I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə122/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   118   119   120   121   122   123   124   125   ...   139

Hakkı Tarık Us Kütüphanesi

Erkin Emiroğlu,

71 baca numaralı Halas Vapuru Salâhaddin Giz

ingiliz hükümeti, "Water-Witch" adı verilen bu vapuru şirkete teslim etmedi. Vapur ancak 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi'nden sonra ingiliz işgal Kuvvetleri Komutanlığı emrinde çalıştırılmak üzere ingiltere'den istanbul'a yollandı. Gelirken de Çanakkale'den aldığı ingiliz askerlerini izmit'e bıraktı, ingiliz bayrağı çekili olarak istanbul Limam'na giren vapurla ingilizler daha sonraları, asker, kömür, at, katır ve diğer levazım maddelerini Selanik, Çanakkale gibi limanlara taşıdılar, hattâ bir ara mayın bile naklettiler; sonra bir süre de istanbul' daki ingiliz ailelerim Boğaz'da gezdirdiler. O günlerde süvarisi, şirketin eskilerinden Palas Efendi Kaptan'dı.

Vapur ancak 1922'de Mudanya Müta-rekesi'nin imzalanmasından sonra Şirket-i Hayriye'ye iade edildi. Başlangıçta 73 numara olarak karar verilen baca numarası 71; Reşid Paşa adı da istanbul'un 6 Ekim 1923'teki düşman işgalinden kurtuluşu şerefine kurtuluş anlamına gelen Halas olarak değiştirildi.

Şirket, yıllarca Boğaziçi'nde yolcu taşıyan Halas ile yazları mehtaplı gecelerde Adalar'a, Yalova'ya, Çınarcık'a müzikli, eğlenceli, büfeli, içkili özel seferler de düzenledi. Süvarisi Sezai Efendi Kaptan'dı.

1945'te Şirket-i Hayriye'nin Münakalat Vekaleti tarafından satın alınması sonucu, bacasına idarenin ay-yıldızlı, çift çapalı arması yerleştirildi. 12 Aralık 1983'te hizmet dışı bırakılan bu güçlü ve sağlam vapur 1985'te işadamı ve gazete sahibi Haldun Simavi tarafından satın alınarak tadil edildi, kazanı ve buhar makineleri çıkartılarak yerine dizel motor takıldı. 80 yıllık bir tekne olan bu ünlü tekne günümüzde ö-zel kamaraları olan lüks bir yat olarak hizmet vermektedir.

ESER TUTEL



HALASKÂRGAZİ CADDESİ

Taksim Meydanı'ndan başlayarak Şişli'ye doğru giden yolun Harbiye'den Şişli Ca-mii'ne kadar uzanan bölümü.

Günümüzde Taksim Meydanı'ndan Şişli Camii önlerine kadar uzanan; Taksirn' den Harbiye'ye kadarki bölümünün adı Cumhuriyet Caddesi(-») olan, Harbiye kavşağından Şişli Camii'ne kadar da Halaskârgazi Caddesi adını alan yolun bütünü, Cumhuriyet öncesinde Şehit Muhtar Bey Caddesi idi. Bu ad caddeye Otuz Bir Mart Olayı(-») sırasında Taksim civarında şehit olan Muhtar Bey'in anısına verilmişti.

Cumhuriyet'ten sonra, 1918-1919 arasında, Anadolu'ya geçmeden önce burada bir evde oturmuş (bak. Atatürk Müzesi) o-lart Mustafa Kemal'in anısına yolun Harbiye kavşağı ile Şişli Camii arasında kalan bölümü Halaskârgazi Caddesi oldu.

Halaskârgazi Caddesi'nin iki yanında yer alan Harbiye, Pangaltı, Osmanbey, Şişli semtlerinin bulunduğu bölgenin yeni bir kentsel gelişme ekseni haline gelmesi, 19- yy'm ikinci yansından itibaren Batılılaşma sürecine ve Batılı yaşam biçimi özlemlerine bağlı olarak gerçekleşti. 1870 Beyoğlu yangınından sonra, Beyoğlu'n-daki sefaretler, yabancı misyonlar, Levantenler kendilerine yeni yerleşme alanları ararlarken, bir yandan Ayaspaşa-Gümüş-suyu çevresine, öte yandan Taksim'den Şişli'ye doğru yöneldiler. Aynı dönemlerde Taksim-Harbiye-Maçka ekseninde inşa edilen büyük askeri ve resmi binalar, o-kullar, örneğin semte de adını veren Harbiye Mektebi çevrenin önemini artırdı. Yine aynı bölgede eskiden beri yerleşmiş olan, 19. yy'ın son çeyreğinde ise tercihen yerleşmeye başlayan gayrimüslim azınlıkların okul, dini yapı, hastane vb binaları bulunuyordu.

O zamanlara kadar çayırlar, çilek tarlaları, bahçelerle kaplı olduğu bilinen bugünkü Harbiye, Teşvikiye, Maçka sırtlarında 1870'lerden sonra askeri binaların yanında bahçeler içinde güzel konaklar da kurulmaya başlandı. Bugünkü Halaskârgazi Caddesi'nin batısında ise, kagir binalar, konutlar, konaklar yapıldı. Yine de 20. yy' in ilk on yılında caddenin bugünkü Rumeli Caddesi kavşağına kadar uzanan bölümünden sonra, yerleşme seyrekleşiyordu.

1881'de atlı tramvay Şişli'ye kadar uzadı. 1913'te Taksim'den gelen bu hat e-lektrikliye dönüştürüldü. Şişli'den ilerde Büyükdere Caddesi'nin(->) üzerine Tramvay Deposu yapıldı. Şehit Muhtar Bey (şimdiki Halaskârgazi) Caddesi ve çevresi t-ramvayın işlemeye başlamasıyla daha da önem kazandı ve bir konut bölgesi olarak gelişti.

1918 tarihli Necip Bey haritalarında Harbiye Mektebi önünde çatallaşan ve kuzeye, Şişli'ye doğru uzanan Şehit Muhtar Bey Caddesi'nin batısında daha eski bir konut yerleşme bölgesi, doğusunda ise Harbiye kavşağından kuzeye doğru bahçeler içinde Rus Hastanesi, varlığını bu-

gün de sürdüren, İnci Sineması'nın ve sıra dükkânların bulunduğu adadaki geniş bahçeli Ermeni Katolik Kilisesi ve Pangaltı Ermeni Lisesi binaları, boş arsalar, bahçeler ve oldukça ilerde Etfal Hastanesi görülüyor. 1934 tarihli istanbulRebberi'nde, Şehit Muhtar Bey Caddesi'nin güney bölümü artık Cumhuriyet Caddesi olmuştur. Harbiye önünde çatallaşan yol doğuya doğru Vali Konağı Caddesi olarak ayrılırken, kuzeye doğru Halaskârgazi Caddesi olarak devam etmektedir. Caddenin doğusu Gazi Halaskar (bugün Halaskârgazi) Mahallesi, güneybatısı Bozkurt, kuzeybatısı Cumhuriyet mahalleleridir.

1940'lardan itibaren cadde bugünkü görünümünü almaya başladı, iki tarafına önce apartmanlar sıralandı; daha sonraki yıllarda apartmanların alt katları dükkânlara, banka şubelerine dönüştü. 1960-1970 arasında kentin şık alışveriş merkezinin Beyoğlu'ndan Osmanbey'e doğru kay-masıyla caddenin iki yanında büyük dükkânlar, alışveriş merkezleri, içlerinde çok sayıda dükkân, sinema, kafe, eğlence yeri de olan pasajlar kuruldu. Günümüzde Halaskârgazi Caddesi, kentin kuzey kesimlerinin Taksim'le bağlantısını sağlayan ana ulaşım arterlerinden biri olduğu kadar, en önemli ve canlı alışveriş ve iş merkezlerinden biridir. Son yıllarda cadde, gidiş-geliş tercihli yol olarak düzenlenmiş; trafik yükü, bir bölümü Abide-i Hürriyet Caddesi'ne kaydırılarak hafifletilmeye çalışılmıştır. Caddenin doğu yakasında daha çok büyük bankaların şubeleri, alışveriş merkezleri ve pasajlar, Atatürk Müzesi, Gazi ve Kent sinemaları karşı yakada ise dükkânlar, işyerleri, tarihi Pangaltı Hamamı, ilk telefon santrallerinden de biri olan Osmanbey Postanesi, Şişli Vergi Dairesi, Site Sineması ve Pasajı, geniş bahçe içindeki Bulgar Eksarhhanesi Binası(~») vardır.

İSTANBUL

HALE VAPURU

Şirket-i Hayriye'nin 49 baca numaralı yandan çarklı son iki vapurundan biriydi; ö-teki ise eşi olan 50 numaralı Seyyale'dir. 1904'te, ingiltere, Glasgow'da Fairfield Shipb. Cop. tezgâhlarında buharlı yolcu vapuru olarak yapıldı. Pırıl pırıl parlayan pirinçten bacası ve zarif siluetiyle dikkati çekiyordu. Gövdesi çelik olup 184 gros,

Halaskârgazi

Caddesi'nin

Şişli yönüne

doğru


görünümü.

Yavuz Çelenk,

1994

Hale Vapuru

Eser Tutel koleksiyonu

87 net tonluktu. Uzunluğu 30,6 m, genişliği 5,9 m, sukesimi 2,6 m kadardı. İki genleşmek', 350 beygirgücünde buhar makinesi vardı. Yandan çarklıydı. Tam istim tuttuğu zaman saatte 14 mil kadar hız yapıyordu. Eşi Seyyale ile birlikte Boğaz postalarının en süratli vapuru olduğu için büyük rağbet gördü. Baştan kıça kadar u-zanan güvertesi açıktı, orta katta iki salonu, alt katta da iki kamarası vardı. Süvarisi Sezai Efendi Kaptan, başmakinisti Rıza Mustafa Usta idi.

I. Dünya Savaşı'nın çıkmasından bir süre sonra, 1915'te eşi Seyyale ile birlikte iskele ve Limanlar Kumandanlığı'nın emrine verilen Hale, Çanakkale ile istanbul a-rasında subay ailelerini taşıdı, sonra şirkete iade edildi. Şirket, bu iki yeni vapurunu filoda tutabilmek için çok uğraştıysa da bizzat Başkumandan Vekili Enver Paşa' nın ihtiyaç göstermesi üzerine yeniden ordunun emrine vermek zorunda kaldı. Gerçekten zarif, süslü ve her bakımdan sanat eseri olan kamaraları, kanapeleri, tahta aksamı çok kısa bir süre içinde baltalarla sökülüp parçalanarak çıkarıldı, iki vapur da yük, özellikle kömür taşıyacak hale getirildi. Aylarca Zonguldak'tan istanbul'a kömür taşıdı.

Hale, 12 yıllık bir tekneyken, 29 Temmuz 19l6'da, Boğaz'ın Karadeniz çıkışının doğusunda Rus denizaltısı Tjulen tarafından tahrip edilerek ağır hasar gördü ve dibe oturdu. Onarılmak amacıyla büyük zorluklarla istanbul'a çekildiyse de o-narılamadı. 1919'da enkazı hükümete bırakıldı.

ESER TUTEL

HALEP PASAJI

istiklal Caddesi 140 numaradadır. 1885'te Halepli M. Hacar tarafından kagir olarak yaptırılmıştır.

iki tarafında dükkân sıralarının bulunduğu orta geçidin üzeri kısmen tonoz örtülü, kısmen de açıktır. Pasajda, cadde ü-zerinde bir birahane, içerde Ballati'nin piyano ve müzik mağazası ile Onnik Poutc-hadjian'a ait başka bir birahane ve üst katlarda da banker ve tüccar büroları ile italyan mahkemesi vardı. Fakat yapıya gerçek ününü sağlayan, arka kısmına sonradan ahşap olarak inşa edilmiş ve pasajla giriş-çıkış bağlantısı bulunan Pera Sirki'dir (Cirque de Pera). Burası ilk yıllarda cambazların binicilik gösterilerine sahne olduysa da, 1899'da binada tiyatro ve ope-

HALEP VAPURU

498

T

499



HALI MÜZESİ

Sultan Ahmed Camii Hünkâr Kasn'nm Halı Müzesi olarak kullanılan binası. Yavuz Çelenk, 1994

Halep Pasajı'mn değişmeden günümüze ulaşan ön cephesi. Yavuz Çelenk, 1994

ra da oynatılabilmesi için bazı değişiklikler yapılır. Ancak esaslı değişiklik 1904'te-ki yangından sonra Mimar Campanaki'nin buraya ilk tiyatro binası şeklini vermesiyle olur. 1906'da adının "Varyete Tiyatrosu" olarak değiştirilmesinden sonra çeşitli Türk toplulukları da burada temsiller vermeye başlar. Cumhuriyet döneminde adı gene değiştirilerek "Fransız Tiyatrosu" olursa da, 1942'de "Ses Sinema ve Tiyatrosu" adını alır. İçerde ise, bir kenarında sahne ile, tam karşısında iki katlı balkon ve üç kenarında üç kat localarının bulunduğu dikdörtgen bir salonu vardır. Üst localarına da gene pasaj katlarından girilen bu salon, yoğun bezemeleriyle döneminin barok özelliklerini yansıtır. Çift yönlü tavan kirişleriyle, aralarındaki dikdörtgen boşluklarda oluşturulan floral göbekler yaldız bezemelidir ve locaların önlerinde de her katta tekrar eder. Fakat zamanla tavanlar değilse de localar bazı değişikliklere uğrar; bezemeleri dökülür, değişik renklere boyanır ve kadife koltuklar da yıpranır.

1963'te bakımdan geçirilerek "Dormen Tiyatrosu" olan salon, 1972'de tamamen bir sinema salonuna dönüştüyse de 1989' da Ferhan Şensoy tarafından tümüyle restore edilerek bugünkü son şeklini alır. Fakat bundan önce, 1984'te pasajın sahipleri olan Süreyya Paşa'nın torunları kat karşılığında bir inşaat şirketiyle anlaşarak, yalnızca ön cepheyi korumak şartıyla binayı tümüyle yıktırarak yerine betonarme bir işhanı inşa ettirmişlerdir. Ekim 1986'da tamamlanan bu yeni şekle göre arkadaki Yeşilçam Sokağı'na bakan parselin de eklenmesiyle iki uçtaki blok, ortada iki katlı dükkân sıralarından oluşan pasajla birleşir. 1989'da restorasyonu biten tiyatro da buradan iki dükkânın kiralanarak giriş

verilmesiyle pasaja bağlanır. Ayrıca gene aynı yıl, alt katta, Batı standartlarına uygun 350 koltuklu Beyoğlu Sineması'nın da hizmete girmesiyle burası Beyoğlu'nun kültürel ve sanatsal yaşamına katkıda bulunan bir yer haline gelir. Günümüzde pasajda bunlardan başka çeşitli bürolar ve konfeksiyon mağazaları ile birinci katta bir kafe-bar-restoran yer almaktadır. Özgün iç mimarisi tümüyle değiştirilen eski Halep Pasajı'ndan günümüze kalan tek şey ise, tamamen simetrik bir yapı sergileyen ön cephesidir. Orta aksta, iki yanında ikişer pencerenin bulunduğu ve iki katı içine alan, üzeri dairesel kemerli giriş kapısıyla, onun da üzerinde gene yanları çift pencereli, iki katlı kapalı bir çıkma yer almaktadır. Dördüncü katta ise, çıkmanın üzeri balkon şeklinde düzenlenmişken, üzerindeki saçak silmesinden beşinci katın daha geç dönemde yapıldığı anlaşılmaktadır. Her katında ayrı tip bezemenin kullanıldığı bu neorönesans cephenin en dikkat çeken yönü, ikinci kat pencereleri üzerindeki alınlıklara yerleştirilmiş insan başı kabartmaları ve floral bezemelerle, çıkmanın üzerindeki armadır. Ayrıca giriş kapısının üzerine kazınmış olan biri Fransızca, diğeri de Arap harfleriyle yazılmış "1885 Halep Çarşısı" yazıları bugün de durmaktadır.



Bibi. And, Tanzimat; Annuaire Oriental, îst.,

1889; Cezar, Beyoğlu; G. Akçura, Beyoğ-



lu'ndan Bir Kesit, Ses (1885-1991), ist., 1991.

SEZA DURUDOĞAN



HALEP VAPURU

Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Yandan çarklı bir yolcu vapuruydu. Bağdat(->) ve Basra(->) adlarında iki de eşi yardı. Üçü de zarif ve güzel vapurlardı. Üçü de beyaza boyanmıştı, yalnız bacaları siyahtı. Bir Alman şirketi olan Anadolu-Bağdat Demiryolu Şirketi tarafından, Köprü-Hay-darpaşa arasında tren yolcularını taşıması için 1904'te Almanya, Kiel'de, Howaldts-werke tezgâhlarında inşa ettirildi. 434 grostonluktu. Uzunluğu 54 m, genişliği 7 m, sukesimi 2,8 m kadardı. 900 beygirgücün-de tripil buhar makinesi vardı. Idare-i Mahsusa adlı denizcilik kuruluşuna bedeli Köprü-Karaköy hattı gelirinden taksitlerle ödenmek üzere yaptırılmıştı. Ödemelerin çok az miktarda olmasına karşılık faiz oram çok yüksekti. Öyle ki, borç 200 yılda bile ödenemeyecekti. Ama sonunda üç vapur da 28 Ağustos 1910 günü Seyr-i

Bir kartpostalda Halep Vapuru.

Eser Tutel koleksiyonu

Sefain İdaresi'ne teslim edildi. Halep daha çok Köprü-Haydarpaşa-Kadıköy, Köp-rü-Adalar, Köprü-Moda-Kalamış hatlarında çalıştırıldı. 1954'te denge sorunları nedeniyle kadro dışı bırakılarak satıldı.

ESER TUTEL

HALET EFENDİ

(l 760 ?, istanbul -1823, Konya) II. Mah-mud'un siyasetini, 15 yıl boyunca etkileyen devlet adamı, danışman ve diplomat. Asıl adı Seyyid Mehmed Saîd'dir.

Kadı Kırımî Hüseyin Efendi'nin oğlu o-lan Halet Efendi, medrese öğrenimim tamamlamadan Meşihat (Şeyhülislamlık) Kalemi'ne girdi. Burada özel eğitim gördü. Kayrılarak ilmiye sınıfına alındı. Reisülküt-tab Mehmed Rüşdî Efendi'ye mühürdar yardımcısı oldu. Rüşdî Efendi'nin bir kültür yuvası konumundaki konağında tarih, edebiyat söyleşilerine katıldı. Rumeli Valisi Ebubekir Sami Paşa'ya danışman olarak Manastır'a gitti. Oradan, Ohrili Ahmed Paşa'ya kapılandı ve kethüda oldu. Ardından Mora'ya geçti ve Yenişehir Feneri naibinin kethüdalığmı üstlendi.

istanbul'a dönünce Galata Mevlevîha-nesi'nde Şeyh Galib'e mürit oldu. Edebiyat bilgisi, şiir, yazı ve konuşma yeteneği ile Şeyh Galib'e arkadaşlık etti. Bir yandan da İstanbul'un renkli ve coşkulu ab âlemlerine(->) katıldı. Geçimi için, Zahire Nazırı Rasih Efendi ile Kasapbaşı Hacı Mehmed Ağa'ya hizmet etti. Fenerlilerle ilişkisini, donanma tercümanı Kalimaki' ye kâtiplik, oğluna da Türkçe öğretmenliği yaparak başlattı.

Rikâb-ı Hümayun Kethüdası Mustafa Râşid Efendi'nin aracılığı ile beylik kesedarı yardımcılığı göreviyle hacegân sınıfına katıldı. Aldığı ilk önemli diplomatik görev Napoleon'un konsüllüğü sırasında 30 Aralık 1802'de başlayan Paris elçiliğidir. Ancak İstanbul'dan 20 Temmuz 1803'te hareket edebildi. 11 Eylül 1806'da dö-nünceye değin, Paris'te pek çok olayın tanığı oldu. Siyasete ilgi duydu. Gözlem ve birikimleri, İstanbul'a bambaşka düşüncelerle dönmesini hazırladı.

1807'de Divan-ı hümayun beylikçisi, aynı yıl rikâb-ı hümayun reisülküttabı oldu. İngilizlerle ilişki içinde olduğunun IV. Mustafa'ya (hd 1807-1808) ihbar edilmesi üzerine Kütahya'ya sürüldü. 1808'de bağışlanarak İstanbul'a döndü. II. Mahmud' la onun gizli danışmam Re'fet Efendi arasında aracılık etti. Re'fet Efendi ölünce kendisi danışman oldu. Bağdat Valisi Süleyman Paşa'nın idamı, yerine Said Paşa' nın getirilmesi göreviyle İstanbul'dan ayrıldı. Bu görevini iki yılda yerine getirdikten sonra İstanbul'a döndü.

1811'de rikâb-ı hümayun kethüdalığı-na, ardından nişancılığa da atandı. O dönemde padişaha en yakın kişi oldu. 12 yıl süren görevi boyunca İstanbullular kendisine "devlet kethüdası" sanını uygun gördüler. Herkes işini Halet Efendi ile bitiriyordu. Taşra eşrafı ve valiler sorunlarım onun aracılığı ile padişaha ulaştırıyorlardı. Rumların ve Fenerlilerin Balkanlar'

da ve Yunanistan'da gizli olarak başlattıkları bağımsızlık hareketine olasılıkla el altından destek veren Halet Efendi, devletin iç ve dış sorunlarının ağırlaşmasında rol oynadı. Fenerlilerin tercümanlıklara, Eflâk ve Boğdan beyliklerine atanmalarında rol oynadı. Dostu Kalimaki Beyzade İskerlet Sarı Bey'i Eflâk voyvodalığına tayin ettirdi. Bir yandan da Yeniçeri Ocağı'nın ağalarıyla iyi geçindi ve II. Mahmud'un ocağı ıslah etme girişimlerini engelledi. Bu amaçla da ülkenin kimi bölgelerinde ayaklanmalar çıkmasını gizlice teşvik etti. Ya da kimi vali ve ayanları ayaklanmış gibi gösterdi. Onun bu korkunç politikasına kurban gidenler arasında Tepedelenli Ali Paşa da vardır. Taşra eşrafından ve valilerden sağdığı rüşvetin bir bölümünü Yeniçeri Ocağı'na aktarıyordu. II. Mahmud, Halet Efendi'nin çevirdiklerini bilmekle birlikte yeniçerileri kızdırmamak için onu cezalandırmaktan çekiniyordu.

Sadrazam Mehmed Emin Rauf Paşa dürüstlüğüne ve çalışkanlığına karşın, Halet Efendi'nin isteğiyle görevden alındı. II. Mahmud'un, bu genç vezirin idamına "Kallavi kavuk pek yakışıyor, kıyamam!" diyerek izin vermediği bilinir. Kendisini ortadan kaldırmak için harekete geçen Sadrazam Benderli Ali Paşa'yı 1821'de azlettirdi ve idamına neden oldu. Ali Paşa'nın "Neden önce padişaha danıştım? İlkin idam ettirmeli, sonra sormalıymışım!" demesi unutulmamıştır. Fakat Halet Efendi'nin en büyük kötülüğü Yunan ayaklanmasını körüklemesi ve bu ayaklanmayı önleyecek Tepedelenli ailesini ortadan kaldırtması olmuştur. II. Mahmud, onu daha fazla yanında tutamayarak 1823'te ilkin Bursa'ya sonra Konya'ya sürgüne gönderdi.

İstanbul'un edebiyat ve tarikat çevreleri kendisini kurtarmak için çalıştılar. Galata Kadısı Keçecizade İzzet Molla bunların başında gelir. Bu çabasını Mihnetke-şarida. Yedim, Halefin nân ü ihsanını / Çalıştım halâs etmeğe canını dizeleriyle anlatmıştır. Sonuçta, karşıtlarının etkisinde kalan II. Mahmud, hassa hasekisi Mehmed Arifi Konya'ya göndererek Çelebi Efendi'nin konuğu olan Halet Efendi'yi boğdurttu. Kesilen başı İstanbul'a getirildi. Naaşı Konya'da gömüldü. İbret taşına konan başı, önce Galata Mevlevîhane-si'ne, çıkan dedikodular yüzünden de buradan alınıp Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergâhı'nın haziresine gömüldü. 1841' de ise başı, ikinci kez Galata Mevlevîha-nesi'ne gömülmüştür.

İstanbul'a korkularla dolu bir 10 yıl yaşatan Halet Efendi'nin adı etrafında pek çok olay anlatılagelmiştir. İstanbul'un barışsever ve hoşgörülü ortamında, onun en basit suçlar için bile idam önermesi, olasılıkla bazıları da uydurma öykülerin, fıkraların anlatılmasına yol açmıştır. Örneğin bir seferinde, idam edilecek kişinin gençliğini gerekçe gösterip bağışlanmasını dileyenlere, "Buna genç, yazıktır; ötekine ihtiyar, günahtır diyorsunuz. Her zaman orta yaşlıyı nereden bulalım?" dediği ileri sürülür. Galata'da dükkânın önünden geçer-

ken kendisini selamlamayan berberin idamı için hüküm çıkarttırmış, fakat ricalden biri "Efendi hazretleri ona ilişmeyin, benim hususi berberimdir!" deyince "Öyleyse o sokaktaki bir başka berber idam edilsin!" demesi meşhurdur. Halet Efendi'nin kendi görüşlerine karşı çıkan ya da hoşlanmadığı kişileri ortadan kaldırma tutkusu, İstanbul'da çok sayıda günahsızın ölüme sürüklenmesine yol açmıştır.

Buna karşılık konağı, İstanbul'un başlıca kültür yuvalarından biri olmuştur. Kin duyduğu fakat idam ettirmediği gibi saygı gösterdiği Morali Osman Efendi'ye karşı bu tutumunun nedeni sorulduğunda "O bir İstanbul efendisidir!" demesi unutulmamıştır.

Halet Efendi'nin Zinetü 'l-Mecâlis adlı eseri Divan 'ı ile birlikte basılmıştır (İst., 1842). Galata Mevlevîhanesi'ne bir sebil ve bir kütüphane yaptırmış olup buraya bağışladığı kitaplar, günümüzde Süleymani-ye Kütüphanesi'ndedir.

Bibi. Ahmed Resmî, Halifetü'r-Rüesa, îst., 1269, s. 157-161; Abdurrahman Şeref, Tarih Söyleşileri, ist., 1980, s. 28-36; E. Z. Karal, Halet Efendi'nin Paris Büyükelçiliği, ist., 1939; Tarih-i Cevdet, VIII, 315, X, 210 vd, XI, 178; Fatin, Hâtimetü'l-Eş'ar, ist., 1271, s. 54-55; M. Tekindağ, "Halet Efendi", M, V/l, 123-125; F. N. Uzluk, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, Ankara, ty, s. 29-37; Sicill-i Osmanî, II, 102. NECDET SAKAOĞLU

HALET EFENDİ KÜTÜPHANESİ

bak. GALATA MEVLEVÎHANESİ



HALI MÜZESİ

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, Sultan Ahmed Camii'nin hünkâr kasrında çeşitli vakıf abidelerden ve depolarından derlediği halı ve kilimlerle açmış olduğu müze.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onarım çalışmalarında yerinde kullanamadığı mimari elemanlar; cami, dergâh, türbe, medrese, imaret gibi yapılardan çeşitli nedenlerle toplanmış teberrükât eşyaları sağlık-

lı olmayan depolarda korunmaya çalışılıyordu.

Vakıf teberrükât ambarlarında ve depolarında sanat tarihi yönünden değerli halı, kilim, sumak, cicim gibi yaygıların da bulunduğu dikkati çekmiş ve onların yeni bir müzede sergilenmesine karar verilmiştir. Önceden bu halı ve kilimler ilkel koşullar altında Yavuz Sultan Selim Med-resesi'nde (Halıcılar Medresesi), Şehzade Camii İmareti ve Yeni Cami Hünkâr Kas-rı'nın altındaki depolarda korunmaya çalışılıyordu. Ayrıca vakıf camilerindeki teberrükât eşyaları da uzmanlarca incelenmiş, eski eser niteliğinde olanlar Halı ve Kilim Müzesi'nde sergilenmek için koruma altına alınmıştır.

Uşak, Bergama, Kula, Konya, Kırşehir, Ladik, Kafkas ve Kazak kökenli bu halılar öncelikle 1972'de Yapı ve Kredi Bankası' nın Galatasaray'daki galerisinde sergilenmiş, bu sergi ilgi ile karşılanmıştı. Bunun ardından onarılan Sultan Ahmed Camii' nin hünkâr kasrında 1979'da bu halılar Halı Müzesi ismi altında ziyarete açılmıştır. Burada sergilenen halı ve kilimlerin bakımları yapılmış, sonra da çerçevelere gerilmiş, brandalara uzmanlarca dikilmiştir. Bu arada Divriği Ulu Cami'den 1978'de çalınmış 22 halı ile l kilim 1982'de Kay-seri'de bulunmuş, müzeye getirilerek koleksiyonlar daha da zenginleştirmiştir.

Müzedeki en erken tarihli halı 14. yy' dan kalma beylikler dönemi halisidir. Divriği Ulu Cami'de bulunan bu halının 13. yy'da Mengüceklilerce dokunduğu da ileri sürülmüştür. Müzede Türk düğümü tekniğiyle Anadolu'da dokunmuş halılar çoğunlukta olup bunlardan 15. yy'dan kalma hayvan figürlü halı ise bir başka değerli örnektir. Bununla hayvan figürlü halılar grubuna yeni bir örnek kazandırılmıştır. Müzedeki bir başka hayvan figürlü halı ise 18. yy'a tarihlenmektedir.

Bergama yöresine ait olduğu sanılan bir başka halı Halbein kompozisyonlarına benzer, ortasındaki sekizgenin çevre-



HAIİC-İ DERSAADET ŞİRKET-İ 500

501


HAIİÇ

su vadisine dönüşmüştür. IV. Zaman'da, son buzul çağı sonrasında (buzulların erimesiyle) denizler yükselince (Flaman taşkını) sular derin vadiyi istila etmiş ve istanbul halici meydana gelmiştir. Bir akarsu gibi menderes çizen, girintileri, çıkıntıları, küçük koyları ve burunları bulunan, güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda uzanan Halic'in ağzı ile Kâğıthane ve Alibey-köy derelerinin bitimi (denize dökülüşü) arasında yaklaşık 8 km mesafe vardır. Ağız kısmım saymazsak maksimum genişliği 700 m'yi geçmeyen, derinliği ağız kısımlarında 40 m'yi aşkınken gerek alüvyon birikmesi, gerekse kent atıkları nedeniyle uç kısmına doğru, özellikle Halıcıoğlu-Eyüp arasında 3 m'den daha sığlaşan, hattâ aynı nedenlerle üzerinde yer yer adacıklar oluşmuş bulunan Haliç, kentin merkezinde yer almasına rağmen çağlar boyu, her iki yanındaki yamaçlan bahçe ve bağlarla, meşe, akasya, servi ya da meyve a-ğaçlarıyla, sakin suları, şirin koylarıyla kıyılarında mesireye gelinen, temiz hava solunan, balık tutulan yemyeşil ve masmavi bir doğa harikası olarak kaldı. Ama iki bin yıla yakın süreyle böyle korunan Haliç, son yüzyılın birkaç çeyreği içinde sanayi atıklarının, kanalizasyon sularının, mezbaha artıklarının berbat ettiği bir pislik yuvası haline geldi.

Halic'in yer aldığı ana kitle karboni-

si çengel motifleriyle zenginleştirilmiştir. Bu örneklerin yanısıra Batı Anadolu ve iç Anadolu'nun 16-17. yy halıları ile de müzede karşılaşılmaktadır. Madalyonla, yıldızlı Uşak, Bergama, Konya, Çanakkale, Iran (Kirman), Türkmen, Yörük halıları, 18. yy Ladik, Gördes ve Kula seccadeleri de koleksiyonları tamamlamaktadır.

Müzenin ilginç bölümlerinden birisini de 16-18. yy'larda önemli bir halı yapım merkezi olan Uşak ve çevresinde dokunmuş halılar meydana getirmektedir. Yıldız, madalyon, kuş motifli bu halıların bazılarının zemini Çin bulutlarıyla bezenmiştir. 16. yy'm sonlarına tarihlenen vazo motifli Iran saray halısı, 16-18. yy' larda dokunmuş Kafkas motifli Anadolu halıları da onları tamamlamaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Halı Müze-si'nin yamsıra yine Sultan Ahmed Camii' nin mihrap duvarı altındaki boş mekânı düzenlemiş ve 25 Nisan 1982'de Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi ismiyle ziyarete açmıştır. Böylece Türk kilim ve düz dokuma yaygıları ilk kez başlıbaşı-na bir müze olarak sergilenmiştir. Vakıf camilerinden seçilmiş kilim, cicim ve zili dokumalardan 67'si buradaki üç salonda sergilenmişti.

Müzenin bu bölümündeki kilimlerde ortak desen ve dokuma özelliklerini yansıtan örneklerle karşılaşılmaktadır. Türkmen ve^Yörüklerce dokunmuş kilimler, Osmanlı saray kilimleri, halı sanatındaki boşlukları dolduracak niteliktedir. Geometrik desenli kilimlerin yamsıra saz üslubunda dokunmuş, çiçekli bezemeli Osmanlı saray ve çadır kilimleri de yine burada sergilenmişti.

Halı Müzesi'nin Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Bölümü aşırı rutubet nedeniyle 1990'da kapatılarak buradaki eserler toplanmıştır. Rutubeti önleyici çalışmalar ve onarım yapıldıktan sonra yeniden açılması düşünülmektedir. Halı Bölümü ise ziyarete açıktır.



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   118   119   120   121   122   123   124   125   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin