Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə102/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   147

Bibi. BOA, Cevdet Evkaf, no. 18264 (19 Sa-fer 1169); BOA, Cevdet Evkaf, no. 24400 (Cemaziyülâhır 1191); BOA, Cevdet Evkaf, no. 12934 (Muharrem 1194); BOA, Cevdet Evkaf, no. 12644 (Safer 1201); BOA, Cevdet Evkaf, no. 10699 (24 Cemazivülevvel 1206); BOA, Cevdet Evkaf, no. 15576 (Cemaziyülâhır 1206); BOA, Cevdet Evkaf, no. 6795 (Şevval 1219); BOA Cevdet Evkaf, no. 11874 (Cemaziyülâhır 1227); BOA, Cevdet Evkaf, no. 27028 (22 Cemaziyülâhır 1244); BOA, irade Medis-i yala no. 16817 (27 Rebiyülâhır 1274); BOA, İrade Evkaf, no. 448/19 (25 Safer 1311); BOA, İrade Evkaf, no. 16/2 (8 Muharrem 1319); CSR, Dosya A/61, 62, 96, 99, 113; Vassaf, Sefine, 343-390; SiciU-i Osmanî, III, 85; İsmet, Tekmi-letü'ş-Şakaik, 502; Ayvansarayî, Hadîka, I, 32-33, 58, 152, 305, Evliya, Seyahatname, I, 249; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, II, 226-228; înal, Türk Şairleri, I, 291-293; M. Baha Tanınan, "Hasırîzade Tekkesi", STY, VII (1977), 107-142; ay, "Relations entre leş semahane et leş türbe dans leş tekke d'Istanbul", Arş Turcica, Münih, 1987, s. 316-317; R. Lifchez, "Lodges of istanbul", The Dervish Lodge, Berkeley, 1992, s. 88-94.

EKREM IŞIN



Sa'dîlikte Zikir Usulü ve Musiki

Sa'dîlik, Arap kökenli bir tarikat olduğu halde, bu tarikatın istanbul'da tekke kuran kollan Türk tasavvuf kültüründen etkilenmiş, zikir usulünde değilse de musikisinde Türk ve istanbul kültürü etkisinde gelişme göstermiştir.

Sa'dîlik kıyami, yani ayakta zikretmek usulünü benimsemiş bir tarikattır. Öteki kıyami tarikatların ayinlerinde olduğu gibi bu tarikatın ayinlerinde de ayakta karşılıklı zikir safları oluşturulur, vücut ve baş sağa sola sallanıp döndürülerek zikredilir. Önce oturularak oluşturulan zikir halkasında şeyh efendinin Fatiha'sı ile zikir ayini başlar. Okunuşu bakımından Rıfaî evradına benzer özel bir beste ile Sa'dî ev-râd-ı şerifi topluca okunur. Sonra bir süre kelime-i tevhid çekilir. Kısa bir dua ve Fatiha'dan sonra ayağa kalkılarak kıyam zikri başlatılır. Hû, Hay, Allah Daim, Kay-yum gibi Allah'ın isimleri zikredilir. Harfler belli edilmeden sadece sesle dile getirilen "kalbi zikre" geçildiğinde vurmalı sazlar kullanılmaya başlar. Ism-i celal zikrinde mutlaka halile (zil) vurulur. Zâkirler zikrin temposuna uygun ilahiler ve serbest kasideler okurlar.

Sa'dî ayininin kendine mahsus bir özelliği şudur: Kalbi zikre başlandığında hastalar, özellikle de çocuklar, görevli dervişler-ce tevhidhaneye getirilip yüzükoyun yere yatırılır. Şeyh efendi de bu hastalarla çocukların üzerinde zikrederek ve dua okuyarak yürür. Buna "devsiye" denir. Peygamberin doğum ayı olan rebiyülevvel ayında ayinin bu şekli mutlaka uygulanırdı. Devsiye izni başka tarikat şeyhlerine de verilirdi. Galata Mevlevîhanesi şeyhi Mehmed Atâullah Dede Efendi (ö. 1912) devsiye izni alanlardandı. Yine Sa'dîliğe mahsus kalbi zikirde gerçekleşen bir özel hal vardır; Şeyh efendi ile karşısında duran derviş göz göze bakışırlar, derviş bir kalıp gibi donarak hareketsiz kalır, ayinin sonunda yine şeyhin bakışı ile eski haline döner. Buna "Sa'dî dondurması" denir. Bursa'da Tahtakale semtinde "Dondurma Tekkesi" adıyla anılan bir Sa'dî tekkesi de vardır. Tekkenin adındaki dondurma kelimesi, bilinen dondurma tatlısıyla ilgili değildir. Öte yandan, Mısır'daki Sa'dî tekkelerinde canlı yılan yemek gibi "burhan" gösterilerine rastlandığı söylenirse de istanbul'da böyle bir gösteriye kalkışan olmamıştır (bak. Rıfaîlik).

Sa'dî tarikatı mensupları, tarikatın asıl merkezi olan Şam'da, Emeviye Camii'nde cuma namazlarından sonra ayin düzenlerlerdi. Merkezdeki bu usulün yansıması olarak İstanbul'da da Ayasofya Camii'nde, özellikle kadir geceleri, Sa'dî ayini düzenlenirdi.

Bendir, mazhar, halile, kudüm, nevbe (sahan kapağına benzer bir kap üzerine gerilmiş deriye, bir kayış ile ritmik darbeler vurularak çalınan değişik çap ve büyüklükteki bir vurmalı saz) gibi vurmalı sazlar, hemen bütün tarikat ayinlerinde kullanılır. Fakat bu sazları sadece ilahi okuyan zâkirler vururlar. Ancak bazı kıyami tekkelerde bayram ve kandillerden önceki, ihya günü veya gecesi denen haftalık ayin zamanlarında düzenlenen ve "nevbe merasimi" diye adlandırılan ayinlerde zikirlerden başka kimseler de bendir vururlardı. Böylece bayramları ve kandilleri karşılamak amacıyla ayine özel bir şekil verilirdi. Sa'dî tarikatına mahsus özel

nevbe töreninde, tevhidhanede bulunan herkes vurmalı saz kullanır. Şeyh efendi, zâkirbaşı, peygamber soyundan olan seyitler ve 12 yaşından küçük şeyh çocukları halile; halifeler ile misafir şeyhler nevbe; zâkirler kudüm; bütün dervişler bendir ve mazhar vururlar. Bu ayinde, önce "nevbe takdimi" denilen, yerde ve gökteki her varlığın Allah'ı zikretmekte olduğunu belirten Kuran ayetleri özel tarzı ile zâkirbaşı tarafından okunur. Sonra Mevlana'nın Mes-nevî'sinden alınan peygamberin Medine Mescidi'nde minber yapılmadan önce sırtını dayayarak hutbe okuduğu direğin (veya kuru hurma ağacı gövdesinin) minberin yapılması ve peygamberin artık sırtım dayamaması ile ayrılık acısından ağlayıp inlemesini anlatan menkıbe (sütun-ı hannâne menkıbesi) yine özel bestesi ile okunur. Bundan sonra bütün sazlar vurularak "illallah Hay" ve "Allah ya Daim" zikrine başlanır. Sa'dîliğe mahsus bu zikir tarzına "tu-lûbî nevbe" denir. Sa'dî ayinlerinde ve özellikle nevbe töreninde Arapça güfteli şuuller okunursa da, ağırlık Türkçe ilahilerdedir.

istanbul'da Sa'dî tarikatı mensupları arasında birçok değerli musikişinas yetişmiştir. Ünlü bestekâr Hacı Faik Bey'in kardeşi Neyzen Salim Bey bunlardan biridir. Üsküdar Ahmediye'de Salı Tekkesi diye anılan Sa'dî dergâhının şeyhi Fethi Efendi'nin halifesi ve damadıdır. Beşiktaş Mev-levîhanesi(-+) şeyhi ney üstadı Mehmed Said Dede Efendi'nin (ö. 1853) öğrencisidir. Hocası derecesinde olmasa da devrinin en usta neyzenlerinden biri olan Salim Bey, aynı zamanda bestekârdır, Türk musikisinin belki de en tanınmış hicaz peşrevi, onun eseridir.

Salim Bey, Üsküdar Mevlevîhanesi'n-de(->) neyzenlik ve neyzenbaşılık görevim sürdürürken, bir yandan da çeşitli kıyami tekkelerine misafir gider, kalbi Ism-i hay ile Ism-i celal zikirlerinde ney üflerdi. l ilahisi, 2 şarkısı ve 10 saz eseri olan Salim Bey'in şiirleri de vardır.

Salim Bey'in bağlı olduğu Salı Tekke-si'nin zâkirbaşısı Üsküdarlı Âsim Efendi (1877-1940) son devrin önemli zâkirlerin-dendi. Üsküdar Valide Camii'nde müezzin-başı olan Âsim Efendi çok iyi zikir idaresi ile tanınmış ve çeşitli kıyami tekkelerinde zâkirlik etmiştir. Ünlü mevlithan Ağaçka-kanlı Hafız Emin Efendi de (ö. 1914) Sa'dî tarikatına bağlı ve Kadem-i Şerif Tekke-si(-») zâkirbaşısı idi.

Zâkir Ebü'l Hamiş Mehmed Efendi (ö. 1937) zâkirliği ve mevlithanlığından çok, Server-i ser-bülendimiz / Hazret-i Pir efen-dimizdiye başlayan segah makamındaki ilahisi ile ünlüdür. Kardeşi Cemil Efendi de (ö. 1940) hem zâkir, hem de istanbul'un ünlü mevlithanlarındandı.

Tekke musikisinin çok sevilen ve bilinen bir eseri olan Durmuş kapında bunca müridân /Huzur-ı şeyhe niyaza geldik diye başlayan ilahinin güfte şairi olan Şeyh Hacı Ahmed Muhtar Efendi (ö. 1901) Süt-lüce'de Sa'dîliğe bağlı Hasırîzade Tekke-si'nin(-0 şeyhi olup, aynı tekkenin şeyhleri Süleyman Sıdkî Efendi'nin (ö. 1837) oğ-

lu ve reisü'l meşayih hattat ve mesnevihan Şeyh Mehmed Elîf Efendi'nin (1850-1927) babasıdır. Şairliğinin yamsıra iyi bir musiki nazariyatçısıydı.

İstanbul'daki önemli Sa'dî merkezlerinden Taşlıburun Tekkesi(->) şeyhi Süleyman Sıdkî Efendi'nin (1805-1890) halifesi ve Eyüp-Kalenderhane Caddesi'ndeki Cafer Paşa Tekkesi'nin şeyhi ve Dolmabah-çe Camii başmüezzini Kırımlı Hacı Hafız Şeyh ismail Hakkı Efendi (ö. 1911), reper-tuvarımn genişliği ve çok şuul bilmesi ile tanınmış bir zâkirbaşıydı. Haydarhane Tekkesi şeyhi Kadiri Hafız Ahmed Efendi, Yahya Efendi Tekkesi(->) zâkirbaşısı hattat Nuri Korman (ö. 1951) gibi değerli öğrenciler yetiştirmişti.

Kıyami zikir usulünde, zikir ayinini idare edenlere "reis" denir. Şeyh efendi sadece Hû, Hay, Kayyum gibi, Allah'ın zikredilecek isimlerinden birini belirtip idareyi reise bırakır. Zikir reisliği çok iyi musiki, özellikle de usul bilmeyi gerektirir. İstanbul tekke hayatının son devirlerinde Sa'dî tarikatı mensuplarından çok önemli reisler yetişmiştir. Bunlar arasında Neyzen Salim Bey'in kayınbiraderi olan, Salı Tekkesi şeyhi Şemseddin Efendi ve oğlu Şeyh Kemal (Özaslan) Efendi, bu dergâhın zikir reisi Sobacı Hasan Dede, Samatya'da Sancakdar Hayreddin Tekkesi denilen Sa'dî tekkesinin şeyhi Rifat Efendi sayılabilir (bak. Sancakdar Hayreddin Mescidi ve Tekkesi). "Atatürk'ün hafızı" olarak da tanınan Binbaşı Mızıkalı Hafız Yaşar Okur (1885-1966) Rifat Efendi'nin oğludur. Yaşar Okur 11 yaşında hafız, 12 yaşında babasına derviş ve tekkenin zâkirbaşısı Aksaraylı âmâ Hafız Hasan Efendi'ye öğrenci oldu. Bestekâr Vezir Ziya Paşa'dan, Muallim ismail Hakkı Bey'den dersler aldı. 19l4'te Muzıka-i Hümayun'a girdi; 1917'de saray müezzini oldu; 1924'te Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti şefliğine getirildi. Hafız Yaşar'ın 3 ilahisi, 40 kadar da şarkısı vardır, iyi bir icracı olmasının yamsıra, "Yazıcıoğlu Mersiyesi" diye bilinen meşhur hatip Zakirî Hasan Efendi'nin (1545 ?-l623) nühüft makamındaki eserinin, özel mersiye tarzı ile okunmasının bugüne aktarılmasında köprü görevi görmüştür.

Türk Musikisi Antolojisi isimli eseriyle, Türk musikisi tarihi hakkında çok etraflı ve faydalı bilgileri, pek çok dini eser güftesini, bestekâr ve icracı olarak pek çok musikişinasın biyografisini toplayıp yayımlayarak Türk musikisi tarihine önemli katkılarda bulunan Sadettin Nüzhet Ergun da (1901-1947) Sa'dî tarikatındandı. Ergun, dayısı olan Üsküdar'daki Hallaç Baba Tek-kesi(->) şeyhi Ahmed Ferid Efendi'nin 1908'de ölümüyle bu tekkenin şeyhliğine tayin edilmişti; yaşının küçüklüğü dolayısıyla, Koska'daki Abdüsselam Tekkesi(->) şeyhi Hacı Yahya ve Ali Fakrî efendiler kendisinin vekili olarak bu görevi yürüttüler. 1921'de fiilen şeyhliğe başladı. Musikiyi, Üsküdar'da Safvetî Dergâhı şeyhi Said Efendi'den (bak. Şabanîlik) öğrendi. Pek çok şiiri, makalesi ve 30 dolayında kitabı yayımlandı. Şeyh Hüseyin Sadeddin Nüz-

SADRAZAM

396

397

SAFFET PAŞA YALISI

het Efendi, Rıfaî ve Nakşibendî tarikatlarından da icazetnameli idi.

ÖMER TUĞRUL İNANÇER

SADRAZAM

bak. VEZİRAZAM



SADULLAH AĞA (Hacı)

(l 760, İstanbul - 18 Eylül 1808, İstanbul) Bestekâr.

Küçük yaşta Enderun'a girdi. Önce Se-ferli, sonra Kilerli koğuşunda eğitim gördü. Enderun'da musiki dersleri verdi, saray fasıl heyetinin başhanendesi oldu. 20 yıldan fazla bir zaman Enderun'da görev aldıktan sonra sarayın renkli kişilerinden Valide Kethüdası Yusuf Ağa'nın tavsiyesiyle III. Selim'in (hd 1789-1807) musahibi oldu. Koruyucuları III. Selim ile Yusuf Ağa'nın öldürülmelerinden sonra 14 Eylül 1808'de saraydan uzaklaştırıldı; bu olaydan iki gün sonra evinde tabanca ile vuruldu, iki gün sonra öldü. Aynı dönemde Enderun'da aynı adı taşıyan birkaç musikici daha görevli olduğundan, biyografisi çeşitli kaynaklarda birbirine karıştırılmıştır.

Sadullah Ağa, III. Selim döneminin en tanınmış bestekârlarındandır. Padişah sık sık Sarayburnu ve Boğaziçi gezintilerine çıkar, önceden kurulan çadırlarda dinlenir, sonra musiki fasılları geçilirdi. Bu geziler sırasında Enderun ağaları ve çavuşları musikideki hünerlerini ortaya koyma fırsatı bulurlardı. Çoğu sanatkâr olan musahipler de padişahın söz ve saz meclisinde bulunurlardı. Böyle bir ortamda eser veren Sadullah Ağa, III. Selim'e musahiplik yanında musiki hocalığı da yaptı.

III. Selim döneminin musikide en belirgin özelliği bestekârların geleneksel üslup içinde çeşitli yenilik arayışlarına yönelmeleridir. Sadullah Ağa da geleneksel kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmış olmakla birlikte, gelenek içinde kişilikli bir musiki üslubu geliştirmiştir. Ezgileri sade ve içlidir. Eserlerinin güftelerinden de anlaşıldığı gibi, güçlü bir sevme tutkusu Sadullah Ağa'nın işlediği başlıca temadır. Pek çok eseri unutulmuştur. Küçük Mehmed Ağa, Vardakosta Ahmed Ağa ve Hafız Şeyda ile ortaklaşa bestelediği "tahir kâr" da bunlardan biridir. Aşiranzemzeme ve kür-ditahir makamlarını düzenlemiş, bir yüzyıldır unutulan bayatiaraban makamını da canlandırmıştır. Kimi eserlerinin aynı adı taşıyan başka bestekârlarınkilerle karışmış olabileceği kabul edilmektedir.

Arazbarbuselik ve bayatiaraban takımları, Tanburi İzak'la birlikte bestelediği şedd-i araban takım, suzidil aksak semaisi ("Beni ey gonce-fem bülbül-sıfat nâlân eden sensin"), muhayyer ağır ve yürük semaileri ("Hâl-i siyah-ı gerdeni..." ve "Bir elif çekti sineme canan bu gece") bu makamlardan klasik fasılların ilk akla gelen örnekleri arasındadır. "Şahım hemîşe lütfün umar bu fütâdecik" mısraıyla başlayan muhayyersümbüle nakış yürük semaisi Sadullah Ağa'nın lirik üslubunun parlak bir örneğidir. "Nideyim sahn-ı çemen seyrini cananım yok" güfteli hicaz-hümayun

yürük semaisi ise bütün musikiseverlerin bildiği, çok tanınmış bir eseridir.

Hayatı hakkında ağızdan ağıza dolaşan rivayetler onu saray ve musiki çevreleri dışında da tanınmış bir sanatkâr haline getirmiştir. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey'in anlattığı ünlü rivayete göre, Sudullah Ağa haremde cariyelere musiki meşk ederken III. Selim'in gözdesi olan bir cariyeye âşık olup onunla sevişir. Olayı öğrenen padişah çok kızar, Sadullah Ağa'nın derhal öldürülmesini emreder. Bu karardan daha sonra padişahın pişman olacağını bilen saray görevlileri bestekârı bir yere hapsederek idamı geciktirirler. Sadullah Ağa hapisteyken, I. bestesi "Padişahım lûtf edip mesrur u şad eyle beni" mısraıyla başlayan, II. bestede de sevdiği cariye Mihriban'm adını kullandığı bayatiaraban takımını besteler ve öğrencilerine öğretir. Takım, saray fasıl heyetince huzurda okunur. Eserlerin zarif üslubunu hemen fark eden padişah bu takımın kimin eseri olduğunu sorar. "Sadullah Ağa kulunuzundur" cevabını alınca çok üzülür. Bunun üzerine saray adamları idam emrinin geciktirildiğini söyleme cesaretini gösterirler. Padişah çok sevinir, idamı geciktirenleri ödüllendirir, Sadullah Ağa'yı da Mihriban'la evlendirir. Pek inandırıcı olmayan bu hikâyenin biraz daha akla yatkın sayılabilecek nakilleri de vardır. Söz konusu rivayet Ziya Şakir'in Sadullah Ağa adlı romanına konu olmuş, bu roman da filme alınmıştır. Filmde Sadullah Ağa'yı Münir Nurettin Selçuk, Mihriban'ı da Perihan Altındağ Sözeri canlandırmıştır.

Bibi. Abdülbâkî Nasır Dede, Tedkik u Tahkik, Süleymaniye Ktp, Nafiz Paşa Bölümü, no. 1242; Ahmed Efendi (Sır Kâtibi), Rûzname, Ankara, 1993; Sadullah Ankaravî, Mecmua, Millet Ktp, Ali Emirî Bölümü, Manzum Yazmalar, no. 732; İstanbul Üniversitesi Ktp, Türkçe Yazmalar, no. 3353, 3466, 5630; BOA, Cevdet Saray Tasnifi, no. 4529, 7326; TSM Arşivi, no. 2415, 2231; Hızır İlyas Ağa, Letaif-i Enderun, İst., 1857; Tayyarzade Atâullah, Tarih-iAtâ, I-III, 1874-1875; Nuri Şeyda, İkdam, 6 Temmuz 1898; Haşim Bey, Mecmua, İst., 1864; Ezgi, Türk Musikisi, I-III; İnal, Hoş Şada; H. Yenigün, "Hacı Sadullah Ağa", Musiki Mecmuası, S. 108 (1957); Ali Rıza, Bir Zamanlar; N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, I, Ankara, 1986; Öztuna, BTMA, II; S. Aksüt, Türk Musikisinin 100 Bestekârı, İst., 1993.

GÜLDENİZ EKMEN



Sadullah Paşa Yalısı

Kadir Aktay, 1993/0nyx

SADULLAH PAŞA YALISI

Çengelköy'de, Kaynana Sokağı'nda yer alır. Bugün Boğaziçi'nde 18. yy'da gelişen sivil mimarlığın temsilcisi olarak ayakta duran nadir yalılardan olan yapı Sadullah Paşa Yalısı'nın harem dairesidir. Selamlık dairesi 20. yy'ın başında yıkılmıştır.

En eskisi 1791'e tarihlenen Bostancı-başıDefterleri'ndel. Abdülhamid (hd 1774-1789) tarafından Darüssaade Ağası Mehmed Ağa'ya verilmiş olarak görülen yalı birkaç kez el değiştirdikten sonra 1872'de Sadullah Paşa tarafından satın alınmıştı. Bugün Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı tarafından korunmaktadır.

Kesişen iki eksen esasına göre tamamıyla aksiyal ve simetrik olan Sadullah Paşa Yalısı küçük ölçeklidir. Merkezi sofa alt katta köşeleri pahlanmış bir dikdörtgen, üst katta beyzi biçimdedir. Üst kat sofası ve otağları anımsatan basık kubbeli tavanı, dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. Sofalar uzunluklarınca denize paraleldir. Bu yöndeki eksenin iki yanında birbirinin benzeri iki merdiven vardır. Alt kattaki girişler dört yönde de cephelerin ortasında-dır. Her iki katta da, sofaların köşelerine yerleşmiş olan ikişerden sekiz oda yer almaktadır. Her odada dekor farklıdır; kıvrımlı hatlar, kurdeleler, şerit halatlar ile tavan göbeklerinde genellikle yemiş demeti ve şemse kompozisyonları ile duvar resimleri dikkati çekmektedir. Özellikle Topkapı Sarayı ile Salacak'taki Şerefâbâd Sahilsarayı'nın tasviri kayda değerdir. Sofalar bahçe ve deniz yönüne eyvanlarla açılmaktadır. Alt katta bu eyvandan rıhtıma ulaşılmakta, bir yanaşma sahanlığına çıkılmaktadır.

Yalının kuzey kapısı eskiden selamlık tarafına açılırdı. Kuzeydoğu cephesinde gayet büyük ocağıyla yüksek tavanlı mutfak bulunuyordu. Üst katta kuzeydoğu cephesindeki "hanendeler balkonu"na çıkan gizli bir merdiven ve onun yanında mutfağa ait bir boşluk vardır. Kuzey (deniz) cephesinin tümü son tamirlerde değiştirilerek güney cephesine benzetilmiştir.

Bibi. Eldem, Türk Evi, I, 218-223; E. Esin, "An Eighteenth Century 'Yalı' Viewed in the Line of Development of Related Form in Turcic

Architecture", Atti delsecondo Congresso Inter-nazionale di Arte Turca, Napoli, 1965, s. 83-112; ay, "Sadullah Paşa Yalısı", Türkiyemiz, 1975, s. 22-26; O. Erdenen, Boğaziçi Sahil-haneleri, II, İst., 1993, s. 288-295.

TÜLAY ARTAN

SAFA HAMAMI

Fatih Ilçesi'nde, Topkapı suriçinde, Safa Sokağı ile Safa Bostan Çıkmazı'nın sınırladığı alanın ortasındadır.

Banisi ve yapım tarihi kesin olarak tespit edilemeyen fevkani hamamın, 1898'de, emekli binbaşı Arif Ahmed Bey tarafından onarıldığı bilinmektedir. O dönemde Arif Ahmed Bey'in köşkünün yanında bulunan yapı, köşkün hamaını olarak da değerlendirilmiştir. 20. yy'ın başında kullanılmayan hamam bir bostan içinde kalmış, 1930'lu yıllarda metruk bir hale gelip uzun yıllar depo olarak kullanılmıştır.

Dikdörtgen bir plana sahip olan hamamın sıcaklık kısmındaki sekiz köşeli gö-bektaşının etrafında iki eyvan ile girişin karşısındaki eyvandan geçilen tek halvet odası bulunmaktaydı. Mermerleri ile dikkat çeken hamamın, sıcaklığındaki on kurnanın arasında, mermerden koltukları vardı. Kubbe ile örtülü olan bu kısım üç sıralı filgözlerinden ışık almaktaydı.

Günümüzde bir otopark içinde bulunan hamam, 1980'li yıllarda üzerine kurulu olduğu arsanın sahibi Dr. Ahmed Çe-tinsaya tarafından kısmen yıktırılmıştır. Taş ve tuğla malzemenin kullanıldığı hamamdan geriye, giriş bölümüne ait olan üç duvar kalmıştır. Günümüze ulaşan kalıntılar yapının özelliklerini yansıtmaktan uzaktır.

Bibi. S. Ünver, "İstanbul Yedinci Tepe Hamamlarına Dair Bazı Notlar", VD, II, 248-249. YASEMİN SUNER

SAFA, PEYAMİ



(1899, İstanbul -15 Haziran 1961, İstanbul) Romancı.

Şair İsmail Safa'nın oğludur. Babası Sivas'ta sürgündeyken öldü (1901). Peyami Safa'nın ailesi zor geçim koşullarıyla boğuşmak durumunda kaldı ve Peyami Safa düzenli bir öğrenim göremedi. Çok genç yaşta çalışma hayatına atıldı. Kendi kendini eğitti. 1914-1918 arası okullarda öğretmendi. Kısa hikâyeler yazmaya başladı. Memurluktan ayrıldı, basında çalıştı, dergiler çıkardı. Son görevi Son Havadis gazetesinin başyazarlığıydı. Edirnekapı Mezar-lığı'na gömüldü.

Olayları ikinci planda tutan, duygulanım ve düşüncenin öne geçtiği romanla-rıyla tanınmış Peyami Safa, bu eserlerinde yakın tarihin İstanbul'unu da dile getirmiştir. Sözde Kızlar (1922) Mütareke dönemi İstanbul'unda bir genç kızın moral çöküşle mücadelesidir. Şehrin yüksek tabakası roman boyunca işbirlikçi bir tutum sergiler. Son köşk ve konaklarda, ilk modem "apartman'larda alaalahey bir yaşam sürülmekte; Anadolu'daki Milli Mücadele hareketiyle âdeta alay edilmektedir. Bu karanlık, kirli İstanbul, düşük eğlencelerin, uyuşturucunun tutsağı durumundadır. Aynı görünümler ve aynı endişeler I. Dün-

Peyami Safa

TETTV Arşivi

ya Savaşı atmosferindeki İstanbul'u odak almış Mabşer'de de (1924) sürüp gider. İstanbul'un iş çevrelerini para hırsı, vicdansızlık, züppelik belirlemektedir.



Canan (1925), Bir Akşamdı (1928), Şimşek (1928) madde-ruh, Doğu-Batı, bi-rey-toplum çatışmalarım deşerken, o yılların İstanbul hayatından saptayımlara yönelir. Bu romanlarda kent henüz bahçelik, yeşertili ve az nüfusludur. Roman kişileri çoğunlukla köşklerde otururlar. Apartman düzeniyse şehrin eski mimarisini bozmaksızın yeni semtlerde kurulmaktadır. Boğaziçi birçok peyzaj çizmekte, Şişli'deki apartman ve büyük evlerse Avrupai yaşayışın mekânları olarak belirmektedir.

Yazarın kendi hayatından izdüşümlerle yüklü Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) Erenköy civarındaki bir köşkü, İstanbul'un hastanelerini odak alır. Köşkün dingin dünyasından sonra hastane ortamı yıkık, acılı, korunaksız insan kalabalığıy-la dolup taşar. Fatib-Harbiye(19W ise bir tramvay hattı boyunca İstanbul'daki "ikici" yaşayışa eğilir. Fatih'ten Harbiye'ye, alaturkadan alafrangaya yol alınmakta; kültür değerleri ve uygarlığın çehresi ruhsal yapının taşıyamayacağı ölçüde değişime uğramaktadır. Müslüman-Türk Fatih'ten yana Peyami Safa, özümsenmemiş Batı'dan ve Batılı hayat tarzlarından derin huzursuzluk duyar. Bir Tereddütün Romanı (1933) bir kez daha I. Dünya Savaşı İstanbul'unda bohem çevreleri, varlıklı ortamları gündeme getirir; roman kişileri törel değerlerin İstanbul'unda mı, Batılılaşma içindeki yeni kent hayatında mı ayakta kalabileceklerini duraksayışlarla ifade ederler.

Kalabalık kadrosuyla Biz İnsanlar (1939) imparatorluk başkentinin çöküş pa-noramasıdır. Bir avuç yurtsever İstanbullu,

işbirlikçi İstanbul'da yarının dünyasını kurmaya çalışırlar. Kentte tuhaf bir çöküş zen-ginliğiyle yoksulluk, yıkılış iç içe yaşanır. Geleceğin İstanbul'u bir bilinmezlik olarak saptanır. Nihayet MatmazelNoraliya'nm Koltuğu (1949) Peyami Safa'nın en tedirgin romanı özelliğiyle Büyükada'da bir içe kapanış, çile dünyasını anlatır. Bu roman, tarihi siluetini yitirmiş, değerleri -romancının saptayımıyla- çürümüş İstanbul'da fiziköte-si arayışları son çare olarak gösterir. Matmazel Noraliya'nm iç huzuru bir "ada"da bulmuş olması, şehrin asıl yaşayışına duyulmuş güvensizliği dışavurur gibidir.

Peyami Safa, geçim kaygısıyla, pek çok başka roman da yazmış ve bu hafif eserlerinde Server Bedi takma adını kullanmıştır. Hemen hepsinde İstanbul hayatına ilişkin canlı, renkli gözlemlerin yer aldığı Sever Bedi imzalı romanlardan Cingöz Recai dizisi İstanbul'da polisiye serüvenlere, Cumbadan Rumbaya (1936) Karagüm-rük'ün Müslüman ve yoksul, bir yandan da ikinci elden Batılı dünyasından İstanbul'un modern yeni semtlerine açılışlara yer verir. Selma ve Gölgesi (1937) viran Boğaziçi yalılarında fantastik bir dünyayı betimler.

Bibi. C. Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, II, Ankara, 1967; B. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İst., 1983; A. Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, Ankara, 1993; C. S. Tarancı, Peyami Safa, İst., 1940.

SELİM İLERİ



SAFFET PAŞA YALISI

Kanlıca Caddesi'nde yer alan ve 1976'da tamamen yanmış bulunan yalı.

Saffet Paşa Yalısı'm 1760'ta Edhem Efendi adında bir kişinin inşa ettirdiği bilinmektedir. Daha sonra II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) altı defa hariciye nazırlığı, kısa bir süre de sadrazamlık yapan Saffet Paşa'nın (ö. 1883) mülkiyetine geçmiştir. Saffet Paşa, satın aldığı 1865'te harap vaziyette olan yalıyı esaslı surette tamir ettirmiştir. "93 Harbi" olarak bilinen 1876 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonunda Ayastefanos Antlaşması'nı müteakip tarihi bir toplantının yapıldığı Saffet Paşa Yalı-sı'nda daha sonra, aralarında Prusya Prensi Waldemar, Gloucester düşesi, Bavyera Prensi Konrad, Somerset Maugham ve Agatha Christie'nin de bulunduğu birçok ünlü kişi ağırlanmıştır. Saffet Paşa'nın ölümünden sonra oğlu ve torunları, son olarak da bu aileye mensup Kadri Cenani yalıda ikamet etmişlerdir. Yalının harem bölümü, hareme bağlı hamamı ve üst katında hamlacılara ait odaların bulunduğu kayıkhanesi 20. yy'ın ilk çeyreği içinde yıktırılmıştır. Selamlık bölümü ise 1976'da yanmış, geriye kalan bazı duvar kalıntıları da sonradan yıktırılarak binanın yerine betonarme bir yapı inşa edilmiştir.

İki katlı ahşap yalı, Saffet Paşa'nın gerçekleştirdiği onarım sırasındaki bazı tadilatlara rağmen, Türk sivil mimarisi geleneklerine bağlı tasarımını büyük ölçüde koruyabilmişti. Harem ve selamlık bölümlerinde orta sofalı plan tipinin bir varyantı uygulanmış, söz konusu bölümlerin her iki katında da, yalının arka (bahçe) cep-

SAFİYE SULTAN

SAĞLAM, TEVTlK

besinden ön (deniz) cephesine kadar uzanan, dikdörtgen planlı sofalar tasarlanmış, katlar arasında bağlantıyı sağlayan üç kollu merdivenler sofaların bahçe tarafına yerleştirilmişti. Sofalara açılan, farklı boyutlarda, dikdörtgen planlı odaların bazıları kavisli konsollar ya da ahşap direklerle desteklenen çıkmalarla genişletilmişti. Selamlık bölümünün esas girişi yan (güney) cephesindeki bir eyvanın içine alınmış, zemini yükseltilen ve mermerle kaplanan bu evyanın önüne rodoskâri çakıl bezemeli bir yüzey konmuştu. Yalının mekânlarında, barok ve ampir üsluplarını yansıtan ahşap oymalı tavan bezemelerinin Hasköy sandalcıları tarafından yapıldığı söylenmektedir. Mekânların çoğunda. Batılılaşma dönemi Osmanlı sivil mimarisine özgü kemerli nişler bulunuyordu. Harem ve selamlık arasındaki avlu, 19. yy'da-ki onarımda iptal edilerek buraya birtakım servis mekânları ile söz konusu bölümleri birbirine bağlayan iki koridor yerleştirilmişti. Harem kanadının kuzeyine eklemlenen hamamın soğukluk mekânı deniz kıyısında yer almaktaydı.

Bibi. S. Lloyd. "Old Waterside Houses on the Bosphorus: Saffet Paşa Yalısı at Kanlıca", Ana-tolian Studies, VII (1957), s. 163 vd; Eldem, Plan Tipleri, 174-175; Eldem, Türk Evi, I, 38; Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri, I, 88-95.

M. BAHA TANMAN

(1550 ?, Venedik ? - 1605, İstanbul) III. Murad'ın(-0 başhasekisi, III. Mehmed' in(-0 annesi.

"Safiye Haseki", "Safiye Valide Sultan", "Safiye Râbia Sultan", "Venedikli Baffb" adlarıyla da bilinir. Ölümünün daha geç tarihlerde, 1017 ve 1621'de olduğunu veren kaynaklar da vardır.

Safiye Sultan'ın Venedikli soylu Baffo ailesine mensup olduğu; babası Korfu valisi iken Adriyatik'te seyahat ettiği geminin Türk korsanlarmca vurulması sonucu tutsak düştüğü; Ferhad Paşa'nın Konağı'nda cariye eğitimi gördükten sonra çok güzel ve zeki oluşu nedeniyle 1563'te Manisa Sancakbeyi Şehzade Murad'a (III) sunulduğu rivayet edilir.

Safiye, 16 Mayıs 1566'da Şehzade Meh-nıed'i (III) doğurarak hasekilik sanını kazandı. Bu sırada I. Süleyman (Kanuni) ha-



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin