OZANSOY, HAIİT FAHRİ
190
191
ÖLÇÜLER
lanmaya devam edildiği bu zaman diliminde 19. yy'a kıyasla motiflerin küçüldüğü, tentene türü birbirine bağlı süreklilik arz eden motiflerden oluşan bordürlerin beğeni kazandığı görülmektedir. Bazı evlerdeki sandıklarda bu tür göyneklerin erkekler için yapılmış örnekleri de vardır. "Yakası açılmamış" deyiminin kaynağı olan bu tür göynekler saray dışında gelin ve damatlar için hazırlanırdı. Yakası açılmadan, oyalanarak sandıklarda bekletilen göyneklerin ipek, keten, pamuklu gibi dokumalarla yapılan çeşitlemelerinde gene-likle kol ağızları, beden etek uçları ve sonradan açılan yaka çevresi oyalanırdı. Göyneklerin bebek ve çocuklar için hazırlanan örnekleri de bulunmaktadır. Halk inancına göre yedi cuma, sala vakti, yedi genç kızın sarı iplikle oyaladığı göynek (zıbın) giyen bebeğin doğduktan hemen sonra sarılık hastalığına tutulmayacağı düşünülürdü.
İstanbul'da ev dekorasyonu eşyaları arasında bulunan panolar ve kumaştan hazırlanmış fotoğraf çerçevelerine yapılan oyalara da bir yenilik gözüyle bakılabilir. Kuşkusuz en güzel örneklerden biri Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki 3743 envanter no'lu panodur. 98x118 cm boyutlarındaki bu panonun ortasında, Abdülha-mid'in adı geçen, beyaz ipek iplikle işlenmiş iki satırlık sülüs yazı şeritlerinden oluşan bir övgü metni yer almaktadır. Siyah zeminli yazının çevresi kozadan yapılmış oyalardan oluşan bir çelenkle bezenmiştir. Üç boyutlu nar çiçeğine benzeyen açal-yalar, katmersiz nar çiçekleri, goncalar, krizantemler, yıldızçiçekleri, menekşeler, yaseminler ve yapraklarla oluşturulmuş tasarım, ipek iplikle sarılmış, oval bir tel zemine iliştirilmiştir. Burada natüralişt bir yaklaşımla bazı motiflerin iç konturlarmın dış konturlarını tamamladığı fark edilir. Çiçekler pembe, kırmızı, sarı, koyu sarı, domates kırmızısı, yeşil, koyu yeşil ve beyazla tonlamalı renklendirilmiştir. Bir açıdan dal oyalara duyulan özlemin ifadesi, bir açıdan oyaların kullanıldığı yeni bir alan olarak ilgi çeken örnek özgün bir parçadır. Pek çok özel koleksiyonda bulunan fotoğraf çerçevelerinin bir grubu atlas üzerine koza oyaları monte edilerek yapılmıştır. Çoğu kabartma niteliği gösteren bu pano biçimindeki çerçevelerde fotoğrafın oturtulacağı ünitenin çevresi değişik çiçek motifleriyle tasarlanmış oval gelişme gösteren çelenklerle bezenmiştir.
Cumhuriyet döneminde değişen moda, gelişen teknoloji ile eski işlevini yitiren oyalar 1950'li yıllara kadar mendil çevrelerinde ve dikdörtgen mevlit örtülerinde bir süre kullanılmaya devam etmiştir. Mendiller açısından gözlenen farklılık tek renkli krep mendillerin, beyazın yanı-sıra sarı, pembe, kırmızı, mavi vb renkli ipeklerle yapılmış olmasıdır. Oyalar ise krep rengine uyan renkli ipekten ya iğne oyası ya da tığ oyası şeklinde tasarlanmıştır. Dal oyalar yerini bezden yapılan çi-
çeklere bırakmıştır. 20. yy'ın ortalarında oyalar açısından fark edilen yenilik çikolata kâğıdı topları; beğeni kazanan boncuk oyalarıdır. Çeşidi renkte çikolata kâğıtları yuvarlanarak oluşturulan toplarla oyalanan beyaz tülbentler ve pamuklu beyaz iplik, renkli boncuklarla oyalanan beyaz hamam tülbentleri motiflerle yapılan bezemelerin süsleyici gereçlerle zenginleştiril-diğine işaret etmektedir. Bir süre Mısır Çarşısı ve Kapalıçarşı esnafının yazma kenarlarını oyalatarak ve çeyizlik eşya hazırlatarak üretimine katkıda bulunduğu oyacılık Şile'de şilebezi gecelik ve bluz yakalarını bezemede kullanılmıştır.
Günümüzde bazı ailelerce başörtü kenarlarını bezemede kullanılan oyalar kız teknik öğretime bağlı okullarda ve mesleki eğitim fakülteleriyle mesleki yaygın eğitim fakültesi programlarında öğretilerek yaşatılmaya çalışılmaktadır. 20. yy'ın ilk çeyreğinin sonuna kadar oya modası konusunda yönlendiriciliğini koruyan İstanbul'un bu özelliğini yavaş yavaş yitirdiği gözlenmektedir.
Bibi. Y. Önge, "Çuha ve Koza ile Yapılmış Süslemeler", IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, IV, Ankara, 1992, s. 167-172; E. Önge, "Konya Müze ye Evlerinde Bulunan iğne Oyaları", (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayımlanmamış master tezi), 1991.
H. ÖRGÜN BARIŞTA
OZANSOY, HAIİT FAHRİ
(1861, İstanbul - 23 Şubat 1971, istanbul) Şair, tiyatro ve roman yazarı.
Bakırköy Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra bir süre Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) okudu. Sonra Filibe'ye gitti. 1907'de geri döndü ve Mekteb-i Sulta-ni'nin dördüncü sınıfından aldığı tasdikname ile Darülfünun Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne devam etti. Darülbe-dayi tiyatro kolunda yardımcı öğretmenlik yaptı. 19l6'da Muğla Sultanisi'nde e-debiyat ve felsefe öğretmenliğine başladı. 1918'de İstanbul Vefa Sultanisi'ne atandı. 1956'da emekli oluncaya kadar İstanbul'un pek çok lisesinde öğretmenlik yaptı.
Ozansoy, değişken bir kişiliğe sahiptir. Şiire Fecr-i Âti(-0 döneminde ve egzotik ülkelerin dile getirilmesiyle başlamıştır. 19l4'te bir ara Nayiler Grubu'na katılarak mistik yapıya girer. Doğu mitolojosi ve teolojisi, duygulanmalarında egemen olur. Babası Dr. Fahri Bey de manzum tarih yazarı ve tiyatro çevirmenidir. Şair, ilk eğitimini buradan alır. 1912'de Rübab dergisinde şiirleri yayımlanır. Aynı yıl Alemdar gazetesindedir. Tiyatro sevgisi giderek daha güçlenir. Baykuş'u böyle bir gelişmenin sonunda yazar (1916).
Baykuş, bir Anadolu köyünde geçen dramdır. Sahneye konan bu piyes, Ozan-soy'un ününü artırır. Manzum tiyatro olarak ve üstelik aruzla yazılması, ona edebi bir kimlik de kazandırmıştır. Yeni Mecmua'da şiirleri yayımlanır, milli edebi-
Halit Fahri Ozansoy
Ara Güler
yat kişilikleri ve de özellikle Ziya Gö-kalp'ten aldığı etki ile milli edebiyat akımına kapılır. 1919'da Nedim adlı dergiyi çıkarır. Ümidve Yarın dergilerinde şiirleri yayımlanır. Uzun süre Servet-i Fü-nunâa. yöneticilik yapan şair, Çınaraltı ve Varlık'ta- da yazar. Pek çok edebiyat tartışmasına da katılır. Son Posta 'da pek çok makale yayımlar. 1964'ten sonra da onu, Tercüman gazetesinde görürüz.
Ozansoy, Türk şiirinin pek çok döneminde görünür. Aruz ve hece arasında gidip gelen şairin en önemli yönü, duygulanmaları romantik bir biçimde ele almasıdır. Bunlardan aşk, ölüm, tabiat, korku, kuşku, hüzün, yaşam, yalancı aşk ve pitoresk önde gelir. Bir zamanların "elem şairi"dir. İstanbul'un işgal altında bulunduğu yıllarda duygulardan uzaklaşır. "Şairin musikisi artık kan olmuştur" (Gülis-tanlar-Harabeler) (1920). 1930-1940 arasındaki kuşağın temsilcisidir. Onu sürdürmeye çalışır. Hecede karar kıldıktan sonra, "Beş Hececiler" diye tanımlanan grubun içindedir. Yeni bir romantizm, bu dönemde onun sanatının özüdür. Geçmişe özlem duyar ve İstanbul'la ilgilidir ("Bugünkü Sa'dabâd"). "Rüyam" adlı uzun şiirinde eski bir İstanbul akşamını ya da çocukluğunu hep rüyalarında görür.
Edebiyatçılar Geçiyor (1939), Darül-bedayi Devrinin Eski Günleri (1964), Eski istanbul Ramazanları (1968) ve Edebiyatçılar Çevremde (1970) başlıklı kitaplarında yer alan anıları, geçmişe duyduğu özlemin öyküleridir. Edebiyatçılarımızın tanıtımında kişisel değerlendirmeleri vardır. Eski istanbul Ramazanları âz geçmişin şiirsel anlatımlarından izler taşır.
Bibi. M. K. Özgül, Halit Fahri Ozansoy, Ankara, 1988; Hikmet Feridun, Bugün de Diyorlar ki, İst., 1932; M. Yazar, Edebiyatçılanmız ve Türk Edebiyatı, İst., 1938.
AYHAN DOĞAN
ÖĞRENCİ YURTLARI
Orta ve yüksek öğrenim öğrencilerinin barınma, yeme içme, çalışma ve dinlenmelerini sağlamaya yönelik, devlet, özel kurumlar ya da kişiler tarafından açılıp yönetilen kuruluşlar.
İstanbul İli'nde bugün özel yurt sayısı 105'tir. Bunların yükseköğretime ait olanlarında 466 kız ve 3.373 erkek; ortaöğrenim çağındaki öğrenciler için olanların da da 770 kız, 6.025 erkek öğrenci barınmaktadır. Kredi ve Yurtlar Kurumu'na bağlı 10 kız, 12 de erkek öğrenci yurdu bulunmaktadır. Bunlardan 4.901 kız, 12.110 da erkek olmak üzere toplam 17.011 üniversite öğrencisi yararlanmaktadır.
Bunlardan başka Vakıflar Bölge Müdür-lüğü'ne bağlı olarak 1982'de açılan Fatih-Vatan Caddesi'ndeki 250 öğrenci kapasiteli bir öğrenci yurdu, kimsesiz ve fakir öğrencilere barınma olanağı vermektedir. Vakıfların 1951-1952 öğretim yılında açılan Şehzadebaşı'ndaki yurdu, 1982'ye kadar faaliyette bulunmuş ve 1982-1983 öğretim yılında da Yüksek Öğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu'na devredilmiştir.
Kredi ve Yurtlar Kurumu'na bağlı olan ve üniversite öğrencilerini barındıran yurtların tümü, bugün yeterli olmasa bile, önemli bir görevi yerine getirmektedirler. Vakıf dışındakiler ücretlidir ve denetimleri devlet tarafından yapılmaktadır.
AYHAN DOĞAN
ÖĞRETMEN EVLERİ
Milli Eğitim Bakanlığı'mn merkez ve taşra teşkilatı personelinin birbirleri ile kaynaşmasını, sosyal ve moral ihtiyaçlarının giderilmesini, mesleki ve kültürel gelişmelerinin, aileleri ve çevreleri ile sürekli ve olumlu ilişkiler içinde bulunmalarının sağlanması amacıyla kurulan öğretmen evleri, lokalleri ve dinlenme kampları ile sosyal tesisleri 20 Ağustos 1990'da yayımlanarak yürürlüğe giren "Öğretmen Evleri, Lokaller ve Eğitim Merkezleri Sosyal Tesisler" yönetmeliğine uygun olarak açılmaktadır.
İstanbul İli'nde 6 öğretmen evi, l öğretmen lokali faaliyetine devam etmektedir. Burgazadası, Zeytinburnu ve Silivri öğretmen evi binalarının inşası devam etmektedir.
Beyoğlu Öğretmen Evi: Tepebaşı'nda
Meşrutiyet Caddesi'ndedir. 1883'te inşa edilip Fransızlar tarafından bir süre Grand Otel adıyla işletilen bina, 1928'de Milli Eğitim Bakanlığı'na tahsis edilmiştir. 1985'e kadar Beyoğlu Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan bina, tavamndaki çökme nedeniyle eğitim-öğretime kapatılmış, restore edilerek öğretmen evine dönüştürülmüştür. 1990'da açılan 46 odalı ve 91 yatak kapasiteli Beyoğlu Öğretmen Evi'nde, 300 kişilik restoran, 200 kişilik lobi, 150 kişilik kafeterya-restoran, bay ve bayan kuaför salonları, video salonu, garaj, mutfak, çamaşırhane, teknisyen ve hizmetli odaları mevcuttur.
Cankurtaran Öğretmen Evi: Eminönü İlçesi'nde, Ahırkapı'dadır. İki katlı binası, başlangıçta ilkokul olarak kullanılmış, daha sonra ilçe milli eğitim müdürlüğü iken 1987'de Cankurtaran Öğretmen Evi olarak hizmete açılmıştır. 21 odalı ve 45 yatak kapasitelidir. 75 kişilik yemek salonu, 20 kişilik dinlenme ve çay salonu mevcuttur.
Anadoluhisan Öğretmen Evi: Küçük-su Caddesi'ndedir. Bina, 1932'den 1965'e kadar Anadoluhisarı İlkokulu olarak kullanılmış, bu tarihten sonra ortaokul olmuştur. 1975'ten itibaren ilkokul çağındaki kimsesiz çocuklar için özel eğitim okulu olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1985'te bir protokole bağlı olarak, Hacı Ömer Sabancı Vakfı tarafından tadilat, onarım ve restore edilerek öğretmen evi olarak hizmete açılmıştır. 4 odalı, 8 yatak kapasiteli öğretmen evinde iki süit oda mevcuttur. İki adet yemek salonu bulunmaktadır. Birinci katta 300, ikinci katta 150 kişiye yemek verilmektedir. Dinlenme salonu ve bahçesinde kafeterya hizmetleri sunulmaktadır.
Âdile Sultan Kasrı Öğretmen Evi ve Kültür Merkezi: Üsküdar'da Koşuyolu ile Altunizade arasında 1.000 dönümlük bir
Beyoğlu Öğretmen Evi
Ertem Uca, 1994 / TETTVArşivi
bahçenin ortasına kuruludur (bak. Âdile Sultan Kasrı). Kasrın bahçesinde bir de av köşkü bulunmaktadır. Cumhuriyet'in kuruluşu ile mülkiyeti Milli Eğitim Bakanlığı'na geçen kasır 1927'den sonra prevantoryum olarak kullanılmıştır. Onarım yapılarak 1991'de öğretmen evi ve kültür merkezi olarak hizmete açılmıştır. Bahçesi 200, içerisi ise 110 kişiye yemek hizmeti verilebilecek konumdadır. Halen, sadece kafeterya hizmetleri verilmektedir. Birer toplantı, brifing ve konser salonu bulunmaktadır.
Kızıltoprak Fatma Şadiye Toptanı Öğretmen Evi: Kızıltoprak Hasan Amir Soka-ğı'ndadır. Bina 1945'te yapılmış ikinci derecede tarihi ahşap bir yapıdır. Sahibesi Fatma Şadiye Toptani tarafından 1967'de mülkiyeti özel idareye ait olmak üzere öğretmenlere dinlenme yurdu olarak bağışlanmıştır. 1980'den itibaren Emekli Öğretmenler Derneği genel merkezi olarak kullanılan bina, 1991'de öğretmen evine dönüştürülmüştür. 6 odalı ve 27 yatak kapasitelidir. Bahçesinde 120, içeride 50 kişiye öğle ve akşam yemekleri verilmekte olup, 300 kişilik çay bahçesi bulunmaktadır.
Yalova Öğretmen Evi: 1987'de özel idareye ait bir binada faaliyete geçen öğretmen evi, lobi, oyun salonu ve 12 yatağı ile 1992'ye kadar hizmet vermiştir. Binanın sağlık eğitim merkezine dönüştürülmesi üzerine, öğretmen evi Nisan 1994'te ticaret lisesinin çıkmasıyla boşalan özel idareye ait Gazipaşa Caddesi'ndeki binasına taşınmıştır. Halen l okuma salonu, 2 oyun salonu, l sigara salonu ve kuaförü ile hizmet vermektedir.
Küçükyalı Öğretmen Lokali: Küçükyalı'da Kılavuzçayırı Caddesi'nde belediyeden kiralama yoluyla temin edilen binada, 1990'dan beri hizmet vermektedir. Tek katlı 80 rrf'lik binanın bahçesi de mevcuttur. 40 kişi lokal hizmetlerinden yararlanmaktadır.
ATİLA OZTURK
ÖLÇÜLER
Toplumların yaşamlarını devam ettirmeleri için gerekli olan maddelerin alımı satımı sırasında belirli bir uyumun sağlanabilmesi amacıyla oluşturulan ölçü sistemleri değiş tokuş değeri kavramına da sıkı sıkıya bağlıdır. Bütün toplumlarda çok eski dönemlerden beri var olduğu bilinen ölçülerin İstanbul açısından bilinen ilk örnekleri Roma dönemine uzanır.
Miktar olarak eşyaların tartılması amacı ile kullanılan ilk ölçü aleti olan terazi, denge sözcüğünün dayandığı "equilibri-um" (eştartı, denge) ve "tartı" anlamına gelen "libra"dân gelmektedir. Roma döneminde kantar ile birlikte kullanılan terazi, Bizans döneminde önemini bir miktar kaybetmiştir. Arapça "kıntar" sözcüğünden dilimize geçen "kantar" ise, esasen bir kaldıraç sistemi olmakta ve eşyaların ağırlığının saptanmasında bugün de kullanılmaktadır.
Yere, zamana ve ölçülecek nesnenin cinsine göre değişen ölçü birimleri, iktida-
ÖLÇÜLER
192
193
ÖLÜM ÂDETLERİ
n elinde bulunduranların otorite simgesi ve sosyal düzenin bir parçası olarak daima önem taşımışlardır. Bu hususu erken Hıristiyanlık döneminde daha çok imparator ve Athena figürleri ile bezenen MS 5. yy'in ilk çeyreğinde, üzerlerinde imparatoriçe büstlerinin bulunduğu Bizans kantar ağırlıklarında görebiliyoruz.
Diğer bir deyişle toplumun fertleri arasındaki gereksinimlerin sağlanması ve mal değişiminin yapılabilmesi bu şekilde devlet garantisi altına alınmış oluyordu.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan dünyanın en zengin kantar ağırlıkları koleksiyonundaki eserlerin yapım yeri istanbul'dur. M. Ross'a göre, Konstantinopolis heykeltıraşlığının kesin göstergesi olan bu büstlerde tasvirler Konstantinopolis'teki hükümdar ailesinin fertlerini göstermektedir.
Konstantinopolis'in Doğu Roma İmpa-ratorluğu'nun başkenti olması bu örneklerin sadece istanbul'da yapıldığı anlamını taşımaz. Benzer durum Osmanlı İmpa-ratorluğu'nda da kendini göstermiştir. Her şehrin yönetimi, kendi onayı ve kontrol damgalarıyla iktidarının otoritesini simge-lemiştir. Bu şekildeki denetleme, satıcıların eksik ölçüleri kullanarak alıcıları aldatmasını önlemekteydi. Bununla birlikte vergilerin artırılması için hükümetçe ölçülerin küçültüldüğü bilinmektedir. Tüccarlar ise ölçüleri büyüterek gümrük vergilerini az ödeme yoluna gitmişlerdir. Buna rağmen İstanbul'da katı bir standardizasyon ve denetim sistemi daima uygulanmıştır: Hattâ bu denetim Osmanlı döneminde sadrazamın en önemli görevi olmuş, standartlara ve fiyatlara uymayanlar anında cezalandırılmışlardır (bak. ihtisab). Esasen kadıların ya da 1855'te şehremanetinin kurul-' masından itibaren de görevli memurun (muhtesib) emrinde bulunan kileci ve damgacı adındaki görevliler, çarşıda kullanılan her türlü ölçüyü kontrol ederek,, ayarlarının yapılmasını ve damgalanmasını sağlıyorlardı. Örneğin, Osmanlı'da ağırlık ölçüsü olan dirhemler, III. Mustafa döne--minin (1757-1774) sonuna dek tescil amacı ile padişah tuğrası vurularak denetlenmişti. I. Abdülhamid'den (hd 1774-1789) sonra ise tuğranın yanma denet-
Osmanlı döneminde İstanbul'da kullanılan bazı ölçü aletleri (dirhemler ve yarım arşın). Mehmet Yenen koleksiyonu / Fotoğraf Laleper Aytek
leme tarihi de konulmaya başlanmış, II. Mahmud döneminin (1808-1839) son yıllarında ise, tuğradan sonra ayrıca her denetleme tarihi de dirhemin sathına vurulmaya başlanmıştır. Günümüzde de tüketicinin aldatılmasını önlemek amacı ile ölçü ve ayar ile ilgili araçların denetlenmesi belediye zabıtasının yetkisindedir.
Osmanlı sınırları içinde birçok şehirde kullanılan ölçü birimlerinin aynı terminoloji ve aynı işlev içinde olmakla beraber farklılıkları her zaman vardı. 1789 Fransız Devrimi'nin getirdiği ölçülerin standartlaştırılması neticesinde metrik sistem Avrupa'da gündeme gelmiş, Osmanlı İmpara-torluğu'nda ise ilk defa 1869'da ilan edilmiştir. Osmanlı topraklarında ticaret yapan yabancılar için bu yeni ölçü birimlerinin dönüşümüne ait bir broşür de bu dönemde yayımlanmıştır. Resmi işlemler için metrik sistemin Osmanlı Imparatorluğu'nda herkes tarafından kullanılması l Mart 1874'te mecburi hale getirilmiştir. Ancak bu reform teşebbüsleri resmi işlemler ile İstanbul, İzmir, Beyrut ve Selanik gibi şehirlerin haricinde tam olarak uygulanamamıştır.
Metrik sistemin Türkiye'deki gerçek uygulamasına ancak 26 Mart 1931 tarihli kanuna göre 1934'ten sonra geçilebilmiştir.
Herhangi bir ölçmede karşılaştırma terimi ve söz konusu ölçmenin temel birimi olarak ele alınan nicelik şeklinde tarif edilebilen ölçü birimleri, tarih boyunca matematiğin icadından bu yana sayılabilen şeylerin dışındakilerin miktarlarını tespit için kullamlagelmiş ve gerektikçe de çeşitli düzeltmeler yapılarak bugünkü uluslararası standart ölçü sistemi oluşmuştur.
Ağırlık Ölçü Birimleri: Doğu Akdeniz ticaret hayatında geçerli olan İtalyan ölçü sisteminin kurulmasına Roma, Bizans ve Arap-İran ölçü birimleri birlikte katkıda bulunmuştur.
Roma İmparatorluğu'nun son dönemine kadar kullanılan ve I. Constantinus'un (hd 324-337) reformlarından sonra sabitle-nen ve bugünkü 326,16 gr'a eşit olan ağırlık birimi "libra", Bizans'ta da kullanılmıştır. Roma İmparatorluğu'nda l libra=12 un-ciya=48 sicilius=72 sekstula=96 drah-me=288 skripulum=576 obolus olan on
ikili bir sisteme dayanmaktaydı. 100 lib-ranın ise l centanerium'a eşit olduğu kabul ediliyordu.
Selçuklu ağırlık ve ölçü sistemlerinden alınarak kullanılan okka, dirhem ve "ratl-ı rumiye"den, İstanbul'da 3,207 gr geldiği kabul edilen "dirhem", Osmanlı ağırlık ölçülerinin temel alt birimi olarak kullanılmıştır. 400 dirhem l "okka"ya (ukiye, vu-kiye, kıyye), l okka da aynı zamanda 10 kere "seri vukiye"ye ve 4 kere 100 dirhem-lik "ratl-ı rumi"ye eşitti. 6 okka da İstanbul'da pek fazla kullanılmış olmayan l "batman"a karşılık gelmekteydi. 100 dirhem ağırlığındaki ölçü birimi "kantar led-resi" olarak adlandırılmaktaydı. 44 okkadan (56,44 kg) oluşan ağırlık ölçü birimi ise "kantar" idi.
Orta büyüklükte 100 arpa ağırlığının bir "miskal"e eşit olduğu kabul ediliyordu. Buna göre de l miskal, l dirhem ile l dirhemin yedide üçüne eşit olmaktadır. 7 miskal ise 10 "dirhem-i şer'i" ağırlığındadır. l dirhem aynı zamanda 4 "denk"e, l denk 4 "kırat"a, l kırat da 4 "buğday"a eşit sayılıyordu. Buna göre l miskal 96 buğdaya eşit oluyordu. Bu ölçü birimleri altın, gümüş ve mücevher gibi kıymetli şeylerin tartılmasında kullanılırdı. Ancak altının tartılması cepte de taşınabilen sarraf terazisi ile yapılmaktaydı.
Buğday dörde bölünmekte ve her bir kısmı "fitil" olarak adlandırılmaktaydı. Fitil de "nekir" adıyla ikiye bölünmekteydi. Nekir, 2 "kıtmir", kıtmir de 2 "zerre"den oluşmaktaydı.
Odun, taş gibi malların tartılmasında ise dört kantara eşit olan "çeki" birimi kullanılırdı. İstanbul'da odun, bugün bile çoğu yerde çeki ile ölçülmektedir.
Okka ya da dirhem daha çok temel gıda maddelerinin tartılmasında kullanılıyordu.
"Medre" ise İstanbul'da pek yaygın olarak kullanılmamış, ancak Osmanlı döneminde bilinen bir ağırlık ölçüsü birimiydi. Ekin ölçeği ise 6 okkalık şarap kabı manasına gelirdi. Meyhanelerdeki depolardan şarap taşımak amacıyla kullanılan 6'şar okkalık kaplara da medre denirdi.
Uzunluk Ölçü Birimleri: Roma uzunluk ölçüleri bugünkü metrik sistem ölçüleri ile yaklaşık 1,84 cm gelen "digitus"tan türemiş idi. Buna göre l miliare=8 stadium=1.000 passus=5.000 pes=20.000 palmus=80.000 digitus olmaktaydı.
Osmanlılarda ise en yaygın olarak kullanılmış olan "arşın" (arşun) adı ile bilinen uzunluk ölçü bilimi, iki ayrı boyda ve iki ayrı yerde kullanılmıştır.
Elin ortaparmağı ucundan dirseğe kadar olan mesafe olarak kabul edilen ve bugünkü metrik sistemde 68 cm gelen "çarşı arşını", çarşıda kumaş, bez vb malzemeyi ölçmekte kullanılırdı ve 8 "rubu"ya (halk dilinde urbu olarak da söylenir) eşitti.
Çarşıda kullanılan diğer bir uzunluk ölçü birimi ise 65 cm boyunda olan ve değerli ipekli kumaşların halkın gözüne pahalı gelmemesi için icat edildiği söylenen "endaze" idi. Arapça olan "zira" adındaki ölçü birimi de arşın ile aynı anlamday-
di. "Zirai'l-İstanbuliye" adı altında Mısır'da Avrupa malı kumaşların ölçülmesinde de kullanılmıştır.
"Mimar arşını" (zira-ı mimari veya duvarcı arşını) ise bugünkü metrik sistemde 75,8 cm'ye eşit olup 24 "parmak"tan veya 6 "kabza"dan oluşmaktaydı. Mimar arşınının yansına "kadem" veya "ayak" denmekteydi ve 5 kadem l "kulaç"ı meydana getiriyordu.
Eski Roma uzunluk birimlerinden di-gitus'tan türeyen ve İngiliz uzunluk ölçü birimlerinden 4,5 inç boyundaki parmaktan farklı olan Osmanlı "parmak" ölçü birimi işaretparmağı yan yatırıldığında tırnak yanında bulunan kalınlık kadardır.
Osmanlılarda 2,5 parmağa karşılık gelen ve "boğum" adı ile bilinen ölçü birimi ise 1586'dan sonra kullanılmaz oldu. l parmak 12 "hat"a, l hat da 12 "nokta"ya veya 6 "kerte"ye karşılık geliyordu. Hatın diğer ismi ise "iplik" idi. İplik denilen ölçünün yüzde birine "örümcek teli" denmekteydi.
Mimar arşınından 3 parmak daha uzun olduğu bilinen "tersane zirası"nın 24'te birine ise "kane" denmekteydi. 1869'da metreye eşit olarak kabul edilen arşın "yeni arşın" adını aldı. 400 ziraya karşılık geldiği bilinen "ok atımı" adındaki ölçü birimi de az kullanılmakla beraber bazı kayıtlarda mevcuttur.
İngiliz milinden farklı olan ve 4.000 zira-ı mimariye eşit olan "mil" adındaki ölçü birimi ise orta yürüyüşle 20 dakika eden bir mesafenin karşılığıdır.
Açılan bir kolun, bir elin ucundan diğer elin ucuna kadar olan mesafesi ve 2 mimar arşınına eşit olduğu kabul edilen "kulaç" da deniz, kuyu ve benzeri su derinliklerinin ölçümünde itibar edilen bir uzunluk ölçü birimi idi.
Galyalıların geliştirdiği bilinen "liga"ya karşılık gelen ve 5.685 m olduğu kabul edilen "fersah" da eskiden kullanılan bir uzunluk ölçü birimi idi.
Alan Ölçü Birimleri: Arazilerin ölçülmesi amacı ile kurulan ölçü sistemi ise mimar arşınına dayanmakta idi. 1,600 mimar arşını karesine eşit olan "dönüm" bugünkü metrik sistemde 919,3 rtf'ye karşılık gelir. Günümüzde de kullanılan bu ölçü birimi yaklaşık 1,000 rrf'yi simgelemektedir.
400 zira-ı mimari kareye eşit olan "evlek" adındaki alan ölçü biriminin ise bugünkü karşılığı 229.825 m2'ye karşılık gelmektedir. Diğer yandan, l zira-ı mimari kare, 576 parmak kareye ve l parmak kare de 144 hat kareye eşit olmaktaydı.
Hacim Ölçü Birimleri: Roma ve Bizans hacim ölçülerinin esası bugünkü metrik sistemde 145 cm3'e eşit olan "quartarius"a dayanmaktaydı. Buna göre l arnfora=2 ur-na=8 longius=12 sekstarius=8 quartarius olmaktaydı.
Osmanlılarda Ortadoğu'nun büyük kısmında bugün de olduğu gibi, bazı tahıl ve baklagiller tartılmazdı. Pirinç, buğday, un, ceviz, nohut gibi hububatın ölçümünde kullanılan ölçü birimi "kile" (keyl) idi. Kilenin de miktarı genellikle yöreden yöreye değişiyordu.
İstanbul kilesi, tahılın cinsine göre 18-20 okka, yani ortalama 25 kg idi. Pirinç kilesi, buğday kilesinin yarısı kadardı. Kilenin daha küçük birimi "ölçek" (şinik) ve "kutu"ydu. Bir İstanbul kilesi 4 ölçek veya 8 kutudan oluşmaktaydı. Buna göre l kutu hemen hemen 2,5 okkaya eşit sayılırdı, l kutu ise 2 "zarftan oluşmaktaydı. Bugünkü metrik ölçülerde bir İstanbul kilesi 37 dm3'e eşit gelmektedir.
Diğer bir Osmanlı hacim ölçü birimi olan "müd" ise, daha çok zeytin tanelerinin tartısında ve Midilli'de kullanılırdı. "Batman" gibi bu ölçü birimi de her yerde sabit değildi. Kütahya'da bir müd 20, Diyarbakır'da 16, Siverek'te ise 8 İstanbul kilesi idi.
Debi Ölçü Birimleri: Geç Roma, erken Bizans ve Bizans ile Osmanlı dönemleri boyunca her dönemde İstanbul'da su sorununun çözülmesine yönelik çeşitli su yapıları yapılmış ve bu yapıların hidrolik hesaplarında çeşitli debi ölçüm birim ve sistemleri geliştirilmiştir. İstanbul'da Osmanlı öncesi su yapılarınm büyük bir kısmının halen toprak altında kalmış olmaları sebebi ile etüdü henüz tamamlanmamıştır. Osmanlı su yapıları ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda fazla suyun savaklana-rak geri döndürülmesine ve su debisinin ölçülmesine yarayan 26 mm çapındaki bir borudan bazı kaynaklara göre 96 mm, bazılarına göre de 94 mm su yükü altında akan suyun debisinin bir lüleye eşit olduğu sonucuna varılmıştır. Buna göre bir lü-lelik debi 36 It/dk olmaktadır. Bir lüle 4 "kamış"a veya 8 "masura"ya eşittir. Bir masura ise 4 "çuvaldız" veya 8 "hilaP'e karşılık gelmektedir.
Dostları ilə paylaş: |