Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə15/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   147

Bibi. Tayyarzade Ahmed Ata, Tarih-iAtâ, IV, İst., 1876; Ruşen Ferit (Kam), Bestekâr-Şair Nazîm, ist., 1933; Ezgi, Türk Musikisi, II, IV; Gövsa, Türk Meşhurları; H. İpekten, "Nazîm", lA, IX; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, An-

kara, 1989; Y. Öztuna, BTMA, II; S. Aksüt, Türk Musikisinin 100 Bestekârı, 1993.

MEHMET GÜNTEKÎN

MAZİME SULTAN YALISI

Boğaziçi'nde Kuruçeşme sahilindeydi.

Abdülaziz'in (hd 1861-1876) ve ikinci kadını Hayrandil Kadın Efendi'nin kızı olan Nazime Sultan, 26 Şubat 1866'da doğdu. 1889'da Ali Halid Paşa'yla evlendi. Nazime Sultan'ın yaşamı hakkındaki bilgiler çelişkilidir. Cemaziyülâhır 1313/25 Kasım 1895'te öldüğü ve II. Mahmud Türbesi'ne gömüldüğünü bildiren kaynaklar varsa da bazı hanedan üyeleriyle birlikte Hicaz demiryolu madalyası aldığını bildiren gazete haberleri (Moniteur Oriental, 28 Ocak 1902) veya ikametine tahsis edilen yalının tecdidini bildiren 1318/1900 tarihli arşiv belgeleri (BOA, İrade Hususi, 545/34) bulunmaktadır. Gerçekte Cünye/Beyrut' ta 1947'de öldü. Şam'daki Sultan Selim Camii haziresinde gömülüdür.

Nazime Sultan Yalısı, yanındaki Naciye Sultan Yalısı(-0 ile birlikte 19. yy'm başında Hibetullah Hanım Sultan'a aitti. Daha da önce Şah Sultan'a ait olan yalı, biri büyük, biri küçük iki yapıdan oluşmaktaydı. Bu yalıların Ortaköy tarafında ve büyük olanı Enver Paşa ile evlenmesi dolayısıyla Naciye Sultan'a; Arnavutköy tarafında ve küçük olanı ise Nazime Sultan'a verilmişti.

Yalının hangi gerekçeyle Nazime Sultan'a verildiği saptanamamıştır ve yapımı ile ilgili olarak değişik tarihler öne sürülmektedir. Bazı yazarlar 1897, bazıları 1905 yılım verirken arşiv belgeleri 1900-1901 tarihlerindeki onarımları veya yenilemeleri bildirmektedir.

Yalı, Raimondo d'Aronco(-») tarafından tasarlanıp inşa edilmiştir. Sedad Hakkı El-dem(-») tarafından verilen bu bilgi dışında yapıyı d'Aronco'nun tasarladığına ilişkin herhangi bir yazılı belgeye ulaşılamamıştır. Nazime Sultan/Halid Paşa ailesinin üyeleri, yapının bir İtalyan mimar tarafından yapıldığını ama adını bilmediklerini belirtmektedirler. Arşiv ve dergilerdeki fotoğrafları ve kartpostallar dışında görsel bir malzeme de bulunamamıştır. Ancak d'Aronco, mühendis Bonelli'ye gönderdiği 17 Şubat 1902 tarihli mektubunda yalıdan çektiği "berbat fotoğrafları" gönderdiğini belirtmektedir. Bu ifade bir ilişkiyi belirtiyor olmalıdır. Ayrıca yapı, o tarihlerde İstanbul'da ancak d'Aronco'nun tasarlayabileceği avant-garde bir çizgiye sahiptir.

Nazime Sultan Yalısı, özünde Boğaziçi'nin bilinen yalı modeline uyan, sahil çizgisinin belirlediği bir yerleşimi, denize yönelmiş uzun ve bol pencereli cephesi önünde dar bir rıhtımı olan iki katlı bir yapıdır. 19. yy'ın sonlarına doğru daha çok sultan sarayları için geliştirilmiş görünen bir şemaya, eşit büyüklükte harem ve selamlık bölümleri olan ve bunları simetrik bir kurgu içinde birleştiren modele uyduğu söylenebilir.

Nazime Sultan Yalısı'mn kuşkusuz bu şemaya çok özgün katkıları olmuş göriin-



Nazime Sultan Yahşi İ

Afife Batur

J J EI8SsȔ&

koleksiyonu

inektedir. Genellikle eksendeki bölümün vurgulandığı neoklasik modellerden farklı olarak Nazime Sultan Yalısı'nda d'Aronco merkez bölümünü değil uçları, hareme ve selamlığa ait giriş bölümlerini vurgulamıştır. Bu, iki bölümün denkliğini, belki de harem ve selamlığın eşit ağırlıkta oluşunu ifade eden bir düzenlemedir. Kanımızca hanım sultan saraylarını anlamlandırmada anahtar olabilecek bir işarettir. Yükseltilmiş ve basık kemerle bağlanmış birer pilon çiftinin çerçevelediği girişler, denizden gelişe açık bırakılmış bir portik olarak biçimlenmiştir. Böylece birkaç çift basamakla ulaşılan kapının konumu, denizi ulaşım yolu sayan bir simge gibidir. Bu bakımdan yapıyı, Venedik saraylarına akraba bulan görüşlere katılmak mümkündür.

Giriş bölümünün üst katının büyükçe bir at nalı kemeri biçimindeki dekoratif düzenlemesi birçok yazarın da işaret ettiği gibi Viyana Secession'u ile bağlantılı bir anlayışın ürünü olarak düşünülebilir. J. M. Olbrich'in öne çıkan biçimsel etkisi, d'Aronco'nun Viyana ilişkilerim ve çalışmalarım ve elbette esin kaynaklarını işaret eder.

Giriş portikosundan sonra, olasılıkla, geniş merdivenlerle ulaşılan ve at nalı kemerin çerçevelediği denize açılan pencere dizisinin gerisinde bulunan salonlar "siyah ve beyaz" salonlar olarak adlandırılmıştı. Louis Philippe'in Abdülmecid'e armağan ettiği söylenen bir çift büyük goblen halının zemin renklerinden ötürü bu adı alan salonlar, bu ünlü tasarıma uygun biçimde döşenmişti.

Nazime Sultan Yalısı, fotoğraflarından göründüğü kadarıyla ahşap strüktürlü, kagir dolgu duvar üstüne sıvalı bir yapıdır. Bölümleri ayıran ahşap dikmelerin barokumsu bir abartıyla eliptik dilimler halinde öne doğru çıkarılması giriş pilon-larıyla birlikte yapının düz ve yatay dikdörtgen kitlesine önemli bir plastik katkıda bulunmaktadır. Dikme boyutlarının girişlerdeki pitonlardan ortaya doğru hafif bir alçalmayla küçülmesi ve benzer biçimde merkez aksının giriş bölümlerinin küçültülmüş bir modeli olarak düzenlen-

mesi cephenin görünümüne hissedilir bir derinlik katmaktadır.

Yapının cephesindeki çok sayıda pencerenin özel biçimlendirilmiş çerçeveleri, giriş bölümlerinin floral bezemeli at nalı kemerleri, eğik oklar; pilonlardaki diskler, çelenkler, düşey şeritler; korkuluklar-daki stilize bezemeler Nazime Sultan Yalısı'mn son derece çarpıcı olan dekorativiz-mini biçimlendirmektedir. Fotoğraflardan bu dekoratif öğelerin renkli oldukları hissedilmektedir. Bu olasılık yalının zaten içerdiği yazlık saray (belvedere) imgesini güçlendirmektedir.

Hem Boğaziçi'nin yalı konseptine uyan hem de çok değişik bir çizgi ve renk dolu bir fantezi sunan Nazime Sultan Yalısı, Çırağan Sarayı'nın yanmasından sonra bir süre Meclis-i Mebusan binası olarak hizmet verdi. Hanedanın yurtdışına çıkarılmasından sonra satıldı; önce tütün deposu olarak kullanıldı ve sonra da yıkıldı.



Bibi. A. Batur, "Leş oeuvres de Raimondo D'Aronco a istanbul", Atti del Congresso Inter-nazionale di Studi su 'Raimondo D'Aronco e ilsuo tempo, Udine, 1982, s. 123; V. Freni-C. Varnier, Raimondo D'Aronco, l'opera completa' Padöva, 1984, s. 152; E. R. Gallagher, "The Ya-lıs ofthe Bosphorus", Bulletin ofthe Califor-nia Palace oftheLegion ofHonor, San Fransis-co, Eylül/Ekim 1966; C. Kayra, ikinci Mahmut'un İstanbul'u/Bostancıbaşı Sicilleri, İst., 1992, s. 120; M. Nicoletti, D'Aronco e l'Archi-tettura Liberty, Roma-Bari, 1982, s. 150; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, Türkiye (1074-1990), Ankara, 1989; öluçay, Padişahların Kadınları, 164-165; R. d'Aronco, Lettere di un arc-bitetto, Gemona, 1982, s. 56; BOA, Yıldız Tasnifi Mütenevvi Maruzat, V, 104/59, (9. 3. 1312); BOA, trade Hususi, no. 545/34 (9 Receb 1318); BOA, irade Hususi, no. 680/4 (29 Şaban 1318); istanbul Üniversitesi Yıldız Arşivi, no. 779-75/11; Moniteur Oriental, (3 Ocak 1894); ae, (28 Ocak 1902); Servet-i Fünun, (4 Şubat 1325). AFİFE BATUR

NAZPERVER KALFA SIBYAN MEKTEBİ

Fatih İlçesi'nde, Davutpaşa İskelesi civarında, Samatya Caddesi üzerindedir. III. Se-lim'in (hd 1789-1807) kalfası Nazperver Kadın tarafından 1207/1792'de yaptırılmıştır.

Dikdörtgen planlı, iki sıra tuğla, bir sı-

ra kesme taştan inşa edilen mektep iki katlıdır. Mektebin birinci katını ve üst katta pencere kemerlerinin hizasında dışarı taşkın düz bir silme dolanmaktadır. Tonozla örtülü dershane kısmını yuvarlak hafifletme kemerli, mermerden dikdörtgen söveli pencereler çevrelemekte, alt kısımda ise servis mekânları yer almaktadır. Kuzey cephesinin alt kısımları sağır bırakılmıştır. Mektebe güneydoğuda yer alan ve avluya açılan barok tarzında süslenmiş, mermerden, gösterişli bir kapıyla girilmektedir. Kapı ikişer pilastr ile kuşatılmış, bileşik bir kemerle donatılmış, üzeri ahşaptan, dışarı taşkın, kiremit kaplı bir saçakla örtülmüştür. Yapının batı tarafında kare pencereli duvarların çevrelediği bir hazire bulunmaktadır. Mektebin caddeye bakan güney cephesinin alt kısmında aynı tarihte inşa edilmiş bir çeşme vardır. Hazinedar Usta Çeşmesi(->) olarak bilinen eser mermerden, barok tarzda döneminin güzel örneklerindendir. Özgün durumun oldukça iyi korunduğu Nazperver Kalfa Sıbyan Mektebi, günümüzde Romatizma Vakfı olarak kullanılmaktadır. Bibi. Aksoy, Sıbyan Mektepleri, 105.

EMİNE NAZA

NEA EKKLESİA

Cankurtaran yöresindeki Büyük Saray' ın(->) içinde olduğu tahmin edilen 9- yy yapısı büyük Bizans kilisesi.

Nea Ekklesia (Yeni Kilise) ya da kısaca Nea, 877-880 arasında, İmparator I. Ba-sileios tarafından yaptırıldı ve kendisinden sonra inşa edilen sayısız kiliseye rağmen, Nea (Yeni) adını taşımayı sürdürdü.

Günümüze ulaşan tanımlamalara göre, Nea Ekklesia haç planlı görkemli bir yapı olup Büyük Saray'ın terasına inşa edildi. Kilise, muhtemelen biri merkezde, diğerleri ise dört yanda bulunan beş kubbeye sahipti. Ayrıca iki katlı bir narteksi (iç galeri) ve her iki yanında uzanan dış holleri vardı. Doğusunda revaklı bahçe, batısında ise değerli taşlardan yapılmış iki çeşmesi ile bir atrium (üstü açık revak) bulunuyordu. Buradaki çeşmelerden biri por-



NEANDROS ADASI

58

r

59



NECCARZADE TEKKESİ

fir taşından, diğeri ise beyaz mermerden yapılmıştı. İç mekânlar ise yine mermer plakalarla ve mozaiklerle zengin biçimde bezenmişti.

Nea Ekklesia'nın kubbeleri altındaki şapeller, Hz isa'ya, Meryem Ana'ya, llyas Peygamber'e, Aziz Nikolaos'a ve başme-leklerden Cebrail'e adanmıştı. Bunlardan sonuncusu sonradan Mikail'e ithaf edildi.

Orta Bizans döneminde, kilise saray mensuplarının katıldığı ayinlere tahsis edildi. Ancak hiçbir zaman mezar yeri olarak kullanılmadı. Latin işgali sırasında (1204-1261) kilisenin süslemeleri talan edildi. Bu tarihlerde kilise Haçlılar tarafından, Büyük Saray'ın bitişiğindeki Bukoleon Sarayı'na(-») atfen, Bukoleon'un Aziz Mi-hael'i adıyla anıldı.

Nea Ekklesia'nın, Konstantinopolis'in Osmanlılar tarafından fethedilmesinden (1453) sonraki kaderine ilişkin kesin bilgiler yoktur. Orijinali 1480'de çizilmiş olan ve Vavassore Panoraması olarak tanınan bir tabloda kilise seçilmektedir. Ancak bundan kısa süre sonra artık ondan söz edilmez. C. Mango'ya göre bunun nedeni, Osmanlılar döneminde barut deposu olarak kullanılan ve büyük olasılıkla Nea Ekklesia ile aynı yapı olan Güngörmez Kilisesi'nin, 1490'da yıldırım neticesinde yıkılarak yok olmasıdır. BibLJanin, Eglises et monesteres, I, 3, 361-364; P. Magdalino, "Observations on the Nea Ekklesia of Basil I", Jahrbuch der österreichisc-hen byzantinistik, S. 37 (1987), s. 51-64; C. Mango, Le developpement urbain de Constan-tinople (IV-VIF siecle), Paris, 1985, s. 9.

ALBRECHT BERGER



NEANDROS ADASI

"Tavşan Adası" da denilen bu küçük ada, Büyükada'nın 1,4 mil kadar güneyinde, eni boyu 90 m olan, ağaçsız, çıplak bir kara parçasıdır.

Marmara Denizi'nde balığın bol olduğu yıllarda Neandros, balıkçılar için bir nevi üs durumundaydı. Burası balığın toplanıp dağıldığı yer olarak anılırdı. Adada voli çevrilir, civarında olta ve ınp ile çok miktarda her çeşit balık tutulurdu.

Öteki "Hayırsız Adalar" gibi Neandros' ta da adatavşanı çok olduğu için halk bu adaya "Tavşan Adası" ismini takmıştır.

Neandros'un kelime anlamı "Yeni And-ros"tur. Ege Denizi'ndeki Yunan adalarından biri olan Andros Adası'ndan göç edip, Heybeliada'ya yerleşmiş olanlar, Heybeli-ada'da bir koloni oluşturmuşlardı. Hattâ Heybeliada'da bugünkü Heybeli Mektebi Sokağı'mn bulunduğu yöreye Andros-lular Mahallesi denilirdi. Androslular balığa çıktıklarında Büyükada'nın arkasın-

Neandros Adası

TETTVArşivi

daki bu küçük adaya kendi adalarının ismini anmak için "Yeni Andros" anlamına "Neandros" demişlerdir. Bugün bu adaya "Niandros", hattâ "Yandros" da denilmektedir. Haritalardaki resmi adı da "Balıkçı Adası"dır.

Neandros'un elverişli bir plajı yoktur. Bizans zamanında taşocağı olarak kullanılmıştır. Adada bir manastır harabesi görülmektedir. Bu manastır 846 ve 8ö7'de iki kez patrik seçilmiş, fakat bu arada Sede-fadası'nda sürgün hayatı yaşamış, çok ıstırap çekmiş bir din adamı olan İgnatios tarafından İoannes Prodromos (Aya Yani) adına yaptırılmıştır. Manastırda bir süre münzevi keşişler yaşamış, sonra terk edilmiştir.

NEJAT GÜLEN



NEBÎ EFENDİ TEKKESİ

bak. KEŞFÎ CAFER EFENDi TEKKESİ



NECATİGİL, BEHÇET

(16 Nisan 1916, istanbul - 13 Aralık 1979, İstanbul) Şair.

İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nu bitirdi (1940). Kars Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. Bu döneme ilişkin yaşamı ölümünden sonra yayımlanmış Mek-tuplar'da (1989) yer alır. Uzun yıllar sürdürdüğü eğitimciliğini, İstanbul Eğitim Enstitüsü'ndeki görevinden emekliye ayrılarak sona erdirdi (1972). Şairliğinin ya-nısıra, radyo oyunları, edebiyat incelemeleri, sözlükler (Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 1960; Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 1979) kaleme getirdi. Türkçeye katkıda bulunan şiir, roman, öykü çevirileri yaptı. Edebiyata ve özellikle şiire adadığı yaşamının, çok uzun bir zaman dilimini, Beşiktaş'taki alçakgönüllü evinde ça-

.

Behçet Necatigil

%W

F. Türe, Bir Usta, Bir Dünya: Behçet Necatigil, ist., 1993



lışarak geçirdi. Kansere yakalandı; Zincir-likuyu Mezarlığı'na gömüldü.

Daha ilk kitabı Kapalı Çarşı'dz (1945) İstanbul'dan izdüşümler dile getirmiş Behçet Necatigil, sonraki eserlerinde yaşadığı, saptadığı hayatın bir tutanakçısı kimliğiyle, zaman zaman, İstanbul'a ilişkin de eşsiz şiirler yazmıştır. Kendi deyişiyle, "doğumundan ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları hatırlatmaya; ev-aile-yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal yaşantıları iletmeye, duyurmaya" yönelik şiirinde, şair, İstanbul'u bir orta halliler şehri kimliğiyle görmüş, göstermiş; şehrin, yakın tarih boyunca, bu niteliğini yitirmesine, bir israf ekonomisinin tutsağı düşmesine ince bir sızıyla yerinmiştir.



Çevre'de (1951) Boğaziçi, ufak bir iskelesinde, her gece son vapurdan çıkan, "yorgun, uykulu" bir kızın kederi, yalnız-lığıyla belirir ("Yarı Gece"). "Yazlık Bahçe" bir zamanki İstanbul'un kıyı-köşe semtlerindeki, fasıl heyetli, varyeteli, tuluat ti-yatrolu, nihayet sinemalı açık hava eğlence mekânlarının çok renkli bir minyatürü; "Renkli Fener"se Beyoğlu gecelerinde yalnız, korunmasız, aşağılanmış hayat kadınlarına bir ağıttır. Şair, birkaç kuşağın ezbere bildiği "Barbaros Bulvarı"nda, değişen törel değerler ortasında bunalmış, eskiyle yeninin iç çatışmalarını yaşayan, yoksul bir ana-kızı yansıtmış, bir yandan da çarpık kentleşmenin "Beşiktaş'ın fakir fukarası"m nasıl ezip geçtiğini saptamıştır. "Elif", Tepebaşı, Haliç semtlerini, "liflemiş lambasını karanlıkta" uyurken Kasımpaşa'yı ve "Işıklar içinde Beyoğ-lu"nu da sınırları içine alarak, bir kızın acılı serüveniyle betimler; Elif, "Sayıları değişen erkeklerle" ışıklar içindeki, bir gündüz rüyası gören Beyoğlu'nda kaybolmaya mahkûmdur. Şehrin ufarak evlerle donanmış, yoksulluğundan gurur duyan bir zamanki sokağı, "Değişen Dünya"da şimdi "Ahtapotlar gibi apartımanlar'la kuşatılmıştır.

Evler(1953), İstanbul'un bütün dar gelirli ailelerine gönül vererek, değişen ekonomik ve toplumsal koşullarda, büyük kentte artık barınamayan, gitgide silmen bir sınıfa söylenmiş gibidir. "Çay"ın son

Y E D İ K U L E

Küçük kent kapılan, sur dibi

dükkânlar

Her zaman olmalıdır.

Yolları nasılsa oralara düşenler

Eskilerin durduğu bir zaman

olmalıdır.

Üstübeç, örümcek, ispit, poyra

Yaş toprak, duvarlar

Küherçile-tekerlek

İlkel ocaklarda dövülür olmalıdır.

Bahçemsi geride bir lagar beygir Sıska bir köpek, sırtı az kambur Aralık kapıdan yalpalı alevde Bir usta, bir çırak görülür olmalıdır.

Az ilerde basık, dar Sur kapısından geniş Sularında akşam bir gün Bostanlara yürür olmalıdır.

Behçet Necatigil Kareler Aklar, ist., 1975

iki dizesi yeni düzeni açıkça ifade eder: Neden bazı şeyleri pek çabuk unuturuz/ Çünkü apartmanlar o evlerin yerinde. "Keyifte ünlü Çiçek Pasajı(->) meyhaneleri, müşterileri ve gezgin satıcılarıyla bir geçit törenine çıkartılır; pasaj, âdeta sesleri, gürültüsü patırtısı, olanca şenliği ve olanca hüznüyle şiire geçer. Evler'i izleyen Eski Toprak'ta (1956) Türk şiir geleneğinin toprağına ektiklerini yadigâr bırakan Behçet Necatigil, doğal bitki örtüsü hızla göçertilen bir büyük şehir kargaşasında gördüğü İstanbul'a yazıklanarak bakar. Apartmanlarla dolup taşmış, yeşertisiz sokaklarında, şehir, birçok mutsuz insanı sö-zümona barındırmakta; refah simgesi gibi görünen ışıklı mağazalar, büyük yapılar, eğlence yerleri ise, "Hep paraya saygı" bir ortam yaratmaktan öteye gidememektedir. Arada'da (1958) yer alan "Çocuklar" şiiri, böylesi bir kentte ayakta durmanın, işinde gücünde, dar gelirine razı, namuslu insanlar için ne kadar çetinleştiğine işaret edecektir: İnsanlara tezgâhlara kâğıtlara kolaydı /Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı.



Dar Çağ (1960) ve Yaz Dönemi (1963) kitaplarında şiirini büsbütün bileyen şair, kentten izdüşümleri usta işi soyutlamalarla evrensel bir çizgiye çekmiştir. Sokaklar, evler, parklar, kahveler, anacaddeler, mevsimler, günler ve geceler, artık herhangi bir büyük şehrin, kimliğini, özelliklerini, özünü ve kentsel değerini yitirmiş İstanbul'un, kentlisine anlam katmayan sokakları, yapıları ve geriye kalanlardır. Di-vançe(1965\ İki Başına Yürümek (1968), En/Cam (1970) ve Zehra'da (1973) bu tutum ve seçimini sürdüren Behçet Necatigil, birçok dizesinde, kentte yaşanan siyasal çalkantılara, uzak yakın göndermelerle işaret etmiştir. Bu kent, şimdi alışveriş düzeni, hattâ beslenme açısından da yoldan çıkmış gibidir. Nitekim En/Cam 'm şiirlerinden "Ananas", sezgin şairin saptayı-

mıyla, yaklaşık 20 yıl sonrasının savurganlığına değinmektedir: Ve bakılır o da ye-nirmisine: / Uzak meyva ananas.

Behçet Necatigil, Kareler Aklar (197'5) kitabında "biçim yenileştirmelerinden" yola çıkmış görünmekle birlikte, İstanbul'a bir kez daha özel şiirler yazar. 10 yıl önceki sokağından geçen şair, eski mahalle düzeninin Türk şiirindeki doruğu sayılabilecek "Eski Sokak"ı kaleme getirir; şimdi "apartıman"a taşınmış olan şiir kişisi, o sokağın bütün hatıralarıyla baş başa kalmış, inanılmaz bir gözütoklukla, oradan ayrıldığına üzgün, evlerine meyve, et girdiği meçhul komşularını, sokağın çocuklarını, bitmez tükenmez öksürüklü, yalnız bir kadını, gecede bağıran bir erkeği ve ağlayan bir kadını, geceyarısından sonra da lambası sönmemiş, çalışan bir dul kadını, âdeta haykırış içinde söyler. Yıkılan mahalle töresiyle birlikte, geriye hep o özlem, yoksul insanların haysiyetli yaşamlarını özlemek kalmıştır. Kareler Aklar'da "Sinanpaşa" ve "Yedikule" şiirleri, İstanbul peyzajına, Behçet NecatigiPin kendine özgü çiziminden örneklerdir.

Beyler(197S), Söyleriz'(1980), şairin derin bir sevgiyle kötümserliği, küskünlüğü, bağışlayışı işlediği son şiir kitaplarıdır. Söyleriz'de "Bir İstanbullunun Not Defterinden" adlı üç bölümlü şiir, şehrin sürüp gitmiş sorunlarına gizli bir alay eşliğinde yaklaşır; "Temmuz TiklerF'yse şehirdeki tedhiş ortamına neredeyse son defa ses yöneltmektedir: Serseri bir kurşun / O kadar geniş bulvarda / Gelse seni bulsa ve yanında /Kimse olmasa.

Radyo oyunlarını Yıldızlara Bakmak (1965), Gece Aşevi (1967), Üç Turunçlar (1970), Pencere (1975) kitaplarında toplayan Behçet Necatigil, bu eserlerinde de İstanbul'u soyutlamalar çerçevesinde mekân tutmuş, örnekse, şimdi bir lokantaya dönüştürülmüş olan Süslü Karakol'u "Süslü Karakol Durağı" adlı oyununda, çevredeki sokakların planını, mimari yapılaşmanın yankı düzenini çıkarırcasına metne geçirmiştir.



Bibi. O. Akbal, Şair Dostlarım, İst., 1964; H. Cöntürk, Behçet Necatigil Üstüne, ist., 1964; M. Fuat, Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, ist., 1985; D. Hızlan, Yazılı İlişkiler, îst, 1983; S. İleri, Hatırlıyorum, İst., 1984; A. Kabaklı, Türk Edebiya-

Neccarzade

Türbesi'nin

kuzeyden


görünümü.

M. Baha Tanman,

1983

tı, III, İst., 1967; M. Kaplan, Şiir Tahlilleri, İst., 1965; R. Mutluay, 50 Yılın Türk Edebiyatı, İst., 1973; A. Oktay, Yazılanla Okunan, ist., 1983.

SELİM İLERİ



NECCARZADE TEKKESİ

Beşiktaş İlçesi'nde, Sinan Ağa Mahalle-si'nde, Neccarzade Sokağı'nda, Sinan Paşa Külliyesi'nin(-0 yanında yer almaktaydı.

Celvetî ve Nakşibendî tarikatlarına mensup Neccarzade (Dülgerzade) Şeyh el-Hac Mustafa Rızaeddin Efendi (ö. 1746) tarafından 18. yy'ın ilk yarısında kurulmuştur. M. Rızaeddin Efendi önce, Celvetîliğin Se-lamî kolunu kuran Şeyh Selamî Ali Efen-di'nin (ö. 1692) halifelerinden, "Odabaşı Şeyhi" olarak tanınan, Orta Camii vaizi Şeyh Fenaî Mustafa Efendi'ye intisap ederek kendisinden Celvetî-Selamî hilafeti almış, daha sonra Edirneli Nakşibendî şeyhlerinden Arabzade Mehmed Efendi'ye (ö. 1751) bağlanarak bu tarikattan da hilafet sahibi olmuştur. Hadîka'da, "Beşiktaş Ca-mi-i Kebiri" başlığı altında Sinan Paşa Camii hakkında bilgi verilirken M. Rızaeddin Efendi'nin burada imamlık görevim üstlendiği, caminin "sol tarafında mahkeme mukabilinde" (batı yönünde, bugün mevcut olmayan mahkeme binasının karşısında) bulunan evini zaviye haline getirdiği, burada vefatına kadar, icra etmeye yetkili olduğu Nakşibendî usulü "hatm-i hacegâ-na" devam ettiği kaydedilmektedir. Döneminin ileri gelen mutasavvıflarından olan M. Rızaeddin Efendi tasavvufa ilişkin bazı eserleri Türkçeye çevirmiş, şiirlerini içeren divanı sonradan basılmıştır. Halifelerinden, aynı zamanda Halvetîliğin Sünbülî kolundan da icazetli olan Attar-zade Şeyh Mustafa Efendi (ö. 1790), Dol-mabahçe'deki Çakır Dede (Dolmabahçe) Mescidi'nin (17. yy) altına bir tevhidhane ilave ederek Karaabalı Tekkesi'nin(->) kurucusu olmuştur.

M. Rızaeddin Efendi'nin vefatından sonra Neccarzade Tekkesi'nin postuna oğlu Şeyh el-Hac Mehmed Sıddık Efendi (ö. 1794) geçmiştir. M. Sıddık Efendi'nin de babası gibi Celvetî ve Nakşibendî meşihatlarını şahsında topladığı, tekkesinde geceleri, namazdan sonra her iki tarikatın da ayinlerini icra ettiği bilinmektedir. Ayrıca Celvetîliğin âsitanesi olan, Üsküdar'da-



NECİP CELAL

60

61

NEDİM

K

İ



D

(Der vasf-ı İstanbul ve sitâyiş-i sadrazam ibrahim Paşa)

Altında mı üstünde midir Cennet-i a'lâ Hep halkının etvârı pesendîde vü makbul

Elhak bu ne halet bu ne hoş âb ü hevâdır Derler ki bir az dilberi bî-mihr ü vefadır

Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet Şimdi yapılan 'âlem-i nev-resm ü safânın

Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır Evsâfı hele başka kitâb olsa revadır

ki Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi'nin(-») postnişinlerinden, kendisi gibi aynı zamanda Nakşibendîliğe mensup bulunan ve "Büyük Ruşen Efendi" olarak tanınan Mudanyalı Şeyh Mehmed Ruşen Efen-di'nin (ö. 1794) 1783'te kısa bir müddet için Mudanya'ya sürülmesi üzerine Celve-tî Âsitanesi'nde "vekâleten" meşihat görevini üstlenmiştir. Ancak gerek M. Rızaed-din Efendi'nin, gerekse de oğlu M. Sıddık Efendi'nin Celvetî-Nakşibendî olmalarına rağmen Neccarzade Tekkesi'nin tasavvufi kimliğinde Nakşibendîliğin ağır bastığı anlaşılmakta, söz konusu tesis, 18. yy'ın sonlarından itibaren sayıları artan tekke listelerinin hepsinde Nakşibendî olarak kaydedilmektedir. Hattâ bu tekke BOA'da bulunan ve M. Sıddık Efendi'nin meşihatı (1746-1794) sırasında 1199/1784'te kaleme alınan listede (Çetin, Tekkeler) bile "Beşiktaş'ta Nakşibendî Dülgerzade Tekkesi" şeklinde zikredilmiştir. Zâkir Şükrî Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâ'sında M. Sıddık Efendi'den sonra postun damadı Şeyh ismail Hakkı Efendi'ye (ö. 1841) intikal ettiği, î. Hakkı Efendi'nin vefatı üzerine istanbul'da Kadirîliğin âsitanesi olan Kadirîhane Tekkesi'nin(-») postnişini Şeyh Abdüşşekûr Efendi'nin (ö. 1860) vefatına kadar (1841-1860) vekâleten Neccarzade Tekkesi meşihatını üstlendiği, daha sonra Şeyh Mustafa Rıza Efendi adında bir şahsın bu makama geçtiği kayıtlıdır. Her ne kadar açıkça belirtilmemişse de, Mustafa Rıza Efendi'nin, İ. Hakkı Efendi ile aynı adı taşıdığı, M. Rızaeddin Efendi'nin torunu olan hanımın oğlu olduğu, babasının vefatında reşit olmadığı için de Abdüşşekûr Efendi'nin kendisine vekâlet ettiği tahmin edilebilmekte, ancak Neccarzade Tekkesi'nin Kadirîlik(-») ile olan bağlantısı açıklık kazanmamaktadır. Kaynaklarda Neccarzade Tekkesi "Dülgerzade", "Sinan Paşa" ve üçüncü postnişinden dolayı "Hakkı Efendi" adları ile de zikredilmiştir. Ayin günü pazartesi olan tekkede, Dahiliye Ne-zareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde iki erkeğin ikamet ettiği kayıtlıdır.

Türbe dışında bütünüyle tarihe karışmış olan Neccarzade Tekkesi'nin yerleşim düzem ve mimari özellikleri aydınlatılmamıştır. M. Rızaeddin Efendi'nin Sinan Paşa Ca-mii'nin imamı olması, tekkesini caminin hemen yanında tesis etmesi (hattâ bu yüzden kimi zaman bu tesisin "Sinan Paşa Tekkesi" olarak anılması), istanbul'da sıkça görüldüğü üzere, burada da doğrudan caminin tekkenin tevhidhanesi olarak kullanıldığını düşündürmekte, ayrıca şadırvan avlusunun çevresinde derviş hücresi olarak kullanılmaya çok uygun medrese odaları sıralanmaktadır. Ancak ilgili kaynakların hiçbirinde Neccarzade Tekkesi'nin Sinan Paşa Camii'nin "derûnunda" olduğu yolunda bir kayıt bulunmamakta, aksine Hadîka 'da ve birtakım tekke listelerinde tekkenin, caminin "kurbünde" (yakınında) yer aldığı belirtilmektedir.

Diğer taraftan İstanbul Vakıflar Başmü-dürlüğü'ndeki 1341/1925 tarihli Esâmi-i Tekâyâ Defteri'nden E. Hakkı Ayverdi'nin

istinsah ettiği bir kayıtta Kaptan-ı Derya Sinan Paşa'nm (ö. 1554) Beşiktaş'taki camiinde bir tekke kurduğu belirtilmekte ve vakfın tescil tarihi 970/1562-63 olarak verilmektedir. Ayrıca Mecmua-i Ceuâmi'de de (1889-1890) Dülgerzade Tekkesi'nin banisi olarak Sinan Paşa'nm adı kaydedilmiştir. Bu hususun doğruluğu varsayıldı-ğı takdirde Neccarzade Tekkesi, Sinan Paşa tarafından cami ve medrese ile birlikte düşünülmüş ve muhtemelen sonradan faaliyeti kesintiye uğramış bir tekkenin 18. yy'da canlandırılması suretiyle kurulmuş bir tesis olmaktadır. Hakkında hemen hiçbir bilgi bulunmayan bu ilk tekkenin varlığının kesinleşmesi ve niteliğinin açıklığa kavuşması ancak ilerideki araştırmalarda mümkün olacaktır.

Günümüzde mevcut olan türbe, kapısının üzerindeki talik hatlı, manzum kitabeye göre 1286/1869'da yenilenmiştir. Dikdörtgen planlı (9,65x5,70 m) olan yapı sıvalı duvarlarla kuşatılmış, kurşun kaplı bir tekne tonozla örtülmüştür. Batı duvarının ekseninde giriş, bunun yanlarında birer pencere, ayrıca, biri güney, ikisi kuzey, üçü de doğu duvarında olmak üzere, altı adet pencere bulunmaktadır. Mermerden sövelerin çerçevelediği bu açıklıklardan giriş ile güney penceresi dikdörtgen, diğerleri yuvarlak kemerlidir. Türbenin yeniden inşa edildiği dönemin ampir üslubunu yansıtan cephelerinde sövelerin köşeleri yıldız kabartmaları ile bezenmiş, kemerlerin kilit taşları küçük konsollar şeklinde biçimlendirilmiştir. Yapının camiye bakan doğu cephesinde, köşeye yerleştirilmiş olan sülüs hatlı manzum kitabede 1158/1745'te "Şeyhü'l-harem Hacı Beşir Ağa'nın bâb-ı Rızaullah'a su getirdiği" belirtilmektedir. Hadîka'&z aynı kişinin ("Şeyhü'l-harem" ve "Büyük" lakapları ile tanınan, Eyüb Sultan Külliyesi'nde gömülü Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa(->) medresenin sol (batı) kanadındaki abdest musluklarını yaptırdığı ifade edilir. Türbenin duvarındaki bu kitabenin de aynı sırada tekke için yaptırılan bir çeşmeye ait olduğu, sonradan (muhtemelen türbenin yeniden inşa ettirilmesi sırasında) buraya konduğu tahmin edilebilir. Türbenin içinde M. Rızaeddin Efendi ile neslinden gelenlere ait toplam altı adet ahşap sanduka sıralanmaktadır. Yapıda herhangi bir süsleme öğesi görülmez. Pencere açıklıkları oldukça basit demir parmaklıklarla donatılmıştır.



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin