Hukuk kavrami


HUKUK SİSTEMİ VE BİLİMİNİN DALLARI



Yüklə 0,76 Mb.
səhifə5/9
tarix19.12.2017
ölçüsü0,76 Mb.
#35336
1   2   3   4   5   6   7   8   9

HUKUK SİSTEMİ VE BİLİMİNİN DALLARI


“Roma devleti ile ilgili olan hukuk kamu hukuku (ius publicum), bireylerin çıkarları ile ilgili olan hukuk özel hukuktur (ius privatum).” (Digesta I, 1, 2).


Birbirine eşit olan bireyler arasındaki ilişkiler (örneğin alacaklı-borçlu, kiracı-kiraya veren, satıcı-alıcı, karı-koca) özel hukuk tarafından düzenlenir. Bireylerle onlara egemen olan kurumlar (örneğin devlet) arasındaki ilişkiler ise kamu hukuku tarafından düzenlenir. Kamu hukukunun temel özelliği, devletin "egemenlik" yetkisine ve erkine sahip olmasıdır. Devletle bireyler arasındaki ilişkilerde devlet bu egemenlik erkini kullanır. Örneğin, devlet vergi alır, kişileri askerlik yapmaya zorlar, kamu çıkarı için bireyin malını kamulaştırır, vb. Kamu hukuku alanındaki ilişkilerde bireyin istenci hiçbir rol oynamaz; devlet buyurur ve birey bu buyruğa itaat eder. Özel hukuk ilişkilerinin temel öğesi ise bireysel istenç (irade) ve onaydır. Dolayısıyla, özel hukuk alanında gerçekleşen ilişkilerde bireyler arasında "eşdüzeylilik" ve "eşitlik" ilkesi egemendir. Kamu hukuku alanında ise, taraflardan biri buyurma yetkisine sahip devlet ya da kamusal güç olduğu için, bu hukuk alanında egemen olan ilke “altlık-üstlük” ilişkisidir.
Kamu hukuku / özel hukuk ayrımında kullanılan ölçütler:
(a) “Çıkar” ölçütü: Bu ölçüte göre, bir hukuk kuralının hangi alana girdiğini saptamak için o kuralın kamu çıkarını korumak için mi, yoksa özel çıkarları korumak için mi konulduğuna bakmak gerekir. Toplumun çıkarı söz konusu ise kamu hukuku, bireyin çıkarı söz konusu ise özel hukuk söz konusudur. Örneğin, hırsızın çaldığı malı geri verme yükümlülüğü özel hukuku, hırsızın ayrıca cezalandırılması konusu kamu hukukunu ilgilendirir.
(b) “Egemenlik” ölçütü: Bu ölçüte göre, bir hukuksal ilişkide taraflar arasında eşitsizlik varsa, yani taraflardan en az biri kamu gücünü temsil ediyorsa, bu ilişki kamu hukukunun ilgi alanına girer. Taraflar arasında eşitlik varsa, bu ilişki özel hukuku ilgilendirir. Bu ölçüt, bir anlamda, hukuk ilişkisine katılan kişilerin niteliğini göz önüne alır. Buna göre, taraflardan en az biri kamu gücünü temsil ediyorsa bu alan bir kamu hukuku alanıdır. Bu bağlamda, ‘yükümlülük’ ölçütü de kamu hukuku / özel hukuk ayrımında önemli olabilir. Kamu gücünü kullanan kişilerin, tek yanlı davranış ve kararlarla başkalarına yükümlülükler getirme yetkileri vardır. Vergi ve zorunlu askerlik bu tür yükümlülüklere örnek olarak gösterilebilir.
(c) “İrade özgürlüğü” ölçütü: Bu ölçüte göre, hukuk kuralı emredici nitelikte ise kamu hukukunu, tamamlayıcı nitelikte ise özel hukuku ilgilendirir. Kamu hukuku kuralları emredici niteliktedir ve taraflar bu kurallarda herhangi bir değişiklik yapamazlar. Özel hukuk alanında ise irade özgürlüğü ilkesi uygulanır. Taraflar kendi istekleriyle hukuksal durumlarında değişiklik yapabilirler. Örneğin memur ile kamu kuruluşu arasındaki ilişki emredici kurallara dayanır. Oysa kiracı ile kiralayan arasındaki ilişki irade özgürlüğü ilkesine dayanır.

Bu ayrımın yanı sıra, hukuk genel olarak “iç hukuk” ve “uluslararası hukuk” ayrımına da tâbi tutulabilir. İç hukuk, belirli bir devletin yetki alanı (ülkesi) içinde uygulanan hukuk kurallarının bütünüdür. Uluslararası hukuk ise, devletlerin sınırlarını aşan bir uygulama alanı bulan ve çeşitli devletler ve uluslararası kuruluşların aralarındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarının bütünüdür.


Hukukun dallara ayrılmasında kullanılan başka bir sınıflama da “maddi hukuk” ve “usul hukuku” ayrımıdır. Hakları tanıyan ve düzenleyen ve yükümlülükler getiren hukuk kurallarının bütünü Maddi Hukuku (bunlara “öze” ilişkin hukuk kuralları da diyebiliriz), hakların nasıl korunup savunulacağını ve kovuşturma ve yaptırım yolları ve yöntemlerini düzenleyen hukuk kurallarının bütünü ise Usul Hukukunu oluşturur.


KAMU HUKUKU

Kamu hukukunun temel kavramı devlettir. "Devlet, belli bir ülke üzerinde yerleşmiş, zorlayıcı yetkiye sahip bir üstün iktidar tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasal kuruluştur." Bu tanımda yer alan temel unsurlar: ülke, insan topluluğu ve egemenliktir.




    • Ülke, devleti oluşturan topluluğun doğal çevresini ve siyasal iktidarın yer yönünden yetki alanını, devletin iç ve dış varlığının ve egemenliğinin sınırlarını belirler. Devletin ülkesi, yalnızca sınırları belli bir kara parçasını ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda toprağın altı, toprağın üstündeki hava katmanı ve varsa, deniz kıyıları boyunca uzanan karasuları da ülke kavramına girer.




    • Devletin insan unsuru, bireylerden oluşur. Bireyle devlet arasında kurulan siyasal ve hukuksal bağ ise uyrukluk veya yurttaşlık deyimleriyle alınır. Anayasa madde 66: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" diyerek din ve ırk unsurunun aranmadığı laik ve çağdaş bir tanım getirmiştir.




    • Egemenlik: Bu unsura, devletin manevi unsuru da denilir. Sovereignty. Bu terimin kökeni Latince "superanus" (en üstün iktidar) kelimesidir. Egemenliğin ülke dışındaki devletler arasında ilişkilere yansıyan görünüşü bağımsızlıktır. Bu alanda, devletlerin egemen eşitliği ilkesi geçerlidir.



KAMU HUKUKUNUN DALLARI


ANAYASA HUKUKU

TEBLİGAT HUKUKU


I. Anayasa Hukuku :
Anayasa hukuku, bir yandan devletin biçimini, yapısını, organlarının görev ve yetkilerini, bunların birbirleriyle olan ilişkilerini, diğer yandan ise kişilerin temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen ve güvence altına alan ve diğer yazılı hukuk kaynaklarına göre üstünlüğe sahip olan hukuk kurallarının tümüdür. Bu tanım, Anayasanın nesnel boyutunu verir. Devletin temel işlevlerinin ve bu işlevlerin yerine getirilmesinde yetkili ve görevli olan organların belirlenmesi ve bu organlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi kadar, çağımızda çok önem kazanan insan temel hak ve özgürlüklerinin belirlenmesi ve güvence altına alınması da Anayasa Hukuku’nun vazgeçilmez bir konusudur.
Anayasa Hukuku’nun bir temel özelliği de, gerek kamu hukuku gerekse özel hukuk alanına giren tüm hukuk dallarının temel ilkelerini saqtamasıdır.
Anayasanın şekli tanımı ise şöyledir: "Anayasa, normal yasalardan ya da diğer yazılı hukuk kaynaklarından daha farklı ve nitelikli usullerle yapılıp değiştirilen kuralları ifade eder."
2709 sayılı 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bir başlangıç ve yedi kısımdan oluşur. Genel Esaslar; Temel Hak ve Ödevler; Cumhuriyetin Temel Organları; Mali ve Ekonomik Hükümler; Çeşitli Hükümler, Geçici Hükümler ve Son Hükümler.
1982 tarihli Anayasamızın 5 temel ilkesi vardır:


  1. İnsan Haklarına Saygılı Devlet ilkesi

  2. Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı Devlet ilkesi

  3. Demokratik Devlet ilkesi

  4. Laik Devlet ilkesi

  5. Sosyal Devlet ilkesi ve

  6. Hukuk Devleti ilkesi

İnsan hakları, insanların salt insan olmaları sıfatıyla doğuştan sahip oldukları dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez hak ve özgürlüklerdir. Türkiye Cumhuriyeti, Anayasası’nın ikinci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” önermesiyle tanımlanmıştır.


Atatürk milliyetçiliği, ırk, dil ve din ayrımı yapılmaksızın Türk vatan ve milletinin bölünmez bir bütün olduğu, Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması gerektiği temel inancına dayanır.
Demokratik devlet, halkın devlet yönetimine katılması ilkesini benimsemiş devlet demektir. Siyasi partiler, siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri millet tarafından genel oyla seçilir. Seçimler ve halkoylamaları serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargının yönetimi ve denetimi altında yapılır. Oy hakkı genel ve eşittir. Seçmenlik hakkı eğitim veya servetle sınırlandırılmamış ve hiçbir seçmene veya seçmen grubuna ağırlıklı oy hakkı tanınmamıştır.
Laiklik ilkesi, "Devletin tüm din ve mezhepler karşısında tarafsızlığı ve siyasal hukuksal düzenin din kurallarına dayandırılmaması" olarak ya da "din ve dünya işlerinin ayrılması" olarak tanımlanabilir.
Laiklik, genel olarak özgürlük ve çoğulculuğun ve tüm hak ve özgürlüklerin ve özel olarak da dinsel özgürlüklerin ve dinsel çoğulculuğun onsuz olmaz güvencesidir. Devlet yönetiminde ve toplumsal hayatta din kurallarının değil, hukuk kurallarının geçerli olması ve bilim ve aklın öncülüğünde demokratik toplum düzeninin kurulmasıdır.
Sosyal devlet, bireylerin sosyal durumlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir hayat düzeni sağlamayı ve sosyal adaleti ve sosyal güvenliği gerçekleştirmeyi ödev bilen devlettir.
Hukuk devleti, vatandaşlara temel hak ve özgürlüklerini tanıyan, yürüme organları ve idare makamlarının hukuka bağlılığını sağlayan ve vatandaşlara hukuksal güvence ve güvenlik getiren devlettir. Bu bağlamda yapılması gerekenler temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ve bunların ancak Anayasada belirtilen sebeplerle ve kanunla sınırlandırılması; kanunların ve kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunun sağlanması ve idarenin hukuka bağlılığının sağlanması ve bu bağlamda idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık tutulmasıdır.
Devlet organları üçe ayrılır: Yasama Organı (TBMM), Yürütme Organı (Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu) ve Yargı Organı (bağımsız mahkemeler).
Yasama organı, kanunları yapar, yani hukuk kurallarını koyar. Yürütme organı bu kuralları uygular. Yargı organı ise bu kuralların uygulanması ya da bu kuralların tanıdığı hakların çiğnenmesi konusunda çıkabilecek anlaşmazlıkları çözer.
Yüksek yargı organları Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’dur.
II. İdare Hukuku:
Devlet idaresinin teşkilat ve işleyişini, kişilerin idare ile olan ilişki ve uyuşmazlıklarını ve kamu hizmetlerinin görülmesini düzenler. İdare hukuku, devletin yürütme organıyla ilgilenir. Yürütme kavramı, bir yandan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar gibi siyasal nitelikteki üst düzey yöneticileri, bir yandan da kamu yönetimi örgütü diyebileceğimiz geniş devlet örgütlenmesini kapsar.
Kamu örgütleri, devlet tarafından kurulurlar. Kamu örgütlerinde çalışan kişilere ‘kamu personeli’ denilir ve bu kişiler özel işyerlerinde çalışanlardan farklı bir düzenlemeye tâbidirler. Kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli işlerde devamlı çalışmak üzere atanan kimselere ‘memur’ denilir. Kamu örgütleri, kamuya (topluma) yararlı olmak amacıyla kurulur ve kamu yararı için çalışırlar. Kamu örgütlerinin, bu kuruluş amaçlarına yönelik çalışmalarının bütününe ‘kamu hizmeti’ denilir.
Yerel idareler ve belediyeler de idare hukukunun alanı içindedir. Belediye, belde sakinlerinin mahalli müşterek gereksinimlerini karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilen, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisidir. Nüfusu 5.000 ve üzerinde olan yerleşim birimlerinde belediye kurulabilir. İl ve ilçe merkezlerinde ise belediye kurulması zorunludur. Belediye Meclisi, belediyenin başlıca karar organıdır. Diğer organları ise Belediye Encümeni ve Belediye Başkanıdır.
Öte yandan, son yıllarda İdare Hukuku alanında “Bağımsız İdari Otoriteler” (Düzenleyici Organlar) denilen yeni bir yapılanma da ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Sermaye Piyasası Kurulu, Rekabet Kurumu, Radyo Televizyon Üst Kurulu ve Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu gibi kuruluşlara idari para cezası verme, işletmelere el koyma veya faaliyetini durdurma gibi yaptırımlar uygulama yetkisi verilmiştir.
Bunlara ek olarak, kamu gücünü kullanan örgüt ve kişilerin karar, işlem ve eylemlerinde kamu yönetimi ilkelerinden saptıkları veya yasalara aykırı davrandıkları yönündeki iddiaları incelemekle görevli bir idari yargı sistemi de vardır. Bu sistemin ilk derece organları idari mahkemeleri ve bölge idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleridir. Üst organı ise Danıştay’dır.

Devletin idari örgütü biri Genel İdare (Merkezi Yönetim), diğeri ise Mahalli İdare (Yerel Yönetim) olmak üzere ikiye ayrılır.


Genel İdare, tüm ülkeyi kapsayan idaredir ve merkez örgütü ve taşra örgütünden oluşur.
Genel İdarenin merkez örgütünde Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve bu kurulun üyeleri ve alt örgütlenmeleri yer alır. Bakanlıklarda müsteşarlık, özel kalem müdürlüğü ve hukuk müşavirliği gibi organların yanında, her bakanlığın gereksinimine göre genel müdürlükler, daire başkanlıkları, şube müdürlükleri ve kalemler bulunur.
Genel İdarenin taşra örgütü, bakanlıkların ülkenin tüm illerine yayılmış örgüt ve birimlerinden oluşur. İl idaresinin başında vali, ilçe idaresinin başında kaymakam bulunur. İllerde her bakanlığın temsilcisi olarak bir müdür de bulunur.
Mahalli İdareler, köy, ilçe ve il adı verilen yerleşim yerlerinde yaşayan halkın mahalli gereksinimlerini gidermek ve çeşitli kamu hizmetlerini yürütmek üzere kurulan kuruluşlardır. Mahalli idarelerin başlıcaları il özel idareleri, belediye idareleri ve köy idareleridir. Bunların tümü kuruluş ve görevleri ile yetkileri yerinden yönetim ilkesine göre kanunla düzenlenen ve seçmenler tarafından seçim yoluyla oluşturulan kamu hukuku tüzel kişileridir. İl özel idaresinin organları olan il genel meclisi üyeleri, belediye idaresinin organları olan belediye başkanı ve belediye meclisi üyeleri ve köy idaresinin organları olan muhtarlar ve köy ihtiyar meclisi üyeleri seçimle seçilirler.
İdarenin idare hukukunu ilgilendiren hukuki işlemleri idari işlemler veya idari sözleşmelerdir.
İdari işlemler, idarenin idare hukuku alanında bir hukuki sonuç doğurmak ya da doğmuş bulunan hukuki sonucu belirtmek üzere yaptığı tek taraflı işlemlerdir. Bunların bazıları yapıcı, bazıları belirticidir. Yapıcı işlemlerde henüz mevcut olmayan bir hukuki sonuç yaratılır. Örneğin, tüzük ve yönetmelik yapmak veya memur tayin etmek gibi. Belirtici idari işlemlerde ise doğmuş bulunan bir hukuki sonuç belirtilmektedir. Örneğin, diploma düzenlemek, vergi tahakkuk ettirmek gibi.
İdari sözleşmeler ise, idarenin idare hukukuna tâbi bulunan sözleşmeleridir.
İdarenin denetimi yargısal denetim ve yargı dışı denetim olmak üzere iki yolla gerçekleştirilir. İdarenin yargısal denetimi, idari işlem ve sözleşmelerin yargı organları eliyle denetlenmesidir. İdarenin yargı dışı denetimi ise, çeşitli farklı usul ve yöntemlerle uygulanabilir. Örneğin, idarenin müfettişleri eliyle kendi organ ve birimlerini denetlemesi, Sayıştay’ın mali denetimi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun kamu iktisadi kuruluşlarını denetlemesi, TBMM’nin soru ve gensoru gibi yollarla yaptığı denetim.
III. Ceza Hukuku:
Ceza hukuku, suç sayılan eylemleri saptayan, bunları işleyenlere, yani hukuk düzenini bozanlara uygulanacak cezaları inceleyen ve suçları önleme çarelerini araştıran bir hukuk dalıdır. Hukuk kurallarına aykırı davranışların hepsi değil, belirli bir bölümü suç sayılır ve bu davranışlar cezalandırılır. Ceza, suç işleyen kimsenin bu davranışından ötürü belirli bir çektirmeye ve yoksun bırakmaya maruz kalmasıdır. Hangi davranışların suç oluşturduğuna, ülkenin yasama organı karar verir. Ceza hukuku da, suçların ve cezaların belirlenmesi ve düzenlenmesini konu alır.
Suç, kanunun cezalandırılmasını öngördüğü davranıştır. Bir eylemin suç olarak kabul edilebilmesi için mutlaka kanunda hüküm bulunması gerekir. Kanun hükmünün de suçun oluşması için gerekli öğelerin neler olduğunu açıkça gösteren bir tanım içermesi gerekir. “Kanunsuz suç olmaz” (nullum crimen sine lege) ilkesi bu anlama gelir. Bu ilkenin bir başka anlamı da kanun dışında başka yollarla suç yaratılamayacağıdır. Bu ilkeyi, eylemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir eylem için ceza verilmesini yasaklayan bir ilke olarak almak gerekir. Başka bir deyişle, geçmişteki olaylarla ilgili olarak suç yaratılamaz. Ancak ceza kanunu hükümleri failin lehine sonuç verecek biçimde değişmişse, geçmişe etkili olarak uygulanırlar. Hangi eylemlerin suç olduğu kanunda açıkça belirtilmiş olmalıdır. Kıyas (örnekseme) yoluyla suç yaratılamaz. Öte yandan, hiç kimse başkasının işlediği bir suçtan ötürü cezalandırılamaz. Ceza sorumluluğu kişiseldir.
Bir eylemin suç sayılabilmesi için, şu üç öğenin bulunması gerekir:
(a) Maddi öğe (hareket), suçu işleyen kimsenin dış âleme yansıyan ve dış âlemde belirli bir sonuç doğuran bir eyleminin bulunması anlamına gelir. Buna “objektif öğe” de denilir. Bu, bazen fiili (icrai) bir eylem (örneğin, katilin tabancasını ateşlemesi) olabileceği gibi bazen de ihmali bir eylemdir (örneğin, tren yolu makasçısının makası kapatması gerekirken kapatmaması yüzünden tren kazasına yol açması).
(b) Kanuni öğe (tipiklik), eylemin kanunca suç olarak nitelendirilmesi ve detaylarıyla ve tüm unsurlarıyla tanımlanmış olması gerektiği anlamına gelir. Bu unsur, fiilin ceza kanununda yazılı tanıma (tipe) uygun olması anlamına gelir. Bu unsur, kanunsuz suç olmaz ilkesinin bir sonucudur. Örneğin, hırsızlık suçunun oluşabilmesi için malın “sahibinin (zilyedinin) rızası olmaksızın” alınması gerekir. Sahibinin rızasıyla alınan mallarda hırsızlık suçunun işlendiği söylenemez.
(c) Sübjektif (öznel) öğe (kusurluluk) ise, kural olarak, suçu işleyen kimsenin kastının bulunması anlamına gelir. Suçun oluşması, kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımında bulunan unsurların bilerek ve isteyerek gerçekleştirilmesi anlamına gelir. Buna suçun ‘manevi unsuru’ da denilir. Kusur olmayan hallerde suç da oluşmaz. Burada, sonucun kanuna ve hukuka aykırı olduğunu bilmek şartı aranmaz. Ceza Kanunu’nun “hukuku bilmemek özür (mazeret) sayılmaz” ilkesi esas alınır. Kural olarak, bir suçun işlenmiş sayılması için kasten işlenmiş olması yeter; hareketin belli bir güdüye (saike) bağlanması şart değildir. Saik, bazı suçlarda cezayı azaltan, bazı suçlarda ise cezayı ağırlaştıran etkilerde bulunur. Örneğin, töre suçlarındaki saik.
Ancak bazı suç türlerinde, suçun oluşması için “ihmal” (savsama) derecesinde yani kasta oranla daha hafif yoğunlukla kusur da yeterli sayılır. Bunlara ‘taksirli suçlar’ adı verilir. Örneğin, trafik suçları böyledir. Taksir, “iradi olarak işlenen bir icra veya ihmal eyleminden, fail tarafından istenmemesine karşın, kanunun cezalandırdığı sonuçların doğması” anlamına gelir.
Her suç için verilebilecek cezanın da kanunda açıkça belirtilmiş olması gerekir. Bu, kanunsuz ceza olmaz (nulla poena sine lege) ilkesinin zorunlu ve doğal bir sonucudur. “Cezalar ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” (Anayasa m. 38/III). “Kimseye, suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş bulunan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” (Anayasa, m. 38/I)
Sanığın eyleminin suç oluşturduğunun saptanmasından sonra, olayda sanığın suçluluk (kusur) derecesinin de belirlenmesi gerekir. Yargıcın ceza davasına konu olan somut olayın ve sanığın özelliklerini göz önünde tutarak cezanın süresini ya da tutarını belirlemede takdir yetkisi vardır. Fakat bu yetkinin de kanunun açıkça belirttiği sınırlar içinde kullanılması gerekir.
Ceza hukuku ilkelerinden biri de ceza sorumluluğunun kişisel olmasıdır. Bunun anlamı, cezanın sadece suçu işlediği kanıtlanan kişiye verilebilmesi, onun dışında hiç kimsenin (yakınları da dahil) suça bizzat katılmadıkça cezalandırılamamasıdır.
Ceza kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzeni ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak ve suç işlenmesini önlemektir. Kısaca, suç işlemiş kişiyi gelecekte başka suç işlemekten alıkoymak (buna ıslah veya ‘özel önleme’ amacı adı verilir) ve suç işleme eğilimi olan başka kişileri de suç işlemekten caydırmak (buna ibret veya ‘genel önleme’ amacı adı verilir) amaçlanmaktadır.
Ceza ehliyeti, ayırt etme gücü ve yaş bakımlarından irdelenir. Örneğin, fiili işlediği sırada şuurunu ve hareketinin serbestliğini ortadan kaldıracak düzeyde akıl hastalığı bulunan kimseye ceza verilemez.
Yeni Türk Ceza Kanunu'na göre kusur yeteneğini etkileyen haller:

  1. Yaş küçüklüğü

  2. Akıl hastalığı

  3. Sağır dilsizlik

  4. Geçici nedenler

  5. Alkol-uyuşturucu madde etkisinde olmak.

Kusur yeteneği, anlama + isteme yeteneği olarak anlaşılır, yani kusurlu davranabilme yeteneğidir. Eski deyimle, farik ve mümeyyiz olmak (farik: fark eden, ayırt eden; mümeyyiz: iyi doğruyu kötüyü yanlışı seçen) anlamına gelir.



(1) Yaş Küçüklüğü:
YTCK'nda yaş küçüklüğünün kusur yeteneğine ve dolayısıyla ceza sorumluluğuna etkisi üç devreye ayrılmıştır:
1. Devre: 0-12 yaş

2. Devre: 13-15 yaş



3. Devre: 16-18 yaş
(a) 12 yaşını doldurmamış çocuklar: YTCK 31: "Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında ceza kovuşturması yapılamaz; ancak çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir". 12 yaşını doldurmamış çocuklar işlediği fiillerden dolayı kovuşturulamaz ve ceza verilemez. Güvenlik tedbirleri; danışmanlık tedbiri, eğitim tedbiri, bakım tedbiri, sağlık tedbiri ve barınma tedbirinden oluşur.
(b) 13-15 yaş arası küçükler: Bu devrede, algılama ve irade yeteneği her somut olayda ayrıca incelenir. Mahkeme, çocuğun işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığını ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmiş olup olmadığını belirlemek amacıyla çocuğun bedeni, akli ve ruhi durumunu bir uzman hekime incelettirir. Eğer çocuk hareketlerini ve sonuçlarını kavrayabilme ve bu doğrultuda davranışlarını yönlendirebilme yeteneğine sahip ise, fiil cezalandırılır, fakat cezası indirilir. Eğer değilse, yukarıda belirtilen güvenlik tedbirleri uygulanır.
(c) 16-18 yaş grubu: Bu yaş grubunda, küçüğün hareketini ve sonuçlarını anlayabilme ve davranışlarını bu doğrultuda yönlendirme yeteneğine sahip olup olmadığı araştırılmaz. Sadece küçüğü topluma yeniden kazandırmak ve yeni suçlar işlemesini engellemek amacıyla belirli indirimler yapılır.
(2) Akıl hastalığı:
(a) Akıl hastalığı nedeniyle, işlenen fiilin hukuki anlam ve sonuçların algılanamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli oranda azalması. Bu durumdaki kişilere ceza verilemez, sadece güvenlik tedbirlerine hükmedilir. Bu durumdaki akıl hastalarına, mahkeme beraat kararı veremez; "ceza verilmesine yer olmadığı" yönünde karar verir. Bu kişiler bir sağlık kurumunda tutulur. Toplum açısından tehlikeliliğin ortadan kalkması veya önemli oranda azalması halinde bu kişiler salınır.
(b) Algılama yeteneğinin tümüyle ortadan kalkmaması, fakat işlenen fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede olmamakla birlikte azalması. u kişilerin ceza sorumluluğunun devam ettiği kabul edilir. Cezaları 1/6'ya kadar indirilir, fakat bu süre boyunca güvenlik tedbirleri uygulanması da mümkündür.
(3) Sağır ve Dilsizlik:
1. Devre: 0-15 yaş: Bu devredeki sağır ve dilsizler hakkında 1. devre yaş küçüklüğüne ilişkin hükümler uygulanır.
2. Devre: 16-18 yaş: Bu devredeki sağır ve dilsizler hakkında 2. devre yaş küçüklüğüne ilişkin hükümler uygulanır.
3. Devre: 19-21 yaş: Bu devredeki sağır ve dilsizler hakkında 3. devre yaş küçüklüğüne ilişkin hükümler uygulanır.
(4) Geçici Nedenler:
Geçici neden; akıl hastalığı düzeyine ulaşmayan, fakat geçici nitelikte bir patolojik (hastalıklı) nedenin kişinin kusur yeteneğini etkilediği örneğin hipnotizma, uyur gezerlik ve ateşli hastalık gibi hallerdir. Geçici nedenin kabul edilebilmesi için, failin anlama ve isteme yeteneğini kaldıran veya azaltan sebebin oluşmasında kusurunun bulunmaması gerekir. Örneğin, hipnoz etkisinde adam öldürmeyi tasarlayan kimse bu hükümden yararlanamaz.
(5) Alkol ve uyuşturucu etkisinde olma:
5a) İrade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma:
Buradaki "irade dışı" terimi istemeyerek şeklinde anlaşılmalıdır. Örneğin bir partide meyve suyuna şaka olsun diye alkol karıştırılan kişinin sarhoş olması ve bu halde iken suç işlemesi halinde cezalandırılması mümkün değildir. Bu nokta, her somut olayın özelliklerine göre incelenir.
5b) İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma:
Bu durumda, failin sorumluluktan kurtulması mümkün değildir. Kusur yeteneği, icra hareketinin yapıldığı anda mevcut olmalıdır. Bu kuralın istisnası, iradi olarak alınan alkol veya uyuşturucunun etkisinde suç işleme halidir. Bu durumda, "SEBEBİNDE SERBEST HAREKET KURAMI" (Actiones Libera in Causa) gereği failin aslında uyuşturucu veya alkol etkisinde olduğu için iradi olarak hareket etmemesine rağmen, alkolü veya uyuşturucuyu alırken iradi hareket ettiği ve bu nedenle fiili işlerken de iradi hareket etmiş olduğu varsayılır. Böylece, bir karine yaratılmıştır.
IV. Yargılama Hukuku :
Yargılama hukuku, dar anlamda, yargı kararıyla çözüme kavuşturulması gereken olay ve sorunlarda uygulanacak yöntemleri ve usul kurallarını düzenleyen hukuk dalıdır; geniş anlamında ise, yargı yerlerinin ve adliye mekanizmasının örgütlenmesini de içerir. Avukatlık mesleği ve noterler de bu kapsam içinde ele alınabilirler.
Yargının işlevi, çekişmeli (ihtilâflı) olayları dava yoluyla incelemek ve bir yargı kararıyla çözmektir. Yargı yetkisi mahkemelerce kullanılır. Anayasa Madde 36/II: “Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”
Dava, mahkemeden verilecek bir hükümle, bir iddia üzerinde hukuki korumanın sağlanması dileği olarak tanımlanabilir. Davanın temelinde bir çekişme (ihtilâf, niza) vardır. Bir çekişmenin taraflarından biri, mahkemeye başvurup hakkının korunmasını istediğinde, dava açılmış olur. Bu andan itibaren, taraflar arasında bir dava ilişkisi başlar.
Hukuk davalarında mahkemeden hukuki koruma isteyen tarafa “davacı”, karşı tarafa ise “davalı” adı verilir. Ceza davalarında ise, suç işleyen kişinin cezalandırılması amacına yönelik olan bu davalar cumhuriyet savcısı tarafından açılır. Bir başka deyişle, ceza davasında davacı işlevini kamu adına cumhuriyet savcısı üstlenir ve yerine getirir. Aleyhine dava açılan, yani suç işlediği iddia edilen kişiye de davalı değil “sanık” adı verilir. Bu kişi sanık olmadan önce “zanlı (şüpheli)” olarak tanımlanır ve işlediği iddia edilen suçtan dolayı tutuklanıp hapse atılırsa “tutuklu” ve yargılanıp mahkum olursa da “hükümlü” olur. İşlenen suçtan zarar görenler, davaya savcının yanında “müdahil” sıfatıyla katılabilirler.
Mahkemelerde yargı yetkisi yargıç (hâkim) adı verilen ve kamu görevlileri arasında özel ve bağımsız bir yeri bulunan kişilerce kullanılır. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara buyruk veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz (Anayasa, m. 138/II).
Yargıçların tarafsızlığı, dava konusu olayla veya davanın taraflarıyla ilgili olarak hukukun gerekleri dışında bazı düşüncelerle davrandıklarını akla getirebilecek herhangi bir durumun mevcut olmamasıdır. “Kimse, kendi davasında yargıç olamaz.” Yargıç, kendisine ait olan veya doğrudan doğruya veya dolaylı olarak ilgili olduğu davalara bakamaz.”
Türkiye’de geçerli olan yargılama sisteminin detaylarını Yargı Sistemi başlığı altında ileride açıklayacağız.
Yargılama hukukunun alt dalları :


  1. Hukuk Yargılama Usulü Hukuku (Medeni Usul Hukuku):

1927 tarihli Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu. Bu branş, özel hukuk alanında çıkan hak çekişmelerinden doğan davalarda ve “hukuk mahkemeleri” adıyla anılan mahkemeler eliyle uygulanır. Özel hukuk davalarına kısaca “hukuk davaları” denilmektedir. Hukuk davaları da isteme ya da istemin dayandığı kurala göre “eda davaları”, “tespit davaları” ve “yenilik doğuran davalar” olmak üzere üçe ayrılırlar. Eda davalarında, davalının davacının dava dilekçesinde açıkladığı istemine uygun bir davranışta (edada) bulunmaya mahkum edilmesi istenir. Örneğin, tazminat ödemek, bakiye kira borçlarını ödemek, evi tahliye etmek gibi. Tespit davalarında, davalının bir davranışta bulunması değil, bir durumun veya olgunun yargı kararıyla saptanması istenir. Örneğin, davalının elinde bulunan senedin sahte olduğunun tespit istemi. Yenilik doğuran davalarda ise, davalı ile davacı arasında mevcut bir hukuki ilişkiyi doğrudan doğruya bozacak veya değiştirecek bir karar istemi vardır. Örneğin boşanma davası.


Hukuk davalarında, mahkeme davacının istemiyle bağlıdır; davanın istemediği bir şeye ya da davacının istediğinden fazlasına hükmedemez. Hukuk davalarının bir özelliği de, yargıcın taraflarca ileri sürülen deliller dışında davayla ilgili başka olguları kendiliğinden (re’sen) araştırmamasıdır.


  1. Ceza Yargılama Usulü Hukuku (CMUK):

1929 tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu. Suçların ve suçluların takibi ve kovuşturulması için adli mercilerin yürüttüğü iş ve işlemlerde uyulması gereken usul kurallarından oluşur. Bu nedenle, suç yargılaması hukuku da denilir. Bu davalarda taraflardan biri kamudur ve savcı tarafından temsil edilir. Bu davalara bu sebeple “kamu davası” da denilir. Bu davalarda, yargıç tarafların istekleriyle bağlı değildir; dava konusuyla ilgili her türlü araştırmayı görevi gereği (re’sen) yapmakla ve gerçeğe ulaşmakla yükümlüdür.


Ceza yargılamasında, sanığın kişiliği cezanın belirlenmesi bakımından önemlidir. Buna karşılık, örneğin bir alacak davasında borçlunun kişiliğinin hiçbir önemi yoktur. Hukuk yargılamasında bazı savlar ancak belirli delillerle ispat edilebilir. Örneğin, 400 lirayı aşan alacakların senetle ispat edilmesi gerekir. Oysa ceza yargılamasında kanıt türleri değil yargıcın “vicdani kanısı” önemlidir.
Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” (Anayasa m. 38/IV). Buna suçsuzluk karinesi denilir.


  1. İcra İflas Hukuku:

İcra hukuku; özel hukuk alanında yargı organlarının verdiği hükümlerin Devlet organları vasıtasıyla zorla yerine getirilmesi yöntemlerini ve yetkili organları düzenler.


Ceza mahkemelerinin verdiği hükümler, yetkili cumhuriyet savcılıkları tarafından re’sen yerine getirilir. İlgililerin herhangi bir başvuru yapmalarına gerek yoktur. Buna karşılık, hukuk mahkemelerinin verdiği kararların uygulanması için ilgili devlet organları kendiliğinden harekete geçmezler. Bunun için, ilgililerin müracaat etmesi ve istemde bulunması gerekir. Buna “ilamların icrası” ya da “ilamlı icra” adı verilir. Bu usul, verilmiş bir mahkeme kararının uygulanması ve icra edilmesi için kullanılır.
Buna karşılık, ilamsız icra (ilamsız takip) denilen bir icra yolu daha vardır. Bu yol, icra isteminde bulunan kişinin elinde senet gibi güçlü bir kanıt bulunması halinde işler. Çek ve senet gibi kıymetli evrakların tahsilinde bu yola müracaat edilir.
Her asliye mahkemesi çevresinde gerektiği kadar “İcra Dairesi” ve “İflas Dairesi” bulunur. İcra ve iflas memurlarının işlemlerine karşı ilgililerin yapabilecekleri itiraz ve şikayetler ise başında bir yargıcın bulunduğu “İcra Tetkik Mercii” tarafından incelenip karara bağlanır.
İflas hukuku ise, iflasa tabi kişilere uygulanan özel takip yöntemlerini düzenler. Bu hukuk, borçlarını ödeyemeyecek duruma düşen gerçek veya tüzel kişilerin mallarına el konulması ve bu yolla, alacaklıların alacaklarını tahsil etmesi usullerini düzenler. İflasa alacaklının talebi üzerine ticaret mahkemesi tarafından karar verilir. İflasın açılmasıyla birlikte, borçlu “müflis” adını alır ve haczedilmesi caiz olan mallarının oluşturduğu bütüne de “iflas masası” denilir.
Bu hukuk dalları, 1932 tarihli İcra ve İflas Kanunu ile düzenlenmiştir.
V. Devletler Genel Hukuku (Uluslararası Hukuk):
Devletin diğer devletlerle ve uluslararası kuruluşlarla ve uluslararası kuruluşların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler. Bugün dünyada 200’e yakın devlet vardır. Ayrıca federal bir devleti oluşturan federe devletler de kendi anayasalarının izin verdiği sınırlar içinde uluslararası hukuk kişisi sayılabilirler. Bu hukuk dalının geleneksel kişisi olan devletin yanı sıra, son yıllarda uluslararası örgütler de bu alana girmeye başlamışlardır.
Bir devletin kendi ülkesinde vatandaşları arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallara iç hukuk denilir. Bağımsız bir devlet ile diğer devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar ise, o bağımsız devlet açısından dış hukuku oluşturur. İç hukukta devlet üstün bir iradenin sahibidir. Oysa dış hukukta devlet gibi üstün erke sahip bir otorite yoktur. Uluslararası hukukta eşitlik söz konusudur.
Kaynakları; antlaşmalar, uluslararası teamül ve gelenekler, hukukun uygar ülkelerce benimsenmiş genel ilkeleri, uluslararası mahkeme kararları ve doktrindir. Bu konuda önem taşıyan uluslararası örgütler arasında Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği sayılabilir.
“Usulüne göre yürürlüğe konulan uluslararası antlaşmalar kanun hükmündedir” (Anayasa, Md. 90)
Uluslararası hukukun bir alt-dalı olarak gelişen Uluslararası İnsancıl Hukuk da bireylerin özellikle silahlı çatışma hallerinde korunmasını amaçlayan bir daldır. Yaralanan ya da esir düşen savaşçıların yanı sıra, çatışmaların kötü etkileri altında kalan sivillerin de belirli koruma önlemlerinden yararlandırılmalarını sağlamaya çalışır.
VI. Mali Hukuk (Vergi Hukuku):
Kamu gelirlerinin toplanmasını ve kamu harcamalarının yapılmasını düzenleyen hukuk branşıdır,
Kambiyo hukuku: uluslararası para ve ticaret ilişkilerini düzenler.
Maliye-Vergi hukuku: devletin bütçesini, gelir kaynağı olarak vergi koyma biçimini, vergi çeşitlerini, tarh, tahakkuk ve tahsil kurallarını düzenler.
Vergi hukuku, devlet ile bireyler arasındaki vergi ilişkisinden doğan karşılıklı hak ve ödevleri, verginin tarh, tahakkuk ve tahsil kurallarını ve vergi yargılamasını düzenleyen hukuk kurallarından oluşur. “Vergi”, kamu giderlerini karşılamak üzere devletin tek taraflı olarak ve vergileme yetkisine dayanarak kişilerin gelir ve mallarından aldığı ekonomik değerlerdir. Vergi hukukunun temel ilkelerinden birisi vergide genellik ve adalet ilkesidir. Vergide genellik ilkesi, vatandaşlar arasında herhangi bir ayrım yapılmaksızın herkesin vergi ödemekle yükümlü olması demektir. Vergide adalet ise, herkesin mali gücüne göre vergiye tâbi tutulması anlamına gelir. Vergide de kanunilik ilkesi geçerlidir. Bu ilkeye göre, “vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler ancak kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” (Anayasa, m. 73/III).
Vergiler, gelir üzerinden alınan vergiler (gelir vergisi, kurumlar vergisi), servet üzerinden alınan vergiler (emlak vergisi, veraset ve intikal vergisi, motorlu taşıtlar vergisi ve özel tüketim vergisi) ve gider (harcamalar) üzerinden alınan vergiler (KDV, banka ve sigorta muameleleri vergisi) olarak gruplandırılır. Ayrıca, dolaylı vergiler ve dolaysız vergiler ayrımı da vardır.
VII. Tebligat Hukuku:
Tebligat, bir kamu kuruluşu tarafından yapılmış veya yapılacak bir işlem hakkında ilgili kişi veya kişilere gönderilen bildirim anlamına gelir. Tebligat usulleri Tebligat Kanunu’nda gösterilir.


Yüklə 0,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin