Bibi. Resimli Kitap, no. 31, Haziran 1327 (Eylül'de yayımlanmıştır); înal, Son Sadrazamlar, I, 35; ISTA, II, 696-698; Tuğlacı, Balyan Ailesi, 206.
SEMAVİ EYİCE
ALİ PERTEK CAMÜ
bak. HAMAM CAMİİ
ALİ POYRAZOĞLU TİYATROSU
Tiyatro sanatçısı Ali Poyrazoğlu'nun kurduğu, çalışmalarına 1972'de Küçük Sahne'de(->) başlayıp, günümüzde Sıra-selviler'de Clup 12'de devam eden tiyatro topluluğu.
Gülriz Sururi-Engin Cezzar Toplulu-ğu'ndan ayrılan Ali Poyrazoğlu, 1972-1973 sezonunda Ali Poyrazoğlu Tiyatro-su'nu kurdu. Topluluğun ilk oyunu olan, Umur Bugay'ın yönettiği Aziz Ne-sin'in Hakkımı Ver Hakkı eseri, Küçük Sahne'de sergilendi. Topluluğun ilk kadrosu Ali Poyrazoğlu, Korhan Abay, Güzin Özipek, Işık Yenersu, Aydemir Akbaş, Semra Savaş, Turgut Savaş, Alpay İzer, Jale Onat, Ahmet Sezerel'den oluşuyordu.
Topluluk 1980'e kadar çalışmalarını Küçük Sahne'de sürdürdü, ipteki, Eski Çamlar Bardak Oldu, Canavar Cafer, Amerikana, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Deliler Boşandı, Dur Konuşma Sus Söyleme, Bizim Sınıf, İsteyenin Bir Yüzü Kara, Yedi Deliler topluluğun bu dönemde oynadığı oyunlardan bazılarıdır.
1980-1981 sezonunda Şişli'deki Ümit Tiyatrosu'na taşınan topluluk, değişik sezonlarda yeniden sahnelenen Çılgınlar Kulübü (1981 Avni Dilligil Ödülü) ve Sevimli Kanguru adlı çocuk oyunu ile seyirci karşısına çıktı. Ancak sezon sonunda Ümit Tiyatrosu'nun yıkılması üzerine topluluk Harbiye'deki Kenter Tiyatrosu'na taşındı. Kenter Tiyatro-su'nda Deliler Boşandı, Hayvanat Bahçesi, Oğlum Çiçek Açtı, Orkestra (1986 Ankara Sanat Kurumu Ödülü) adlı o-yunları sahneledi. Daha sonra Sıraselvi-ler'deki Clup 12'ye geçen topluluk, burada eski oyunlarının yanısıra Hoşçakal İstanbul, (1986 Ulvi Uraz Ödülü), Dünyalar (1988), Uzakta Piyano Sesleri (1992 Avni Dilligil Ödülü), Ali Harikalar Diyannda (1993) adlı oyunları sahneledi.
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
Hoca Ali Rıza'nm bir tablosu: "Paşabahçe'den Boğaz", 1923, suluboya, 33x50 cm.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
ALİ RIZA (Hoca)
(1858, İstanbul - 30 Mart 1930, İstanbul) İstanbul manzaralarıyla tanınmış Türk ressam. Üsküdar Ahmediye'de doğdu. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1864 olarak verilir. Babası hat sanatına meraklı Üsküdarlı süvari binbaşı Mehmet Rüşdi Bey'dir.
Resme olan ilgisi, Mekteb-i Harbi-ye'de okurken yoğunlaştı. Resme meraklı birkaç arkadaşı ile birlikte Harbi-ye'de bir resimhane (atölye) açılmasına önayak oldu. İlk ciddi resim derslerini burada, ünlü asker ressamlardan, hocaları Osman Nuri Paşa, Fransa'da eğitim görmüş Miralay Süleyman Seyyit'ten ve Mösyö Kez adıyla bilinen Fransız kökenli yabancı bir ressamdan aldı.
1883'te Harbiye Mektebi'nden mezun olduktan bir süre sonra Osman Nuri Paşa onu yardımcılığına getirdi. 1895'te kolağası rütbesiyle resim öğretmenliğine atandı. Bu dönemde resim eğitimi için İtalya'ya gönderilmesine ka-
201
r
200
ALİ RIZA
Hoca Ali Rıza, özellikle 1910'dan sonra kendine özgü bir yoruma ulaşmış, resimdeki üslup ve tavrıyla bir okul haline gelmiştir. Titiz, belgeci, ayrıntılardan vazgeçmeyen canlı fırçasıyla kendinden önceki soğuk, fotoğrafik etki uyandıran anlayışlarından ayrılır. Konu olarak figüre ve natürmorta fazla ilgi göstermemiştir. Asıl alanı manzara ressamlığıdır. Aynı zamanda büyük bir desen ustası olan ressamın öğrencileri için hazırladığı taşbaskı albümlerde yer alan desenleri bu ustalığını çok iyi yansıtır. Hoca Ali Rıza, resimlerinde Osmanlı karakterini özellikle vurgulamış, yitip gitmekte olan değerleri, yaşantı biçimlerini olabildiğince belgelemeye çalışmıştır.
Hoca Ali Rıza, teknikte gelenekten ve denenmişten yanaydı. Özellikle suluboya ve guvaş boyaları kullanmadan önce dener, güneşte solmadığına emin olduğu boyalarla çalışırdı. Yağlıboya çalışmalarında, şeffaf boya katmanlarından oluşan "glase" tekniğini kullanırdı, izlenimcilerin (empresyonistler) rağbet ettiği kalın boya tekniğine, dökülme ve çatlama tehlikeleri taşıdığı endişesiyle hiç yanaşmadı.
Türk resmindeki imzasız resimler sorunu, Hoca Ali Rıza için geçerli değildir. İmzasız resmi hemen hemen yok gibidir. En küçük krokisini dahi imzalamıştır.
İlk toplu sergisi ölümünden üç yıl sonra 1933'te Eminönü Halkevi'nde açılmış, bu sergide yaklaşık iki yüz eseri sergilenmiştir. 1956'da Ankara Dil-Ta-rih ve Coğrafya Fakültesi'nde açılan sergisinde ise 441 eser yer almış, bu eserler 1960'ta Milli Kütüphane tarafından satın alınmıştır.
Üretken bir sanatçıdır. Suluboya, guvaş, pastel, desen ve yağlıboya tekniği ile oluşturduğu binlerce eseri bugün başta Milli Kütüphane olmak üzere çeşitli müze, banka ve özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
Manzara alanında, Halil Paşa ile birlikte Türk resminin en önemli temsilcilerinden biri olan Hoca Ali Rıza'nın eserleri, bugün müzayedelerde yüksek fiyatla alıcı bulmaktadır.
Bibi. Boyar, Türk Ressamları; N. İslimyeli,
Türk Plastik Sanatlar Ansiklopedisi, Ankara,
1967; K. Erhan, Hoca Ali Rıza, Ankara, 1986.
AHMET ÖZEL
ALİ RIZA (Sepetçi)
(1860, İstanbul - 19 Aralık 1928, İstanbul) Ortaoyunu ve tuluat oyuncusu. Oyuna çıkmadığı zamanlar İstanbul Si-livrikapı'daki sepetçi dükkânında asıl işi olan sepet örücülüğü yaptığı için "Sepetçi" adıyla da anılırdı. Önceleri orta-oyunlarında oynadıktan sonra, 1880' ler-de Abdürrezzak Efendi'nin Handehane-i Osmani Topluluğu'nda çalıştı. Kel Hasan Efendi'nin Hayalhane-i Osmani ve Şevki Efendi'nin Eğlencehane-i Osmani topluluklarında komik, ortaoyununda ise aptal rollerine çıktı. Kavuklu'ya çıktığı da olmuştur. II. Meşrutiyet'in ilanın-
dan sonra Şevki Efendi'nin oynadığı tiyatroda bir topluluk kurduysa da yürütemedi. 1923-1925 arasında çekilen filmlerde küçük rollerde göründü.
RAŞİT ÇAVAŞ
ALİ RIZA BEY
(1845 ?, ? - 1926, İstanbul) Eski İstanbul yaşayışına ilişkin anı ve gözlemlerini dile getirdiği dizi yazılarıyla tanınan yazar. Balıkhane'de yöneticilik yaptığı için "Balıkhane Nazırı" diye de ün kazanmıştır. Öldüğünde 80 yaşını geçkin olduğu bilinmektedir.
18 Kasım 1902 tarihli Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yer alan Balıkha-ne'nin açılışı ile ilgili haberde Düyun-ı Umumiye İdaresi'ne bağlı olarak faaliyet gösteren bu kurumun başında bulunduğu kaydedilen Ali Rıza Bey'in hayatıyla ilgili fazla bilgi yoktur.
Ali Rıza Bey eski İstanbul yaşayışını iyi bilen ve yazılarında bunu o güne kadar çok az denenmiş bir yolla yansıtan yazarlardandır. Gazetelerde yayımlanan dizi yazıları "Onüçüncü Asır-ı Hicrîde İstanbul Hayatı" genel başlığını taşımaktadır. Yazı başlığı 18. yy sonlarını da içine alıyor izlenimi veriyorsa da gözlem ve anıların ağırlığı 19. yy'm ikinci yarısı ile 20. yy başlarına aittir.
Ali Rıza Bey, dizi yazılarına ilkin Alemdar gazetesinde başlamış (8 Şubat 1921), daha sonra aralıklı olarak Peyâm-ı Sabatite (9 Mayıs 1921-25 Kânu-nısani 1922) sürdürmüştür. Bu yazılardan bazıları, sonradan yazarın evrakına sahip olan şair ve yazar Necip Fazıl Kı-sakürek (1905-1983) tarafından Büyük Doğu dergisinde de yayımlanmıştır. Çoğu gazete sayfalarında kalan bu yazıların bir bölümü gazeteci, yazar Niyazi Ahmet Banoğlu (1913-1992) tarafından sadeleştirilmiş, birtakım açıklayıcı notlar eklenerek Bir Zamanlar İstanbul (ty) adıyla kitaplaştırılmıştır.
Bir Zamanlar İstanbul'da, mahalle çocuklarının oyunları, mahalle mektepleri, devlet memurlarının niçin cahil kaldığı, İstanbul esnafı tütüncüler, bedes-tenliler, kaşıkçılar, mürekkepçiler, çubukçular, tespihçiler, balmumcular, in-ciciler, doğramacılar, ciltçiler, çiniciler, çatma, kilim ve halı satanlar, 1863'teki Sergi-i Umumi-i Osmanî, İstanbul sokaklarının nasıl temizlendiği, İstanbul tabakhaneleri, saraçlar, simkeşler, tuzcular, balıkçılar, kasaplar, ekmekçiler, narh, Tiryaki Çarşısı, tiryakilerin hayatı, muşamba fenerciler, divitçi esnafı, tiryaki kahvehaneleri ve tiryakiler, esrarkeşler ve meczuplar, sebilciler, dilenciler, kopuklar, tulumbacılar, köşklüler, küplü takımı, doğum âdetleri, lohusa eğlenceleri, kurşun dökme, çocuk dili, aile kavgaları, ramazan âdetleri, eğlenceler, mesire yerleri, Karagöz ve ortaoyunu sanatçıları, hokkabazlar, cambazlar, çengiler, nüktedanlar, musahipler, nedimler, musiki üstatları ve meyhane âlemleriyle ilgili bilgiler bulunmaktadır.
Ali Rıza Bey'in, Peyâm-ı Sabah'te aynı genel başlık altında yayımlandığı halde Bir Zamanlar İstanbul 'a alınmayan "Saray Âdetleri" ve "Balık Musahabeleri" başlıklı yazıları da vardır.
Bir söyleşi rahatlığı ve anı lezzeti ile kaleme alınmış olan bu yazılar, İstanbul folkloru, tarihi ve şehrin eski çehresi bakımından kaynak niteliği taşımaktadır.
Bibi. Ali Rıza, "Saray Âdetleri", Peyâm-ı Sabah, (24 Kânunıevvel 1921-6 Kânunısani 1922); ay "Balık Musahabeleri", Peyâm-ı Sabah, (23-25 Kânunısani 1922); ay, "19'uncu Asırda İstanbul", Büyük Doğu, S. 59-87, (18 Nisan 1947-2 Nisan 1948); ay, "Eski Ramazan Adetleri", Büyük Doğu, S. 55-62 (11 Mayıs-29 Haziran 1951); İSTA, IV. 2011-2015; 1KSA, II, 688.
M. SABRİ KOZ
ALİ RIZA BEY (Kaptanzade)
(1881, İstanbul - 15 Şubat 1934, Edremit) Besteci. Mecidiye Kruvazörü süvarisi Miralay Mehmed Bey'in oğludur. Babası kaptan olduğu için "Kaptanzade" lakabıyla anılmıştır. Çocukluğundaki kısa bir süre dışında bütün ömrü İstanbul'da geçti. Öğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul gümrüğünde memur olarak çalıştı, ayrıca öğretmenlik yaptı. Bir ara amatör olarak Karagöz oynattı. Karagözü Sevenler Cemiyeti'ne başkan oldu.
Besteci, icracı ve aktör olarak tanınan Ali Rıza Bey musikiye 14 yaşında kanun çalarak başladı, daha sonra piyano öğrenerek Batı müziği etkileri taşıyan eserler besteledi. Geleneksel Türk musikisinde sahne musikisi örnekleri yaratmak amacıyla Musahibzade Celal, Muallim İsmail Hakkı Bey ve Fahri Kopuzla birlikte 1919'da kurdukları İstanbul Operet Heyeti'nin çalışmalarına önemli katkılarda bulundu. "Macun Hokkası" ve "İstanbul Efendisi" operetleri, zamanında çok sevilmişti; Ali Rıza Bey bestelediği bu operetlerde aktör olarak da rol almış, çok başarılı olmuştu. Operetleri dışında şarkı, fantezi, fokstrot ve marş türlerinde eserleri vardır. Kürdilihicazkâr ("Her tel saçı bir ter dudağın değdiği yerdir"), acemkürdi ("Leyi olur ki hüzn içinde her nefes bir âh olur"), hicaz ("Âşıkım dağlara kurulu tahtım"; "Ufuklara yaslanmış yorgun dağlar sırayla"; "Eğilmez başın gibi gökler bulutlu efem"); segah ("Gel gitme kalmasın gözüm yollarda"), nihavend ("Issız gecede ben yine hicranı düşündüm"; "Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında") şarkı ve fantezileri sevilen, günümüzde de okunan eserlerinden bazılarıdır.
İSTANBUL
ALİ SAMi (Bahriyeli)
(?, İstanbul - ?, Selanik) Fotoğrafçı. Hayatı ile ilgili fazla bilgi yoktur. 1892'de Mekteb-i Bahriye-i Şahane ve Leyli Tüccar Kaptan Mektebi'nin, inşaiye sınıfından deniz teğmeni olarak mezun oldu. Yüzbaşılığa kadar yükseldi. Ali
r
Sami Bey, "Bahriyeli Ali Sami" diye anılır. Bu lakap kendisine, yine saray için çalışan, Mühendishane-i Berri-i Hüma-yun'dan mezun Ali Sami Aközer'le(->) aynı adı taşıdığından, karışıklığı önle-
•gen koleksiyonu
mek için verildi. Darülaceze'de başfo-toğrafçılık ve Mekteb-i Bahriye'de fotoğraf hocalığı yapan Ali Sami, Osmanlı donanmasının pek çok fotoğrafını ve İstanbul'a gelen yabancı amirallerin ve donanmaların fotoğraflarını çekti. 1893' te Mebadi-i Usul-i Fotoğrafya adlı bir kitap yayımladı. Dönemin fotoğraf tekniklerini içeren kitap, II. Abdülhamid'e ithaf edildi.
Ali Sami, 1897'den sonra Yıldız Sara-yı'nda açılan serginin müdürlüğünü yaptı. Daha sonra II. Abdülhamid'in yaverliğine getirildi ve saray fotoğrafçısı oldu. Bu dönemde padişah için pek çok albüm hazırladı. Özellikle bahriye için çok değerli belgeler olan bu albümler nedeniyle, üçüncü dereceden Osmani, dördüncü dereceden Mecidi nişanı ve sanat madalyası ile ödüllendirildi.
Ali Sami II. Meşrutiyet'in ilanından sonra, subaylıktan uzaklaştırıldı. Tercüman-ı Hakikat gazetesinin 2 Ağustos 1909 tarihli sayısında bahriye fotoğrafçısı Ali Sami Bey'in bir hafiye olduğu belirtilerek padişah yaverliğinden alındığı ve İskenderun liman reisliğine tayin edildiği bildirilmektedir. Bu arada Mısır'a kaçan Ali Sami'nin fotoğraf makinesini de yanında götürdüğü anlaşılmaktadır. 28 Ağustos 1909 tarihli İkdam gazetesinde Ali Sami'nin beraberinde götürdüğü devlet malı fotoğraf makinesinin bedelinin, kaçağın haciz edilen mallarından tahsil edileceği haber verilmektedir.
Ali Sami, milli mücadelenin başladığı sıralarda tekrar Anadolu'ya gelerek, Bandırma'da beş sayı yayımlanabilen Adalet adında bir gazete çıkardı. Bu gazete ile II. Abdülhamid devrini savundu, Milli Mücadele'ye karşı çıktı.
Kurtuluş Savaşı başladığında ise, önce İzmir'e, oradan da Selanik'e kaçtı.
1924'te hazırlanan ve Kurtuluş Savaşı'na karşı çıktıkları için Türkiye'ye dönmeleri yasaklanan "yüzellilikler" listesinde yer alan Ali Sami Selanik'te öldü.
ENGİN ÇİZGEN
ALİ SAMİ YEN STADYUMU
Mecidiyeköy'de, Galatasaray Spor Kulü-bü'nün yönetiminde bulunan, kulübün kurucusu ve l numaralı üyesi Ali Sami Yen'in adını taşıyan stadyum. Taksim Stadı'nın 1940'ta yıkılıp yerinde İnönü Gezisi'nin yapılması üzerine, sahasız kalan Beyoğlu semti kulüpleri için, Mecidiyeköy'de, Likör Fabrikası'nın yanında bulunan Tekel'e ait arazi Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü tarafından satın alınmış ve 30 yıl müddetle, yıllığı l liradan Galatasaray Spor Kulübü'ne kiralanmıştı. Galatasaray kulübü bu sahada modern bir stad ve velodrom yapılmasını taahhüt etmişti. Stadın yapımına ancak 1943'te başlanabildi. Araya II. Dünya Savaşı'nın en karanlık günlerinin girmesi nedeniyle saha küçük açık tribünlerle çevrilebildi. Buna rağmen saha açıldı ve 1945'ten itibaren resmi maçlar oynanmaya başladı. Ancak inşaatın Galatasaray Spor Kulübü'nün maddi imkânlarıyla yürütülemediği görüldüğünden iş Beden Terbiyesi Genel Müdürlü-ğü'ne devredildi. Stadın inşası duraksamalarla sürdü ve ancak 1964'te tamamlanabildi.
Stadın açılışı 20 Aralık 1964'te Türki-ye-Bulgaristan milli maçıyla yapıldı. Açılış töreninde büyük izdiham yüzünden Büyükdere Caddesi tarafındaki açık tribünden yüzlerce kişinin alt kata düşerek yaralanması üzücü bir olay teşkil etti. 1965'te ışıklandırılarak bir süre ge-
r i
Ali Sofî'nin
Bâb-ı
Hümayun
kemeri
aynasındaki
inşa kitabesi.
Erkin Emiroğlu,
1993
AIİSOFÎ
ce maçları da oynanan stadın aydınlatma sistemi 1993'te yenilendi ve yeniden gece maçları oynanmaya başladı. Yaklaşık 40.000 seyirci kapasiteli Ali Sami Yen Stadı İstanbul'un en büyük stadyumlarından biri olarak bugün de hizmetini sürdürmektedir.
CEM ATABEYOĞLU
AIİSOFÎ
(15. yy) Özellikle celi sülüste ünlü hattat. Edirneli hattat Yahya Sofî'nin oğludur. Hayatı hakkında bilgi çok azdır. Yazıyı babasından öğrendi. Her çeşit yazıda usta idi. Eserlerinden II. Mehmed (Fatih) döneminde (hd 1451-1481) yaşadığı anlaşılıyor. Mezarı Karacaah-met'te Şeyh Hamdullah'ın mezarının yakınındadır.
Bildiğimiz imzalı kitabeleri şunlardır: Ayasofya'nın arkasında Bâb-ı Hümayun kemeri aynasında müsenna besmele ve "inne'l müttekîne..." ayeti, kapı kemeri üstünde girift celi sülüsle inşa kitabesi, sağda dairevi ve müsenna tarzda "Nas-run min Allah" ayeti ile solda aynı tarzda ketebe kıtası. Fatih Camii'nin üç parçadan ibaret olan inşa kitabesi. Bu kitabe sağda yedi satırla başlayıp kemer üstünde iki satır halinde devam etmekte, solda yine yedi satırla sona ermektedir. Hattatın Bâb-ı Hümayun'daki imzası "Ali bin Mürid es-Sofî" Fatih Camii'nin kitabesinde de "Ali bin es-Sofî" şeklindedir. Sofî kelimesi künyedir, mürid ise bir ad olmayıp sıfattır. Yani birinci imzanın anlamı, "Sofî'nin müridinin oğlu" ikincisininki ise "Sofî'nin oğlu Ali"dir.
Bilhassa Bâb-ı Hümayun'da müsenna ayet ile kitabede harfler, yazı kurallarına uygun ve hem teker teker hem de bir-
AIİSUAVİ
202
r
203
AIİBEYKÖYÜ
leşmiş durumlarıyla güzeldir. Ali Sofî'nin ustalığım anlamak için, Bâb-ı Hüma-yun'un Topkapı Sarayı tarafında, celi sülüsün en gelişmiş çağında yani 19. yy'ın sonunda Abdülfettah Efendi tarafından yazılmış olan diğer müsenna "inne'l-müttekîne..." ayetine bakmak kâfidir.
Ali Sofî, devrini aşan bir hattattır. Celi sülüs onun elinde hemen hemen kemal derecesine yükselmişken, sonraki asırlarda duraklamış, hattâ gerilemiş, ancak 19. yy'da yetişen Mustafa Ra-kım'ın elinde yeniden güzelleşmiştir.
Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 333; Nefeszade ibrahim, Gülzar-ı Savab, İst., 1939, s. 17; E. H. Ayyerdi, Fatih Devri Hattattan ve Hat Sanatı, İst., 1953, s. 16-21.
ALİ ALPARSLAN
AIİSUAVİ
(Kasım/'Aralık 1839, istanbul - 20 Mayıs 1878, istanbul) Gazeteci, yazar, fikir adamı. Yazarlığı kadar eylemciliği ile de tanınır. Medrese kültürü ile Batı kültürünü bağdaştırmaya çalışan yeni Osmanlı tipinin örneklerindendir. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Davutpaşa Rüşti-yesi'ni bitirdi. Bir süre Bâb-ı Seraske-ri'de memurluk, ardından Simav, Bursa, Sofya ve Filibe'de rüştiye öğretmenliği yaptı. Filibe'deki görevinden devlet yönetimini eleştiren konuşmaları yüzünden uzaklaştırılınca İstanbul'a gelip gazetelerde yazar olarak mücadeleye girişti. Muhbir'deki sert eleştirileri üzerine 1867'de Kastamonu'ya sürüldü. Kısa süre sonra Paris'e kaçıp Mustafa Fazıl Paşa'nın yanında toplanmış olan Namık Kemal ve Ziya Bey'e (Paşa) katıldı. Yeni Osmanlılar'ın yurtdışındaki ilk gazetesi olan Muhbir'i orada yayımlamaya başladı (31 Ağustos 1867). Bir süre sonra beliren anlaşmazlık üzerine onlardan ayrıldı. 1869'da Paris'te Ulûm gazetesini çıkardı. 1870'te Kamusu'l-Ulûm ve'l-Ma-
AH Suavİ
İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı
arif yayınıyla Türkçe ilk ansiklopedi örneğini verdi.
Bireysel davranışı tercih eden Ali Suavi, Âli Paşa'nın ölümünden (1871) sonra çıkan aftan yararlanmadı. Avrupa'da kaldı, ancak 1876'da V. Murad tahta çıktıktan sonra İstanbul'a döndü. Basi-ret'te Midhat Paşa aleyhindeki yazılarıyla yeni Sultan II. Abdülhamid'in dikkatini çekti ve Ocak 1877'de Mekteb-i Sultani (bugün Galatasaray Lisesi) müdürlüğüne getirildi. İngiliz eşiyle yaşantısı ve okuldaki alışılmamış davranışları tepkiler topladığından Aralık 1877'de görevinden alındı. Rus ordularının İstanbul kapılarına dayanmış olduğu bir sırada, Basiret gazetesinde, devletin içine düştüğü güçlüklerden kurtulmanın yolu bulunduğunu, bunu üç gün sonra açıklayacağını yazıp herkesi o tarihli gazeteyi okumaya davet etti. O gün bazı Rumeli göçmenlerini ayaklandırıp Çıra-ğan Sarayı'nı bastı ve akli denge bozukluğu sebebiyle tahttan indirilmiş olan V. Murad'ı tekrar padişah yapmaya çalışırken öldürüldü (bak. Çırağan Olayı).
Ali Suavi Tanzimat'ın gündeme getirdiği Doğu-Batı sentezinde, bir yandan saf ve temiz bir İslamı, İslami adaleti savunurken, öbür yandan Kuran'ın Türk-çeye çevrilmesinden, Türkçülükten bahsedebiliyordu. Bunların İstanbul'da medreseliler ve softalar arasında yayılması ve devrimci eylemlere dönüşmesinde (kanun-ı esasi istemek gibi) şüphesiz etkisi oldu. Bu yüzden M. G. Kuntay, onu "Sarıklı İhtilalci" olarak niteler. Ali Suavi'nin uzun süren bir etkisi de V. Murad'ı tahta çıkarma girişimiyle II. Ab-dülhamid'de "Murad psikozu"nu kökleştirmesinde görülür.
Bibi. İ. H. Danişmend, AH Suavi'nin Türkçülüğü, îst., 1942; M. C. Kuntay, Sarıklı İhtilalci Ali Suavi, ist., 1946; F. R. Atay, Baş-veren Bir İhtilalci, İst., 1954; N. Akbayar, "Ali Suavi", TDEA, I, 116-117; 1. Doğan, Tan-zimatın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi, ist, 1991.
İSTANBUL
ALİ SÜREYYA
bak. KALEMCİOĞLU, ALİ SÜREYYA
ALİ UFKÎ BEY
(l 7. yy) Leh asıllı Osmanlı besteci, nota yazarı, çevirmen. Polonya (Leh) kökenli olup asıl adı Wojciech Bobowski'dir. Batı kaynaklarında adı daha çok Albert Bo-bowski ve Albertus Bobovius diye geçer. Din değiştirince Ali adını almıştır; "Ufkî", şiirlerinde kullandığı mahlasıdır. Kimi kaynaklarda lölO'da Polonya'nın Lwow şehrinde doğduğu belirtilirse de bugüne kadar hayatı, doğum, ölüm tarihi ve yeri hakkında kesin bilgi elde edilememiştir.
Soylu bir aileden geldiği söylenir. Çocukluğu ve öğrenim hayatı konusunda da aydınlatıcı bilgiler yoktur. Ancak eserlerinden, muhtemelen esir olarak İstanbul'a gönderilmeden önce iyi bir öğrenim gördüğü, birçok dil öğrendiği anlaşılmaktadır.
İsveç'in o dönemdeki İstanbul sefirlerinden Claes (Nicholas) Ralamb, kendisinden dinlediğine göre, onun 1645'te Osmanlı-Venedik Savaşı'nda Osmanlılara esir düştüğünü, sarayda Enderun'a alınarak yetiştirildiğini ve burada on yıl hanendelik ettikten sonra padişah tarafından azat edilerek sipahi ulufesi aldığını yazar. Kendisi de, Sultan İbrahim (hd 1640-1648) ve IV. Mehmed dönemlerinde (hd 1648-1687) sarayda görev aldığını, Enderun'da bilim, fikir ve sanat alanlarında yeteneğini geliştirdiğini belirtir. Genel bilgilerin yamsıra Doğu ve Batı musikisini öğrendiğini, kısa sürede santur çalmakta usta olduğunu, Ufkî mahlasıyla şiirler yazdığını, musiki eserleri bestelediğini yazar. İçoğlanı ve mu-sikici olarak on dokuz yıl kadar sarayda kaldı, yetenekleriyle dikkati çekti. Di-van-ı Hümayun'da tercümanlık görevinde bulundu. Çeşitli kaynaklarda on yedi dil bildiği belirtilir. 1675'te İstanbul'da öldüğü tahmin ediliyor.
Çok yönlü bir kişiliği olan Ali Ufkî Bey İstanbul'da musiki eserleri bestelemiş, bunları Şiir ve Şarkı Mecmuası (Paris Bibliotheque Nationale, AF 292) ile Ali Ufkî Edvarı diye bilinen Mecmua-i Saz ü Söz 'de (Londra British Museum, Sloane 3114) toplamıştır. Bu eserler, kendi besteleri dışında, 17. yy saz ve söz, dini ve dindışı musiki eserleri ile halk ezgilerinin notalarını verdiği için Türk musikisi tarihi açısından büyük önem taşır. Saray ve İslami gelenek ve göreneklere ilişkin bir yapıtı olan Serai Enderum Cive Penetrale deli' Serraglio detto Nuovo dei G. Stie Re Ottomani (Londra British Museum, Harleian 3409) 17. yy'da İstanbul'da saray hayatı, Enderun örgütü, orada verilen eğitim ve öğretim ile günlük hayat ve Türk musikisi hakkında yazılmış gözlem ürünü değerli bir belgedir. l643'te İstanbul'da kaleme aldığı bir Latince-Türkçe konuşma kitabı (Paris Bibliotheque National, FT 216) ünlüdür. İstanbul'da çevirdiği en ünlü yapıtı Kitab-ı Mukaddes çevirisidir; birçok kez gözden geçirilip düzeltilen bu çeviri günümüze kadar kullanılmıştır. Eski Ahid, Yeni Ahid ve Apokrip-ha'dan meydana gelen bu çeviriyi Ali Ufkî Bey Hollanda'nın İstanbul sefiri Le-vinus Warner'in isteği ve onun para yardımı ile gerçekleştirmiştir. Eski Ahid'deki Ezra ve Yeremya kitaplarından bir bölümü eksik olan yazma, Le-iden Üniversitesi Levinus Waner kolek-siyonundadır (Cod. 390 Warn). 1664'te tamamlanan bu çevirinin Yeni Ahid bölümü Kieffer'in tashihinden geçtikten sonra 1819'da, tamamı ise 1827'de Paris'te yayımlanmıştır. Eski Ahid'in bir bölümü olan Mezmurlar 'm (Paris Bibli-otheque Nationale Suppl. türe 472) ilk on dört bölümü Latin harfleriyle, nota-larıyla birlikte yayımlanmıştır. O dönemde İstanbul'da İsveç sefiri olan Claes Ralamb'in Ali Ufkî Bey'den satın aldığı 137 adet minyatürün de Ali Uf-kî'nin eseri olabileceği ileri sürülmüştür.
Bu minyatürler bugün Stockholm Kun-gelige Bibliothek'tedir (no. 10). Bibi. C. Ralamb, Constantinopolitaniske Re-san, Stockholm, 1679; F. Babinger, "Wojci-ech Bobowski", Polski Sloıunik Biograficzny, II, 1936; T. Kut, "Ali Ufki Bey ve Eserleri Hakkında", Musiki Mecmuası, S. 332 (Haziran 1977); C. Behar, "Ali Ufkînin Bilinmeyen Bir Musiki Elyazması", TT, VIII, 1987; C. Behar, Ali Ufkî ve Mezmurlar, istanbul, 1990.
TURGUT KUT
Dostları ilə paylaş: |