Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi


PAŞABAHÇE 228 229 PAŞABAHÇE VAPURU



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə60/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   147

PAŞABAHÇE

228

229

PAŞABAHÇE VAPURU

tan Süleyman'ı", TD, I, 1949; Çeçen, Kırkçeş-me; Süleymanname, Chester Beatty Library, Dublin, no. 413.

KÂZIM ÇEÇEN

PAŞABAHÇE

Boğaziçi'nin doğusunda, Anadolu yakasında, Çubuklu ile Beykoz-İncirköy yerleşmeleri arasında yer alan semt. idari açıdan Beykoz İlçesi'ne bağlı bir mahalledir. Güneyden Çubuklu, doğudan Çiğdem, kuzeyden Incirköy mahalleleri ile çevrilidir.

Bugünkü Paşabahçe yerleşmesi geçmişte, incir ağaçlarının bolluğu ve incirinin güzelliği yüzünden İncirliköy denen bölgedeydi. Evliya Çelebi'ye göre, 17. yy'da İncirli, Sultaniye Bağı'nın güneyinde, tüm evleri bahçeli, 300 haneli, bir cami, bir de mescidi olan küçük bir yerleşmeydi. Çarşısı, pazarı ve hamamı yoktu. Halk, Sultan Ibrahim'in(->) (hd 1640-1648) vezi-razamı olan ve boğularak öldürüldükten sonra cesedi parça parça edildiği için He-zarpare (bin parça) diye anılan Ahmed Pa-şa'mn buradaki sarayının hamamından yararlanırdı. Incirli'deki Burun Bahçesi ve çevresi Ahmed Paşa'nın kasrının yapılmasından sonra "Paşanın Bağçesi" diye anılmaya başlanmış ve küçük İncirliköy (Incirköy) yerleşmesi rağbet bularak gelişmiştir. İnciciyan, yörenin Türklerle meskûn olduğunu yazar.

18. yy'da semtin bir ölçüde gözden düştüğü; devlet adamlarının, zenginlerin buraya fazla rağbet etmediği; bunda uzaklık kadar yörede çok sayıda bulunan kahvehanelerin, içki içilip fuhuş yapıldığı rivayet edilen yerlerin zararlı görülüp yıktırılmasının ve bostancıbaşımn burada pek sıkı inzibat tedbirleri almaya başlamasının payı olmalıdır. III. Mustafa(->) (hd 1757-1774) burada bir mektep, bir cami ile çeşme ve hamam yaptırmıştır.

1802 tarihli Bostancıbaşt Defteri'nde İncirliköy ile Paşabahçe ayrı iki semt olarak gösterilir. İncirköy'de 10 yalı, l balıkçı odası, liman, kahvehane, dükkânlar, kayıkhane ve l taş iskelesi (miri iskele) bulunduğu yazılıdır. Güneyindeki Paşabahçe'de ise cami, iskele, harap bir hamam ve yanında bir iskelesi, l dalyan ve ayazma, 2 kireç fırını, peksimethane değirmeni ve bunların arasına serpiştirilmiş 7 yalı olduğu tespit ediliyor.

Dethier, 19. yy'ın sonunda İncirköy ve Paşabahçe yöresinde güzel bahçeler uzandığını, ancak porselen, taş, cam ve mum imalathanelerinden dolayı sık sık çıkan yangınlardan köyün ve bahçelerin zarar gördüğünü anlatır.

Birçok kaynakta sözü edilen, semtteki şişehaneler zamanla gelişmiş ve porselen, özellikle de cam eşya imalatı gelenekselleşmiş, 20. yy'da modern bir cam fabrikasına dönüşerek 1935'te Paşabahçe Cam Fabrikası(-») kurulmuştur. Tesiste üretim, başlangıçta elle yapılırken daha sonra tam otomatik işletmeye dönüşmüştür.

Paşabahçe'de mevcut şişehanelerin bir diğer etkisi de, Paşabahçe Tekel İçki Fab-rikası'nın(->) burada kurulması olmuştur. Böylece 1930lardan itibaren Paşabahçe bir

sanayi ve işçi semti olarak gelişmeye başlamış; eğlence-dinlence fonksiyonlarının ağır bastığı Boğaziçi köyü niteliği arka plana düşmüştür.

Paşabahçe'de şişe ve cam fabrikasının doğusunda, yaklaşık 3 hektarlık bir alanda kiremit imalatı da yapılmaktadır. Tesisin kurulduğu tarihlerde semt sakinlerinin dumanından rahatsız olmamaları için imalathanenin bacasının, gömülü olarak iskân alanının altından geçirilip dumanın içeri-lerdeki tepelerden havaya verildiği, bu yüzden buraya "Baca semti" denildiği anlatılır.

Bu sanayi kuruluşları ve imalathaneler Paşabahçe ve Beykoz çevresine yerleşenlerin artmasını, semtin işçi semti niteliğinin belirginleşmesini getirmiş ve zamanla gecekondu yapımım teşvik edici olmuştur.

1955'te Paşabahçe'nin nüfusu yaklaşık 5.000 iken, 1960 sayımında 7.400'e yükselmiştir. Zaman içinde, imar yasasının kısıtlama ve uygulamaları; iskân alanının doygun hale gelmesi gibi nedenlerle Paşabahçe'nin nüfusu 3.000-5.000 arasında değişimler göstermiş; 1990 Nüfus Sayımı'nda ise yaklaşık 5.500 nüfusa sahip olduğu tespit edilmiştir.

Ayrı bir mahalle olan, ancak semte dahil kabul edilmesi gereken Incirköy'ün nüfusu ise 1955'te yaklaşık 3.600'den gecekondu alanlarındaki nüfus artışları ile 1985'te 14.000'e yükselmiştir. Muhtardan alınan bilgilere göre halen burada 5.000' den fazla gecekondu vardır. 1994'te semtte 11.000'den fazla seçmen bulunduğuna göre, Incirköy nüfusunun 25.000 civarında olduğu tahmin edilebilir. Paşabahçe'nin nüfus ve konut gelişme bölgesi İncirköy kesimidir.

Sahili fabrika ve sanayi tesisleri ile kaplı, yer yer halka açık alan görünümünde olan Paşabahçe'de çoğu orijinal üsluplarım kaybetmiş yalılar, kuzeyde Incirköy' den güneye doğru eskiyi anımsatan hiçbir özelliği kalmamış küçük Ali Paşa Yalısı, Tebrike Hanım Yalısı, Ali Paşa (Bodur) Yalısı, eskiden sahilin arkasındaki yamaçlara uzanan koru kısmında geniş bağ ve bahçeleri olan Tevfik Paşa (daha sonra Arif Müfit Mansel) Yalısı, eskiden bu yalının müştemilatı olan Tiryal Hanım ve Fehime Hanım yalıları, yine müştemilat olan Zafer Hanım Yalısı, sahilin en ilginç binaları sayılabilecek, 19. yy'm sonundan kalmış 2 ikiz yalı (Andonaki yalıları), eski iskelenin çevresindeki küçük yalılar, şişe ve cam fabrikasına bitişik mütevazı Hacı Kaptan Yalısı şeklinde sayılabilir. Paşabahçe'nin güney sınırını çizen Burun Bahçesi'nde-ki, 1970'lerde harabe halinde olan, 1985'te yıktırılan ve yeri park olan, çevrenin eskiden en önemli yapısı sayılabilecek sa-hilsaraydan iz kalmamıştır. Tevfik Paşa Yalısı'nın geniş koru arazisi üzerinde halen Paşabahçe SSK Hastanesi ve blok apartmanlar vardır.

Paşabahçe'den Boğaz'ın karşı yakasındaki Istinye'ye 1966 sonunda başlayan arabalı vapur seferleri 1973'te Boğaziçi Köp-rüsü'nün açılmasından sonra kaldırılmıştır. Halen İstinye-Paşabahçe-Beykoz-Yeniköy

Paşabahçe

İstanbul Ansiklopesidisi

arasında yolcu vapurları ring seferleri yapmaktadır. Semtin ulaşımı daha çok Beykoz'a kadar giden otobüslerle karayolun-dandır.



Bibi. Kömürciyan, istanbul Tarihi, 51; Evliya, Seyahatname, I; "Boğaziçi", ISTA, V, 2860; İnciciyan, İstanbul, 127; P. A. Dethier, Boğaziçi ve istanbul, İst., 1993; Ç. Aysu, "Boğaziçi'nde Mekansal Değişim", (İstanbul Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), İst., 1989, s. 93; Ş. Rado, "Bostancıbaşı Defteri-1802", Hayat Tarih Mecmuası eki, İst., 1972; istanbul 'İl Yılhğı, İst., 1973, s. 67-68; S. Ayverdi, Boğaziçi'nde Tarih, s. 317-321; Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri, I, 44-60.

ÇİĞDEM AYSU



PAŞABAHÇE CAM FABRİKASI

Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ bünyesinde Paşabahçe'de kurulu fabrika. Bugün resmi adı Paşabahçe Cam Sanayii AŞ olan fabrika, kuruluşundan bu yana, Türkiye'de cam sanayiinin ve sanatının tarihi açısından önemli rol oynamıştır.

Paşabahçe Cam Fabrikası, bir yönüyle 19. yy'm başlarında Beykoz'da başlatılmış. olan tarihi Boğaziçi camcılığının geçirdiği gelişimlerin ortaya çıkardığı başarılı bir

camcılık geleneğinin devamıdır (bak. Beykoz işi; camcılık). Fabrika, bu camcılık geleneğini büyük bir hızla geliştirerek bugünkü çağdaş Türk cam ustalığını ve sanayiini de yaratmış olan çok önemli ve etkili bir projedir.

Paşabahçe Cam Fabrikası 1934'te Vekiller Heyeti kararıyla Türkiye İş Banka-sı'na Türk cam sanayiini kurma görevi verilmesiyle hayata geçirilmiştir. 1935'te üretime başlayan fabrikada o tarihte yılda 3.000 ton cam üretilmekteydi. 1954'te dört otomatik makine getirilerek yıllık üretim 5.000 tona çıkarılmıştır. Bu gelişmeler, Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ tarafından 196l'de düz cam üretimi için Çayı-rova'da, 1968'de sınai cam, şişe ve kavanoz üretimi için Topkapı'da kurulan fabrikaların kaynağını oluşturmuştur.

Boğaziçi ve Beykoz camcılığının ve sanatının renkli geçmişinin devamı olan Paşabahçe Cam Fabrikası'nda Türk cam sanatı açısından birçok önemli proje başlatılmış ve çok zengin ürünler elde edilmiştir. Örneğin 1969'da 6 pota ile günde l ton kristal cam üretimi başlatılmıştır. Bu üretimin sonucu olarak, çok nitelikli beyaz ve renkli cam mamuller elde edilmiş, kesme cam üretimi gelişmiş, sanat ağırlıklı camlar üretilmiş, eski Beykoz camcılığının önemli ürünleri geliştirilerek sürdürülmüş ve bu arada ünlü çeşmibülbül(->) üretimi desteklenerek geliştirilmiştir.

Paşabahçe Cam Fabrikası'nın el üretimi konusunda ulaştığı ustalık, makine üretimine de yansıtılmıştır. Bugün yıllık otomatik üretim 65.000 ton, el üretimi ise 6-7.000 ton olarak gerçekleştirilmektedir.

Bibi. Ö. Küçükerman, Cam Sanatı ve Geleneksel Türk Camcılığından Örnekler, Ankara, 1985; ay, Cam ve Çağdaş Tasarım içindeki Yeri, İst., 1978; ay, "Boğaziçi Camcılığının Ünlü Eserleri: Çeşmibülbüller", Türkiyemiz, S. 66 (1992); ay, "Çeşmibülbül", Antik-Dekor, S. 20 (1993); ay, Beykoz Fabrikası: Boğaziçi'nde Başlatılan Sanayi, Ankara, 1988.

ÖNDER KÜÇÜKERMAN



PAŞABAHÇE TEKEL İÇKİ FABRİKASI

Bugün adı Tekel İstanbul içki Fabrikası olan kurum 19. yy'da Beykoz bölgesinde başlatılmış sanayi girişimlerinin önemli örneklerinden birisidir.



Paşabahçe Tekel İçki Fabrikası

Ertan Uca, 1994/ TETTV Arşivi

Kuruluş yılı henüz tam olarak belgele-nemeyen Paşabahçe'deki bu fabrikanın yerinde daha önce Modiano Cam Fabrikası^) ile Osmanlı-Fransız ortaklığınca kurulmuş bulunan tereyağı ve ispermeçet mumu fabrikası yer almaktaydı.

İstanbul'daki rakı üretimi ise, I. Dünya Savaşı'na kadar genellikle ya şarap üretiminin artığı olan "cibre"nin damıtılmasıyla ya da ithal ispirto ve anasonla, ikinci bir işlemle elde edilmekteydi. Bunun yam-sıra kuru üzümlerin ezilip sulandırılarak mayalandırılması ve anasonla birlikte damıtılmasıyla da rakı üretilmekteydi.

Modiano Cam Fabrikası 1822'de çalışmasını durdurmuş, aynı tarihlerde mum fabrikasının sahibinin ölümü ve vârislerinin bulunmayışı nedeniyle fabrika hazineye intikal etmiştir. Daha sonra bu kısmı hazineden satın alan Hasan Hulki Bey, "İspirto ve Müstahzarat-ı Kimyeviye Fab-rikası"nı kurarak 8 işçi ile üretime başlamıştır. Bu üretim zamanla genişleyerek sürmüştür. Fabrika 1926'da "men-i müskirat kanunu" dolayısıyla bir Polonya şirketine devredilmiştir. Bu şirketin de l yıl sonra iflası üzerine, tekrar Hasan Hulki Bey tarafından alınarak yeniden çalıştırılmaya başlanmıştır.

1930'da "inhisarlar İdaresi"ne devredilen fabrika genişletilmiş, önceleri Çekoslovakya'dan getirilmekte olan saf alkol, 1932'de fabrikada üretilmeye başlanmış-

Paşabahçe

Cam

Fabrikası

TETTVArşivi

tır. 1933'te içki fabrikasının yanında bulunan eski cam fabrikası satın alınıp yıkılarak sahildeki rıhtım yapılmıştır. 1930'da fabrikada 200 işçi çalışmakta ve 43°'lik incir rakısı olan "Boğaziçi" ile 47°'lik üzümden yapılan "Hususi Fevkalade" rakısı üretilmekteydi.

Zaman içinde genişleyen fabrikada 1943-1944'te bugünkü "rakı taktir ve şişeleme" bölümleri yapılmıştır. Rakı üretimi önceleri 2.000.000 it iken, 19ö7'de 7.500.000 It'ye, son yıllarda ise 20-22.000.000 It'ye ulaşmıştır. Üretilen rakılar ilk yıllarda 10-15-25-50-100 cl'lik şişelerde hazırlanmaktaydı. 1955'te ise 35-50-70 cl'lik şişeler kullanılmaktaydı.

Bugün fabrikada bütünüyle otomatik olarak her türlü ispirto üretimi ile Tekel'in bazı şaraplarının şişelenmesi gerçekleştirilmektedir. Türkiye'de rakının yüzde 37'si, votkanın da yüzde 100'ü bu fabrikada üretilmektedir. Ayrıca yılda yaklaşık 4.000.000 it saf ispirto üretilmektedir. Yılda 12.000 ton kuru üzüm 2-2.500.000 kg anason kullanılmakta ve 15.000 tarım ailesinin üretimi değerlendirilmektedir.



Bibi. Ö. Küçükerman, Beykoz Fabrikası: Boğaziçi'nde Başlatılan Sanayi, Ankara, 1988; G. Okçun, Osmanlı Sanayii-1913-1915 İstatistikleri, İst., 1984; Tekel istanbul İçki Fabrikası Müdürlüğü Arşivi.

ÖNDER KÜÇÜKERMAN



PAŞABAHÇE VAPURU

Şehir Hatları İşletmesi yolcu vapuru.

1952'de İtalya, Taranto'da Canileri Na-vale di Taranto'da motorlu yolcu vapuru olarak inşa edildi. 1.042 grostonluk olup 74,5 m uzunluğunda, 13,2 m genişliğin-dedir. Sukesimi 3,1 m'dir. isviçre Sulzer yapımı her biri 1.600 beygirgücünde 2 adet dizel motoru vardır. Çift uskurludur. Saatte 17-18 mil hız yapmaktadır. Yazın 1.700, kışın da 1.375 yolcu almaktadır. Şehir Hatları İşletmesi'nin bugüne kadar hizmete girmiş en büyük ve 1.000 grostonun üzerindeki ilk şehir hattı yolcu vapurudur.

Paşabahçe rahatlığı, güzelliği ve yüksek hızıyla geldiği günden beri İstanbul halkının en çok beğendiği vapur olmuştur, l yıl sonra gelen Dolmabahçe ve Fenerbahçe adlı İngiltere yapımı iki büyük

L_

PAŞAIİMANI CAMİİ

230

231 PATRONA HALİL AYAKLANMASI

Paşabahçe Vapuru

Eser Tuîel arşivi

vapurla birlikte bu bahçe tipi üç vapurla Adalar ve Yalova'ya ekspres seferler başlatılmıştır. Yukarı güvertede büfe-barı, bacanın yanı başında, kaptan köprüsünün gerisinde de açık bir güvertesi vardır. Yıllarca Köprü-Adalar-Yalova hattında çalıştıktan sonra günümüzde kalabalık iş saatlerinde Eminönü-Kadıköy hattında hizmet vermektedir.

ESER TUTEL

PAŞAIİMANI CAMÜ

Üsküdar İlçesi'nde. Hace Hesna Hatun Mahallesi'nde, Üsküdar'dan Kuzguncuk'a giden Paşalimanı Caddesi'nin sağ tarafında yer alır. Bugün Tekel Sosyal Tesisi olan eski karakol binası (Nizam-ı Cedid Kulluğu) ve tütün deposu olarak kullanılan III. Selim'in (hd 1789-1807) yaptırdığı erzak ve hububat ambarlan ile Hüseyin Avni Paşa Çeşmesi'nin arasında bulunmaktadır.

Diğer adı Silahdar Abdurrahman Ağa Camii olan bu yapı, III. Mustafa'nın (hd 1757-1774) silahdarı olan Abdurrahman Ağa tarafından 1180/1766'da yaptırılmıştır. Hüseyin Ayvansarayî, bu civarda özellikle cuma namazı kılınacak bir cami bulunmadığı için yapıldığını ve mahallesinin bulunmadığım yazar. Burada ilk olarak Paşalimanı Camii'nin inşa edilmesinden, Üsküdar'ın Kuzguncuk istikametine doğru yayıldığı anlaşılmaktadır.

Cami eğimli bir arazi üzerinde fevkani olarak inşa edilmiştir. Arazinin doğuya doğru meyilli olması sebebi ile zemini düzlemek için taştan bir bodrum katı yapılmıştır. Bu katın üzerinde, aralarında ahşap hatıllar bulunan, duvarları kaba taştan yapılmış esas yapı yükselmektedir.

Camiye, önünde 8 basamaklı taş merdiveni olan bir cümle kapısından girilir. Kapının ahşap kapı kanatlan bulunmakta, bunun iki yanında alt seviyede ikişer tane dikdörtgen pencere, üst seviyede ise daha küçük beş tane pencere yer almaktadır. Caminin ön cephesi tamamen ahşap olup, yenilenmiştir. Son cemaat yeri dikdörtgen planlı basit bir mekândır. Buradan üç açıklık ile yine dikdörtgen plan gösteren harim kısmına geçilir. Üst kat mahfilinde, girişin sol tarafına rastlayan kısımda, ahşap kafesli olarak ayrılmış hünkâr mahfili bulunmaktadır. Harim kısmında, girişin sol köşesinde, hünkâr mahfiline çıkan merdivene açılan çift kanadı ahşap bir kapı yer alır. Sağ ve sol duvarlarında altlı üstlü onar tane, mihrabın iki ya-

nında ikişer tane büyük dikdörtgen pencere ile ana mekân bol miktarda ışık almaktadır. Pencere kenarları ahşap çerçeveli ve önü demir parmaklıklıdır. Altlı üstlü ahşap çerçeveli pencere kanatları bulunmaktadır.

Caminin içi, tavan ve döşemesi de dahil olmak üzere tamamen ahşaptandır. Mihrabı ince uzun bir niş şeklindedir. Üzeri alçıyla sıvanmış ve yeşile boyanmıştır. Mihrap kavsarasının üzerinden dökülmüş olan sıvanın altından temiz bir tuğla işçiliği görülmektedir.

Ahşaptan sade bir minberi vardır. Ayrıca ahşap üzerine sıvama (bağdadi) bir vaaz kürsüsü bulunmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı Üsküdar Tarihi adlı eserinde camide gördüğü üç tane levhadan ve Hadîka-tü'l-Cevâmi'de bahsedilen bir levhadan söz eder. Restorasyon sebebiyle bu levhalar bugün (1994) kaldırılmış ve Paşalimanı Tekel Sosyal Tesisi'nde koruma altına alınmıştır. Hadîkatü'l-Cevâmi'de caminin yakınında bir çeşme, namazgah ve Bektaşî tekkesinden de söz edilmektedir.

Caminin ahşap çatısı kiremit örtülü ve dört yana eğimlidir. Çatı hizasında geniş, ahşap bir saçak yapının etrafını dolaşır. Bu kısım yenilenmiştir. Minare caminin sağ kenarında olup, II. Mahmud zamanında (1808-1839) esaslı bir şekilde tamir görmüştür. Minarenin önceleri ahşap olan gövde ve külahı 1960lı yıllarda yıldırım düşmesi sonucunda yanmış ve bir süre harap kaldıktan sonra bu kısım yeniden inşa edilmiştir. Bir sıra kaba taş, iki sıra tuğladan yapılmış yüksek bir kaide üzerinde kesme taştan yapılmış ve dört yanından "S", "C" kıvrımlı birer barok payanda ile desteklenmiş pabuç kısmı yer alır. Buradan bir bilezikle tuğladan yapılmış ve üzeri sıvalı kısa minare gövdesine bağlanır. Minaresi tek şerefelidir ve üzerinde ka-

Paşalimanı Camii

Tülay Akın

bartmalı alçı panolardan meydana gelen şerefe korkulukları bulunmaktadır. Bu panolar da tahrip olmuştur. Minare kaidesinin güneybatı yüzünde 1180/1766 tarihli bir güneş saati bulunmaktadır.

Caminin önüne 1966'da abdest muslukları ilave edilmiştir. 1992'de ibadete açık durumda olan cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılmış olan restorasyon çalışmaları sebebi ile 2 yıldır kullanılamamaktadır. Halen harap bir durumda bulunan yapıda ödeneksizlik yüzünden restorasyon çalışmaları da yarım kalmıştır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 182; Öz, istanbul Camileri, II; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 242-246.

TÜLAY AKIN



PAŞMAK-I ŞERİF TEKKESİ

bak. BAYRAM PAŞA KÜLLİYESİ



PAŞMAKÇIZADE MESCİDİ

bak. İBN MEDDAS MESCİDİ



PATHE SİNEMASI

İstanbul'daki ilk yerleşik ve sürekli sinema salonu.

1908'de Sigmund Weinberg tarafından Tepebaşı'nda, Şehir Tiyatroları'nın eski komedi bölümü olan yerde (bugünkü sergi salonu) açıldı. Pathe Sineması, 19l6'da Belediye, 1918'de Amphi (Amfi), 1924'te Asri Sineması(->), 194l'de Ses Sineması adlarını alarak uzun süre sinema salonu olarak kullanıldı. Daha sonra Şehir Tiyatroları Komedi Bölümü oldu. 1958'de kullanılmayacak denli yıprandığından yıktırıldı.

Pathe Sineması'mn bulunduğu yer eskiden mezarlıktı. Bugünkü Meşrutiyet Caddesi'nin adı da Mezarlık Caddesi idi. Pe-ra'nın hemen yanı başındaki bu alan öteden beri kimilerinin dikkatini çekmiş, ama mezarlık olmasından dolayı halkın gösterdiği hassasiyet, burayı âdeta el sürülmesi yasak bir bölge haline getirmişti.

1872'de Guatelli Paşa'ya burada tiyatro yapması için izin verilince büyük bir kampanya başlatıldı. Bu kampanyanın sloganı her ne kadar "ecdat mezarlığına tiyatro yapılamaz" olmuşsa da, azınlıkların ve yabancıların saray üzerindeki etkisi ve baskısı ecdat sevgisinin yenik düşmesine neden oldu.

Pathe Sineması, Tepebaşı'nda biri yazlık, diğeri kışlık (daha sonraları İstanbul Şehir Tiyatrosu Drama Bölümü olan yer) tiyatrolardan yazlık olanının yerine 1889' da yapıldı. Ama bu tiyatronun ömrü pek fazla uzun olmadı, l yıl sonra tümüyle yandı. 1892'de yeniden yapılan tiyatro binasının çıkış kapısının yönü değiştirilip, bir de geçit eklendi. Tiyatro 1905'te mimar Campanaki tarafından tekrar elden geçirilerek 1.200 kişi alacak şekilde büyütüldü ve üstü kapanarak kışlık hale getirildi.

1908 başında Paris'teki Pathe Kardeşler Avrupa'nın bellibaşlı merkezlerinde açtıkları sinema zincirine İstanbul'u da eklemek isteyince bu kente yer ve mekân seçmek için bir temsilci gönderdiler. Pathe temsilcisi uzun bir araştırmadan sonra bu

yapıyı seçti. Bina elektrikle donatıldı, son model cihazlarla takviye edilerek havalandırma sistemi eklendi. 30 Ocak 1908'de, kapılarını "Cinema Theatre Pathe Freres" olarak açtı. İlk açılışında tiyatroyu Stavro Papadopulo, sinemayı ise Pathe'nin İstanbul'daki temsilcisi Sigmund Weinberg yönetti.

Dönemine göre oldukça modern görünüm alan Pathe Sineması, Weinberg'in işletmesinde ancak 8 yıl yaşayabildi. Daha sonra adını değiştirerek Belediye Sineması oldu (1916). 2 yıl sonra Jean Leh-mann'ın işletmeciliğine geçerek Amphi (Amfi) adını alarak 1924'e kadar bu adla film gösterilerine devam etti. Bu tarihten sonra önce Henri Habib, sonra Necip Erses işletmesine geçerek bu kez de Asri adını aldı. Uzun süre bu adla çalıştırılan sinema 1941'de bir kez daha adım değiştirmek zorunda kaldı. Çünkü bu yıllarda dünya savaşı nedeniyle film ithalinde bir dizi güçlükler ortaya çıkmıştı. Avrupa'dan Türkiye'ye gelen filmler, savaş nedeniyle yolunu değiştirmek zorunda bırakılmış, Mısır üzerinden sokulmaya başlanmıştı. Avrupa'dan yalnızca Alman patentli propaganda filmleri ithal ediliyordu. Bu yolla gelen filmlerin oldukça ucuz olması İstanbul piyasasında bir Alman filmleri modasının başlamasına zemin hazırladı. Erses, savaşın getirdiği bu durumdan yararlanarak önce Alman filmlerinin ülkemizde işletme hakkını satın aldı, ardından da alıcı gösterici aygıtlarını ithal etti. Tek sorun, bu filmlerin gösterileceği modern bir salonun yokluğu idi. Erses, bunun da üstesinden gelerek Asri Sineması'nı kiraladı ve adını değiştirmek için bir yarışma düzenledi. Yarışma sonucu Ses adını alan salon 16 Ekim 1941'de bir kez daha perdelerini açtı. Ancak, salonun İstiklal Caddesi'nden oldukça uzak ve kopuk olması iş şansını azalttı. Ama Erses, bu kez belediye ile anlaşıp Şehir Tiyatroları'nın operet ve komedi bölümü olarak çalıştırılan yeri Tepeba-şı'ndaki yer ile değiştirerek Ses Sineması'nı aynı adla Beyoğlu'na taşıdı. Bir süre sonra bu yatırımının da karşılığını bulamayarak salonu aynı adla.tiyatroya devretti.

Kimi araştırmacılar Tepebaşı'ndaki yazlık ile kışlık tiyatrolarla, daha sonra bunların yerini alan Pathe ile Modern Si-nema'yı karıştırarak ikisinden aynı sine-maymış gibi söz ederler. Oysaki Modern Sinema, Pathe Sineması'mn sonraki adı değil Petit Champs Sineması'dır. Daha önce de sözü edildiği gibi Pathe Sineması son olarak Ses adını almış, ondan sonra da Şehir Tiyatrosu Komedi Bölümü olmuştur. Modern ya da Petit Champs olarak bilinen sinema ise kışlık tiyatronun yerine kurulmuş, daha sonra Şehir Tiyatroları Drama Bölümü olarak yaşamını sürdürmüş, 1970'te kısmen, l yıl sonra da tümüyle yanarak yok olmuştur. Pathe bugünkü Sergi Salonu'nun arka kısmında, Modern Sinema ise tam orta yerinde yer alıyordu.

BURÇAK EVREN

PATRİA KONSTANTİNOPOLEOS

Geç Roma ve Bizans döneminde bir kentin topografyası, mitolojisi, tarihi yapılarına ilişkin bilgiler içeren edebi yazı türüne genellikle "patria" denir.

6. yy'dan sonra bu türün sadece başkent için yazıldığını görüyoruz. Bizanti-on'un(->) ve Konstantinopolis'in kuruluşunu tarihi olgularla efsaneleri karıştırarak anlatan, anıtları hakkında bilgi veren ve genelde kenti yüceltmek için yazılan "patria"ların sayısı fazla değildir. Günümüze yalnızca Patria Konstantinopoleos, yani Konstantinopolis Patria'sı ulaşmıştır. Patria Konstantinopoleos'u oluşturan bölümlerden birincisinin giriş kısmı 6. yy'da yaşamış pagan bir tarihçi olan Miletli He-sihios'un eserinden iktibas edilmiştir. He-sihios'un I. Constantinus'a (hd 324-337) kadar Bizantion tarihini ele aldığı bu eserine 10. yy'da bazı eklemeler yapılmıştır. Patria Konstantinopoleos'un II. ve III. bölümleri, 8. yy'da yazılmış fakat sonradan bazı ekler yapılmış anonim bir yapıt olan Parastaseis Syntomoi Kronikai 'ye dayanır. Politik bir amaçla kaleme alın-' mış olmakla birlikte, 8. yy'da Konstantinopolis'in Roma dönemi yapıtlarının ne derece tahrip edilmiş olduğunu, kentlilerin bunların anlamını bile unutarak, bir bölümüne tılsım özellikleri atfettiklerini anlatan Parastaseis, kentin tarihi topografyasını anlamak açısından önemli bilgiler içerir. Büyük bir olasılıkla 9. yy'da yazılmış olan Ayasofya'nın inşaat tarihine ilişkin patria ile 995 tarihli bir başka patria ve bu gruba eklenen, fakat İstanbul'un fethinden sonra yazılmış ve Kse-rolofos'taki sütunu anlatan bölümler bir kent biyografisi koleksiyonu olarak değerlendirilmesi gereken Patria Konstan-tinopoleos'u oluşturur. Bu yapıtların tümünü içeren bir antoloji T. Preger tarafından Scriptores originum Constantinopo-litanarum (I-II, Leipzig, 1901-1907) adı altında yayımlanmıştır.

DOĞAN KUBAN



PATRONA HALİL AYAKLANMASI

"Patrona Vak'ası", "Patrona İsyanı" olarak da bilinir. 28 Eylül-2 Ekim 1730 günleri boyunca ayaklanma aşaması, 25 Kasım 1730'a değin de tahakkümü yaşanan, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın(-«) idamı, III. Ahmed'in (->) tahttan indirilmesi ve Lale Devri'nin(->) kapanmasıyla sona eren ayaklanma.

Patrona Halil Ayaklanmasının ilk nedeni, Lale Devri'nin lüksü ve tüketimi özendiren yeni yaşam tarzı, yapılan köşkler, kasırlar, zevk ve eğlence âlemleri ile halka yüklenen yeni vergiler olarak gösterilir. 1720'den sonra yaşanan ve her kesimi etkileyen para darlığı, akçe değerinin yükselmesi, Darphane'ye ve hazineye giren gümüşün giderek azalması, züyuf akçe sorunu, tüm bunlardan kaynaklanan hayat pahalılığı da ayaklanmanın gerisindeki nedenlerdendir. Ülkenin çeşitli yörelerinden iş bulmak ve yerleşmek umuduyla İstanbul'a gelenlerin, kentteki ti-

caret geleneklerini olumsuz yönde etkileyen kaçak çalışma ve üretim yapma çabaları, bundan özellikle gedik esnafının zarar görmesi, yeniçerilerle cebecilerin esnafa müdahaleleri ve her türlü işi yapmaya başlamaları da yönetime karşı başkaldıracak bir zümreye hemen destek vermeye hazır bir kamuoyunun doğmasına yol açmıştır. Damat İbrahim Paşa'nın, kamu açıklarını kapatmak, İran'a açılacak savaşın masraflarını karşılamak için "resm-i bid'at" denen yeni vergiler koydurması ve bu vergilerin doğrudan perakende satışları etkilemesi, diğer yandan, ordunun savaşa çıkacağı beklentisiyle orducu esnaf denen kesimlerin tüm sermayelerini mal alımına yatırmaları, sefer işinin sürüncemede kalması nedeniyle de iflasa sürüklenmeleri, ayaklanma öncesindeki diğer olumsuz gelişmelerdir.

Fakat asıl, kısa Lale Devri'nde III. Ah-med ile Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın ve devlet erkâmyla ulema sınıfından sınırlı bir çevrenin, zevk ve eğlence düşkünlükleri, ayaklanmanın başlıca nedeni olarak gösterilir. Venedik Balyosu Françesco Gritti'nin tespitlerine göre kent halkının büyük bir bölümü işsizlikten ve parasızlıktan şikâyetçi olup günlük geçimini sağlayamaz durumdaydı. İbrahim Paşa, bunun beklenmedik bir anda büyük bir patlamaya dönüşebileceğini hesaplayarak sık sık yoksullara para dağıtıyor, fırınları açtırtıp parasız ekmek tevzi ettirtiyordu.

Tutucu kesim açısından ise bir ayaklanmayı haklı kılabilecek en önemli neden dönemin bir yeniliği olan, kadınların erkeklerin yanında gözükmesi, açık saçık giyim kuşamın da giderek yaygmlaşmasıy-dı. Bağnaz bir kısım ulema "yaramaz avretlerin sokaklarda halkı idlâl kasdında iz-har-ı zîb ü ziynet ve libaslarında gûnâgûn ihdâs-ı bid'at ve kefere avretlerini takli-den serpuşlarında ucube heyetler ile" gezmelerine kızmakta, bunun yaygınlaşması sonunda ümmet-i Muhammed'in yolunu şaşıracağına inanmaktaydı.

Tarihçi Şemdanizade'ye göre ayaklanmanın baş sorumlusu "mirasyedi meşreb gece ve gündüz zevk u sürür icad idüb halkı aldatacak şey lazımdur deyü" bayramlarda, meydanlara dolaplar, beşikler, atlıkarıncalar, salıncaklar kurdurup erkeklerle kadınları karışık salıncağa bindiren, "salıncağa binüb inerken hubbaz yiğid-lere" kadınları kucaklattıran, "hoş-sadâ ile şarkılar" söylettiren... İbrahim Paşa'ydı. Sadrazam, "Sa'dâbad'ı abadan etmekle fisk u ficura ruhsat" vermişti. Bu tarihçi, İbrahim Paşa'nın İstanbul'da, Haliç'te ve Boğa-ziçi'ndeki imar çalışmalarım ise kişisel eğlence arayışı ve düşkünlüğü ile ilgili görmektedir.

Tarih-i Raşid'de ve Küçükçelebizade İsmail Âsım'ın Tarih 'inde de duyulan tepkilerin ve öfkelerin korkunç bir ayaklanmaya, dönüşmesinde 1730'a doğru, geceli gündüzlü birbirini izleyen ziyafetlerin, helva sohbetlerinin, çırağan âlemlerinin, la-lezar temaşalarının, İran seferi gibi en önemli sorunların bile böyle eğlence par-

PATRONA HAIİL AYAKLANMASI 232

233 PATRONA HALİL AYAKLANMASI

tilerinde görüşülmesinin, kış içinde yaz özlemini gidermek isteyen III. Ahmed'in Da-vud Paşa Sarayı bahçelerinde seralar yaptırıp bülbül dinlemeye gitmesinin etkilerinden söz edildiği görülmektedir. Oysa, padişahın ve sadrazamın çevresindeki elit bir zümre ve en başta da şair Nedîm(->), halktan yönelen tepkileri "düşmanın hasedi" olarak yorumlamakta ve dedikoducular için İdüb zevk u sofalar dâima sâhü-sa-râyında /Helak olsun hasedden düşmen-i bed tıynet ü bed-gû demekteydiler. Daha, Ağustos 1726'da, ayaklanmadan 4 yıl önce pahalılıktan ve geçim sıkıntısından bunalanların Beşiktaş'ta eyleme geçip günlerce sahilsarayları taşlamaları da ilgililerin uyanmalarına yetmemişti.

Fransa Elçisi Marquis de Villeneuve, ayaklanma öncesi günlerde, sadrazamın ve damat paşalarla diğer yakınlarının sinirsel bir gerginlik içinde olmalarına karşın alışkanlıklarını terk etmediklerini raporlarında vurgulamaktaydı. Destarî Salih Efendi ise İbrahim Paşa'nın "kendi âlemine meşgul olub enva'ı kabahat ile mâlamâl" olduğunu ve padişahı da aldattığım yazmaktadır.

1730'da istanbul, en küçük bir harekette derhal ortaya atılacak işsiz, aylak, soyguncu, aç, serseri, kaçak insanlarla doluydu. Öte yandan M. de Villeneuve'ün izlenimlerine göre devletin iç sorunları her gün büyümekteydi. Başkent halkına oranla taşralılar daha perişan ve yoksul durumdaydılar. Yeniçerilerde ise disiplin yoktu. Bu kesim, yönetimden memnun olmadıklarını uluorta konuşmaktaydı. 1728' de İzmir'de çıkan bir ayaklanmadan sonra Patrona Halil'in eski ayakdaşlarından Emir Ali de peşine taktığı zorbalarla gizlice İstanbul'a gelmiş bulunuyordu. Yine, Anadolu'dan ve Rumeli'den, yerli mütegal-libeden şikâyet için İstanbul'a gelenler de sorunlarına çözüm bulamadıkları gibi, memleketlerine dönmeye de çekindiklerinden kızgın ve umutsuz bir bekleyiş içindeydiler.

III. Ahmed'in İran seferine çıkıyormuş gibi Temmuz 1730'da hazırlıklar başlatması, Eyüp'e türbe ziyaretine gittikten sonra Üsküdar ordugâhına geçmesi, fakat türlü bahanelerle ordu yürüyüşünü başlatmaması da ayaklanmaya ortam hazırlayan nedenlerdendi. Padişahın son anda seferden cayıp Üsküdar Sarayı'na geçmesi, sözde kapıkulu gözüken İstanbul esnafının ise ordugâhı terk ederek dükkânlarını açmaları tam bir skandaldi. Olasılıkla da III. Ah-med ve İbrahim Paşa, kendi rahatlarını düşünmekten çok, İstanbul'dan ayrılmaları durumunda kentte meydana gelebilecek olayların önlenemeyeceği kaygısıyla seferden vazgeçmişlerdi. Nitekim 8 Eylül 1730'da yapılan bir toplantıda III. Ahmed "Su uyur düşman uyumaz. Benim İstanbul'da kalmaklığım, İbrahim Paşa'nın sefere gitmesi uygundur" demişti.

Ayaklanmayı dolaylı yoldan çabuklaş-tıran diğer bir durum, İbrahim Paşa'nın muhaliflerinin gizli kışkırtılmalarıydı. Bunlar arasında bostancıbaşılıktan uzaklaştırılıp sürgüne gönderilen Mehmed Ağa, es-

ki defterdar Mustafa Efendi, Bursa'da sürgünde olan eski şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin oğulları, hattâ, aralarındaki akrabalık ilişkilerine karşın, Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa ile Kethüda Mehmed Paşa da vardı. Patrona Halil Ayaklanması'm elaltın-dan örgütleyenin ise Mustafa Paşa olduğu sonradan ileri sürülmüştür. Şeyhülislam Abdullah Efendi de velinimeti olan İbrahim Paşa'nın aleyhinde çalışanlardandı. Padişaha "Ben gerçi vezirin çırağıyım lakin vezir tadını azıttı!" demekteydi. Tüm bunlardan haberi olan İbrahim Paşa ise kapı kethüdası ile güvendiği birkaç adamının yönetiminde bir hafiye örgütü kurmuştu. Bu örgüt, faili meçhul cinayetlerin düzenleyicisi olarak İstanbul'da yaygın bir nefrete hedef olmuştu. Ulema arasında da arzu ettiği rütbeye yükselemediği için İbrahim Paşa'ya kırgın olanlar vardı. Bunlardan Zülali Hasan Efendi, İstanbul kadılığından azledildiği için sadrazamın aleyhindeydi.

Ayaklanmanın elebaşısı olan Horpeş-teli Arnavut Halil, uzun zaman leventlik, Rumeli'de yeniçerilik yapmıştı. Patrona lakabını, ona hemşerileri vermişti. 1720'ye doğru Vidin'deki bir ayaklanmanın önderleri arasında yer alan Halil, İstanbul'a geldikten sonra, pek çok yeniçeri gibi, esnaflık, tellallık etmeye başladı. Gezgin Sand-wich'e göre boynuna bir işporta sepeti asıp sokaklarda yüksük, iğne, iplik satıyor, akşamlan da Galata'ya geçip meyhanelerde içiyordu. Halk arasında ise onun "gaibden haber verdiğine" inanılmaktaydı. Bir gün cinayet işledi ve Galata voyvodası tarafından tutuklandı. İdam edilecekken Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa'nın aracılığıyla suçu bağışlandı.

Patrona Halil, tasarladığı ya da bazılarının kendisine verdiği buyruk gereği ayaklanmanın elebaşı kadrosunu Ağustos 1730'da oluşturdu. Bunlarla son toplantıyı 25 Eylül'de mevlit kandili münasebetiyle padişah, tüm devlet erkânı ve ulema Üsküdar'da Yeni Valide Camii'nde iken yaptı. Bu toplantıda Muslu Beşe'yi ve Emir Ali'yi kendisine yardımcı seçti. Kolbaşıları ise Ali Usta, Karayılan, Çınar Ahmed, O-duncu Ahmed, Derviş Mehmed, Erzurumlu Mehmed, Küçük Muslu, Kutucu Hacı Hüseyin, Manav İsmail, Canbaz Emir Musa, Hafız Paşa'nın kethüdası Salih Ağa, Karagöz İbrahim, Gazi Beşe, Turşucu İsmail, Bayram Çelo, Veli Mustafa, Dereköylü Ali, eski Cebeciler kethüdası Receb olarak belirledi.

Ayaklanma, 28 Eylül 1830 Perşembe günü, üç kol halinde bayrak açan ve yalınkılıç Kapalıçarşı'ya dalan zorbabaşılarm kılıçlarını sallayıp şeriat için, haksızlıkların kaldırılması için, herkesi bayrak altına çağırmaları ile başladı. Çarşı kâhyasına dükkânlar kapattırıldı. Eski Bedesten, Çadırcılar ve Yağlıkçılar, Sultan Bayezid Çarşısı kapandı. Yollar ve kavşaklar tutuldu. Bir anda büyüyen kalabalık, Bahçe-kapı'ya inip oradan Divanyolu'na(-») çıktı ve Etmeydanı'na(->) yürüdü. Eski Oda-lar'dan(->) geçilirken yeni katılımlar oldu. Saraçhane de kapatıldı. Ayaklanmacıların

asıl amacı, yeniçerileri de kendileriyle eyleme yöneltmekti. Bir grup ise ateş kayıklarına binip Üsküdar'a geçtiler ve suçlu gördükleri birkaç kişiyi öldürerek o tarafta bulunan padişaha ve İbrahim Paşa'ya ilk gözdağım verdiler. İstanbul'un tenha bir gününün seçilmiş olması, devlet dairelerinin mevlit nedeniyle kapalı oluşu ayaklanmacılar için her yönden avantaj sağladı. Eyleme ilk anda müdahale etmesi gereken sorumlular ise ya olaya önem vermediler veya korkunç bir ayaklanmaya dönüşebileceği kaygısıyla kaçıp gizlenmeyi yeğlediler.

İlk müdahaleyi Yeniçeri Ağası Hasan Ağa yapmak istedi. 300 kolcu ile İstanbul sokaklarını dolaşıp önlemler almaya çalışırken yanındakiler, zorla dükkânları kapattırıp herkesi ayaklanmaya katılmaya çağırmaktaydılar. Durumu kavrayan Hasan Ağa da kaçıp saklanmak zorunda kaldı. İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa da etkili bir önleme yanaşmadı. Bir süre Tersane'de gelişmeleri izlemeye çalıştı ve emrindeki kolluk güçlerine padişahtan buyruk gelmedikçe hiçbir harekette bulunmamalarını bildirdi. Sonra Üsküdar'a geçip durumu, önemsiz bir olaymış gibi, padişaha aktardı. Sadrazam İbrahim Paşa, devlet adamlarını ve ulemayı Üsküdar'a çağırtarak saraydan da sancak-ı şerifi ve hırka-i saadeti getirtti. Akşam padişahın başkanlığında Hatice Sultan Sarayı'nda yapılan toplantıda hiçbir karara varılamadı. Gece, padişah ve vezirler korku içinde Topkapı Sarayı'na geçtiler. Toplantı, burada sabaha kadar sürdürüldü.

Ayaklanmacılar ise planlarının ikinci aşaması olan yeniçerilerle uzlaşmayı da gerçekleştirdiler ve isyan bayraklarını Et-meydanı'na diktiler. Ertesi gün kentin her tarafında kendi kurallarına göre denetim kurdular. Yeniçeriler ise geleneksel biçimde kazan kaldırıp ayaklanmaya resmen katıldılar. Kent sokaklarında gösteriler, Patrona Halil'in uygun gördüğü birkaç baskının ve yağmanın gerçekleştirilmesi akşama kadar sürdü. Acemioğlanları da gruplar halinde gelip eylemci topluluğunda yer aldılar. Patrona Halil, ayaklanmaya meşru bir dayanak sağlamak amacıyla ilmiye sınıfının desteğine gerek duydu ve eski Kudüs kadısı Samancızade ile birkaç müderrisi Etmeydanı'na getirtti. Müderris İbrahim, önerdiği her konuda kendisine fetva verdiğinden, İstanbul kadısı ilan edildi. Müderrislerin hazırladıkları fetvalara dayalı olarak Galata voyvodasının, Kethüda Mehmed Paşa'nın konakları yağmalatıldı. İstanbul, Hisarlar, Ağa Kapısı, Galata, Tersane zindanlarında ve tomruklarında ne kadar mahkûm varsa salıverildi ve bunlar "şeriat-ı Muhammedi için bayrak açanlara" katılmaya çağrıldı. Müderris İbrahim ise 49. Orta Kışlası'nda mahkeme kurup yargılamalara başladı. İstanbul'un çevresindeki yerleşik veya göçebe Çingenelerden, gayrimüslimlerden de pek çok katılan oldu. Halil, eski kader arkadaşlarından Nişli Kel Mehmed'i yeniçeri ağası atayarak İstanbul'da güvenliğin sağlanmasıyla görevlendirdi. Kuburun ağa-

larından Urlu Murteza Ağa'yı sekbanbaşı, Beytülmalci Mustâfa Ağa'yı kul kethüdası atadı. O gün akşama değin, vezir kapısı halklarından, ağa ve kethüdalardan Pat-rona'ya katılanlar oldu.

III. Ahmed'in bir uzlaşma arayışı ile gönderdiği haseki ağa, saraya dönüşünde İbrahim Paşa'ya ve padişaha, ayaklanmacıların 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini istediklerini bildirdi. Herkes kendi başının çaresine düştüğünden karşılıklı suçlamalar, padişahın huzurunda da devam ederken III. Ahmed, sancak-ı şerifin çıkarılmasını ve Müslümanların sancak altına çağrılmasını emretti. Fakat bundan bir sonuç alınamadı. Halkın çoğunluğu çağrıya uymadığı gibi, gelmek isteyenleri de Patrona'nın devriyeleri dağıttılar. Sarayı korumakla görevli bostancıların bile çoğu kaçıp saklandığı için sarayın güvenliği de tehlikeye düşmüş bulunuyordu. III. Ahmed, ayaklanmada parmağı olduğundan kuşkulandığı Mustafa Paşa'yı azledip Damat Abdi Paşa'yı kaptan-ı derya atadı. Tersane'ye giden Abdi Paşa, eskiden tanıdığı Patrona ile görüştükten sonra onunla uzlaşma yolunu seçti ve saraya sığınanlar için başka ümit de kalmadı. İbrahim Paşa, son bir çare olarak ayaklanmacıların arasına nifak sokmayı denemek istedi. Fakat bunlardan bir bölümünün bol para ile serdengeçti yazılması girişimi de bir sonuç vermedi.

30 Eylül sabahı III. Ahmed yeni bir heyet göndererek Patrona'mn önerilerini öğrenmek istedi. Aralarında İbrahim Pa-şa'nın ve Şeyhülislam Abdullah Efendi'nin de bulunduğu 37 kişinin başlarının istendiğini, Yeni Cami Şeyhi Mehmed ile İmamzade efendiler padişaha bildirdiler. Sarayda bulunan ulemadan Zülali Hasan Efendi, III. Ahmed'e öncelikle İbrahim Paşa'yı feda etmesinin gerektiğini söyledi. Bununla birlikte üçüncü kez bir uzlaşma yolu aranarak İspirzade Ahmed Efendi gönderildiyse de İbrahim Paşa'nın kurtarılması konusunda Patrona Halil ikna edilemedi. O gün akşam Mustafa ve Mehmed paşalarla birlikte İbrahim Paşa da sarayda tutuklandılar. Şeyhülislam Abdullah Efendi'nin ise Bozcaada'ya sürgün gönderilmesi için ferman yazıldı. Üç vezirin idamı için ulemadan fetva alındı. Kapıarası'na götürülen vezirler burada mal beyanında bulunduktan sonra boğduruldular. Ertesi sabah da her birinin cesedi ayrı ayrı öküz arabalarına konulup saraydan çıkarıldı ve Bâb-ı Hümayun önünde ayaklanmacılardan iki bölüğe teslim edildi. Asiler, cesetleri akla gelmedik hakaretlerle ve sürükleyerek Etmeydanı'na götürdüler. Mustafa Paşa'nın cesedi Horhor Çeşme-si'nde, Kethüda Mehmed Paşa'mnki Et-meydanı kapısında asıldı. Bu sırada bir söylenti yayıldı ve tanınmaz durumdaki üçüncü cesedin İbrahim olmayıp Kürkçü Manol olduğu ileri sürüldü. Kimileri, "Bu ceset sünnetsiz!" dediler. Aslında bu dedikodunun amacı, ayaklanmayı ikinci hedefine ulaştırmaktı. Bir hamal beygirine bağlanan ceset Turşucu İsmail tarafından saraya götürüldü. Ayaklanmacılar, padi-

Van Mour'un betimlemesiyle

Patrona Halil

ve Muslu Beşe.

Gülere Alfa

şahın, İbrahim Paşa'yı sakladığını, kendilerini kandırdığını bağırarak Alay Köş-kü'nün önünde toplandılar. Köşkün penceresinden İbrahim Paşa'nın parçalanmış cesedini gören III. Ahmed pencereyi açıp öfkeyle "Ol değilse yarın asıl kendün verelim" dedi ve hasodaya gitti.

l Ekim Pazar günü asilerle görüşmeye giden ve padişah adına bol ihsan vaatlerinde bulunan Zülali Hasan Efendi ile İspirzade zorbalarla görüştüler. Onları itaate yönlendirmeleri gerekirken padişahın tahttan indirilmesi konusunda anlaştılar. Saraya gelip III. Ahmed'e asilerin kendisini istemediğini bildirdiler. Padişah, gece yarısı, yeğeni Şehzade Mahmud'u (I) Hırka-i Saadet Dairesi'ne getirterek tahttan çekildi.

Patrona Halil, I. Mahmud'un(->) ilk saltanat günlerinde İstanbul'a egemen oldu. Yeniçeri Ağası Kel Mehmed Ağa, onun adına kent güvenliğini ve halkın iaşe sorunlarını başarıyla düzene koydu. Esnafın yağmadan ve baskıdan korunması için belirli yerlere karakollar tesis etti. Patrona Halil de yeni padişaha yaklaşarak kendi adamlarını önemli görevlere getirtti. Silah-dar Mehmed Paşa sadrazam, Mirzazade Mehmed Efendi şeyhülislam, Paşmakçıza-de Abdullah Efendi Rumeli, Zülali Hasan Efendi de Anadolu kazaskeri oldu. Padişah, Patrona Halil'e başka isteği olup olmadığını sorduğunda, İbrahim Paşa'nın koyduğu halkın ezilmesine neden olan vergilerin kaldırılmasını talep etti. Bir fermanla resm-i bidat kadırıldı. Fakat daha sonraki günlerde kentte terör estirmeye

başlayan Patrona Halil, bir yandan da yüzlerce yandaşını ocağa yazdırmak, kimi adamlarına seyitlik beratı verdirmek, kendince adalet uygulayıp suçlu gördüğü kişileri yargısız idam ettirmek gibi işlere yöneldi. I. Mahmud, onu ve yakın adamlarını birer görevle İstanbul'dan uzaklaştırmayı denemekle birlikte kabul ettiremedi. Halil "İstanbul'un bütün servetinin kendisine ait olduğunu, mansıba ve paraya ihtiyaç duymadığını" ileri sürmekteydi. I. Mahmud'un 6 Ekim 1730'daki kılıç alayına, ayağı çıplak olarak süslü bir ata binerek katılan bu ünlü zorba, birkaç hafta içinde her türlü yolsuzluğa alıştı ve ayaklanmanın üzerinden üç hafta geçmeden 3-000 kese servet sahibi oldu. Hemşerisi olan Arnavutlar ise kendisinden yüz bularak İstanbul'u haraca kestiler. Manav Muslu Beşe ve diğer zorbabaşıları, önceki yoksulluklarını unutup oturacak konak beğenmemeye başladılar. Halil, Şehzadebaşı'nda Kurdoğ-lu'nun konağına 400'e yakın adamıyla yerleşmişken buradan izzet Ali Bey'in (Paşa) konağına taşındı. Ayaktakımının çoğuna da serdengeçti ağalığı verildi.

İstanbul iki ay kadar iki merkezli bir yönetime tanık oldu. I. Mahmud, Topkapı Sarayı'ndan daha çok taşraya dönük fermanlar yayımlarken Patrona Halil de Et-meydanı'ndaki karargâhından başkentin sorunlarıyla ilgileniyordu. Adamlarının her biri, gümrüklerde, bedestenlerde, çardaklarda ve çarşılarda onun adına buyruklar vermekteydiler. Bunlar kalabalık gruplar halinde ve silahlı dolaştıkları için kent



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin