NUSRETİYE CAMİİ
106
107
NÜFUS
Nusretiye Sebili ve Muvakkithanesi'nin 19. yy'ın sonlarındaki durumu. Jmages d'Enıpire, îst., 1993
şap direk, bir kemerle hem bu mekâna ulaşan basamakların girişini süslemekte, hem de strüktürel açıdan sistemi taşımaktadır. Son cemaat yerinin sağındaki on beş mermer basamak, küçük bir sahanlıktan sonra on iki ahşap basamakla, Hünkâr Kasn'nın sahanlığına ulaşır. Sahanlığın kıble yönünde, manzaraya hâkim bir konumda yer alan, sultanın namaz kıldığı hünkâr mahfili bulunur. Üç pencereli bu mekânın tavanı, çatı altında gizlenen, altın yaldızlı dilimli bir kubbe ile örtülüdür. Hünkâr mahfilinin asıl dikkat çekici özelliği, harime, doğu duvarındaki altın varaklı madeni bir kafesle açılmasıdır. Mahfilin barok etkilerini, kafesi taçlandıran dilimli perde motifi ve zengin bitkisel kıvrımlar ile kafesin oturduğu girlandlı mermer dekorasyon yansıtmaktadır. Hünkâr Kasrı' nm, soldaki avludan on basamaklı ahşap merdivenlerle çıkılan bir girişi daha mevcuttur. Her iki bölümün de girişin üzerinde bulunan müezzin mahfiliyle bağlantıları vardır.
Harime, barok özellikler taşıyan, 4 m yükseklik ve 2,10 m genişliğinde, sepet kulpu kemerli anıtsal bir kapıdan girilir, iki yanında girlandlı başlıkları olan gömme sütunları ve birer duvar payesi bulunan
Nusretiye Camii
M. Sözen, Sinan, Arcbitects ofAges, ist., 1992 Fotoğraf Sami Güner
kapının, ampir dekorasyonla çevrelenmiş 24 satırlık talik kitabesi, Keçecizade izzet Molla'nın kaleme aldığı, Mustafa Rakım'ın hattıdır. Ana kapı, döşemesi yanlarda yükseltilmiş ve trabzanlarla harimden ayrılmış maksure kısmına açılır. Köşeli sütunlar üzerinde beş kemerle harime bağlı bu kısım bağdadi sıvalı bir tavan ile örtülüdür. İki yanında, Hünkâr Kasrı'na açılan kita-beli kapıları mevcuttur. Soldaki kapı ca-
Bir
kartpostalda
Nusretiye
Camii.
Ümit Gürhan
koleksiyonu
mekânlı bir odanın inşa edilmesiyle tamamen kapanmıştır.
Girişin iki yanındaki on sekiz basamaklı taş merdivenlerle müezzin mahfiline çıkılır. Orta bölümü daha büyük üç beyzi kubbe ile örtülü olan mahfil, üç kemerle harime açılmaktadır. Orta bölüm caminin içine doğru kavisli bir çıkma yapmaktadır. Mermer korkuluklarında kumaş kıvrımlı kabartmalar görülür.
Harim 7,50x7,50 m kare plan üzerine, 33 m yüksekliğinde pandantifti bir kubbe ile örtülüdür. Küçük konsolların çevrelediği yirmi pencereli kubbe kasnağını, demir korkuluklu bir galeri dolaşır. Simetrik olarak pandantiflerde, müezzin mahfili kemerlerinin arasında ve mihrap çıkıntısının iki yanında, mermerden, bombeli yuvarlak kartuşlar içinde altın varakla Allah, Mu-hammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin yazılmıştır. Kalem işleri ile süslü kubbenin ortasında, altın varaklı ahşap kabartma, oldukça gösterişli bir süsleme vardır.
Bu dönem camilerinin karakteristiği olan poligonal çıkıntılı mihrap içten daire biçimli olup yarım kubbe ile örtülerek absidal bir şekil almıştır. Ortada, volütlü ve palmet motifli başlıkları olan gömme sütunların sınırladığı mihrap nişi bulunur. Mermerlerin birleştiği noktalara kahverengi somakiden sekiz zarif çizgi yapılmıştır. Mihrap nişinin sadeliği yapıdaki diğer mimari elemanların süslemeleri ile karşılaştırıldığında dikkat çekicidir. Vazodan çıkan çiçek buketi ve kıvrımlı yapraklarla taçlandırılan mihrapta yeşil somakiden iki büyük şamdan ile bitkisel kabartmaların ya-nısıra granit sütunlar ve yoğun altın varak kullanımı etkileyici bir görünüm oluşturmaktadır. Mihrap nişinin iki yanında birer pencere, ayrıca mihrap çıkıntısının iki yanında birer pencere daha mevcuttur. Tamamen kalem işi ile süslü mihrap yarım kubbesinin ortasında kubbede görülen süslemenin küçük ölçekli bir benzeri yer alır. Yarım kubbenin iki yanında birer dikey beyzi pencere mevcuttur. Müezzin mahfilinin harime bakan açıklığında, bu pencerelerin gökyüzünü tasvir eden kalem işi taklitleri resmedilmiştir. Klasik dönem Osmanlı mimarlığı pencere düzeninin son örneğini Nusretiye Camii'nin dört sıralı
pencere dizilerinde görmekteyiz. Duvarlar 2. sıra pencerelerine kadar mermer kaplamadır.
Bu bölümdeki mermer pencere söve-leri silmeler ve köşelerdeki kabartma rozetlerle dekorlanmış, üzerlerine yuvarlak bir silme içine vazodan çıkan akantus yaprakları işlenmiştir. Sade pencere kapakları ceviz ağacındandır. 1. sıra pencerelerinin üzerinde, harimi üç yönden kuşatan ünlü hattat Mustafa Rakım'ın, siyah zemin üzerine altın varaklı celi sülüs yazıyla "Amme" suresi frizi yer alır. Bu frizi sınırlayan silmeler mihrap nişi üzerinde bir kavis yapmaktadır. Harim duvarlarının üst kısmında, kalem işleri ile süslenmiş dikdörtgen kasetlerin içinde, yuvarlak kemerli pencere dizileri bulunur. Bunların ahşap çerçeve kayıtları altın varaktır. Yapının batı duvarında yer alan mermer vaaz kürsüsü duvara monte edilmiş, yukarıdan aşağıya doğru incelen bir küp görünümündedir. Minare şerefeleri ile sebilin formunu hatırlatan dışbükeyi! bir yüzeye sahip olan kürsü iki sıralı palmet motifleriyle bezenmiştir. Tamamen mermerden yapılmış minberin korkuluk levhalarında bitkisel süslemeli kabartmalar, dört sütun üzerine oturan ince uzun ve dilimli konik külahın etrafında girland motifi görülür. Günümüzde iç mekandaki kalem işlerinin restorasyonu yapılmaktadır. Üç kat halinde yenilenmiş olan süslemeler orijinal değildir ve yapıldıkları dönemi yansıtmaktan uzaktır.
Caminin solundaki taş avluda yer alan şadırvan on ince sütun üzerine sivri bir külahla örtülü olup on iki çeşmelidir. Geniş saçağının altında manzara resimlerinin bulunduğu eski fotoğraflarda görülmektedir.
İstanbul minareleri içinde ince görünümleriyle dikkat çeken Nusretiye Cami' nin iki minaresi, kuzey cephesinin iki yanında, Hünkâr Kasn'nın köşelerinde yer almaktadır. Cami kubbesinin kurulan mahyaların denizden görünümünü engellemesi nedeniyle, 1826'da minareler alt şerefeye kadar yıktırılarak yeniden yapılmıştır.
Oldukça yüksek olan kare kürsüler üç bölümlü sade birer kule şeklindedir. Dikey oluklu gövdeler ikişer şerefeli olup yaprak süslemeli soğan formundaki pabuç kısımlarının üzerinde yer alırlar.
Dışbükeyi! bir yüzeye sahip olan şerefeleri dalgalı bir hat çevrelemekte, şerefe altlarında ve petek ucunda girlant frizleri görülmektedir. Minarelerin gövdelerinin inceliğine uygun olarak kurşun kaplı külahlar da oldukça uzun inşa edilmiştir. Madeni hilal şeklinde birer alemle minareler sonuçlanmaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 62; C. E. Arse-ven, Türk Sanatı Tarihi, II, s. 423-427; N. Ars-lan, Gravür ve Seyahatnamelerde İstanbul, İst., 1992, s. 70-71; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İst., 1986, s. 430-435; D. Esemen-li, "Baldaken Formlu Camilerin Geç Osmanlı Devrindeki Dış Görünümleri Üzerine", STAD, S. 8 (1990), 53; S. Eyice, "İstanbul Minareleri", Türk Sanatı Tarihi Araştırmaları, I (1963), s. 67; ay, "Nusretiye Camii", TA, XXV, 354-355; Halil Ethem, Camilerimiz, 97; Kuban, Barok, 34-35; Öz, İstanbul Camileri, II, 50.
YASEMİN SUNER
NUSRETİYE SEBİLİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Tophane semtinde, Nusretiye Camii'nin(->) doğusunda, Meclisi Mebusan Caddesi üzerinde bulunan birbirine eş iki yapıdan sağdaki muvak-kithane, soldaki sebil yapısıdır. Sebil 1826' da, Mehmed Emin Ağa'nın mimarbaşılığı zamanında, cami ile birlikte yapılmıştır. Barok ile ampir karışımı bir üslubun örneği olan yapı, devrinde caddenin karşı tarafında iken Abdülaziz döneminde (1861-1876) şimdiki yerine nakledilmiştir. Bu nedenle orijinal kuruluşunu anlamak bugün için imkânsızdır.
Tamamen mermer kaplama olan 5 m yüksekliğindeki sebilin planı, beş gömme sütunla ayrılan dışbükeyli yuvarlaktır. Düz silmelerin kuşattığı yuvarlak kemerli dört pencerenin şebeke panoları yüzeye uygun biçimde kavisler oluşturmaktadır. Dökme demirden yapılmış altın yaldızlı şebekeler, kıvrımlı düğümlerle birleşen yaprak ve çiçek stilizasyonlu dikey motiflerden oluşmuştur. Küçük kemerler arasında tekrar eden bu motifler üç sıra yapmaktadır. Altlarında dilimli kemer şeklinde düzenlenen altışar tane su verme açıklığı mevcuttur. Kemer aynası ayrı bir bölüm olarak ele alınmış, beş bölümlü stilize bitki motifleriyle dekorlanmıştır.
Sebil eteği süslemesiz olup iki ikalın silmeyle sınırlanan kornişi, silmelerin arasındaki iki ucu düğümlü kumaş kıvrımları ve rozet motifleri, kornişin eğimine uygun sütun başlığı tablaları, sütun başlıkla-rındaki akantus yapraklı girland motifleri ve tek bir akantus yaprağından oluşan ters konsolları barok özelliktedir.
İzzet Kumbaracıların saçaksız olduğu-
nu belirttiği Nusretiye Sebili, son tamirinde dalgalı bir saçak hattı oluşturan, kurşun profilli beton bir kubbe ile örtülmüştür. Altışar satır halinde pencerelerin üstünde yer alan ta'lik kitabeleri Yesarîzade Mustafa İzzet'in hattıdır.
Günümüzde oldukça bakımsız bir durumda olan sebilin, içten tahtalarla kapatılmış pencere şebekeleri yer yer kopmuş, sütun başlıklarındaki girland motifleri kırılmıştır.
Bibi. S. Çelintaş, "Türklerde Su, Çeşme, Sebil", Güzel Sanatlar, S. 5 (1944), s. 146; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 667, 670; Kumbaracılar, Sebiller, 51; B. Unsal, "Stil Yönünden Klasik Sonrası Türk Mimarlığında Sebil Anıtları", TAÇ, S. 3 (1986), s. 23; ay, "İstanbul Sebil Anıtlarını Dekorlayan Şebeke Sanatı", ae, S. 4 (1986), s. 21.
YASEMİN SUNER
NÜFUS
Günümüzde, İstanbul'un ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel tüm yaşamının en önde gelen bileşeni ve belirleyicisi olan nüfus çağlar boyunca gerek nicel gerekse nitel bakımdan büyük değişiklikler geçirmiş; 1950'lere kadar zaman zaman gerileme gösterdiği de olmuş ve kentin gelişmesi açısından olumsuz bir faktör durumuna gelmemiştir. 1950 sonrasında ise, İstanbul'un iç göçle aldığı nüfus, kentin biçimlenmesi, kent yaşamı ve kentsel gelişme açısından, hele de 1980'lerden sonra, tam bir sorun halindedir.
Bizans Dönemi
Bugünkü İstanbul'un çekirdiğini oluşturan antik kent Bizantion'un(->) nüfusunu tahmin etmek çok güçtür. Fakat bu sayının, 30-40.OOO'i aşmadığı kesin gibidir
NÜFUS
108
109
NÜFUS
l. Constantinus, 324'te şehri Konstanti-nopolis adıyla yeniden kurduktan sonra, nüfus hızla artmış ve 60 yıl içinde, şehrin yeni yeni bölgeleri iskân edilmiştir. 400'ler-de, Aziz İoannes Hrisostomos'un aktardığına göre, Konstantinopolis'te 100.000 kadar Hıristiyan yaşıyordu. Yahudi ve Paganları kapsamayan bu sayı abartılı görünse bile, o tarihlerde kentte 150.000 ya da 200.000 civarında bir nüfusun varlığı akla uygun görülmektedir.
413'ten itibaren, şehrin yaklaşık 12,7 km2'lik bir alana yayıldığı tahmin edilmektedir. Fakat kentin batı yakasında, eski Constantinus SuruO) ile II. Teodosios'un (hd 408-450) yaptırdığı yeni surlar arasında kalan bölge Bizans döneminde hiçbir zaman yoğun olarak iskân edilmemiştir. Buralarda manastırlar, villalar ve bahçeler bulunuyordu. Bu yüzden kentin gerçekten sık nüfuslu mahallelerinin 6 ya da 7 krtf'yi aşmadığı sanılmaktadır.
Konstantinopolis evlerinin mimarisi hakkında çok az bilgi olduğundan, evlerin büyüklüklerinden hareket ederek şehrin nüfusunu kestirmek zordur. İmparator Zenon'un (hd 474-475) bir fermanında, başkentteki inşaat işleri kurallara bağlanırken, bina yüksekliklerinin 100 ayağı (l ayak 30,29 cm) aşamayacağı belirtiliyordu. O dönemde böylesine yüksek yapıların varlığına ilişkin başka bir kanıt ya da belge yoktur. Fakat eğer bu tip binalar yaygın idiyse, eski tarihçilerin kabul ettiği gibi I. lustinianos döneminde (527-565) Kons-tantinopolis'in nüfusu 500.000 ile 1.000.000 arasında olmalıdır. Buna göre, şehir nüfusu tarihinin ilk zirvesine o sıralarda ulaşmıştır. 196l'de D. Jacoby tarafından yapılan bir araştırmaya göre söz konusu dönemde nüfus en fazla 300-400.000 arasında olmalıdır.
I. İustinianps'un 538/539 tarihli bir fermanından anlaşıldığına göre, Konstantino-polis'e Mısır'dan yılda 8.000.000 ölçek (yaklaşık 54.500 ton) buğday gelmekteydi. Buğday ekmeğinin o dönemlerde günlük diyetin yüzde 60-70'ini oluşturduğu düşünülürse, nüfusun 300.000'i aşmaması gereklidir. Hattâ bu sayı da düşürülebilir, çünkü bir miktar tahıl, nakliye sırasında zayi olmakta, bir kısmı da kent dışında konaklayan askeri birliklerin iaşesine ayrılmaktaydı. 300.000 kişilik nüfus, Zenon'un fermanında sözü edilen yüksek binalarla birlikte değerlendirildiğinde, o tarihlerdeki yoğunluğun günümüzün modern kent-lerindekine yakın olduğu görülecektir.
542'de, bir veba salgını sonucu Kons-tantinopolis'in nüfusu kayda değer miktarda azaldı. 640'ta, imparatorluğun hububat deposu Mısır, Arapların eline geçti ve bunu izleyen iki asır boyunca, başkent nüfusu azalmaya devam etti. 755'te, V. Kons-tantinos (hd 741-775) şehir dışından getirttiği göçmenlerle şehri iskân etmeyi denedi. 840'lardan itibaren Konstantinopolis canlanmaya başladı ve nüfus artmaya devam etti; ancak kaynaklarda iki kattan daha yüksek binalardan söz edilmediğine göre, nüfus yoğunluğu erken dönemlerde-kine yaklaşmamıştı.
Tarihçi Villehardouin, 1204'te Haçlılar tarafından fethedildiği dönemde şehrin nüfusunun 400.000 dolaylarında olduğunu tahmin ederse de, ll-12.yy'larda 150.000' den fazla nüfus pek mümkün görülmemektedir. Latin döneminde (1204-1261) Haçlı ordularının yaptığı talanlar ve çıkan yangınlar sonucu nüfus tekrar azalmıştı.
126l'den itibaren Paleologosların ilk dönemlerinde başlatılan inşa faaliyetleri ve bunu izleyen kısa canlanmadan sonra, şehir Bizans İmparatorluğu'nun kaderini paylaşarak sönmeye başladı. Bu tarihlerde, Konstantinopolis bahçelerle, meyveliklerle ve küçük ormanlarla kaplıydı. 14. ve 15. yy'da Konstantinopolis'i ziyaret eden yabancı seyyahların aktardığına göre, şehir nüfusu 30-50.000 arasında olmalıdır.
Bibi. A. M. Schneider, "Die Bevölkerung Konstantinopels im XV. Jahrhundert", Nach-richten derAkademie der Wissenschaften in Göttingen, 1949/9, s. 233-244; D. Jacoby, "La population de Constantinople â l'epoque byzantine", Byzantion, S., 31 (1961), s. 81-109; P. Charanis, "Observations on the Demog-raphy of the Byzantine Empire", Proceedings oftheKIIIth International Congress ofByzan-tineStudies, Oxford, 1967, s. 445-463; Ch. Stru-be, "Der Begriff domus in der Notitia urbis Constantinopolitanae", Studien zur Frühge-schichte von Konstantinopel , (haz. H.-G. Beck), Münih, 1973, s. 121-134; A. E. Müller, "Getreide für Konstantinopel", Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik, S. 43 (1993), s. 1-20.
ALBRECHT BERGER
Fetihten 1950'ye
Bizans'tan 19. yy'a kadar istanbul'la ilgili nüfus tahminleri, zaman zaman tahrirlere dayandırılmışsa da, nüfusbilim açısından sorunlarla doludur. Çoğu kez verilen sayılar abartılıdır.
15. yy'ın ortalarında Osmanlılar tarafından kuşatıldığında A. M. Schneider kentin 40.000 ila 50.000 arası bir nüfusa sahip olduğunu tahmin etmektedir. Bu sayı genellikle kabul görmüştür.
Nitekim, Sakız Piskoposu Leonardi ve tarihçi Kritobulos'a(->) göre de İstanbul Osmanlılar tarafından alındığında kentin nüfusu 50-60.OOO'İ geçmemektedir. Fetih ertesi kentin payitahta dönüşmesi üzerine Osmanlı topraklarının dört bir yanından kendi rızasıyla gelip yerleşecek olanlara, terk edilen ya da kalan boş evlerin mülk olarak verileceği ilan edilmiştir. Bu arada fetih sırasında hizmeti geçmiş olanlara geniş ölçüde ihsanlarda bulunulmuştur.
Ancak, bir süre sonra olağan teşvik yollarıyla kente nüfus çekilemeyeceği anlaşılmış, bu defa kadılara emirler gönderilerek her vilayetten belirli oranda fakir ve varlıklı kişilerin sürgün edilmesi istenmiştir. Özellikle büyük tüccarlar ve sanatkârların kente yerleşmeleri beklenmiştir. Nitekim, bazı ünlü tüccarlar isimleriyle çağrılmış; kendilerine konumlarına uygun ev ve işyeri vermek için girişimde bulunulmuştur.
Topkapı Sarayı'nda bulunan bir belgeden 1478'de yapılan sayımda kent içinde 8.951 Müslüman, 3.151 Rum, 1.647 Yahudi, 756 Ermeni ve 398 diğer etnik gruplara ait hane olduğu, Galata'da ise 535
Müslüman, 572 Rum, 332 Frenk, 62 Ermeni ailesi ve 260 dükkân bulunduğu, böylece İstanbul'da ve Galata'da toplam 16.404 ev ve 3.927 dükkân olduğu anlaşılmaktadır. Ortalama hane başına beş kişi kabul edilirse 15. yy'ın sonlarında yaklaşık 82.020 kişi, saray mensupları, askerler ve medreselilerle birlikte 100.000 dolayında bir nüfus olduğu söylenebilir.
Müslüman halkın getirilip yerleştirilmesiyle birlikte birçok azınlık da sürgün edilmiş ve İstanbul'da çeşitli mahallelere iskân, edilmiştir. I46l'de II. Mehmed (Fatih) Trabzon'dan bir kısım Rumu Galata'ya, 1475'te Gedik Ahmed Paşa Kırım'ı almasıyla oradan ve Kefe'den getirdiği 40.000 Ermeni-yi Unkapanı ve Balat arasındaki bölgeye ve kendi adını alan Gedikpaşa'ya iskân ettirmiştir.
I. Selim (Yavuz) 1514'te Çaldıran seferinden dönerken Doğu eyaletlerinden getirdiği 40.000 Ermeniyi Samatya'ya yerleştirmiştir. 1520'de I. Süleyman (Kanuni) Sırbistan seferinden dönüşte Belgrad halkından bir kısmını alıp, bugün Belgrad Ormanı olarak anılan bölgedeki köylere dağıtmıştır. 1492'de İspanya'da son İslam kenti olan Gımata'mn (Granada) İspanyolların eline geçmesiyle çok sayıda Arap ve Yahudi göçmenin Galata'ya yerleştiği bilinmektedir. Böylece Bizans'tan kalan yerli Hıristiyan halk yanında Osmanlı döneminde birçok gayrimüslimin istanbul'a göç edip kentin kozmopolit özelliğini pekiştirdiği görülmüştür.
İktisat tarihçisi Ömer Lutfi Barkan'a göre 1478 sayımında 97.956 olan kent nüfusu 1520-1535 arasında 80.000 hane ile 400.000'e yükselmiş ve İstanbul dünyanın en büyük kenti haline gelmiştir. İstanbul nüfusunun Paris nüfusunun iki, Venedik nüfusunun ise beş katı olduğunu belirten ünlü nüfusbilimci A. F. Weber de İstanbul'un 16. yy boyunca "Dünya Kenti" olduğunu doğrulamakta, ancak 17. yy'da Paris'ten sonra ikinciliğe düştüğünü yazmaktadır. 19. yy'da birinciliği Londra alacak İstanbul ancak beşinci sırada bulunacaktır.
Ekrem Hakkı Ayverdi, bu büyük nüfusun yüzde 75'inin sur içinde, yüzde 15'inin Galata ve Eyüp'te, diğer yüzde 10'unun ise Üsküdar ve Boğaziçi'nde bulunduğunu kaydetmektedir. Yine aynı yazara göre Hıristiyan nüfus toplam nüfusun her zaman yüzde 30 veya daha az bir oranını oluşturmuştur. Bu dönemde inşa edilen dini yapıların dağılışı ile nüfus arasında ilişki olduğu kabul edilecek olursa nüfusun üçte birinden fazlasının kentin her dönemde en kalabalık olan bölgesine yani Halic'e bakan sırtlara yerleştiği ve bu kesimde de en büyük yoğunlaşmanın Fatih İmareti çevresinde olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık Marmara sahilinde yerleşen nüfusun ancak yüzde 10-15'i Müslü-mandır. Rumlar ve Ermeniler bu sahillerde çoğunluktadır.
Artan nüfusun diğer üçte biri Bizans'ın son zamanlarında tamamen boşalmış olan Aksaray, Topkapı civarı ve Kocamustafa-paşa'ya yerleşmiştir. Üsküdar'da birkaç yeni mahalle kurulmasına karşın Boğazi-
çi henüz yerleşim alanı değildir. Ancak Galata'da yapılan yeni mescitlerin yer ve sayısından Müslümanların bu semtte arttığı, Kasımpaşa'ya doğru yeni mahalleler kurulduğunu söylemek mümkündür.
Osmanlı payitahtı, verilen rakamlar ne olursa olsun, 1453 ila 1600'ler arası önemli bir nüfus artışına sahne olmuştur. R. Mantran, Constantinople au temps de So-liman le magnifique et de ses successeurs (XVfe etXVTPsiede), adlı eserinde 16. yy'ın ortalarında istanbul'un nüfusunu, Bo-ğaz'daki yerleşim alanları hariç, 500.000 dolayında göstermektedir. Bu sayı 17. yy'ın ortalarında 600.000'e ulaşmaktadır. 17. yy'm sonlarında, Üsküdar ve Boğaz köyleri dahil İstanbul, Mantran'a göre, 700-800.000 kişiyi barındırmaktadır.
İstanbul'dan gelip geçen seyyahlar da nüfus tahmininde bulunmuşlardır: Venedik temsilcisi Alvise Contarini 1640'ta İstanbul nüfusunu 1.000.000'un üzerinde gösterir. İngiliz seyyah John Sanderson 1593'te yerel kaynaklara dayanarak 1.231.207 gibi ayrıntılı bir sayıda karar kılar. Bunlar son derece abartılı gözlemlerdir.
B. Lewis, istanbul and the Civilizati-on of the Ottoman Empire adlı eserinde I. Süleyman (Kanuni) zamanında (1520-1566) İstanbul'un nüfusunu en azından yarım milyon olarak alır. İnalcık, The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600 adlı eserinde 16. yy'ın ilk yarısında kentin nüfusunu 400.000 olarak gösterir ve 16. yy'ın ikinci yarısında, R. Mantran'ın istanbul dans la seconde moitie du XVIIe sfecfeadlı eserine dayanarak, bu rakamın 800.000'e yükseldiğinin iddia edildiğini kaydeder.
Ünlü tarihçi Fernand Braudel, Civili-sation materielle, Economie et Capitalis-me'imn ilk cildinde 16. yy'da İstanbul'un nüfusunun en azından 400.000 ve şüphesiz 700.000 olduğunu, yine Mantran'ı kaynak göstererek savunur. Braudel'e göre İstanbul, bugünkü kentsel yeleşim alanlarına benzeyen bir "kent canavarı"dır.
Mantran 1690-1691 tarihli iki belgeden Müslüman olmayanların 68.000 hane, yaklaşık 250-300.000 civarında olduğunu, ve C. Villanon'un verdiği yüzde 42,3 ile Ö. L. Barkan'ın verdiği gayrimüslim oranlarından hareket ederek toplam nüfusun 700-800.000 arasında olabileceğim belirtmektedir. Mantran'a göre , İstanbul, Eyüp, Ga-lata'nın nüfus yoğunluğu 150-185 kişi/hektardır. Nüfus yoğunluğu bu verilere göre, krrf'de 15-18.000 kişidir. Bu istanbul me-kaânımn kaldıramayacağı bir yoğunluktur. İstanbul'da 1844'te nüfus yoğunluğu ancak 6859 kişi/km2'ye ulaşmıştır. Mantran'ın verdiği yoğunluğa İstanbul ancak 1980'lerde ulaşacaktır.
İstanbul'un nüfusu üzerine nüfusbilim-cilerin tahminleri tarihçilerden çok farklıdır. Roger Mols S. J. "Population in Europe 1500-1700", başlıklı makalesinde The Fantana Economie History of Europe adlı eserde yer alan 16. yy başı için İstanbul, Paris ve Napoli'ye 150.000 ila 200.000 arası nüfus öngörür. 16. yy sonu ile 17. yy başı için nüfusu 200.000 ila 400.000 arası
kentler İstanbul, Napoli, Paris, 17. yy sonu ise nüfusu 400.000'den fazla olan kentler Londra, Paris ve İstanbul'dur.
Bu sayılara bile temkinli yaklaşmak gerekir. 1600'lerde 200.000 dolayında nüfusuyla İstanbul Avrupa'nın en büyük kentleri arasında yer almaktaydı. Bu büyüklükteki bir kentin iaşesi büyük sorundur.
İstanbul'a başlangıçta özendirilen göç zamanla sorun olmaya başlamıştır. İstanbul'un 16. yy'daki en önemli sorunları artan nüfusun beslenmesi ve suyunun temin edilmesidir. Bizans döneminde de görüldüğü gibi kentin bütün tarihi boyunca bu sorun önemini korumuştur. Kente gelen nüfusu denetlemek ve hattâ geri göndermek için önlemler almak gereği bu yüzyılda ortaya çıkar. Münir Aktepe bir makalesinde istanbul nüfusunun 17. ve 18. yy'lar boyunca devamlı olarak arttığını ve bunu sınırlamak için birçok önlem alındığını yazmaktadır.
16. yy'da Batı'da izlenen fiyat devrimi Osmanlı'yı da etkilemekte gecikmemiş; yüzyılın sonunda kırsal kesimde Celali is yanları ile kentlere ve istanbul'a büyük göç akınları başlamıştır. 17. yy'ın başından itibaren İstanbul'a gelenlerin yoldan çevril mesi, gelmiş olanların memleketlerine ge ri gönderilmesi için fermanlar çıkmıştır. Kent çevresinde işsizler ve az gelirlileri ba rındıran ilk gecekondular bu dönemde be lirmiştir. İstanbul'a göçü durdurma kaygı sının sadece nüfus artışından değil, ken tin kimi kez üçte birini saran büyük yan gınların konut sıkıntısı yaratmasından ve bozulan ekonomik durumdan kaynaklan dığı söylenebilir.
Doğan Kuban kentin nüfusunun daha 17. yy'a gelmeden 500.000'e yaklaştığını tahmin etmektedir. Boğaziçi, Haliç ve Üsküdar büyük bir gelişme göstermiş, nüfusun yüzde 40'a varan kesimi sur dışına taşmıştır. Galata başta olmak üzere Kasımpaşa genişlemiş, Eyüp cami, medrese ve saraylarla dolmaya başlamıştır. 17. yy'da payitahtın ticaret ve sanat alanında önemli bir yol kat ettiği kaydedilir. Ancak, nüfusla ilgili olarak elde yeterli bilgi bulunmamaktadır.
17. yy'da Anadolu'dan birçok gay rimüslim İstanbul'a göç etmiş ve Galata'ya yerleşmiştir. Bizanslıların Sirkeci ve Haliç kıyılarına yerleşme izni verdiği Franklar ve İtalyanlar, Türkler geldikten sonra faali yet merkezlerini Beyoğlu sırtlarına taşımış lardır. Fakat Galata ve ona bağlı olarak Be- yoğlu'nun gelişmesi asıl 18. yy'da hızlan mıştır. Bugün İstiklal Caddesi diye bilinen Cedde-i Kebir'in iki tarafı, Balıkpazan ve Tophane kesimleri yoğun konut alanları ile kaplanmış, Fındıklı ve Ayaş Paşa mahal leri oluşmuştur.
Haliç ve Boğaziçi'ndeki gelişme bu yüzyılda artmış ve suriçi nüfusunu dengelemeye başlamıştır. Kâğıthane Deresi'nde ünlü bahçe ve köşklerin yapılmasıyla Eyüp ve Halic'in kuzey kıyılarında nüfus artmış ve buralar kentin parçası durumuna gelmiştir. Suriçi bölgesinde cami ve mescitlerin sayısı bütünün yüzde 62'si iken 17. ve 18. yy'larda bu oran yüzde 45'e düş-
müştür. Bu oran değişikliği sur dışında kalan alanların nüfus ve yerleşme bakımından büyüklüğünü göstermektedir.
19. yy'ın ilk çeyreğinde İstanbul'un nüfusunun 800.000'e, hattâ 1.000.000'a ulaştığını ileri süren kaynaklar olmasına karşın arşiv belgeleri bu iddiaları ihtiyatla karşılamaya sevk etmektedir, istanbul'un bu tarihlerdeki nüfusunun 500.000'in altında olduğuna kesin gözüyle bakılabilir. 1830' lu yıllarda genel nitelikteki nüfus sayımına göre İstanbul'un erkek nüfusunun 70.050'si bekâr olmak üzere 211.333'tür. Bunun 96.077'si Müslüman, 115.256'sı gayrimüslimdir. Bekâr erkek nüfus Müslümanlarda 25.061 iken gayrimüslimlerde 44.989'dur. Aile nüfusunda ise Müslüman erkek çoğunluktadır: 71.016 erkek Müs-lümana karşılık gayrimüslim aile erkeği 70.267'dir.
Kaba toplam tahminde bulunmak için bu sayıyı ikiye katlayarak kadın nüfusla birlikte İstanbul'un toplam nüfusunu elde etmek mümkündür. Ancak mevsimlik işçi niteliğinde İstanbul'da bulunan erkek sayısının toplam nüfus içinde erkekleri daha yukarı çekeceği hatırlanırsa sayımda elde edilen erkek nüfusu ikiye katlamak gerçekçi olmaz. Ancak buna karşılık sayımda yer almayan askeri kadrolar ve eksik sayım genel toplamı aşağıya çekmektedir. Bu nedenle kaba tahmin için arşiv belgelerinden elde edilen evli erkek nüfusu ikiye katlayıp, bekar olanlarla toplamak mümkündür. Böylece 352.616 sayısına ulaşılır. Nitekim tarihçi Lütfî Efendi(-») de bu tarihlerde İstanbul'un nüfusunun 359.039 olduğunu kaydetmektedir. Tevfik Güran istanbul'un iaşesi üzerine yazdığı makalesinde bu rakamın 450.000 dolayında olduğunu söylemektedir.
1856-1857'de yani şehremanetinin kurulduğu yıllarda yapılan ve hemen hemen İstanbul'un ilk nüfus sayımı addedilecek olan "tahrir-i nüfus" sonucu halka şehre-manetince nüfus tezkeresi verilmiştir.
Son Osmanlı nüfus sayımı 1906'da yapılmış ve sonuçlan Ticaret Nezareti'nce 1908'de yayımlanmıştır. Ancak bu istatistiksel çalışmada İstanbul'a ait sütunlar boş bırakılmıştır. İstanbul'da başlatılan sayım 1908'e kadar bitirilememiş, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra da tekrar ele alınmamıştır.
Ancak, elimizde Dördüncü Daire dışında istanbul'un 1906 sayım sonuçları bulunmaktadır. Dahiliye Nezareti Sicill-i Nüfus İdare-i Umumiyesi istanbul'un 1906'da ayrılmış olduğu on belediye dairesinden dokuzunda sayımı sürdürmüş, Yıldız Sa-rayı'nı, saraya mensup şehzadeler ve sultanların ikametgâhlarını da kapsamına alan Dördüncü Daire'de bir türlü sayım yapamamıştı. Bir olasılık Babıâli'nin bu yörenin sayımı için gerekli iradeyi çıkaramamış olması ya da buna cesaret edememesidir. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra da araya birkaç yıl girişi nedeniyle sayımı sürdürmenin bir değeri kalmamıştır.
Sicill-i Nüfus Idare-i Umumiyesi dokuz dairenin sayımı ertesi bir istatistik düzenlemiş ve Dördüncü Daire hariç İstanbul'un nüfusunu 600.000 küsur olarak göstermiş-
NÜFUS
110
111
NÜFUS
tir. Pek isabetli bir yöntem olmasa da 1885 sayımında Dördüncü Daire'nin 70.607 olan nüfusunun pek bir değişikliğe uğramadığı varsayılırsa 1906'da istanbul'un toplam nüfusunun kabaca 700.000 dolayında olduğu söylenebilir.
1885'te istanbul'un nüfusunun 873.565 (erkek 508.815, kadın 364.750) olduğu göz önünde bulundurulursa 163.000 dolayında bir düşüş görülmektedir. Ancak 1906 sayımında yabancıların sayıma dahil edilip edilmediğini bilmemekteyiz. Bir olasılık bu nüfus azalışının nedeni "ecnebiler"in dahil edilmemeleri olabilir.
İstanbul Nüfus idaresi II. Meşrutiyet'in ilanından sonra zaman zaman istanbul'un nüfusu hakkında sayılar vermiştir. Nitekim şehremanetinin Ihsaiyat Mecmuası yayımlanmaya başladığı 1912'de istanbul'un nüfusunu 857.069 (erkek 511.856, kadın 345.213), izleyen 1913 ve 19l4'te ise sırasıyla 855.515 ve 977.662 olarak göstermiştir. Bu istatistikte taşradan gelenlerle yabancılar aynı kalemde, 293.127'si erkek, 131.706'sı kadın olmak üzere 424.833 kişi olarak verilmiştir. Derginin başka bir sayfasında İstanbul'da 101.454'ü erkek, 28.373'ü kadın, toplam 129.827 "ecnebi" olduğu kaydedildiğine bakılırsa 424.833 sayısının geri kalan kısmı İstanbul'a geçici olarak gelen, o günün deyimiyle "yabancı" olarak nitelenen nüfusu kapsamaktadır.
1914 için elimizde bir başka resmi istatistik bulunmaktadır, l Mart 19l4'te Babıâli yayımladığı istatistikte İstanbul'un nüfusunu, 560.434 Müslüman, 205.763 Rum ve 84.093 Ermeni olmak üzere toplam 850.290 olarak göstermektedir. Bu sayı bir ölçüde İbsaiyat Afecmwaszhdakiyle bağdaşır görülebilir; yukarıda belirtilen 129.827 "ecnebi"nin, 850.290'a ilavesiyle toplam 980.117 kişiye ulaşılır. Ihsaiyat Mecmu-ası'nda. belirtilen rakamdan 2.455'lik bir fazlalık istatistiksel olarak kabul edilebilir bir hatadır.
1914 ertesi, 1921'e değin İbsaiyat Mecmuası yayımlanmadığı ve başka kaynaklarda da İstanbul'un nüfusu verilmediği için elimizde bu yıllara özgü herhangi bir sayı bulunmamaktadır. Ancak savaş yıllarında İstanbul'un nüfusunun önemli dönüşümler geçirdiği bir gerçektir.
1921'de yayımlanan şehremanetinin İbsaiyat Mecmuası, nüfus müdüriyetini kaynak olarak vererek İstanbul'un 1919 nüfusunu, 66l.649'u erkek, 468.006'sı kadın olmak üzere toplam 1.129.655 olarak vermektedir. Resmi kayıtlarda böylece ilk kez İstanbul'un nüfusu 1.000.000'un üzerinde gösterilmektedir. Ancak, bu rakam nüfus müdüriyeti kaynaklı da olsa kuşkuyla karşılanmalıdır. Nitekim 1921 sayılan 1914' ünkülerle karşılaştırıldığında kuşku doğurucu sonuçlar elde edilmektedir.
Bir kere 1921 istatistiğinde "ecnebi" sayısı 19l4'ün aynıdır. Oysa 1914 ertesi savaş nedeniyle savaşılan ülkeler uyruğunda olanlar ya da o ülkelerin pasaportlarını taşıyanlar kenti terke mecbur bırakılmışlardır. I. Dünya Savaşı sonrası geri gelmiş olabilecekleri düşünülse de Milli Mücade-le'nin sürdüğü bir dönemde "ecnebi" sa-
yısında bir düşüş beklenmelidir. Ancak, Mütareke yıllarında İstanbul'a gelen Rus göçmenlerin "ecnebi" sayısına dahil edilip edilmediğini bilmiyoruz.
Öte yandan istatistiklerde ayrı birer kalem olarak gösterilen çocuk sayısı 1914'te 79.392 olarak verilirken, savaşın neden olduğu kıtlık, kötü beslenme, salgın hastalık vb kaynaklı yüksek ölüm oranlarına karşın 1921'de 25.046 fazlasıyla 104.438 olarak kayda geçmiştir. Oysa erkek nüfusun cepheye gidişi, kadınların geçim derdine düşüp çalışmak zorunda kalışı, güç savaş koşullarının evlenmeleri caydırışı ve her şeyden önce yüksek çocuk ölüm oranı çocuk nüfusunda bir düşüşe yol açmış olması gerekir.
Bu gözlemler, nüfus müdüriyetince derlenen nüfus istatistiklerinin tutarlı bir yöntemden yoksun olduklarını, düzenlenirken defterlerin ve kayıtların dökümünün yapılmadığı kanısını uyandırmaktadır.
Nitekim o günlerin hükümetlerince de bu sayılara pek itibar edilmemiş, gerektikçe ve özellikle seçimler gibi olağanüstü durumlarda İstanbul'un nüfusu değişik yöntemlerle saptanmaya çalışılmıştır.
1922'de Miralay Esad Bey'in polis müdürlüğü sırasında İstanbul'un nüfusunun, hane, dükkân ve otel sayısının belirlenmesi amacıyla polis merkezleri aracılığıyla sayım yapılmış ve düzenli defterler ve cetveller oluşturulmuştur. İstanbul, Anadolu-Ru-meli sahilleriyle Boğaz, Üsküdar ve Adalar'daki toplam 32 polis merkezinin yürüttüğü sayım sonucu, İstanbul halkı "mil-lef'lere ayrılarak mahalle mahalle kaydedilmiş, ayrıca erkek, kadın, kız ve erkek çocuk sayıları belirlenmiştir. Sayım sonucu 373.124 Müslüman, 158.219 Rum, 87.919 Ermeni, 40.018 Musevi ve 51.006 diğer "milletler"den olmak üzere toplam 710.286 bulunmuştur. Bu sayıların yüzde 48,6'sım erkekler, yüzde 51,4'ünü kadınlar oluşturmuştur.
Polis müdüriyetinin bu sayımı Temmuz 1922'de sonuçlanmıştır. Bir ay sonra Anadolu'da "Büyük Taarruz" başlamış, bir kısım yerli ve yabancı Rum nüfus Anadolu'dan ve İstanbul'dan çekilmiş, Mudanya Mütarekesi ertesi savaş yıllarında İstanbul'a sığınmış olan bir kısım Anadolu halkı topraklarına dönmüştür. Öte yandan Kasım 1922'de işgal kuvvetlerinin de kenti boşaltmalarıyla 1922 sonlarında İstanbul'un nüfusu temmuz ayına oranla 50-60.000'lik bir düşüş göstermiştir. Ardından "mübadele" nedeniyle, Mübadele Komis-yonu'nun açıklamalarına göre, 40-50.000' lik bir düşüş daha gerçekleşmiş ve İstanbul'un nüfusu Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte 600.000'e inmiştir.
Kuşkusuz, İbsaiyatMecmuası'nda verilen sayılara oranla polis müdüriyetinin verileri daha sağlıklı gözükmektedir. Nitekim İstanbul'un Ankara hükümetinin denetimine girişi ertesi milletvekilleri seçimleri için yapılan erkek nüfus sayımı sonuçları polis müdüriyetininkilere yaklaşmaktadır. Seçim sayımına göre İstanbul Vilayeti'nde kazalarla birlikte toplam 290.802 erkek kaydedilmiştir. Sayım Müslüman erkek nü-
fusu hemen hemen tam olarak yansıtmaktadır. Gayrimüslimlerin seçimleri desteklemedikleri varsayılırsa, sayıma bu kesimden katılımın daha düşük olması beklenebilir. Bu olasılığı da göz önünde bulundurursak toplam erkek nüfusu 300.000 düşünebiliriz. Her ne kadar kentlerde ve özellikle İstanbul gibi "yabancı"sı ve "ec-nebi"si bol bir kentte, hele art arda izleyen savaşlardan sonra, kadın erkek oranının eşit olduğu varsayımı sakıncalar doğura-bilirse de kaba bir toplama ulaşmak için erkek nüfus ikiye katlanabilir. Diğer bir deyişle şehremanetiyle İstanbul Vilayeti kazalarında 600.000 dolayında bir nüfusun bulunduğu ileri sürülebilir.
Bu arada şunu da kaydetmek gerekir: Seçim dairesi gösterilmeksizin ayrı kalemlerde "mektepli" ve "mahbus" vb kaydıyla yer alanlar bir olasılık çift sayıma uğramışlardır. Ancak bu tür çift sayımlar yüz-binler ölçeğinde bir sayıda sonucu fazla değiştirmeyecektir.
Seçim öncesi "heyet-i teftişiye"nin isteği üzerine İstanbul Nüfus Müdüriyeti'nin sağladığı resmi istatistikte İstanbul'un nüfusu 1.000.000'un üzerinde gösterilmiştir. Bu nedenle milletvekillerinin illere dağılımı İstanbul'un lehine kaymış ve bu kentten 20 milletvekili çıkarılacağı belirtilmiştir. Seçim sayımı ertesi ortaya çıkan fark soruşturmaya neden olmuş, bunun üzerine nüfus müdüriyetince heyet-i teftişiye-ye iletilen sayının 1910 yılına ait olduğu ortaya çıkmıştır.
1922'de 600.000 tahmin edilen İstanbul Vilayeti nüfusundan 100.000'ini kazalara ayırır ve kalan 500.000 nüfusa İstanbul'da geçici olarak bulunan 30-40.000 dolayında yabancıyı da eklersek, kentin nüfusu 1.000.000 ya da şehremaneti sınırları içinde kalan nüfus 530-540.000 civarında küsur olarak görülebilir.
Halbuki iki yıl sonra 1924'te, Vilayet Nüfus Müdüriyeti'nce İstanbul Vilayeti'nin nüfusu yine 1.000.000'un üzerinde gösterilmiştir: Şehremanetinde toplanmakta olan "iktisat fahri müşavirleri heyetf'nce İstanbul Nüfus Müdüriyeti'nden kentin nüfusu istenmiş ve alman 1923 sonu İstanbul ve çevresine ait veride nüfus 1.060.866 görülmüştür. Nüfus müdüriyetinin 1923 sonu için verdiği sayı "ecnebf'leri kapsamamaktadır. Şehremaneti hududu dışında kalan kaza ve nahiyelerin nüfusu toplamdan çıkarılırsa İstanbul'un dokuz belediye dairesinde toplam 993.583 kişinin meskûn olması gerekmektedir. Beyoğlu ve Üsküdar vilayetleriyle Makriköy (Bakırköy) kazasının şehremaneti hududu dışında kalan kısımları da düşülürse şehremanetinin nüfusunun 900.000 dolayında olması gerekir.
28 Ekim 1927 sayımında İstanbul merkezi, Adalar, Üsküdar, Beyoğlu, Bakırköy diye dökümü yapılan şehir kesimleri, yani vilayetin Çatalca ve Şile hariç diğer kesimlerinin nüfusu 742.763'tür. Yine bu sayıma göre şehremaneti sınırları dahilindeki İstanbul nüfusu 699.607'dir.
1927 ertesi İstanbul'un nüfusu düzenli nüfus sayımlarıyla belirlenmiştir: 1935'te 741.148; 1940'ta 793.749; 1945'te 860.558;
1950'de 983.041. İstanbul'un nüfusu 1.000.000'u ilk kez 1955 sayımlarında geçer: Kent nüfusu bu tarihte 1.268.771'dir. Bunun 700.250'si erkek, 568.521'i kadındır. Erkek nüfusun görece yüksek oluşunun bir nedeni de mevsimlik işçi göçüdür. İstanbul bundan böyle Anadolu'dan göç almaktadır. Nüfusu 1950'ler sonrası hızlı bir biçimde artacaktır.
Dostları ilə paylaş: |