I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə121/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   139

BibL Ayvansarayî, Hadîka, I, 87-88; F. Aya-noğlu, "istanbul'da Yola Kalb Edilen Cami Ve-

saire", VD, VIII (1969), s. 333; Demircanlı, Evliya Çelebi, 106; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 310; 1. E. Erün-sal, Türk Kütüphaneleri Tarihi, II, Ankara, s. 50-51; Evliya, Seyahatname, I-II, ty, 213; Eyi-ce, istanbul, 75; Fatih Camileri, 114-115; Kumbaracılar, Sebiller, 20-21; Kütükoğlu, istanbul Medreseleri, 325-327; Kütükoğlu, Darü'l-Hila-fe, 154; Müller-Wiener, Bildlexikon, 418; Öz, istanbul Camileri, I, 66; (Altınay), Onbirinci Asırda, 34-35.

AHMET VEFA ÇOBANOĞLU

HAFIZ BURHAN

bak. SESYILMAZ, BURHAN



HÂFİR TÜRBESİ

Eyüp llçesi'nde, Apdülvedut Mahallesi'n-de, Eğrikapı'nın hemen yanında yer almaktadır.

Hâfir Türbesi, Ayvansaray-Eğrikapı kuşağında yoğunlaşan mütevazı sahabe ma-kamlarmdandır. Üçgen bir alanı kaplayan türbe, sırtını Eğrikapı'nın kuzeyindeki burca dayamakta, güney ve batı yönlerinde moloz taş örgülü, sıvalı duvarlarla kuşatılmış bulunmaktadır. S. Ünver bu makamın L Mahmud döneminde (1730-1754) darüs-saade ağalarından Hacı Beşir Ağa tarafından keşfedildiğini rivayet eder. Eğrikapı' ya bitişik olan dikdörtgen açıklıklı kapının üzerindeki kitabede ise, türbenin 12517 1835'te II. Mahmud tarafından ihya edildiği belirtilmektedir. Yesarîzade Mustafa izzet Efendi'nin (ö. 1849) ta'lik hattı ile yazılmış olan manzum kitabenin metni Sah-haflar Şeyhizade Esad Efendi'ye (ö. 1848) aittir. Kitabenin üzerinde, beyzi bir madalyonun üzerinde II. Mahmud'un tuğrası yer alır.

Türbenin duvarlarında, ampir üslubunda demir parmaklıklarla donatılmış olan 6 adet dikdörtgen pencere sıralanmakta, kabrin başucunda silindir biçiminde, ki-tabesiz bir şahide, ayakucunda da çevredeki mezarlıktan getirilmiş bir taş bulunmaktadır.



BibL Ünver, Sahabe Kabirleri, 39-40; işli, Sahabe, 41-42; M. Hocaoğlu, istanbul'daki Sahabe Kabirleri, ist., 1987, s. 106-107; Demiriz, Türbeler, 39.

M. BAHA TANMAN



HAFİYELİK

Günlük olaylara ve olası gelişmelere, örgütsel faaliyetlere ilişkin duyumları jurnal denen raporlarla II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'ndaki özel bürosuna aktaran gizli polis ve ihbar örgütü. Türkiye'deki ilk gizli haber alma örgütü sayılır. Jurnalcilik da denmiştir. Resmi adı Umur-ı Hafiye olup ser-hafiye-i şehriyarî denen bir saray görevlisinin yönetimindeydi. 1908'de II. Meşrutiyet ilan edilince hafiyelik yasaklanmış, örgüt de dağıtılmıştır.

Başkent istanbul'u sürekli denetimde tutmak isteyen her padişah ve sadrazam, kendi dönemlerinin koşullarına göre istihbarat yöntemleri uygulamışlardır. Örneğin, Bostancı Ocağı'nda(->) bir sınıf oluşturan hasekilerden seçilen tebdil hasekileri, halk arasında dolaşarak önemli duyumları saraya ulaştırmaktaydılar. Ayrıca, enderun a-

ğalan da değişik kıyafetlerle kente çıkar, çarşılarda, camilerde, asker ocaklarında konuşulanları, hattâ vezir konaklarında-ki toplamdan izlerlerdi. Amaç, ayaklanma ve komplo girişimlerini, yönetimden yakınma olup olmadığını öğrenmekti. 17. yy'dan başlayarak padişahlar da kentin kalabalık semtlerinde tebdil gezerek doğrudan bilgiler ve duyumlar edinirlerdi.

Yeniçeri ve Bostancı ocaklarının kaldı-rdmasından sonra bu tür istihbarat görevlerini mabeyin mensupları yapmaya başladılar. II. Mahmud (1808-1839), Abdül-mecid (1839-1861), özellikle de Abdüla-ziz (1861-1876) dönemlerinde hafiye denen, saray görevlileri, edindikleri duyumları saraya aktarıyorlardı. Kimileri ise böyle bir görevleri olmadığı halde kendileri hakkında "hafiye imiş" kanısını uyandırarak çevrelerindekileri korkutuyorlardı.

II. Abdülhamid (hd 1876-1909) amcası Abdülaziz'in ve ağabeyi V. Murad'ın tahttan indirilmeleriyle (1876) sonuçlanan darbelerde istihbarat noksanlığının bu eylemleri kolaylaştırdığı kanısına varmış; Çerkeş Hasan Olayı(-0 ve Çırağan Olayı'hın(-0 ardından, halkı, orduyu, hükümet üyelerini sıkı bir denetimde tutmayı bir gereklilik olarak görmüştü. Aşın düzeyde kuruntulu oluşu, Yıldız Sarayı'ndan ayrılmayışı, ama istanbul'da hattâ ülkenin dört bir yanında neler olup bittiğini öğrenmeye a-şırı istek duyuşu da bu gerekliliği kaçınılmaz kılmıştı. Pek çok gizli örgütün varlığı, eylemler ve ayaklanmalar ise bir haber alma sistemini gerektirmekteydi. Sonuçta, 1880'e doğru Yıldız Sarayı'nda bir ser-hafiye-i şehriyarînin yönetiminde u-mur-ı hafiye dairesi oluşturuldu. Eskiden, istanbulluların en onursuz iş saydıkları "ihbarcılık", bu kez "jurnalcilik" olarak parlak bir meslek, konumuna geldi. 1890' lı yıllarda Jön Türk hareketinin giderek daha etkili olması nedeniyle de istanbul dışında, Selanik, Manastır, Edirne vb merkezlerde de hafiyeler bulundurulmaya başlandı. Hafiye örgütüne destek vermeyen, saraya jurnal sunmayan kamu görevlileri, haklarında kuşkular uyanmasından korkmaya başladılar. Öte yandan jurnal verenler, rütbeler, yeni görevler ve ödüllerle saygınlık kazanmaktaydılar. Hafiyeler görevlerini kusursuz yaptıklarım kanıtlamak için, her gün gerçek ya da düzmece jumallar vermekteydiler. Özellikle siyasal hareketlerin arttığı zamanlarda bir günde saraya 3-5 bin jurnal verildiği oluyordu. Bunlar, ilgili büroda incelemeye alınıyor, fakat II. Abdülhamid, gelenlerin hemen tamamıyla doğrudan ilgileniyor; "Beş bin jurnalden ikisi doğru ise durum vahim demektir!" diyordu. Sözde Zaptiye Nezareti'ne bağlı olan ve 21 merkeze ayrılan hafiyelik örgütü, vezirlerin konaklarına kadar giren personel ve cariyelerle, selamlık dairelerindeki uşak ve ayvazlarla İstanbul'un en kalabalık ve korku uyandırıcı kuruluşuydu.

İstanbul, birbiriyle bağlantısı olmayan 21 hafiye örgütünün, geceli gündüzlü de-netimindeydi. "Merkez" denen bellibaşlı semüer, birer başhafiyenin yönettiği çok

HAFSA SULTAN TÜRBESİ

494

495

HAKKAKIIK

sayıda hafiyece izleniyordu. Merkezler; Yıldız ciheti (Sarıyer'e kadar), Babıâli, askeri okullar, Beyoğlu ciheti, İstanbul ciheti ve mevlevihaneler, Üsküdar ciheti, Çamlıca ve şehzadelerin köşkleri, Serasker Ka-- pisi (Beyazıt), Fatih ciheti, medreseler, Şeyhülislamlık, odalar ciheti, Liman Dairesi, Bakırköy ve Yeşilköy, Şişli ciheti, Tersane, Zaptiye Nezareti, Kadıköy ciheti, Beykoz'a kadar Anadolu yakası, tekkeler ve zaviyelerdi. Hafiyelerin belli büroları, karakolları yoktu. İzinsiz arama yapabilirler, gece gündüz dolaşırlar, halkın evlerini basarlar, gerekirse suç öğesi bırakırlardı. Buluşma yerleri kahvehaneler, mezarlıklar, kalabalık yerlerdi. Örgüt mensupları dört sınıfa ayrılmıştı. Tabaka-i bâlâ denen birinci sınıftakiler, saray erkânındandı. Bunlar jurnallarım doğrudan padişaha sunarlardı. İkinci sınıf hafiyeler, İstanbul'da ve başka vilayetlerde denetim yapmakta, gerektiğinde halk arasına dedikodu yayıp sonuçlarını jurnal etmekteydiler. Dış merkez-deİciler, sık sık "mühim maruzat için Der-saadet'e celbimi arzederim" yollu bir telgraf çekip izin aldıktan sonra İstanbul'a gelirlerdi. Üçüncü sınıf hafiyeler, birinci ve ikinci gruptakilerin maiyetinde görev yaparlar ve başhafiyelerine göre bunlara "Tahsin Paşa avanesi", "Ebülhüdâ avane-si", "Fehim Paşa avanesi" gibi adlar verilirdi. Dördüncü sınıftakiler genellikle kamu görevlileriydi. Bunlar, jurnalları karşılığında ödüllendirilirlerdi.

Kendilerinden en çok çekimlen ünlü ser-hafiyeler, Fehim Paşa, İzzet (Holo) Paşa, Selim Melhame, Necib Melhame, Sansür Kemal, Baba Tahir, Tüysüz Tayyar, Andon Köçeyan, Basurcu Agâh Paşa, Hafiye Ah-med Paşa idi. II. Meşrutiyet ilan edilince yurtdışına kaçmaya çalıştılar; bazıları i-dam veya linç edildi. Lağvedilen hafiye örgütü, İstanbulluların nefret kaynağı oldu. Yıldız Sarayı'nda biriken yüzbinlerce jurnal ise 31 Mart Olayı'ndan sonra sandıklarla Harbiye Nezareti'ne götürüldü. Balkan Savaşı sırasında tamamı yakıldı. Böylece, haklarında bir belge çıkacağı korkusu ile kâbuslar yaşayan İstanbul halkı toptan aklandı.

Hafiyelik ve jurnalcilik, II. Abdülhamid dönemine ait anılarda en çok işlenen konulardandır. Küçük Said Paşa, anılarında, hafiyelerin kendisini nasıl izlediklerini ve çektiği sıkıntıları, evine gelen kavun sepetlerinin bile kontrol edildiğini, vezir konak-larındaki sırnaşık hafiyeleri, bunların jurnal uyduruşlanm, padişahın hafiyelere belge çaldırışını; mabeyin başkâtiplerinden Mehmed Tevfik Bey, padişaha rüya anlatmaya gelenleri, pek cahil kişilerin yazdıkları ipe sapa gelmez jurnalları, tutuklanan hafiyeleri; Halil Sedes, hafiyelerin duyum uydurmalarını, her gün saraya ortalama 2 bin dolayında jurnal geldiğini, hafiye örgütünün "gestapo" denen korkunç teşkilatın bir örneği olduğunu vb anlatmışlardır.



Bibi. Mahmud, Hafiyelerin Listesi, I-II, îst., 1909; Said Paşa, Antlar, ist., 1977, s. 80 vd.; Mehmet Tevfik Bey (Biren), //. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hâtıraları, I, ist.,

1993, s. 21 vd; H. Sedes, "Abülhamid II ve Vilhelm II", Tarih Dünyası, S. 6; Osman Nu-ri-Ahmed Refik, Abdülhamid-i Sâni ve Devr-i Saltanatı, I-III, ist., 1327, A. Tugay, ibret, I-II, ist., 1962.

NECDET SAKAOĞLU

HAFSA SULTAN TÜRBESİ

bak. SULTAN SELİM KÜLLİYESİ



HAHAMBAŞniK

Yahudilerin dinsel önderliği. Osmanlı ülkesinde yaşayan Yahudileri yakından tanıyan II. Mehmed (Fatih) İstanbul'un fethinden sonra Bizans dönemi Yahudi cemaati lideri Haham Moşe Kapsali'yi huzuruna çağırarak kendisine hoca diye hitap etti ve altın ve gümüş hediyelerle onurlandırdı. Yahudi toplumunun düzen ve yaşamının teşkilatlandırılmasını da kendisine emanet etti. Hahambaşı sıfatı ile görev yapan Kapsali'nin yetkileri ve sarayla ilişkileri açıklıkla bilinmemektedir. Ancak bazı Rum kaynakların Fatih'in tüm gayrimüslimleri -bu arada Yahudileri de- Rum Ortodoks Patriği II. Gennadios'a bağladığı iddiasında isabet yoktur. Zira Fatih Edirne' den yakinen tanıdığı Yahudilerin Ortodokslar ile hiçbir ortak yanlarının bulunmadığını ve dini liderlerinin hahambaşı olması gerektiğini bilmekteydi.

Yahudiler tarafından ödenen vergilerden biri de "cizye-yi rav" veya "rav akçesi" idi. Bir hahambaşıya sahip olabilme hakkının karşılığı olarak kabul edilen bu sembolik verginin sarayca mı talep edildiği, yoksa cemaat tarafından mı önerildiği tartışmalıdır.

Kapsali'nin siyasi ve ruhani bir lider o-larak hareket etmesi ve saraya sık sık davet edilmesine karşın halefi Eliyau Mizra-hi, esas itibariyle aynı yetkilerle donanmış olmasına rağmen biraz da özellikle İspanya'dan gelen göçmenlerin katkısı ile cemaat yapısının değişmesi sonucu, cema-



Haim Moşe Becerano

Naim Güleryüz koleksiyonu

atin mali konuları ve vergilendirilmesi ile bizzat uğraşmayacağını belirtti. Mizrahi cemaatinin ruhani liderliğini yürütürken mali konulan "kahya" diye anılan Rabbi Saltiel düzenliyor, vergileri topluyor ve ö-düyordu. Saray ve hükümet ile sık sık temasları sonucu da cemaatin en önemli kişisi haline gelmişti. Düzene uyum gösterildiği, kurallara uyulduğu ve vergiler hazineye muntazam ve kesintisiz ulaştığı sürece devlet, bu görevlerin kimin tarafından yürütüldüğü ve sıfatı konusuyla pek ilgilenmiyordu.

Nitekim gerek 15. yy'dan, gerek 16. yy'dan kalan resmi kayıtlarda "metropo-lid-i yahudiyan-ı İstanbul!" terimine rastlanmaktadır. Hiyerarşik bir ruhban sınıfına sahip olmayan Musevilikte metropolit sıfatı bulunmamakla beraber bazı resmi makamlar Hıristiyanlık yapısındaki bu deyimi Yahudiler için de kullanmakta bir mahzur görmemişlerdir.

Hahambaşılık diye anılan makamın tüm Osmanlı Yahudilerini mi, yoksa sadece bir cemaat mensuplarını mı temsil ettiği de tartışmalı olmakla beraber fiili durum gerek Kapsali'nin, gerek Mizrahi'nin Osmanlı hükümdarları tarafından başkent ha-hambaşısı olarak tüm Yahudiler adına muhatap kabul edildiğidir.

Mizrahi'nin ölümünü (1526) takiben İstanbul Romanyot ve Sefaradları bir aday konusunda anlaşamayınca bu makam boş bırakıldı. Görevin ifası geçici olarak Tam ben Yahya'ya verildi. Daha sonraki yıllarda İstanbul Yahudileri hahambaşılarım kendi aralarında seçerek sonuçlarını devlete bildirmekle yetindiler. Ne var ki bu yöntemle Yahudiler, Rum ve Ermenilerin aksine, padişah beratına sahip ve makamı resmen tanınmış bir liderden yoksun kaldı. Takvim-i Vekayi'nin 23 Şevval 12507 22 Şubat 1835 tarihli sayısından anlaşılacağı gibi, II. Mahmud dönemi ıslahatları ışığında Yahudiler de Babıâli'ye müracaat ile "Sultanın sadık ve eski reayalarından olan Yahudilerin de manevi liderlerine resmen berat verilerek Babıâli'de is'ad edilmesini" talep ettiler. Talep uygun görülürek kabul edildi ve 1835'te Abra-ham Levi resmen berat alan ilk hahambaşı olarak göreve başladı.

Kayda değer bir husus Eliyau Mizrahi'nin ölümünden sonra hahambaşılık makamının 19. yy'a kadar neden boş kaldığı veya bırakıldığıdır. Shmuelewitz'e göre mevcut değişik cemaat ve toplulukların kimi hahambaşı seçeceklerine dair bir anlaşmaya varamamış olmaları, değişik kökenli topluluklar arası keskin fikir aykırılıkları nedeniyle tüm eğilimleri temsil edecek yetenekte birinin bulunamaması ve bu sorumluluğu yüklenmeye hazır bir adayın veya adayların çıkmaması gibi ihtimallere bağlı olabilir.

1862'de İstanbul Yahudileri arasındaki aydın-tutucu çekişmesinin ciddi boyutlar alması üzerine Abdülaziz, Fuad Paşa'nın teşviki ile, 2 Safer 1280/19 Haziran 1863'te Edirne Hahambaşısı Yakir Geron'un İstanbul'a gelerek hahambaşı kaymakamı sıfatıyla göreve başlamasını, 21 Safer 1280/7

David Asseo

Naim Güleryüz koleksiyonu

Temmuz 1863 tarihli iradesi ile de Yahudi cemaatinin 1856 tarihli Islahat Fermam esasları dairesinde bir reform tasarısı hazırlayarak onay için Babıâli'ye sunmasını emretti. Judeo-Espanyol dilinde hazırlanan ve Babıâli'ye Türkçe çevirisi sunulan Hahamhane Nizamnamesi Takvim-i Vekayi'de ilan edildi ve 19 Zilhicce 1281/ 3 Mayıs 1865'te yürürlüğe girdi.

5 ana fasılda toplanmış 48 maddeden ibaret nizamnamede hahambaşmın seçimi, görevleri Meclis-i umumi (genel kurul), Meclis-i cismani (laik kurul) ve Meclis-i ruhani'nin (dini kurul) seçimi, görev ve yetkileri düzenleniyordu. Hahambaşı-nm evinin ve kançelaryamn Unkapanı veya Cibali'de olması öngörülen (madde 11) nizamnameye göre hahambaşı, seçildiğinde 30 yaşından genç ve 70 yaşından yaşlı olamazdı. Yeni nizamnameye göre seçilen ilk hahambaşı Yakir Geron'dur.

Osmanlı İmparatorluğu'nun son ha-hambaşısı Haim Nahum'un 1920'de istifasından sonra Edirne Hahambaşısı Haim Moşe Becerano İstanbul hahambaşı kaymakamı olarak 1931'e kadar görevde bulundu. Ancak Türk Yahudileri 1952'ye kadar hahambaşısız kaldılar.

II. Dünya Savaşı'mn sona ermesi ve Demokrat Parti iktidarının göreve başlamasını takiben hahambaşılık kurumu adına verilen 12 Mayıs 1952 tarihli dilekçeye cevaben 29 Mayıs 1952 tarih ve 15053 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi yayımlandı. Açık bulunan İstanbul hahambaşılığı için yeni bir kanun ve tüzük yapılıncaya kadar bir defaya mahsus ve geleceğe ait hiçbir hukuki hüküm ifade etmemek kaydı ile Musevilerin aralarından seçecekleri bir intihap (seçim) heyeti vasıtası ile seçim yapılmasını öngören kararnameye istinaden 25 Ocak 1953'te seçilen Cumhuriyet tarihinin ilk hahambaşısı Refael David Saban'dır.

HAHAMBA.ŞILAR

Moşe ben Eliya Kapsali (1453-1496) Eliyau Mizrahi (1496-1526) Tam ben Yahya (1526-1542) Eli Benjamen Ha-Levi (P-1540) Menahem Bahar Samuel (?-?) Eli ben Haim (1575-1602) Yahiel Bossan (P-1625) Jozef Mitrani (?-l639) Yomtov ben Yaeş (1639-1660?) Yomtov ben Hananya Benyakar

(1660 P-1677) Haim Kamhi (P-1730) Yuda Benrey (?-?) Yuda ben Samuel Rosanes (P-1727) Samuel Levi (1727-?) Abraham ben Haim Rosanes (P-1743) Salamon Haim Alfandari (?-?) Mair İshaki (?-?) Eliya Palombo (17Ö2-?) Haim Yaakov ben Yakar (?-?) Abraham Levi (1835-1837) Samuel Haim (1837-1839) Moşe Fresko (1839-1841) Yakov Behar David (1841-1854) Haim Ha-Kohen (1854-1860) Yakup Avigdor (1860-1863) Yakir Geron (1863-1872) Moşe Levi (1872-1908) Haim Nahum (1908-1920) Haim Moşe Becerano (1920-1931) îsak Şaki (1931-1940) Rafael David Saban (1952-1960) David Asseo (1961)

Saban'ın ölümü (1960) üzerine hahambaşılık kurumu adına verilen 26 Aralık 1960 tarihli dilekçeye cevaben bu kez Bakanlar Kurulu'nun 10 Mayıs 1961 tarih ve 5/1189 sayılı kararıyla açık bulunan Yahudi hahambaşılığı için aynı koşullarla seçim yapılmasına karar verildi. 21 Ağustos 196l'de yapılan seçimi kazanan David Asseo halen görevine devam etmektedir.



Bibi. M. Epstein, The Leadership ofthe Ottoman Jews in the Fifteenth and Sixteenth Cen-turies, Christian andjews in the Ottoman Em-pire, I, Newyork, 1982, s. 100-115; A. Galan-te, Historie desjuifs d'Istanbul, I, ist., 1941, s. 108 vd.; A. Galante, "Historique de la recon-naissance officielle deş grand-rabbins de Tur-quie", Hamenore, c. X, S. 1-2-3, s. 2-4; N. Güleryüz, Türk Yahudileri Tarihi, I, ist., 1993, s. 192-193; A. Shmuelewitz, Thejews ofthe Ottoman Empire in the late 15th and 16th Cen-turies, Leiden, 1984, s. 25; S. Shaw, Thejeıvs of the Ottoman Empire and the Turkish Rebuplic, Newyork, 1991.

NAlM GÜLERYÜZ



HAKKÂKLIK

Zümrüt, yakut, firuze, yeşim, topaz, akik, necef ve inci gibi değerli taşlarla altın, gümüş, bakır ve pirinç gibi değerli ve işlenebilir maden zeminler ya da tahta üzerine erkek (kabartma) ve dişi (oyma) motif, yazı ve resim kazıma sanatı.

Oyma ve kabartmalar "kalem" adı verilen çelik aletle yapıldığı için hakkâklık, kalemkârlık içinde anılmış; başta İstanbul

olmak üzere Osmanlı şehirlerinde bu sanatı uygulayanlar daha çok mühür kazıdıkları için de mühürcülük vasıtasıyla gelişmiştir. Hakkâklar aynca para, madalya, cilt kapağı süslemede kullanılan şemse ve matbaa harfi kalıpları da hazırlamışlardır.

İstanbul hakkâklan üzerine bilgi veren ilk kaynaklar arasında Evliya Çelebi'nin Seyahatname adlı eseri yer alır. Hakkâklan üç ayrı başlık altında toplayan Evliya Çelebi, birbirleriyle ilişkili olmakla beraber değerli taş işleyicilerle mühürcüleri ayırır. "Esnâf-ı Hakkâkân" adıyla andığı bu gruptan 105 ustanın 35 dükkânda Seylan akiği, firuze ve yeşim üzerinde çalıştıklarını yazar. Evliya Çelebi'de aynca "Esnâf-ı Mühürkünân" diye tanıtılan 80 ustanın 50 dükkânda mühür kazıdığı, bunlar arasında IV. Murad döneminde (1623-1640) Mahmud Çelebi, Rıza Çelebi, Ferid Çelebi gibi üstatlar yetiştiği, bunların vezirlere mühür kazıdıkları ve bir mühür için 100 kuruştan 500 kuruşa kadar değişen ücretler aldıkları kaydedilir. Seyahatname'de "Esnâf-ı Mühürkünân-ı sim ve heyâkil" a-dıyla aynca tanıtılan 40 ustanın 15 dükkânda gümüş mühür ve tılsımlar kazıdığı, Yemen akiği üzerinde çalışamadıkları da kaydedilir.

17. yy'dan kalma bir Es 'ar Defteri'nde de mühür çeşitlerine göre fiyatlar belirlenirken hakkâklığın en yaygın dalı olan mühürcülük üzerine bilgi verilir. 1640 tarihli bu kaynakta 1,5 akçeden 160 akçeye kadar değişen mühür çeşitleri tanıtıldığı gibi Müezzin Mehmed Çelebi, Abbâdî Abdullah ve Üstat Mahmud gibi mühürcülerden de söz edilir. Bu kaynakta aynca hak-kâklarm demir, gümüş ve pirinç üzerine tılsım kazıdıklan zaman züyuf akçe zamanında kazıdıklarının yarısı kadar ücret alacakları da belirtilmektedir.

Hakkâklar da öteki esnaf toplulukları gibi lonca ve gedik usulüne göre çalışır, kendi aralarından seçtikleri "serhakkâk" ya da "hakkâkbaşı" adıyla anılan bir reisleri bulunurdu.

İstanbul'da, mühür kullanımının yaygın olduğu yüzyıllarda hakkakler bugünkü Sahaflar Çarşısı'nda(->) topluca bulunuyorlar ve burası Hakkâklar Çarşısı adıyla anılıyordu. Hakkâklar kazıdıkları mühürleri denerler, hata varsa düzelttikten sonra sahiplerine teslim etmeden kendileri için tuttukları bir deftere örnek olarak basarlardı. Böylece hem kimlere mühür kazıdıklarım bilirler, hem de kendi eserlerinden oluşan bir deftere sahip olurlardı. "Hakkak mecmuası" ya da "mühür mecmuası" adı verilen bu defterlerin örneklerine bazı eski kütüphanelerde rastlanmaktadır.

Hakkâklar kazıdıkları mühürlere genellikle çok küçük bir imza ve tarih de koyarlardı. Bu imzalardan hakkâkların da şairler gibi kısa bir mahlas aldıkları görülüyor. Bu tür mahlaslardan Ali, Aşkî, Az-mî, Dana, Hüsnî, Mislî, Resmî, Sâmî, Sırrî, Yümnî ve Zekî gibi usta mühürcüler tespit edilmiş bulunmaktadır.

Hakkâklık, çinkografi yönteminin gelişmesi, mühür yerine imzanın yaygınlaş-



HAKKI TARIK US KÜTÜPHANESİ 496

497

HALEP PASAJI

ması üzerine istanbul'da ancak 1960'lı yıllara kadar önemini yitirerek ayakta durabilmiş, sonraki yıllarda okuma yazma bilmediği için imza yerine mühür kullananların ihtiyaçlarına cevap veren tek tuk mühürcüye Yeni Cami arkasında rastlanılır-ken zamanla bunlar da ortadan kalkmıştır.



Bibi. Evliya, Seyahatname, l, 575; Büngül, Eski Eserler, II, 25-26; P. Lecomte, Türkiye'de Sanatlar ve Zeneatlar. Ondokuzuncu Yüzyıl Sonu, ist., ty, s. 169-171; M. Z. Kuşoğlu, "Dünkü Sanatlarımızdan, Hakkâklık ve Mühürcülük", Köprü, S. 52 (Temmuz 1981), s. 30-31; M. S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Deften, ist., 1983, s. 222-223; Y. Yücel, Osmanlı Ekonomi-Kültür-Uy-garhk Tarihine Dair Bir Kaynak. Es'âr Defteri (1640 Tarihli), Ankara, 1992, s. 96-97; "Hakkâklık", TA, XVIII, 330-331.

İSTANBUL


HAKKI TARIK US KÜTÜPHANESİ

Bayezid Külliyesi'nin(->) sıbyan mektebinde kurulu Vakıflar Başmüdürlüğü'ne bağlı özel vakıf kütüphane. Kütüphaneye, Kapalıçarşı önünde uzanan külliye avlusu duvarı dibindeki dükkânlar arasından girilir.

Gazeteci, yazar, öğretmen, Giresun milletvekili Hakkı Tarık Us'un (1889-1956) vasiyetine göre kurulmuş ve 21 Ekim 1965' te hizmete açılmıştır.

Yaşamı boyunca kitap ve birçok değerli eski gazete ile dergi toplayan H. T. Us bunları Cağaloğlu'ndaki Vakit Yurdu'nda depolamıştı. içinde Balkanlar'da basılmış nadir gazete ve dergilerin de yer aldığı süreli yayınlarla, çoğu divan 178 adet yazma ve eski-yeni harfli basma kitapları kapsayan koleksiyonun bugünkü mevcudu 20.000'dir. Ufak-tefek bağışlar dışında, derme sayısında artış olmamaktadır. Kuruluşundan günümüze ortalama tek personelle kamuya açık olan kurumda, çağdaş kütüphaneciliğin gerekli kıldığı işleve erişilememiştir. Kurulduğu yıl atanan görevlinin 1990'da ölümünden sonra, o-nun oğlu, tarih dalında üniversite eğitimli görevli-yönetici bu işlevi yerine getirmektedir. Üniversite ve onun üstü eğitim düzeylerinden yerli-yabancı, günde ortalama altı kullanıcısı olan kütüphane çarşamba, perşembe ve cuma günleri saat

12.00-17.00 arası açıktır. Başvurular doğrudan kütüphaneye yapılır. Girişte soba ile ısıtılan okuma salonu ve büro, arkada çelik raflı deposu bulunur.

Eser adına göre alfabetik fiş katalogu yapılmıştır. Dergi fişlerinin hazırlanmasında, Hakkı Tarık Us'un aile dostlarından Sıdıka Karadeniz'in; eski harfli basma e-serlerin tasnifi ile fişlerinin hazırlanmasında ise Seyfettin Özege'nin büyük yardımları olmuştur.



Bibi. G. Kut, "istanbul'daki Yazma Kütüphaneleri", TD, S. 33, 1980-81; M. Alpay-S. Özkan, istanbul Kütüphaneleri, ist., 1983; N. Taylar, "Ibnü'1-Emin Mahmud Kemal inal ve Hakkı Tarık Us Kütüphanesi", (İÜ Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü bitirme tezi), 1974; istanbul Kütüphaneler ve Müzeler Rehberi, İst., 1993.

HAVVA KOÇ



HALAS VAPURU

Şehir Hatları işletmesi vapuru. Şirket-i Hayriye'nin yıllarca hizmet vermiş 71 baca numaralı, en ünlü ve en büyük yolcu vapurudur.

1913'te Şirket-i Hayriye'nin hissedarlar meclisi, yöneticilerden Necmeddin Mol-la'nın (Kocataş) girişimiyle on vapur birden satın almak için harekete geçmişti, ilk üç vapurun siparişi ingiltere'deki Fairfield gemi inşa firmasına verilmiş, bunlara şirketin kurulmasında büyük emeği geçen üç devlet adamının adının verilmesi uygun görülmüştü. Şöyle ki, 71 baca numaralı o-lanma Cevdet Paşa, 72 numaralı olanına Fuad Paşa, 73 numaralı olanına da Reşid Paşa adları verilecekti. O günlerde I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ve Osmanlı Devleti'nin karşı safta yer alması üzerine, ingiltere hükümeti ilk iki vapurun anlaşmasını derhal iptal etti; denize inmiş ve donanım çalışmaları sürdürülen 73 numaralı Reşid Paşa'ya da el koydu.

Halas, 1914'te, ingiltere'de, Glasgow' da Fairfiled Shipb. Cop. tezgâhlarında buharlı yolcu vapuru olarak inşa edilmişti. 558 gros, 339 net tonluktu. Uzunluğu 49 m, genişliği 7,9 m, su kesimi 2,4 m idi. Fairfield yapımı, 2 adet 406 beygirgücün-de tripil buhar makinesi vardı. 12-13 mil hız yapabiliyor, yazın 1.053, kışın 921 yolcu alabiliyordu.



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin