s) İslâm hilâfetini, sapıklık mecrasından çıkarıp yeniden normal çizgisine yerleştirmek için başlattıkları doğrultma hareketi, çeşitli görünümlere ve değişik yöntemlere göre gelişiyordu. Hz. Zehra (a.s), açık siyasal cepheye önderlik ediyordu. İmam Ali'nin (a.s) hilâfet hakkını talep etmede değişik üsluplara baş vuruyordu. Bunlardan biri de Fedek arazisini istemekti. Hatta Fedek arazisini talep ederken de değişik yöntemlere baş vurduğu oluyordu.
İÇİNDEKİLER
Fedek olayıyla ilgili hangi tarihî metni incelersek inceleyelim, bunun maddî bir çekişme ya da dar anlamıyla ve sınırlı realitesiyle bir Fedek ihtilâfı olmadığını görürüz. Bilâkis bu, sapkın yönetimin temellerine yönelmiş bir devrimdi. Fatıma'nın (a.s), bütün ufuklara ulaşmasını istediği bir haykırıştı. Ki Sakife günü atılan temeller sarsılsın, parçalansın.
Hz. Fatıma'nın, mescitte muhacir ve ensar topluluklarının önünde halifeye karşı yaptığı konuşmayı incelememiz, bu hususu ispatlamak için yeterlidir. Çünkü o, bu konuşmasının büyük bir kısmında İmam Ali'yi (a.s) övüyor, sırf İslâm'a hizmet maksadıyla yaptığı cihadı övgüyle zikrediyor; insanlar arasında Allah'ın vesileleri, seçkin hüccetleri, kutsiyetinin ve hüccetinin temsilcileri, hilâfet ve yönetimde peygamberlerinin vârisleri olarak tanıttığı Ehl-i Beyt'in (a.s) şer'î hakkını tescil ediyor.
Hz. Fatıma (a.s), Müslümanların, içinde bulundukları gaflete, düşünmeden ve alelacele yaptıkları seçimin kötülüğüne, hidayete erdikten sonra topuklarının üzerinden geri döndüklerine dikkatlerini çekmeye; susuzluklarını giderecek berrak kaynağın dışındaki kaynaklardan beslendiklerini, yönetimlerini lâyık olmayanlara teslim ettiklerini anlatmaya çalıştı. Büyük bir fitnenin içine düştüklerini göstermek istedi. Hilâfet ve imamet meselesine dair hüküm verirken Allah'ın kitabını terk etmeye ve ona muhalif hareket etmeye kendilerini iten etkenleri gözler önüne sermeyi amaçladı.
Dolayısıyla asıl hedefin, en yüksek amacın konusuyla ilintili olan miktar dışında, mesele, bir mirasın taksimi veya bir bağışı almak meselesi ya da bir gelir kaynağını veya bir evi talep etmek meselesi değildi. Bilâkis, Hz. Zehra (a.s) nazarında bu, İslâm ve küfür, iman ve nifak meselesiydi. Nass ve şûra meselesiydi.
Bu yüce ve açık siyasî tavrının aynısını, kendisini ziyarete gelen muhacir ve ensar kadınlarına yaptığı konuşmada da görüyoruz. Onlara açık bir şekilde, hâkim zümrenin iktidara gelişiyle birlikte hilâfet kurumunun şer'î çizgisinden saptığını söylemişti. Bu tavrının, duygusal bir tepkiden, açığa çıkma fırsatını bulmuş gizli kinlerin deşarjından ibaret olmadığına vurgu yaparak insanların, yönetimi, Allah ve Resulü'nün emrettiği kimseye teslim etmeleri, yönetimin dizginlerini İmam'a (a.s) vermeleri durumunda kuşkusuz Allah'ın rızasına ve dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşacaklarına dikkat çekmişti.
En güçlü zanna göre, Hz. Zehra (a.s), doğruluğundan asla kuşku duymayan İmam'ın (a.s) Şiası ve seçkin arkadaşları içinde, vereceği tanıklıkla İmam Ali'nin (a.s) tanıklığını pekiştirecek, Halife'nin, Fedek'in Fatıma'ya (a.s) ait olduğunu gösteren bir belge getirilmesini istemesi dolayısıyla, bu belgenin teminini sağlayacak adımları atacak kimselerin olduğunu biliyordu.
Bu da açık bir şekilde gösteriyor ki, Hz. Fatıma'nın (a.s) o çok iyi bildikleri yüce hedefi, kendisine verilen bir bağışı veya geçim kaynağı olacak bir mirası ispat etmek değildi. Tam tersine Fatıma'nın (a.s) gayesi Sakife komplosunu etkisiz hâle getirmekti. Bu amaç ise, Fedek ile ilgili bir kanıt/şahit ileri sürmekle gerçekleşebilecek bir şey değildi. Çünkü o zaman, mesele küçük bir olayla sınırlandırılmış olacaktı. Aksine, Fatıma'nın (a.s) amacı, halkın dikkatini, onların saptıklarına, doğru yoldan uzaklaştıklarına çekmekti. Belki o zaman kendilerine gelebilir, doğruyu bulabilirlerdi. Tercihlerini daha güzel bir şekilde yapıp, hayat tarzlarını düzeltirlerdi.
Aynı şekilde Hz. Fatıma'nın (a.s) konuşmasını tamamlayıp mescitten çıktıktan sonra, iktidar grubunun ne kadar korktuğunu ve pozisyonunu korumak için nasıl ısrarla çabaladığını ve halkın zihnini bulandırmak için ne tür girişimlerde bulunduğunu da biliyoruz. Halife'nin tepkisi, bütün bunları en somut şekliyle ortaya koymaktadır. Bu, Hz. Zehra (a.s) ile Halife'nin kavgasının temellerine ışık tutan bir olgudur. Halife, Fatıma'nın (a.s) çabasının bir bağışla veya mirasla ilgili olmadığını; bunun, siyasî bir savaş, İmam Ali'nin (a.s) gasp edilmiş hakkı için verilen bir siyasal mücadele olduğunu; amacının da, ümmetin varlığının devamı açısından, Halife ve arkadaşlarının, İslâm dünyasında gerektiği doğal konumundan uzaklaştırma amacını güttükleri İmam Ali'nin (a.s) ne denli büyük bir rol oynadığını gözler önüne sermek olduğunu anlamıştı.
Bu yüzden Halife'nin, Fatıma'nın (a.s) konuşmasına cevap verirken İmam Ali'ye (a.s) saldırdığını, onu tilki olarak vasfettiğini, her türlü fitnenin hazırlayıcısı ve kışkırtıcısı olduğunu söylediğini, Fatıma'nınsa onun kuyruğu olduğunu ifade ettiğini görüyoruz. Halife, Fatıma'ya (a.s) cevap verirken miras konusuna hiç değinmemişti.
Şunu da belirtelim ki, Fatıma (a.s), Fedek arazisi elinden zorla alındıktan sonra, miras ile ilgili olarak Halife'yle tartıştı. Çünkü o dönemde insanlar kendilerine kalan mirası almak veya mirasçılara mirastan kendilerine düşen payları vermek hususunda Halife'ye başvurmazlardı, bu meseleyi kendi aralarında çözümlerlerdi. Bu konuda resmî prosedürü takip etmek gibi zorluklar yoktu, muameleler kolaylıkla pürüzsüz bir şekilde gerçekleşirdi. Dolayısıyla Fatıma'nın (a.s) Halife'ye başvurmaya ihtiyacı yoktu. Fatıma'nın (a.s) görüşüne göre halife haksız yere iktidara gelen biri olduğu hâlde, miras konusunda gidip onun görüşüne baş vuracak değildi. Öyleyse miras talebinin, Halife'nin Fatıma'ya karşı işlediği bir haksızlığı, mirasla ilgili bir zulmü ve hakkının elinden alınması suretiyle işlenen bir haksızlığı duyurmak gibi bir amacı vardı.
Yine biliyoruz ki, Fatıma (a.s), kendisine miras kalan arazi zorla elinden alınmadıkça, haklarını gidip talep etmemiştir. İşte bunlar açık bir şekilde bize gösteriyor ki, Hz. Fatıma'nın (a.s) miras talebinde bulunması, muhalifleri cesaretlendirecek uygun bir ortam oluşturmuştur. Muhalifler, miras meselesini, gayri meşru halifeye direnmek için bir malzeme olarak kullanmışlardır. Ama bunun için, o gün için İslâm'ın yüksek menfaatleri icabı barışçı bir yöntem esas almışlardır. Bu yöntem çerçevesinde Halife'yi bir hakkı gasp etmekle, şeriatın temelleriyle oynamakla, kanunun saygınlığını hafife almakla suçlamaları mümkündü.
Dostları ilə paylaş: |