Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə100/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   147

SA'DABAD SARAYI

388

389

SADARET KAYMAKAMI

Preault'un çizgileriyle II. Mahmud döneminde Sa'dâbâd Sarayı. Necla Arştan arşivi

lemenin aynıdır, iç cephe, yine pencerelerin arasındaki pilastrlarla üçe bölünmüştür. Pilastrların üzeri bu defa boş bırakıl-mayıp kapalı çerçeveler meydana getirecek biçimde alçak silmelere yer verilmiştir. Orta üst pencere, dışarıdaki gibi basık kemerli bir alınlıkla taçlanmakta ve bunun bitiminde kubbe başlamaktadır.

Yatay silmelerle, içeride, sadece iki pencere sırası arasında, pencere kemerlerinin üzengileri hizasında ve yukarıdaki alınlığın tabanında karşılaşılmaktadır. Ha-rim bölümünün kuzey iç cephesinin düzenlenmesi bazı farklılıklar göstermektedir. Burada, zemin seviyesinde, son cemaat yerine açılan bir kapı ve yanlarında iki pencere bulunmaktadır. Aynı düzenleme, hemen yukarıda, galeri seviyesinde de tekrarlanmaktadır.

Harim bölümünün dış yüzeylerinde, kemer silmeleri ve yatay silme takımları gibi öğelerin dışında, benzer elemanların üzerinde oldukları halde birbirinden tamamen farklı iki süsleme motifi görülmektedir. Bunlar orta pencerelerin kemerleri üzerinde yer alan motiflerdir. Zemin kattaki pencere kemerlerinde klasik "yumurta ve ok" motifi, üstteki pencerelerin kemerinde ise üzüm salkımları ve yapraklardan meydana gelen bir motif kullanılmıştır. Saçak kornişinde ve ağırlık kuleleri çevresinde kullanılan küçük konsol elemanları da klasik kökenlidir. Giriş kapısının yanında, duvara yapıştırılmış iki mermer kolon (veya pilastr) bulunmaktadır. Bunların üzerinde bir yatay silme takımı uzanmakta, daha yukarıda kitabe panosu ve onun da üzerinde bir başka silme takımı ile ortasındaki tuğraya yer veren bir mermer kabartma bölüm yer almaktadır.

îç yüzeylerin özgün hallerinde, kalem işleri ile bezenmiş olmaları ihtimali vardır. Bugün bu yüzeyler açık yeşil renkte, silmelerle kemerler de beyaz renkte badana edilmişlerdir. Pandantifler ile kubbenin yüzeyleri kalem işleri ile kaplıdır.

Yapının mihrap ve minber gibi elemanları, genel tasarıma ve dekoratif biçimlenişe yabancı kalmaktadır. Yapıdaki bütün kemerler yuvarlak olduğu halde, mihrap üzerindeki kemer sivridir. Mihrabın planı, bütün önceki örneklerden farklı şekilde, dikdörtgen biçimindedir. Mihrabı çevreleyen geniş silmelerden üçünün üzerinde çiçek motifleri, birinin üzerinde ise kufi yazı taklidi bir motif dolanmaktadır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 299; Öz, îstan-'bul Camileri, I, 117.

SELÇUK BATUR



SA'DABAD SARAYI

Haliç'te, Kâğıthane Deresi kıyısındaki günümüze ulaşmayan Osmanlı sarayı.

Bizans döneminden beri istanbul'un önemli yerleşim bölgelerinden olan Kâğıthane, Osmanlı döneminde, 16. yy'm sonlarından itibaren saray ileri gelenlerinin av, spor ve eğlenceleri için gözde yerlerden biri olmuştur. Buradaki ilk köşk, aynı dönemde inşa edilen ve onarımlarla yakın zamanlara kadar ayakta kalmış olan İmra-hor Köşkü'dür(-»). Ancak Kâğıthane asıl

önemini 18. yy'm başlarında, Lale Dev-ri'nde kazanmıştır. Yirmisekiz Çelebi Meh-med Efendi, Fransa seyahati sırasında Fransız saray mimarisi ve yaşamından etkilenmiş ve gördüklerini dönüşünde bir rapor halinde III. Ahmed'e (hd 1703-1730) sunmuştur. Raporda özellikle Moudon, Versailles, Marly ve Trianon gibi saray ve şatolar geniş yer tutmaktadır. Rapor ve muhtemelen beraberinde getirdiği çizim ve planlar padişahı ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı(->) çok etkilemiş ve kısa zamanda Kâğıthane'de geniş kapsamlı bir yapım faaliyetine girişilmiştir.

Lale Devri Kâğıthane'sinin en belirgin özelliği suyun yapay uygulamalarla mimari ile bütünleştirilmesidir. Damat ibrahim Paşa'nın gözetiminde başlayan çalışmaların ilk aşamasını dere yatağının temizlenmesi oluşturmaktadır. Daha sonra dere yatağına çeşitli noktalardan kanallar açılmış ve bu kanallar Kuleli Bahçesi'nden getirilen mermerlerle döşenmiştir. Derenin önüne çeşitli yerlerde setler ve kaskatlar yapılarak küçük şelaleler oluşturulmuştur. Kanallardan gelen sular bu şelale ve kas-katlardan geçerek mermer havuzlarda toplanmaktadır. Derenin tanzimi tamamlandıktan sonra 1723'te köşklerin yapımına başlanmış ve Kâğıthane Deresi kıyıları boyunca çok kısa bir süre içinde Sa'dâbâd, Hüsrevâbâd, Şevkâbâd, Kasr-ı Neşat gibi 100'ün üzerinde ahşap köşk inşa edilmiştir. Kâğıthane, Patrona Halil Ayaklanması ile büyük ölçüde harap olmuştur. Ancak, III. Ahmed'den sonra tahta çıkan I. Mah-mud'un (hd 1730-1754) yeniçerileri ikna ederek buradaki saray yerleşimine yönelik tahribatı durdurması, Kâğıthane'nin bir süre sonra yeniden canlanmasına olanak sağlamıştır. Kâğıthane'nin Lale Devri'nde-ki durumu bugün yalnızca Osmanlı tarihçilerinin kitaplarında ve seyahatnamelerin satırları arasında kalmıştır. Bugüne değin özgün ve ayrıntılı bir görüntüsü de ortaya çıkarılamadığı için yerleşimin niteliği ve köşklerin mimarileriyle ilgili kesin bilgi yoktur. Ancak Ayda Arel'in çalışması ve

vardığı çıkarımlar, dönemin mimarisine büyük ölçüde ışık tutacak niteliktedir.

I. Mahmud, olaylar yatışıp unutulmaya başlanınca, 1743'te Kâğıthane'nin özellikle de Sa'dâbâd Sarayı'nın onarımı üzerinde durmuştur. I. Mahmud döneminin Sa'dâbâd'ı 18. yy'm ikinci yarısında hazırlanmış olan Hilair ve L'Espinasse'm gravürleri ve bu dönemde istanbul'a gelen seyyahların anlatımları sayesinde ayrıntılı olarak tanınmaktadır. Saray, dere yatağına müdahale edilerek oluşturulmuş olan havuzun kenarında bulunmaktadır. "L" biçiminde plan gösteren ana yapı üzerinde, suyun kıyısında selamlık bölümü ile valide sultana ait olan daireler, arka tarafta da harem bölümü bulunmaktadır. Sarayın yanında, havuzun içinde, hasır ya da yeşil kalın bir perdeyle örtülü Kasr-ı Ne-şat/Kasr-ı Cenan yer alır. Kasrın arkasına iki kademe halinde kaskatlı şelaleler yerleştirilmiştir. İlk şelalenin üzerinde Sırat Köprüsü adı verilen bir yürüyüş yolu, mermer havuzun sonundaki küçük kameriyenin arkasında da Çağlayan-ı Sâlis ya da Kebir adı verilen bir set yer almaktadır. İki kıyısı boyunca tek sıra ağaçların bulunduğu Cetvel-i Sîm'in başlangıcına, iki köşeye birer kameriye yerleştirilmiştir. Havuz üzerinde fıskiyeler, havuzun ön tarafında III. Ahmed döneminde yapılmış olan Çeşme-i Nur isimli çeşme bulunmaktadır.

Kâğıthane ve Sa'dâbâd Sarayı 18. yy'm sonlarında yeniden harap bir duruma gelmiştir. Babası III. Mustafa (hd 1757-1774) ile askerlerin talimini izlemeye gelen III. Selim, Sa'dâbâd'dan çok hoşlanmış ve tahta çıktıktan sonra burasını ihya etmeye çalışmıştır. Melling albümünde yer alan Kâğıthane'ye ait 17 no'lu gravürdeki iki yanı ağaçlarla çevrili Cetvel-i Sîm, sarayın öneminin III. Selim döneminde de sürdüğünü göstermektedir. Ancak sarayın bu dönemdeki durumunu ayrıntılı gösteren herhangi bir resme rastlanamadığı için sarayın mimarisi hakkında ayrıntılı bilgi edinile-memektedir.

Sa'dâbâd Sarayı'nda gerçekleştirilen

üçüncü büyük imar faaliyeti II. Mahmud dönemine (1808-1839) rastlar. II. Mahmud tahta çıktıktan hemen sonra Sa'dâbâd Sa-rayı'nı yıktırarak mimar Krikor Amira Bal-yan'a yeniden inşa ettirmiştir. Sarayın yapımında o sıralarda harap durumda olan Haliç'teki Karaağaç Sarayı'nın enkazı da kullanılmıştır. Yeni Sa'dâbâd Sarayı II. Mahmud döneminin en önemli saray yapılarından biridir. Bu dönemde İstanbul'a gelen seyyahların büyük bölümü sarayı görmüş ve seyahatnamelerinde geniş yer ayırmışlardır. Yine saraya ait Preault, Miss Par-doe ve Bartlett'e ait litografi ve gravürler II. Mahmud dönemi Sa'dâbâd'ı ile ilgili en önemli belgeler arasındadır. Bu anlatımlar ve resimlerden yeni sarayın plan şeması ve çevre düzenlemesinde daha önceki saray yapısının temel alındığı anlaşılmaktadır. Ancak sarayda dönemin mimarlık anlayışına uygun olarak pek çok yeniliğe de rastlanmaktadır. Cephelerde Korint başlıklı sütun ve pilastrlar, deniz kabuğu motifleri, fırlak çatı dönemin yaygın uygulamalarıdır. Kasr-ı Neşat'ın yerine inşa edilen Çadır Köşkü yalın düzenlemesi, Korint başlıklı zarif mermer sütunlarıyla ampir üslubunun^) özelliklerini göstermektedir.

II. Mahmud Sa'dâbâd Sarayı'nda kısa bir süre yaşamıştır. Çok sevdiği gözdelerinden birinin burada ölmesi ve art arda gelen talihsiz olaylar nedeniyle sarayın uğursuzluğuna inanan sultan, Sa'dâbâd Sa-rayı'm bir daha uğramamak üzere terk etmiş ve saray kendi haline bırakılmıştır. 1830'larda Kâğıthane'yi gezen Marchebeus buradaki köşk ve çağlayanların bakımsız ve harap bir durumda olduğunu yazmaktadır. Gautier'nin seyahatnamesinden de 1850'lerde saray ve çevresinin kullanılamayacak kadar harap bir durumda olduğu anlaşılmaktadır.

Kâğıthane'deki son büyük imar faaliyeti Abdülaziz döneminde (1861-1876) gerçekleştirilmiştir. Abdülaziz çok kötü durumda olan Sa'dâbâd Sarayı'nı yıktırarak yerine 1862-1863'te Sarkis ve Agop Bal-yan'a Çağlayan Kasrı(->) adıyla bilinen IV. Sa'dâbâd Sarayı'nı yaptırmıştır. Geç dönem saraylarının en ilginç örneklerinden biri olan bu yapı da 1840-1841'de yıktırılarak tamamen ortadan kaldırılmıştır.



Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 223-226; A. Arel, 18. Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, ist., 1975, s. 21-29; Eldem, Sa'dâbâd; M. Aktepe, "18. Yüzyılın ilk Yarısında Kâğıthane ve Sadâbad", TTOKBelleteni, S. 72/351 (1984-1985), 14-19; S. Eyice, "Kâ-ğıthane-Sadâbad-Çağlayan," TAÇ, I (1986), 29-36; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul, İst., 1992, s. 108-117. •

NECLA ARSLAN



SADARET KAYMAKAMI

"Kaimmakam-ı sadr-ı vezaret", "sadaret-i uzmâ kaimmakamı", "vezir kaymakamı", "kaimmakam-ı Âsitane-i Saadet", "Âsitane kaymakamı", "istanbul kaymakamı", "kaymakam paşa" olarak da geçer, istanbul'da bulunmadığı zamanlarda sadrazama vekillik eden ve başkentin yönetim, güvenlik, denetim ve iaşe işlerinden sorumlu olan vezire verilen unvandı.

Osmanlı padişahının mutlak vekili ve başkent İstanbul'un, asıl yöneticisi olan ve-zirazam-sadrazam, sefer göreviyle kentten ayrıldığında bir kubbe veziri, dönüşüne değin, sadaret kaymakamı unvanı ile kendisine vekillik ediyordu. Sadrazamın, padişahla birlikte Edirne'de oturduğu zamanlarda da İstanbul'da, Âsitane kaymakamı sanı ile yine benzeri bir görevlendirme yapılmaktaydı. Padişahın Edirne'de, sadrazamın cephede olduğu zamanlarda ise iki vekil ataması yapılmakta, Edirne'dekine ri-kâb kaymakamı, tstanbul'dakine de Âsitane veya istanbul kaymakamı denmekteydi. Eyalet valiliğinden sadrazamlığa atananların İstanbul'a gelişlerine kadar da "mühürsüz" sadaret kaymakamları görev yapmaktaydılar. Çünkü, sadrazamın, padişahın "mühr-i hümayunu"nu taşıması gibi, sadaret kaymakamının da sadrazamın mührünü taşıması kanundu. Padişah, rikâb kaymakamı ile Edirne'den istanbul'a döndüğünde Âsitane kaymakamının görevi sona ererdi.

istanbul'un yönetimi açısından sadrazamın tüm yetkilerini taşıyan, ayrıca padişahın başkentte bulunmadığı zamanlarda sorumluluğu daha artan ve kimi kez kendisine Âsitane muhafızı da denen sadaret kaymakamının yetkileri, Tevkiî Abdurrah-man Paşa Kanunnamesi'nde "Kanun-ı Kaimmakam-ı Âsitane-i Saadet" başlığı altında verilmiştir. Buna göre ülkenin her tarafına (sadrazamın bulunduğu bölge hariç) tuğralı ahkâm-ı şerife verebilir, şer'i ve örfi tevcihatta bulunur, kadı atayabilir, divan günlerinde Kubbealtı'ndaki toplantılara başkanlık eder, konağında çarşamba divanını(->), cuma ve ikindi divanlarını toplayıp dava dinler, kol gezer, narh işlerine bakar, Tersane'yi yoklardı. Ancak İstanbul'daki müste'men taifesi (yabancı tüccarlar) için berat düzenleyemez, ecnebi sefirlerin başvurmaları halinde kadılara ve gümrük eminlerine mektuplar yazarak "ahidname-i hümayun mucibince taaddi olunmaya" uyarısında bulunabilirdi. Yine, tüccar gemilerinin Boğaz'dan çıkışları için de "izn-i sefine" vermeye yetkiliydi.

Sadrazam, serdar-ı ekrem unvanı ile sefere çıkmazdan önce sadaret kaymakamı atanan vezirle padişahça kabul edilir, bu sırada kaymakam paşaya hilat (kürk) giy-dirilirdi. Atama fermanı ise sadrazamın cepheye hareketinden sonra Paşakapı-sı'nda okunurdu. Ordunun İstanbul'dan ayrılmasından bir gün önce kaymakam paşa ve istanbul'da kalan devlet erkânı, Da-vutpaşa ya da Üsküdar ordugâhına giderek sadrazamı uğurlarlardı. Bu törende, kaymakam paşa ve maiyeti, "kallavi ve sırma sedlü yeşil çuhaya kablu kapaniçe yakalı muvahhidî kürk ve tirkeş ve kılınç ve kadife şalvar ve fılar ve divan rahtlı ve aba-yilü ve kotaslı at ile ve çuhadarları ve satırları hışt ve kumaş-ı çintiyan ve mataracı ve tüfenkçiler keçeleriyle ve önlerince kapu-cular kethüdası ve selam ağaları mücevve-ze ve erkân kürklü" olarak yer alırlardı. Bundan sonra, resmen başkentin yönetimi görevini üstlenen sadaret kaymakamı, mutat günlerde, sarayda Divanha-

ne'de veya kendi konağında, istanbul kadısının, Bilad-ı Selase(->) kadılarının, defterdar vekillerinin; divan erkânının katıldığı toplantılara başkanlık eder, ikindi divanı oturumları da kendi konağında yapılırdı. Daha önceleri, istanbul'dan ayrılan sadrazamın, sadaret kaymakamına, tıpkı kendisindeki padişahın "mühr-i hüma-yun"u gibi, vekâlet simgesi olarak "mühr-i sadaret" vermesi bir kuralken, III. Murad'ın (hd 1574-1595) bütün vezirlerin padişahın birer vekili olduğunu, bu nedenle sadaret kaymakamının ayrıca bir vekâlet mührü taşımasının gerekmediğini bir hatt-ı hümayunla bildirmesi üzerine bu kural bırakıldı.

III. Mehmed'in sadrazamla beraber Macaristan seferine çıkması üzerine istanbul'da kaymakam ve muhafız olarak kalan Vezir Hasan Paşa'nın, başkentte güven ve huzur ortamı sağlamak amacıyla "bir an ve bir saat hâlî durmayub muttasıl atı arkasından inmeyüb günde iki defa çavuşlar ve muhafızlar" ile kol gezdiğini, "her bir şah-rahtan debdebe ile güzâr eyleyüb" halka kendisini gösterdiğini, emir ve yasaklara uymayanlara sert yaptırımlar uyguladığını ve yer yer suçluları astırdığını, herkese korku saldığını, kentin zahiresini temin konusunda da çaba harcadığını, istanbul kadısı ile muhtesibin, subaşınm, bostan-cıbaşımn da aynı şekilde gayret ederek fesatçılara ve fırsatçılara göz açtırmadıklarını, Selanikî Tarihi yazmaktadır. Yine bu

KAYMAKAM PAŞA!..

Gelen asker İstanbul civarında olan çiftliklerin ve köslerin ekinlerim atlarına yedirib vesair gûnâ etmedikleri zulmün nihayeti olmadığını ben ve cümle âlem işidiyor. Sen ve şâir za-bitân işitmiyor mu? Ve asker İstanbul'da böyle edib azıtdığı hâlde yollarda ve orduda ne yapmazlar? Kaç keredir yazar ve söylerim. Gelen asker bir günden ziyâde oturmasın. Yine siz hiç aramıyorsunuz. Böyle hareket mi olur? Herkesi kendi hâlinde bıraktık-da nasıl olur? Bunların fesad edenlerinin birkaçını bulub şâirlerine ibret etmek lâzım değil midir? Şimdi bostan-cıbaşıya ferman yazub Eyüb ve Topçular ve Dâvudpaşa ustaları cümle neferatıyla varub her ne kadar asker var ise kaldırıb ve zülüm ve taaddi etmemelerini başları tenbih etdiresin. Ve bundan sonra gelenlere böyle ede-siz. Herbir askerin başların getürüb muhkem tenbih edesin ve Âsitane'ye gelüb ber-takrib kalanları tecessüs edüb birkaçını kati edersin. Zira çok adam kalmış, her ne mahalde olursa hatıra bakmayub bulun te'dib edesiz. Vallah pek fena hareket ediyorsuz. (III. Selim'in, sadaret kaymakamına bir hatt-ı hümayunu) E. Z. Karal, Selim IH'ün Hatt-ı Hümayunları, s. 26-27



SADBERK HANIM MÜZESİ

350


391

SA'DILİK

kaynaktan öğrenildiğine göre ':Kaimma-kam-ı Sadaret Hasan Paşa, Saray-ı Âmi-re'de divana gelüb'' istanbul kadısı. Anadolu defterdarı ile şıkk defterdarları, diğer "erbab-ı kalem ve eshab-ı rakam" yerlerini aldıktan sonra davalara bakılmakta, gündemdeki konular görüşülmekteydi.

Gereğinde kullanması için sadaret kaymakamına "tuğralı beyaz ferman kâğıtları" verilirdi. Örneğin, 1584'te, İstanbul kaymakamı olan Mesih Paşa'ya "beş bin tuğralı beyaz ahkâm kâğıdı" verilmişti. 16. yy'ın sonlarından itibaren sadrazamların daha sık sefere çıkmaları ve uzun sürelerle cephede kalmaları, 17. yy'ın ikinci yarısında ise padişahların çoğu zamanlarını Edirne'de geçirmeleri nedeniyle İstanbul, sadaret kaymakamlarının yönetimine kalmış gibiydi. Padişahlar da İstanbul'un sorunlarıyla ilgili olarak sadaret kaymakamlarına hatt-ı hümayunlar yazmaktaydılar. Bu buyruklar genellikle "Kaymakam Paşa" hita-bıyla başlardı. Bu durum, II. Mahmud'un (hd 1808-1839) merkez örgütünde yaptığı değişikliklere ve Tanzimat'a kadar sürdü. Tanzimat'la birlikte sadrazamların, hükümet başkanı olarak sürekli İstanbul'da oturmaya başlamaları, savaşlara ise asker paşaların serdar-ı ekrem unvanıyla gitmeleri ile de sadaret kaymakamlığına ancak bir kez, 1861'de sadrazam atanan Keçeci-zade Fuad Paşa'nın, Şam'dan gelişine değin gereksinim duyuldu ve Kâmil Paşa bu görevi üstlendi.

Bibi. Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye, 180-185; Tevkiî A bdurrahman Paşa Kanunnâmesi, (ayrı basım), Ankara, 1935. s. 126-127; Tarih-iRâ-şid, İst, 1282, c. I, 489; Tarih-iSelanikî, I, 150, 6l6, 621; E. Ziya Karal, Selim IH'ûn Hatt-ı Hü-mayunlan-Nizam-ı Cedit, Ankara, 1988, s. 25-26; Pakalın, Tarih Deyimleri, III, 79-80.

NECDET SAKAOĞLU



SADBERK HANIM MÜZESİ

Büyükdere'de, Piyasa Caddesi no. 27-29' daki müze. Vehbi Koç Vakfı tarafından kurulan Sadberk Hanım Müzesi, 14 Ekim 1980'de, Türkiye'nin ilk özel müzesi olarak tarihi Azaryan Yalısı(->) içinde açılmıştır. 1988'de, hemen yanında yer alan, başka bir yalının onarılması ile genişlemiş olan müze bugün iki ayrı yapı içinde yer almaktadır.

Sergilenen eserler, Vehbi Koç'un eşi Sadberk Koç, daha sonra da vakıf tarafından satın alınarak, müzeye mal edilen Hüseyin Kocabaş koleksiyonlarından oluşmaktadır. MÖ 6000 yıllarından (geç neoli-tik-erken kalkolitik) başlayarak, sırası ile, eski tunç, Hitit, Frig, Urartu, Miken, geometrik, arkaik, klasik, Helenistik, Roma ve Bizans çağlan ile erken İslam dönemi (9-10. yy), Selçuklu ve Osmanlı eserleri, İznik, Kütahya çini ve seramikleri, tuğralı gümüşler, üçetek, bindallı gibi 17. ve 20. yy Türk giyim-kuşam örnekleri; hat sanatının en güzel eserleri ile Anadolu'da yaşamış hemen tüm uygarlıkları temsil eden evreleri kapsayan bir müze haline gelmiştir.

İstanbul'da, Boğaz kıyısında, Büyükdere'de yer alan müze, modern müzecilik anlayışına örnek teşkil eder. Bir müzede

Sadberk Hanım Müzesi'nin dışarıdan ve içeriden görünümü. Brtan Uca, 1994 / TETTV Arşivi

gerekli tüm konservasyon önlemleri, Sadberk Hanım Müzesi'nde alınmıştır.

Sergilenen eserler, kendi devirleri içinde en seçkin örneklerden oluşmaktadır. Vitrinlere çok sayıda eser koyarak ziyaretçiyi bunaltmak yerine, az, ancak en güzel örnekler seçilmiştir. Sadberk Hanım Müzesi, bir anlamda bir "Anadolu Medeniyetleri Müzesi" niteliği taşımaktadır.

ÇETİN ANLAĞAN



SADEDDİN EFENDİ SEBİLİ VE ÇEŞMESİ

Üsküdar'da, Nuhkuyusu Caddesi ile Gün-doğumu Caddesi'nin kavşağında Ahmed Ağa Camii(->) karşısındaki Karaca Ahmed Türbesi yanında yer alır. Üç pencereli sebil, çeşme ve nazireden oluşan bir kompleks olarak dikkati çeken yapı aynı zamanda iki sulukla bezenmiş çeşmesi, incir tabağı motifleri ile süslenmiş kitabesinin ya-nısıra haziresindeki Zübeyde Hanım kabrinin şahidesi ile de önemlidir.

Yapılardaki kitabeler 1154/1741'de Kazasker Feyzullah Efendi'nin oğlu Sadeddin Efendi'nin, sebili Üsküdar'a su sağlamak amacıyla, çeşmeyi ise kızı Zübeyde Hanım için inşa ettirdiğini ortaya koymaktadır.

Sebil yatay oturtulmuş bir dikdörtgenin önüne yerleştirilmiş, dışa doğru taşan

dört ayaktan gelişen bir planla tasarlanmıştır. Arkasındaki hazneye yuvarlak kör bir kemerle bağlanan yapı ön cephede aralan pencere boşlukları bırakılarak, örülerek kapatılmış dört- pilastr ayağın üstüne oturmuş bir kubbe ile örtülüdür. Arkada karşılıklı birer tromp, önde ise bir kasnağın üstüne giydirilmiş kubbe sonradan onarım görmüştür.

Ön cephesi beyaz mermerle kaplanmış, sebilin önünde dışa doğru taşan pilastr ayakların ikisi iyice öne çekilmiş, diğer ikisi ise dikdörtgenin geniş tarafının iki yanında yapışık ayaklara dönüşmüştür. Bir podyum üzerinde yükselen yapının ayaklarının aralarına beyzi duvarlar örülerek bir kaide oluşturulmuştur. Bu kaide yatay kuşak biçiminde yan yana sıralanan pencere boşluklarıyla son bulmaktadır. Her pilastr ayağın üstüne bir sütun yerleştirilmiştir. Birbirine dilimli kemerlerle bağlanan sütunların arası üç şebekeli pencere olarak değerlendirilmiştir. Şebekeleri yenilenmiş pencerelerin aralarında kompozit sütun başlıkları vardır. Kilit taşı birer çiçekten oluşan kabara ile belirlenmiş kemerlerin üstünde beşer mısralık kitabe panolarıyla taçlanmış geniş alınlıklar bulunmaktadır. Sütun başlıklarının üstünde yeniden pilastr ayaklara dönüşen desteklerle sınırlanmış alınlıkların daha da üstünde korniş, genişçe bir saçak ve sonradan onarım görmüş, Dolmabahçe'deki Mehmed Emin Ağa Sebili'nin örtü sistemini akla getiren yüksekçe tanburlu bir külah görülmektedir.

Çeşme sağ taraftan sebile, sol taraftan hazire duvarına bitişiktir. Arkasında hazne bulunmaktadır. Ön cephesi mermerle kaplanmış yapının haznesinin görülebilen sol yan cephesi ise küfeki taşından örülmüş, üstü tonozla örtülmüş örtü sistemi sonradan onarım görmüştür.

Üç üniteden oluşan eserin ön cephesi bir çeşme ve yanlarda iki suluktan meydana gelmiştir. Ortada iki yönde birer sü-tunçeyle sınırlanmış iki ayak arasına oturtulmuş, sepet kulpu biçimindeki kemer gözü içine aynataşı ve önünde dinlenme taşları ile sınırlanmış tekne yer almaktadır. Aynataşı iki tarafında diyagonal oturtulmuş volütlü, "C" kıvrımlı bir silmeyle sepet kulpu kemere bağlanmaktadır. Dinlenme taşlarının üstünden başlayarak yükselen çift başlıklı sütunçeler üstündeki kemerin tablası "C" kıvrımlı dallar ve yapraklarla bezenmiştir. İki yönde birer silme ile sınırlanmış tablanın daha da üzerinde kitabe vardır.

Sonradan yeşile boyanmış kitabe beyaz mermerdendir. 14 mısradan oluşan kitabe beş satır şeklinde yerleştirilmiştir. Dört sırada üçe ayrılmış yazı şeritleri, en alt sırada ikiye bölünmüş ve iki tarafı yedi incir oturtulmuş, yayvan, birer tabak motifiyle bezenmiştir. İncir tabaklarını yanda ve altta aşırı "C" kıvrımlı yapraklarla süslenmiş dallardan oluşan bir bordur kuşatmaktadır.

Kitabenin üstünde dıştaki sütunçelerin kompozit başlıklarıyla son bulan silme, onun da üstünde saçağa geçiş sağlayan korniş ve genişçe bir saçak görülmektedir.

Bartlett'in çizgileriyle Sadeddin Efendi Çeşmesi, 19. yy.

Pardoe, Bosphorus/TETTVArşivi

Yan üniteler simetrik olarak birer sulukla süslenmiştir. Kasımpaşa'daki Süleyman Kaptan Çeşmesi'ni akla getiren suluklar, bir palmetle son bulan, yatay silmelerle hareketlendirilmiş, ağzı dilimli kâseler üzerine oturtulmuş, küçük boyutlu ay-nataşlarıyla bezenmiştir. Yanlarda volütler-le son bulan aşırı kıvrımlı dallarla birbirine bağlanan birer sütunçeyle sınırlanmış, çeşme aynaları, iki baba arasına oturtulmuş barok eğilimli yapraklardan tasarlanmış bir alınlıkla taçlandırılmıştır.

Çeşmenin sol tarafına yapışık inşa edilmiş hazire dikdörtgen planlıdır. Yapının gövdesi kesme taşla örülmüş yan cepheleri küfeki taşıyla, ön cephesi ise beyaz mermerle kaplanmıştır. Ön cephe, ikisi yan duvarlara bitişik beş sütun arasına oturtulmuş dört sivri kemerle taçlanmış, dört şebekeli pencereyle önündeki yola açılmaktadır. Arka cephede sağ köşede hazi-reye girişi sağlayan bir kapı bulunmaktadır. Hazirede biri tarihsiz, üçü 1172/1758, 1209/1794, 1247/1831 tarihlerini veren dört kabir ve Zübeyde Hanım'a ait 1154/1741 tarihli kabrin şahidesinin yamsıra 1175/ 1761 tarihini taşıyan bir şahide daha vardır. Bu kabirler arasında dönemin süsleme özelliklerini yansıtan ve "Nâgehan etti veda nazlı Zübeydem safa" şeklinde yazı şeridi ile başlayan kırılmış mezarın şahidesi, adına babası tarafından çeşme yaptırılan Zübeyde Hanım'a ait olması açısından önemlidir.

Hazirenin önünde kitabesiz küçük bir çeşme daha gözlenmektedir. Barok üslupla bezenmiş bir aynataşı ve önünde üç yönde yarı yuvarlak, yonca yaprağına benzeyen gelişme gösteren bir kurnadan oluşan bu çeşmenin yanında "Bu dünya bir sofradır. Arzular gelir geçer. Eğer bizi buldun ise başka murat isteme içilir, 1970",

şeklinde yazılı bir pano vardır. Bu yazı 1970'li yıllarda yapıda bir onarım gerçekleştirildiğini ve dışarı su verildiğini ortaya koymaktadır.



Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, 11, 348; Kumbaracılar, Sebiller, 36; A. Egemen, istanbul Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 715, 716, 717; Çeçen, Üsküdar, 115.

H. ÖRGÜN BARIŞTA



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin