Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə105/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   101   102   103   104   105   106   107   108   ...   147

jjj! Ebu'd-Derda •Jl Türbesi

Necdet Igli

rafı bir bahçe duvarı ile çevrili olan yapının ibadet bölümüne ulaşmak için merdivenli bir ön girişten sonra var olan küçük bir son cemaat yerini geçmek gerekir. Son cemaat yeri ile ana mekânın ortak olan duvarında, girişin yanlarında, dikdörtgen şeklinde açılmış iki pencere bulunmaktadır. Kapının üzerine gelen yerde kitabe vardır. Ana mekâna girişte hemen sağ ve sol taraf müezzin mahfili olarak kullanmak amacıyla bir basamak yüksek tutulmuş, sol tarafı ahşap olan kadınlar mahfiline çıkılmak üzere planlanmıştır. Tavanda ahşap malzeme kullanılmış olup bunun üzeri de üç parça ahşap malzemeyle şekillendirilmiştir. Ortada yer alan iki çeşit kare parçanın sağında ve solunda yer alan parçalar da sekizgen olarak tasarlanmıştır. Duvarlarda yüksek sivri kemerli ikişer pencere bulunmaktadır. Mihrap yarım yuvarlak niş şeklinde tasarlanmış, vaaz kürsüsü ve minberi ahşap malzemeden yapılmıştır. Mihrapta ve diğer bölümlerde kalem işi ge-



Sahaf Muslihiddin Mescidi

Ertem Uca, 1994/TETTVArşivi

iîw.,-'r%i^x •

Uf

W : »


İ İ

Muhammed el-Ensarî: Ayvansaray Caddesi üzerindeki sura bitişik olan bu türbe de yine II. Mahmud'un tuğrasını havi ve 1835 tarihli kitabeyi taşımaktadır. İçindeki ahşap odalar kaldırılmış, sadece kita-besiz mezar yeri bırakılmıştır (bak. Muhammed el-Ensarî Türbesi).

Şu'be: Eğrikapı dahilinde Şişhane Soka-ğı'nda bir duvar içindedir. Yine H. 46'da vefatına dair ve 1835 tarihli kitabeler mevcuttur.

Yeraltı Camii Türbeleri: Kurşunlu Mahzen Camii olarak da bilinen yapı dahilinde Sufyân ibn Uyeyne Türbesi, kitabeli ve müstakil kagir bir binadır. I. Mahmud tarafından 1752!de onarılmıştır. Cami dahilinde iki sandukalı bir başka türbe yeri daha vardır. Burada Amr ibnü'1-As ve Vehb ibn Huşeyre'nin gömülü olduklarına inanılmıştır (bak. Yeraltı Camii).

İstanbul sahabe kabirleri hakkında ilk akademik çalışmayı A. Süheyl Ünver(-») yapmıştır. İstanbul Fetih Derneği yayınları arasında 1953'te yayımlanan bu çalışma daha sonraki neşriyata kaynaklık etmiştir. Sahabe kabirleri halkın çok büyük ilgi gösterdiği dini merkezler olması sebebiyle daha sonra da bu konuda irili ufaklı birbirinin benzeri pek çok kitap ve broşür yayımlanmıştır. Bu neşriyatın bir kısmının takma adlar ile yapılışı dikkat çekicidir. Bib. Ünver, Sahabe Kabirleri.; İşli, Sahabe; Ha-sırcızade, İstanbul'da Sahabe ve Evliya Kabirleri, İst.. 1984, Ş. Gürel, Eyyub Sultan-lstan-bul'da Sahabe Kabirleri, İst., 1985; ay, istanbul Evliyaları; İsmail Giray [Nezih Uzel], istanbul'da Sahabe Türbeleri, İst., 1975.

H. NECDET İŞLİ

SAHAF MUSIİHİDDlN MESCİDİ

Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da İstiklal Mahallesi'nde olup Sahaf Çeşmesi Sokağı ile Sıhhat Sokağı'nın kesiştiği alanda bulunmaktadır.

1642-1650 arasında kesinleştirilemeyen bir tarihte ölen ve mezarı nerede olduğu bilinmeyen Sahaf Muslihiddin tarafından 17. yy'da yaptırılan yapı, 1813'te II. Mahmud'un (hd 1808-1839) başağası Salih Ağa tarafından onarım görmüştür.

Orijinal yapı kare bir plan üzerinde taş ve tuğla malzemeden yapılmıştır. Dört ta-

ometrik ve bitkisel motifler süsleme unsuru olarak kullanılmıştır. Düz balkon çıkması halindeki kadınlar mahfilini sekiz ahşap direk taşımaktadır. Var olan ahşap madalyonlar orijinal olup günümüzde onarım görmüştür.

Mescit son onarımda sıva ile kaplanmıştır. Kuzeybatıda yükselen ve batı duvarına bir ucuyla bitişmiş halde bulunan, kesme taş malzemenin kullanıldığı minare, kare bir kaide üzerinde silindir gövdeli, tek şerefelidir. Yapıdan bağımsız dıştan girişi ile orijinalliğini korumaktadır. Mihrap duvarının önünde onarım görmüş küçük bir mezarlığı bulunan yapının ahşap saçaklı, kiremit örtülü bir kırma çatısı vardır. Güneybatıdaki bahçe duvarına bitişik olan çeşme 1813'teki onarım sırasında Salih Ağa tarafından yaptırılmıştır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 12; Raif, Mir'at, 508; Öz, İstanbul Camileri, II, 57.

ERGÜN EĞİN

SAHAFLAR ÇARŞISI

İstanbul'un eski kitap alışveriş merkezi olan bu ünlü çarşı, Kapalıçarşı'nm(->) Fesçiler Kapısı ile Beyazıt Meydanı arasında yer almaktadır.

Arapça bir sözcük olan "sahhaf" kitap alım satımı yapan esnafa denir. Türkçede halk ağzında çoğu kez "sahaf" diye söylenir.

Sahaflar Çarşısı bir yanıyla, Bayezid Külliyesi'nin(-t), bugün Hakkı Tarık Us Kütüphanesi(-») olarak kullanılan sıbyan mektebi; Çadırcılar Caddesi; öte yanıyla da Beyazıt Meydanı'nı çevreleyen Beyazıt Devlet Kütüphanesi binaları, bugün Hat Sanatları Müzesi olan eski medrese ve üniversite ile güzel bir uyum meydana getirmiştir.

Bu çarşı, Cağaloğlu'ndan Fatih semtine kadar uzanan, tarihsel kültür sitesinin ortasında bir geçit yeri, aynı zamanda kendine özgü bir merkez olma niteliğine sahiptir.

Medrese öğrencilerinin, 15. ve 16. yy' larda, Fatih ve Bayezid gibi büyük camilere yakın yerlerde kitap alıp sattıkları, sahaflığın buralarda kısa zamanda meslek haline geldiği görülür. Kapalıçarşı'nın yapım 1460'larda tamamlanınca, sahaflara da, öteki esnaf gibi burada yer gösterildi. Bu yerde, 25 yıl öncesine kadar "Sahaflar Sokağı" tabelası görülebilirdi. Şimdi o sokakta kitapçılar değil, halıcılar bulunmaktadır.

Evliya Çelebi, Seyabatname'de Kapa-lıçarşı'da 50 sahaf dükkânı olduğunu, bu dükkânlarda 300 kadar insanın çalıştığını kaydeder. Satılan kitapların büyük çoğunluğu yazma idi. Yazmaların kopya edilerek çoğaltıldığı dükkânlar da vardı. Sahaflar basma kitaba uzun zaman değer vermemişler, onu kitaptan saymamışlardı.

Yine Evliya Çelebi'den öğrenildiğine göre, her yıl dönemin padişahı önünde yapılan bayram geçidinde, sahaflar da geçerler ve büyük bir tahtırevanın üzerinde çok değerli kitaplar taşırlardı.

Kapalıçarşı'da bütün dükkânlar dua ile açılır, dua ile kapanırdı, her lonca, her

esnaf grubu bir pire bağlıydı. Sahafların piri ilk kitapçı olduğu söylenen Basralı Abdullah Yetimi idi.

Esnaflar, kendi aralarında en yaşlı ve en saygıdeğer olanı şeyh olarak seçerler, ona itaat ederlerdi. Lonca kurallarına uymayana ceza verilirdi. Sahaflık mesleğine girmek kolay değildi. Önce, şeyhin başkanlığında toplanan esnaf ileri gelenleri huzurunda sınav yapılırdı. Mesleğe girmek isteyende bilgi kadar ahlak da aranırdı.

Ayrıca seyyar kitapçı anlamına gelen "ayak sahafları" da görülüyordu. Daha çok, terekelerden sağlanan kitaplar, sahaflar şeyhinin dükkânına getirilir ve onun gözetimi altında mezat yapılırdı. Mezatı, sahaflar arasında yetişmiş tellallar yapar, ustaların, yaşlı esnafın pey sürdüğü kitaba yeniler pey sürmezdi. Meslekte eski olanlara, yaşlılara saygı böylesine büyüktü. Sırası gelince eskiler de yenileri korumaktan geri kalmazdı.

Yine lonca kuralları gereğince, hali vakti yerinde olmayan esnafa yardım edilir, müşteri yollanırdı. Kapalıçarşı'nın en sessiz dükkânları sahaflardı. Buraların müşterileri ilim, irfan sahibi, okumuş kimseler olduğundan sessizliğin bozulmama-sına özellikle dikkat edilirdi.

Dükkânlar küçüktü, âdeta bir dolaba benziyordu; küçüklüklerini belirtmek için "dükkânçe" denirdi. Tabanlar tahta idi, yere kilim, halı ve pösteki serilirdi. Kitapçılar, hattâ müşteriler bunların üzerine bağdaş kurarak otururlardı. Raf yoktu, kitaplar öbekler halinde ve üst üste dizilir, sırtları değil, alt kenarları gözükürdü. Adları çoğu zaman burada yazılı olurdu.

Esnafları hükümete karşı bir kâhya temsil ederdi. Kapalıçarşı'daki sahafların son kâhyasının "Sağır Kâhya" olduğu söylenmektedir.

Birçok yazar İstanbul'un eski kitapçılarından söz etmiş; şiirlerde, romanlarda, öykülerde ve anılarda sahaflara yer verilmiştir. Avrupalı yazarlarda da sahaflıkla ilgili anı ve bilgilere rastlanabilmektedir. Fransız yazar Antoine Galland'ın İstanbul Hatıraları 'nda pek çok bilgi bulunmaktadır. 17. yy'm sonlarında İstanbul'da Fransa Elçiliği'nde görevli olan A. Galland, Kapalıçarşı'da gördüğü, minyatürlü, minya-türsüz birçok yazma kitapla ilgilenmiş, onları elçi ve Fransa kralı adına satın almıştır. Bu değerli yazmalar bugün Fransız Milli Kitaplığı'ndadır (Bibliotheque Nationale).

Sahafların Kapalıçarşı'daki ticaretine nükteli bir dille ışık tutan bir kaynak da Le-taif-i Esnaftır. Bu küçük kitabın sahaflarla ilgili bölümünde 19. yy'm başlarındaki kimi sahafların adları ve alıp sattıkları kitapların neler olduğu şakacı bir dille anlatılmaktadır.

1894'teki büyük İstanbul depreminde, çarşının özellikle sahafların bulunduğu bölümü hasara uğradı ve onarılması zaman aldı. Bunun için kitapçıların çoğu Kapalı-çarşı'dan ayrılmak zorunda kaldılar.

O zaman şimdiki çarşıda, fesçilerin yerleştiği barakalar bulunuyordu. Fesçiler buradan ayrılmaya başlayınca barakalara hakkâklar, yani mühürcüler yerleşti. Bu

Eski Sahaflar

Çarşısı'ndan bir

görünüm.

Cengiz Kahraman

arşivi

nedenle, bugünkü Sahaflar Çarşısı'mn adı 30-40 yıl öncesine kadar resmi kayıtlarda Hakkâklar Çarşısı olarak geçiyordu.

Kapalıçarşı'nın Sahaflar Çarşısı'na en yakın kapısının adı da fesçilerden bir anı olarak kalmıştır. Bu kapıya Fesçiler Kapısı denilmektedir.

Kapalıçarşı'dan ayrılan sahaflar yavaş yavaş hakkâklarm yanında yer aldılar, bi-rer-ikişer oradaki barakalara yerleştiler. Hakkâklarla birlikte, birkaç tespihçi ve çorapçıya da barakalarda yer verilmişti. Sahafların sayısı gittikçe çoğaldı ve burası Sahaflar Çarşısı adını almaya hak kazandı.

Sahaflar ticari sırlarını saklamak için, kendi aralarında gizli bir dille konuşurlardı. Bu dil daha çok, koltukçu esnafı ile Bitpazarı esnafının gizli dilinden ve argosundan giren sözcüklerden meydana gelmişti. Sahaflar terekelerden, mezatlardan mal alırken, adı geçen esnaflarla oldukça sık yan yana geliyorlar, dolayısıyla onların konuşma ve davranışlarından etkileniyorlardı.

Kitapçılar, yeni çarşılarında da eski gelenek ve kurallarını sürdürmeye çalıştılar.

İP

Süs


Günümüzde Sahaflar Çarşısı. TETTV Arşivi

Sessizlik ve büyük saygısı, burada da göze çarpıyordu. Asmalarla gölgelenen bu sevimli ve dar sokaktaki kitapçılar ünlü ressam Münif Fehim'in bir resminde tasvir edilmiştir. Tesadüfen yolu düşenlerin bir an önce çıkmak için acele ettikleri bu dar sokak kitap meraklılarına dünyanın en ferah yeri gibi görünürdü.

Bilim ve kültür adamlarına, üniversitelere ve kitaplıklara nice basma ve yazma kitap sağlayan, bunların unutulup yok olmasını önleyen sahaflar 1950'de önemli bir yangın geçirdiler. Belediye yanmayan yerleri de yıkarak çarşıyı istimlak etti. Sahaflara Bayezid Camii'nin geniş avlusunda yer gösterdi. Yanan çarşıyı yeni bir biçimde yaptırdı. Dükkânlar 1952'de sahaflara kiralandı. 12'si çift katlı olarak 23 dükkân yaptırılmıştı.

Çarşının korunmasında ve bu hali almasında, dönemin vali ve belediye başkanı Fahrettin Kerim Gökay, gazeteci yazar Hakkı Tarık Us, tarihçi Osman Nuri Ergin, Prof. Dr. Süheyl Ünver gibi kimselerin rolü ve desteği büyük olmuştur. Yeni bina-

Sfi

k

SAHAKYAN-NUNYAN ERMENİ



lar, törenle esnafa teslim edildi. Belediye sahafları korudu, yardım etti, onlardan fazla kira istemedi.

Dükkânlardan biri kahve ocağı olarak düşünülmüştü. Çarşının baş tarafına büyükçe bir yer yaptırılmıştı. Burası mezat salonu ve sergi yeri olarak kullanılacaktı. Yazık ki, ne o dükkân kahve ocağı olarak kullanıldı, ne de öteki yerde mezat ve sergi yapıldı. Başta bir-iki sergi, göstermelik bir-iki mezat yapıldıysa da arkası gelmedi. Buraları uzunca bir süre kapalı durduktan sonra, kitapçılık yapacak kimselerin elinde kaldı. Oysa başta her şey iyi düşünülmüştü; o yerin mezat ve sergi yeri olarak kullanılması çok iyi olacak, çarşıya büyük yarar sağlayacaktı. Mezat ve sergi yerinin de kitapçıya verilmesiyle dükkânların sayısı 25'i buldu.

Bu durum yaklaşık 1970'li yılların sonuna kadar sürmüştür. 1977'de Beyazıt Meydanı işportacıların işgali altında kalmaya başlayınca, belediye, meydana yığılan işportacıları önlemek istedi ve kitapçılık ve kırtasiyecilik yapan işportacı ve sergicilere "geçici" olmak koşuluyla Sahaflar Çarşısı'nda yer gösterdi. Çarşıya yeni gelen bu işportacı ve sergiciler, kendilerine gösterilen oldukça geniş yerlerin üstünü tahtalarla, baraka biçiminde kapatarak dükkân durumuna getirdiler. Sözü edilen barakalar 19 tanedir.

12 Eylül 1980'le gelen askeri belediye, bunlara biraz daha göz yumdu ve geçici olmak koşuluyla gelenlerin yerleri tam birer dükkân oldu. Ne var ki, bütün bunların sonunda, çarşının yıllarca süren güzel gelenek, disiplin ve sessizliği önemli ölçüde sarsılmaya yüz tuttu.

Askeri belediyenin tek olumlu katkısı, çarşının ortasında esnaflar tarafından yapılıp etrafı demir parmaklıkla çevrilen çiçekliğe İbrahim Müteferrika büstünün dikil-mesidir. Ancak, bu büstün anlamı ve matbaacılığımızın kurucusu İbrahim Mütefer-rika'ya ait olduğu, etrafını saran işportacılar, onların gürültüsü ve bakımsızlık yüzünden belli olmamaktadır.

Adı geçen belediyenin belki bir katkısından daha söz edilebilir: Çarşının Beyazıt yönünden girişindeki sol duvar bir vitrinle kaplanmış, bu vitrinde eski matbaalardan kalma taşbaskısı malzemesi sergilenmiştir. Bu malzeme bugün de orada durmaktaysa da, kimsenin ilgisini çekmemekte, ne olduğu anlaşılmamaktadır. Çünkü bilgi verilmemiştir. Ayrıca aynı şeyi yıllar boyunca sergilemenin anlamı da yoktur. Burada kitapçılık tarihimizle ilgili başka şeyler de sergilenebilir.

Sahaflar Çarşısı'nda eskiden, yalnız yazma, kullanılmış, elden düşme kitap, Kuran ve İslamlıkla ilgili öteki dini kitaplar satılırdı. Basılı kitap çarşıya hemen hiç girmezdi. Basılı kitap, çarşıya Tanzimat'a doğru girmeye başladı. Basılı bilim ve edebiyat kitabının yayın ve satış merkezi Cağaloğ-lu'nda ve özellikle Babıâli Yokuşu'ndaki (bugün Ankara Caddesi) kitapçılarda başlamış ve gelişmiştir.

Belediye Sahaflar Çarşısı'ndaki dükkânları kiraya verirken, anlaşmalarda ki-

tap, öncelikle de kullanılmış kitap satma zorunluluğunu belirtmektedir. Oysa 1950' li yılların başında, önce basılı ders kitaplarının, daha sonra bütün kitap ve dergilerin yeni olarak satıldığı görüldü. Nice yabancı dilde basılmış kitapların burada yer alması da gecikmedi.

Çarşıda kitapçılar yayımcılığa da başladılar. Gerçi eskiden de sahaflar arasında yayımcılık yapanlar yok değildi. Ama onlar yalnız dinsel kitap yayımlarlardı. 1950'den sonra çoğu esnaf her çeşit kitabı yayımladı.

Bir yandan üniversiteye ve kitaplıklara, bir yandan da Cağaoğlu'ndaki gazete binaları ile kitapçılara yakın olan bu çarşı, başlangıcından itibaren bir kültür merkezi özelliği kazanmıştı. Bunu uzun yıllar boyu korumaya çalıştı. Türkiye'den ve başka yerlerden yazarlar, bilim ve sanat adamları, öğretmenler ve öğrenciler, doktora imtihanına hazırlananlar, araştırma yapanlar birbirleriyle burada tanıştı, burada buluştu, çeşitli konuları tartıştı.

Çarşıdaki kitapçılar, çoğu yeterli okul öğretimi görmemiş olduğu halde, mesleklerinde pratik olarak epeyce bilgi edinmişlerdir. Bibliyografyan kimliği kazananlar da vardır. Yazma kitaplar konusunda yetkili kimseler yetişmiştir. Raif Yelkenci, Ekrem Karadeniz, Ahmet Tanyeli, Muzaffer Ozak gibi işinin ehli, aynı zamanda kitap ve makale sahibi sahafların dükkânları birer okul gibiydi.

Yazarlara, öğrencilere, hattâ hocalara bilgi verilir, çalışmak isteyenlere yardım edilirdi. M. Seyfettin Özege'nin 1971'de başladığı beş ciltlik Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Katalogu, bu çarşının ilgi ve yardımıyla tamamlanabilmiştir.

Sahaflar Çarşısı, 1970'lerden sonra hızla olumsuz bir değişme göstermiş; düzenini, güzelliğini ve kimliğini yitirmeye başlamıştır. Eskiden kendisini koruyan, bozulmasını önleyen belediyenin kiraları aşırı biçimde artırması, eski kitapçılıktan anlayan, bu işe gönül veren esnafın azalması, işporta baskısının huzursuzluk yaratması, yollarının işgal edilmesi yüzünden, yılların o güzel Sahaflar Çarşısı önemli sarsıntı geçirmekte, devletten, belediyeden, kültür adamlarından, İstanbul'u ve kitabı seven herkesten ilgi beklemektedir.

1980'den sonra İstanbul'da biri Beyoğ-lu'nda (Aslıhan Çarşısı) diğeri Kadıköy'de (Akmar Pasajı) olmak üzere çok sayıda sahafın bir arada bulunduğu yeni sahaf kümeleri olmuş; sahaflık mesleği değişik mekânlarda değişik biçimler kazanarak bugüne gelmiştir.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I; "Sahhaflar Çarşısı", TTOKBelleteni, S. 131 (Aralık 1952); C. Baysun, "Eski Sahhaflar Çarşısı'nda", Bilgi, S. 145 (27 Mayıs 1959); H. M. Ebcioğlu, "Günümüzde Sahhaflar Çarşısı", Tarih ve Edebiyat Mecmuası, S. 10 (Ekim 1978); Ç. Gülersoy, Kapalı Çarşı'mn Romanı, İst., 1983; A. Kay-nardağ, "Yüzyılların Kitap Pazarı", Somut (Temmuz 1983); ay, "Değişen Yönleri ve Gizli Diliyle, İstanbul Bitpazarı", P-olklor ve Etnografya Araştırmaları, İst., 1984, s. 267-283; ay, "Eski Esnaflarımızla, Bu Arada Sahhaflarla İlgili Bir Kitap: Letaif-i Esnaf", Kütüphanecilik Dergisi, S. 3 (1993); A. Galland, istanbul'a Ait

Hatıralar, I, II, (çev: N. S. Örik), Ankara, 1987; İ. Akbulut, "İstanbul'da Bir Kültür Sergeni. Sahaflar Çarşısı", Kültür ve Sanat, S. 11 (Eylül 1991), s. 64-67.

ARSLAN KAYNARDAĞ



SAHAKYAN-NUNYAN ERMENİ LİSESİ

Kocamustafapaşa, Marmara Caddesi'nde, Surp Kevork Ermeni Kilisesi'nin bitişiğinde bulunan Ermeni lisesi.

İstanbul'un fethinden sonra, II. Mehmed' in (Fatih) izniyle ilk Ermeni patrikhanesi, Samatya'da bir Rum manastırında kurulmuştur (1461). Bu semt, cemaat mensuplarının yoğun bir yerleşim merkezi olmuş, manastır binasında önce Surp Kevork Kilisesi, daha sonra da kilisenin yanında, muhtemelen 1790'h yıllarda erkek öğrencilere eğitim veren Sahakyan Okulu açılmıştır.

Samatya'daki cemaat, kız çocuklarının da eğitimine önem vermiş, bu hususta gerekli başvuru ve çalışmalarda bulunmuşlardır. 1831'de Abdülmecid'in fermanıyla, gene kilisenin yanında Nunyan Kız Okulu açılmıştır.

1846'da Sahakyan Okulu'nun müdürlük görevine yazar ve düşünür Hovhannes Deroyentz getirilmiştir. Gene bu yıllarda Bebek'teki Amerikan Okulu'na gitmekte olan bir kısım öğrencinin Sahakyan'a nakledilmesi okulun öğretim düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Açılan demeklerin yardımıyla okul geliştirilmiş, semtte bir de kütüphane kurulmuştur. Samatyalı eği-timseverlerin kilise mütevelli heyetine önerisiyle, kız çocuklarının daha yüksek bir eğitim alması için dil ve genel kültürün yanında, biçki-dikiş, çiçek, aşçılık vb dersler de müfredata eklenmiştir (1857). Bu tarihte Sahakyan Okulu'nda 330, Nunyan'da ise 55 öğrenci vardır. 1862-1805 arasında İngilizce öğretimine de önem verilmiştir.

Sahakyan-Nunyan Ermeni Lisesi

Yavuz Çelenk, 1994

1866 yangınında Sahakyan ve Nunyan okulları dışında, semtte, kilise ve cemaate ait birçok bina da tümüyle yanmıştır. Geçici olarak yapılan barakada erkek öğrenciler öğrenimlerine devam etmişler; Samatyalı hayırsever, gümüşçü Kaspar Ağa tüm masraflarını üstlenerek Nunyan Okulu'nun bugünkü yerinde bulunan binayı yaptırmıştır. Eşinin de isminin eklenmesiyle okul Nunyan-Vartuhyan adıyla açılmış (1871), mimarlığını Bedros Nemse yapmıştır. Sahakyan ise gene aynı mimar tarafından ve hayırsever gümüşçü Kaspar Ağa' nın oğlu, Mikayel Gümüşyan'ın maddi yardımları ve cemaatin de katkıları sonucunda yapılmıştır (1872).

1892'de Nişan Torosyan müdür olarak görevlendirilmiştir. Kendisi Türkçe-nin sadeleştirilmesi çalışmalarında yer almış, Türkçe ve kompozisyon öğretimi için kitaplar hazırlamış bir dilbilimcidir. Bu yıllarda Nunyan Okulu'nda semtin kadınları için el sanatı kurslar açılmış, öğrencilere piyano, keman dersleri verilmiştir. Sahakyan ve Nunyan-Vartuhyan okulları ana kısım dışında sekiz sınıflıydı, öğrenci mevcudu ise 500'dü (1893).

Haziran 1894'te İstanbul'da meydana gelen büyük depremde okullar, kilise ve vakfa ait binalar zarar görmüş, cemaatin yardımıyla kısa sürede yenilenmiştir.

I. Dünya Savaşı'nda kilise ve okullar askeri birliklerce esirlere barınak olarak kullanılmıştır. Savaşın bitiminde ise Anadolu'dan İstanbul'a sürekli göç eden cemaat mensupları Nunyan-Vartuhyan Okulu'na yerleştirilmiş; bu durum II. Dünya Sava-şı'na kadar sürmüştür. 1943'te bir yangın sonucunda bina kullanılmaz hale gelmiş; Gülbenkyan Fonu'ndan elde edilen maddi destek, semt sakinlerinin, hayırseverlerin katkıları sonunda bina tümüyle yenilenmiş, ortaokul ve lise bölümleri 1966'da yeniden öğretime açılmıştır. Yeni binanın mimarları, Ara Aratan, Harutyun Muradoğlu ve Nazar Binatlı'dır.

Geçirilen yangınlar sonucunda okula ait bazı bilgiler yok olmuştur. Eldeki verilere göre okul günümüze değin toplam 3.694 mezun vermiştir. Ana, ilk, orta, lise olarak karma eğitim veren okulun bugünkü mevcudu 704'tür.



Bibi. B. Garabetyan, Hınkataryan Hişadaga-ran Samatyo Surp Kevork Yegeğetzvo 1461-1935 (Samatya, Surp Kevork Kilisesinin Beş Yüz Yıllık Hatıratı 1461-1935), İst., 1935; H. Der-bedrosyan, Gırtagan Şarjumı Tırkahayotz Meç 1600-1900 (Türk-Ermenilerinde Eğitim Hareketi 1600-1900), Kahire, 1983; V. Köseyan, "Samatya'daki Sahakyan, Nunyan-Vartuhyan Okulları ve Müdürleri", Jamanak, 25 Eylül 1993-

SİLVA KUYUMCUYAN



SAHİLBENT ARABA VAPURU

Boğaziçi'nde yolcu taşımacılığı yapan Şir-ket-i Hayriye'nin(-0 27 baca numaralı emektar araba vapuru.

90 yıldan fazla bir süre hizmet veren bu vapur, bugün 122 yıllık olmasına rağmen -son sahibi tarafından "Kaptan Şükrü" adıyla- hâlâ çalıştırılmaktadır.

Boğaz'ın karşılıklı iki yakası arasında at, araba, özellikle de orduya ait teçhizat ve



Sahilbent

Araba

Vapuru

Eser Tutel koleksiyonu

malzeme ancak küçük ahşap teknelerle ve büyük zorluklarla taşınabiliyordu. Şirketin yöneticilerinden Hüseyin Hâki Efendi bu ihtiyacı göz önünde bulundurarak özellikle at ve araba taşıyabilecek yeni bir vapur tipi tasarlamış, 26 baca numarası ve Suhulet adı verilen bu araba vapurunu İngiltere'de inşa ettirmişti. Suhulet, yalnız Şir-ket-i Hayriye'nin, hattâ Türkiye'nin ilk araba vapuru değil, bütün dünyada bugün feribot adı verilen gemi tipinin ilk örneği olarak önem taşımaktadır.

Bu tip geminin büyük yararının görülmesi üzerine, şirket yine İngiltere'de, Londra'daki Maudslay Sons & Field tezgâhlarına bir benzerini daha ısmarladı. 1872'de hizmete giren bu yeni araba vapurunun teknesi, önceki yolcu vapurlarının ahşap olmalarına karşılık, 26 baca numaralı eşi Suhulet gibi, sacdandı. 555 grostonluk olup 45,7 m uzunluğunda, 8,5 m ge-nişliğindeydi; sukesimi 3 m kadardı; kömür kazanlıydi;, 300 beygirgücünde buhar makinesi vardı ve yandan çarklıydı. Saatte 7 mil kadar hız yapıyordu. Şirkete 12.000 İngiliz Lirası'na mal olmuştu. Süvarisi Hacı Esad Kaptan, başmakinisti Mehmed Usta idi.

Sahilbent, kendinden önce gelen 26 numaralı Suhulet'le birlikte yıllar boyunca Boğaz'ın iki yakası arasında at, araba, eşya, yük ve tabii bu arada yolcu da taşıdı. Balkan Savaşı sırasında da eşi Suhulet'le birlikte Haydarpaşa ile Sirkeci arasında haftalarca asker ve savaş malzemesi nakletti. I. Dünya Savaşı yıllarında da askeriyenin emrinde hizmet görerek yine asker ve mühimmatın güvenlik içinde Anadolu'dan Avrupa yakasına geçirilmesini sağladı.

1930'a gelindiği zaman, Sahilbent'in yorulan makineleri ve kazanı Hasköy fabrikasında çıkarılarak yerine dizel motor takıldı. Bir süre daha motorlu araba vapuru olarak yine Boğaz'ın iki yakası arasında yolcu ve araba taşıyan Sahilbent 1945'te, Şirket-i Hayriye'nin Münakalât Vekâleti tarafından satın alınmasıyla Devlet Denizyolları İşletmesi Umum Müdürlüğü'ne geçti. 22 yıl daha aralıksız çalıştırıldıktan sonra 19ö7'de Şükrü Aykas ve Ortaklan firmasına satıldı. Teknesi elden geçirilerek yük gemisi haline getirildi. Bu emektar gemi "Kaptan Şükrü" adını aldığı zaman tam 96 yıllıktı.

SAHİLSARAYLAR

409

1994 Türk Loydu Sicil Kitabı'nda emektar tekne, İsmail Sevil ve Ortakları'nın kuru yük gemisi olarak yer almaktadır.

ESER TUTEL

SAHİLNAMELER

İstanbul'un Boğaziçi'ndeki yerleşim alanları ve iskeleleri hakkında yazılan Divan Edebiyatı manzumelerinin genel adı.

Divan şiirinde İstanbul'un somut bir yerleşim alanı olarak anıldığı, vasıtadan gayeye yönelmiş yegâne şiir türü sahilna-medir (sevâhilname). Sahilnameler yazıldıkları dönem İstanbul'unun coğrafi, tarihi ve iskân özellikleri hakkında birer belge niteliği taşırlar. Galata'dan başlayan anlatım, Rumeli kıyısından Karadeniz'e; Ana-dolukavağı'ndan da Fenerbahçe'ye kadar Boğaziçi sahilleri, köyleri ve iskelelerini konu alır. Her bir yerleşim alanının birer-ikişer beyit ile söz konusu edildiği sahilna-melerin asıl önemi, artık unutulmuş, adı değiştirilmiş yahut şehrin gelişmesi, büyümesi ile diğer semtlere katılmış eski yerleşim bölgelerinin mazisi hakkında bilgiler içermesindedir. Manzumelerde sözü edilen yerleşim bölgeleri özellikle isimleriyle edebi sanatlara (cinas, tevriye vb) konu olur. Bu arada semtlerin orijinal yanlarından, insanlarından, sosyal durumundan, havasından, suyundan, ünlü taraflarından da bahsedilir.

Divan Edebiyatı'nda 17. yy şairlerinden Fennî'nin(->) mesnevi biçiminde yazdığı sahilnamesi ile 18. yy şairlerinden İz-zet'in kaside biçiminde yazdığı (65 beyit) sahilnamesi ünlüdür.

İSKENDER PALA


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   101   102   103   104   105   106   107   108   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin