BAĞDAT CADDESİ
530
531
BAĞDAT KÖŞKÜ
Bağdat Caddesi, Kızdtoprak'tan Caddebostan'a kadar.
İstanbul Ansiklopedisi
Bağdat Caddesi, Erenköy'den Bostancı'ya kadar.
İstanbul Ansiklopedisi
malarla bezenmişti. Namazgahın yerinde şimdi benzin istasyonu vardır. Karşısında olan Selamiçeşme ise 1215/1800 tarihli ilk kitabesine göre Kethüda Sunî Kadın tarafından ihya edilmiştir, ikinci kitabede ise çeşmenin 1254/1838'de Hazinedar Usta tarafından II. Mahmud'un isteği üzerine bir daha tamir ettirildiği öğrenilir. Bağdat yolundan giden yolcuları ikinci kademe uğurlama yeri olan Selamiçeşme'nin kitabeleri evvelce kazınmışken, 1961'de bir müteahhitin gayreti ile yemden işlenmiştir.
Bağdat yolu, şimdiki Caddebostan semtinde, sol tarafta Çukurçeşme olarak adlandırılan bir menzil yerine sahip bulunuyordu. Evvelce arkasında bir namazgah sofası olan bu kitabesiz çeşme, önce bir evin bahçe duvarına bitişik olarak kalmış, yakın tarihlerde de arkasında kurulan bir restoran yapılırken yok edilmiştir. İhyası için 1991'de yapılan girişimler sonuçlanmamıştır.
Çınardibi semtinde çok yaşlı bir çınarın bulunması burada da evvelce bir menzilin bulunduğuna işaret sayılabilir. Nitekim uzun yıllar açık hava tiyatrosu, sonraları sinema olarak kullanılan bu yerde yakın tarihlerde modern bir cami yapılırken buranın Valide Sultan vakfı olduğu ileri sürülmüştür. Zaten C. Von der Goltz'un haritasında bu yerde Çoban Çeşmesi adıyla bir çeşme işaretlenmiştir.
Bağdat Caddesi kenarındaki menzil yerlerinden biri de Bostancı'da Çatalçeş-me denilen yerdedir. Sağ tarafta olan namazgah yıllar önce herhalde Vakıflar İdaresi tarafından satıldığından, yaşlı çınar ağacı binaların arasına sıkışmıştı. 1991'de ağaç kesilerek ortadan kaldırıldı. Karşı tarafta olan çeşmesi ise 1946-1947'de yerinden sökülerek geriye alındı. Esas kitabesine göre İstanbul'un çok az sayıdaki en eski çeşmelerinden olan bu küçük anıt, 957/1550'de büyük ihtimal ile İhsan adında bir kişi tarafından vakfedilmiş ve ikinci kitabesine göre de 1282/1865'te
Hâce Mahtume Hatun'un cariyesi Hâce Narkerâb Kalfa tarafından ihya edilmiştir.
Bağdat Caddesi'nin İstanbul Belediyesi sınırlarının ucunda olan Bostancı menzili ise evvelce Bostancıbaşı kolluğunun önünde olan birkaç yaşlı ağacın gölgelediği, geniş bir namazgah ve bir çeşme ile işaretlenmişti. Çeşme ve kıble taşı son yıllarda birkaç defa yer değiştirmiş ve son olarak da çok çirkin bir biçimde yan yana dikilmiş, namazgah sofası ise ortadan kalkmış, sadece ağaçlar kalmıştır. Ahşap bir bina olan Bostancıbaşı kolluğu da, Bostancı Karakolu olarak uzun yıllar hizmet ettikten sonra son yıllarda yıktırılmıştır. Önceki mimari bütünlüğünü kaybetmiş olan çeşme, daha eski bir çeşmenin ihyası suretiyle II. Mahmud tarafından 1247/1831'de yaptırılmıştır.
Bağdat Caddesi, bu menzillerin hemen yanında olan, klasik üslupta mima-rili köprüde sona ermektedir. Bu köprüden itibaren tarihi yol, Küçükyalı-Malte-pe-Kartal-Pendik yönünde değişik adlar alarak uzanır. Bağdat Caddesi'nin iki yanındaki arazilerde geniş bahçeler içinde Batı üslubunda büyük köşkler, II. Ab-dülhamid döneminin (1876-1909) sonlarına doğru yapılmaya başlamıştır. S. Muhtar Alus'un yazdığına göre, Papazın-bağı denilen yer, I. Dünya Savaşı'ndan önceki yıllarda oldukça ünlü bir mesire ve eğlence yeri idi. Aynı yerlerde Ali Pa-şa'nın köşkü bulunuyordu. Bağdat Caddesi'nin Kızıltoprak semtine kavuştuğu yerde, sol tarafta Maarif Nazırı Zühdî Pa-şa'nın büyük ahşap köşkü vardı. Zühdî Paşa, aynı yerdeki ilk köşkünün yanması üzerine bu ikincisini yaptırmış; Cumhuriyet döneminde Kadıköy Kız Orta-okulu'na dönüştürülen bu büyük yapı da 1940'larda yanarak yok olmuştur. Köşkün yanında olan Zühdî Paşa ailesinin mezarları, oradaki caminin az berisinde hâlâ durur.
S. Muhtar Alus, Bağdat Caddesi'nden istasyona çıkan yol üstünde bazı köşk-
leri sayar. Cadde üzerinde ise Kâzım Paşa ile adını vermediği bir mollanın köşklerini bildirir. 1940'lara kadar, Kalamış'a ayrılan caddenin kenarında çok büyük bir köşk bulunuyordu. Solunda Hakkı Paşa'nınki ile Hüseyin Avni Pa-şa'nın damadı Reşid Paşa'nın köşkleri vardı. Sağdaki Abacıbaşı Köşkü sonra Esad Paşa'nın olmuştur.
Yine S. Muhtar Alus'un yazdığına göre, Bağdat Caddesi'nin sol tarafında, sadrazam yaveri Cemal Paşa'nın bağları, bostanları, kebir havuzu, kaskatları ve sayfiyegâhı, sağda sonradan yapılan cami (Erenköy-Galip Paşa Camii), Şem-seddin Sami'nin köşkü, yanında Dr. Celal İsmail Paşa'nın yazlık ve kışlığı, ilerisinde tek tuk evler yer alırdı. Şaşkın-bakkal'daki ağaçların altı pazarları Hıris-tiyanlarla dolar, laternalarla ve mandolinlerle horalar tepilirdi. Buradaki köşklerden kime ait olduğu kesinlikle anlaşılamayan bir tanesi Şemseddin Sami Bey'inkinden sonra geliyordu. Bunun büyük havuzu çok yakın tarihlere kadar Bağdat Caddesi'nin kenarında görülebiliyordu. Havuzun iki yanından köprülerle tam ortasındaki yuvarlak bir müzik kameriyesine geçiliyordu. Köprüler ve kameriye, 19. yy sonlarında köşk ve saray bahçelerinde moda olan ağaç taklidi olarak betondan yapılmıştı.
Bağdat Caddesi'nin etrafında seyrek olarak bazı ufak ahşap köşkler 20. yy'ın başlarında yapılmıştı. Bunlar arasında Suadiye ile Bostancı koylarını ayıran burnun üzerinde Mabeyinci Sadi Bey'in köşk ve yalısı bulunuyordu. Girişi Bağdat Caddesi üzerinden olan köşkün arazisi çok geniş olup, iki tarafı ağaçlı bir yoldan ahşap köşke bağlantı sağlanmıştı. Bir tarafı Bağdat Caddesi, diğer tarafı denizle sınırlanan köşkün, denize uzanan burnun üstünde içinde fıskiyeli havuzu olan tek katlı kagir bir müştemilatından başka koruluk halindeki bahçesinde hizmet binaları, çok büyük bir li-
monluk (sera), meyve ve sebze porter-leri de vardı. Bir süre kır kahvesi olan arazi parsellenirken, ahşap köşk de yandı. Bugün yerinde birçok sokak ile yüksek apartmanlardan meydana gelen mahalleler bulunmaktadır.
Bostancı'ya yakın bölümdeki iki katlı ahşap köşklerin bazıları ise, I. Dünya Savaşı'nda Cihangir yangınında evleri yananlar tarafından inşa ettirilmiştir. Bunlar 1950'lerden itibaren peyderpey yıktırılarak, yerlerine önce bahçeli kagir villalar yapılmış; 1970'lerden itibaren bu villalar da yerlerini, belediye imar mevzuatı ancak beş kata izin verdiğinden, bu ölçüde apartmanlara bırakmışlardır. Yalnız tam Çatalçe.şme'nin yanında 1935'ten sonra devrin bakanlarından Tahsin Coşkan tarafından satın alınan güzel ahşap köşk durmaktadır. Suadi-ye'de yine cadde kenarında olan üç katlı "Yağcıların Köşkü" denilen yapı da yakın tarihlerde ortadan kalkmıştır.
Bağdat Caddesi'nin, şehir sınırına yaklaştığı yerde, Bostancı'da son önemli köşkler, cadde ile deniz arasında bulunan, Anadolu-Bağdat Demiryolları Genel Müdürü, İsviçreli Huguenin'in 1900' e doğru yaptırdığı muhteşem köşkler ve parktır. Cadde kenarında, aslında etrafı yüksek duvarla çevrili sebze bahçesi olan malikâne, deniz tarafındaki parkın içinde, Batı üslubunda iki köşk halindedir (bak. Bostancı).
Bağdat Caddesi'nin canlanması 1930' lu yıllarda Mustafa Güler Bey'in Suadiye Plajı'nı yaptırması ile gerçekleşmiştir. Mabeyinci Sadi Bey Korusu'nun yanındaki koyda ilk tesislerini kuran Mustafa Bey, plajına Moda ve Altınkum plajlarının müşterilerini çekebilmek için, koyu kırmızı renge boyalı dört otobüs yaptırarak (bu yıllarda otobüsler kamyon şasisi üzerine yapılırdı), İstanbul halkının Kadıköy İskelesi'nden Suadiye Plajı'na geliş ve dönüşünü sağlamıştı. Bir süre sonra asfalt kaplanan Bağdat Caddesi
İstanbul'un Anadolu yakası gençliğinin yaz aylarında saat 17.00'den genellikle 20.00'ye kadar trafik olmadığı için rahatça gezinti yaptığı bir arter oldu. "Asfalta çıkmak" denilen bu akşam gezintileri ancak 1950'lerde sona erdi. Bu "asfalt piyasalarında kalabalık arasında, zarif süvari giyimi içinde güzel atının üstünde gezintiye katılanlar da vardı-. Bunlardan biri, İstiklal Savaşı sırasında İçerenköy'de Rum çetecilere karşı çarpışan, sonra Bostancı'da imar mevzuatına aykırı gazino ve otel yapmasına göz yumulan Şaban'ın kızı, bir diğeri Şaşkın-bakkal'da oturan "Atlı Muazzez" olarak adlandırılan genç bir hanım ile, onlara heveslenerek atıyla caddeye çıkan ve sonra atını zapt edemeyen lise öğrencisi Zülâl Ece idi.
Bağdat Caddesi'nin iki yanındaki araziler, 1935'ten sonra küçük parsellere bölünerek, buralara genişçe bahçeler içinde, genellikle iki katlı küçük villalar inşa edilmiştir. Bunların fotoğrafları 1935-1940 arasında çıkan Arkitekt ve Yedigün dergilerinde görülür.
Bağdat Caddesi kenarında yeni apartmanlar yapılırken, aralarındaki parsellerde Fenerbahçe Lisesi ile Semiha Şakir Lisesi de inşa edilmiştir. Bugün Bağdat Caddesi, blok apartmanların altında geniş vitrinli mağazaları, banka şubeleri, caddeyi dört dizi halinde işgal eden yoğun trafiği ile tamamen değişik görünümlü bir anacadde olmuştur.
Bibi. C. von der Goltz, Karte der Umgegend von Konstantinopel, Berlin, ry, 1:100.000; istanbul Şehremaneti (Necip Bey), İstanbul Rehberi, İst., 1918, Anadolu yakası paftası; Ergin, Rehber; S. M. Alus, "Yoğurtçudan Bağdat Caddesi Boyu", Akşam, Şubat 1938; S. Eyice, "İstanbul-Şam-Bağdad Yolu Üzerindeki Mimari Eserler, I-Üsküdar-Bostancıbaşı Derbendi Güzergâhı", TD, S. 13 (1958), s. 81-110; M. K. Özergin, "Üsküdar-Bostancıba-şı Derbendi Güzergâhı Kitabeleri", TD, S. 13 (1958), s. 111-132; R. E. Koçu, "Bağdat Yolu-Caddesi", ISTA, IV, 1811-1814.
SEMAVİ EYİCE
BAĞDAT KÖŞKÜ
Topkapı Sarayı(->) manzumesi içinde dördüncü avluda yer alan yapılardan biridir.
Bağdat Köşkü (Bağdat Kasrı) IV. Mu-rad tarafından yaptırılmıştır. 1624'te Sa-feviler tarafından ele geçirilen Bağdat'ın l638'in son günlerinde yeniden fethedilmesinin hatırası olarak bu adla anılmıştır. Naîmâ, Bağdat seferini anlatırken köşkün inşaatının sefere çıkılırken em-redildiğini ve yapımının bir yıl içinde tamamlandığını bildirir. IV. Murad'ın Bağdat seferi bir yıl iki ay sürdüğüne göre Bağdat Köşkü'nün inşası 1639'da gerçekleşmiş olmalıdır. İç süslemelerin ise bir süre daha devam ettiği tahmin edilebilir.
Ahmed Refik'in (Altınay) kaynak göstermeksizin belirtiğine göre köşkün mimarı, Mimarbaşı Hasan Ağa'dır. Oysa bu tarihlerde hassa başmimarının Kasım Ağa olması gerekir. Sedat Hakkı Eldem de Bağdat Köşkü'nün mimarının Kasım Ağa olabileceğini muhtemel görmüştür.
19. yy sonlarına doğru Bağdat Köşkü revaklarının araları demir çerçeveli bir camekânla kapatılmıştı. II. Abdülhamid (hd 1876-1909) bu camlı galerinin bir bölümünü döşetmişti. Padişah ramazan ayının on beşinde saraya geldiğinde bir süre bu dar aralıkta dinlenirdi. Bu oda ve camekân yakın tarihlerde kaldırılmıştır.
Bağdat Köşkü, Topkapı Sarayı manzumesinin en güzel ve ilk şekli bozulmaksızın günümüze gelmiş bir parçasıdır ve Türk köşk mimarisinin şaheserlerinden sayılır. Sarayın "Şimşirlik" ve "İncirlik" denilen iki bahçesinin birleştiği yerde 7 m yüksekliğinde kemerli bir bodrum katı üstüne oturtulmuştur. Haliç ve Marmara'ya, Galata ve Beyoğlu semtlerine hâkim bir konumdadır.
Köşkün ana mekânı dört tarafında çıkıntılar olan bir sekizgen biçimindedir. Dikdörtgen çıkıntılar birer sivri ke-
BAĞDAT VAPURU
532
533
BAĞLARBAŞI
merli eyvan şeklinde orta mekâna açılırlar. Ortasında bir aydınlık feneri bulunan kurşun kaplı bir kubbe orta mekânı örter. Çok dengeli bir planı olan köşkün bir tarafına dikdörtgen planlı ve üstü aynalı tonoz ile örtülü bir oda eklenmiştir. Bu odanın duvar kalınlığı içine ustalıkla gizlenmiş bir hela bulunur. Baklavalı başlıklı mermer sütunlara sahip bir revak köşkün etrafını dolaşır. Bu sütunlara oturan çift renkli taşlardan işlenmiş sivri kemerler kurşun kaplı geniş bir saçağı taşımaktadır. Sütunlar arasında mermer şebekeli korkuluklar vardır.
Bağdat Köşkü'nün esas girişinin üstünde Farsça bir beyit yazılmıştır. Dış duvarları renkli taş kaplama ve çiniler süsler. Kuzey rüzgârlarına maruz kalan bu çiniler büyük ölçüde zarar görmüş ve bazı yerleri de kötü biçimde tamir edilmiştir. Kapı seviyesinden itibaren beyaz zemin üzerinde narçiçeği ve enginar yapraklı çiçeklerle bezenmiş olan çiniler klasik devir Türk çini sanatının son ve güzel örnekleridir.
Köşkün içindeki ocağın altın yaldız kaplamalı muhteşem bir davlumbazı vardır. Ocak ince uzun bir baca ile dışarıya bağlanmıştır. Planda çıkıntı olarak görülen hücrelerin içlerinde sedirler yer almaktadır. Bu kısımların ahşap tavanları altın yaldızlı ve bugün artık sayılı denilebilecek ölçüde az örneği kalmış malakâri bir süslemeye sahiptir, iç duvarlar kubbe eteğine kadar çimlerle kaplanmıştır. Ocağın iki yanında bulunan çiniler hem ölçüleri hem de süslemede kullanılan kuş motifleri bakımından son derece nadirdir. İki pencere dizisi arasında ise mavi zemin üzerinde beyaz harflerle yazılmış yine çini bir yazı kuşağı çepeçevre mekânı dolaşır. Dıştan pirinç şebekeli olan alt sıra pencerelerin ve dolapların ahşap kanatlan fildişi, sedef ve bağa kakma süslemelidir. Üst sıra pencereler renkli camlı alçı çerçeveli revzenlere sahiptir.
Bağdat Köşkü'nde 360 kadar kitaba sahip bir kütüphane de bulunuyordu. İçlerinde nadir yazmalar bulunan bu kitaplar, Ağalar Camii'nde kurulan ve
Bağdat Köşkü'nün giriş yönünden (solda) ve bahçeden (sağda) görünümleri.
Fotoğraflar Araş Neftçi
BAĞDAT VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Yandan çarklı yolcu vapurlarındandı. Basra ile Halep adlı iki de eşi vardı. Anadolu-Bağ-dat Demiryolu Şirketi tarafından 1904'te Almanya'da, Kiel'deki Howaldtswerke tezgâhlarında inşa ettirilmişti. 434 grostonluktu. 54 m boyunda, 7 m genişliğin-deydi. 900 beygirgücünde, üç genleşmeli makinesi vardı. İdare-i Mahsusa adlı deniz işletmeciliği kuruluşuna, bedelleri Haydarpaşa hattı gelirlerinden karşılanmak üzere yaptırılmıştı. Gerçekten zarif, güzel ve rahat bir vapurdu. Beyaza boyanmıştı, yalnızca bacası siyahtı. Baş ve kıç tarafında birinci mevki iki geniş salonundan başka, önemli kişilere ayrılmış özel yan kamaraları da vardı.
Ağustos 1910'da öteki iki eş vapurla birlikte Seyr-i Sefain İdaresi'ne verilen Bağdat, 1918'de sisli bir havada Ada-lar'a giderken Mühürdar önlerindeki kayalara bindirdi. Sonra Haydarpaşa mendireğinin içine çekildiyse de orada bata-rak dibe oturdu; yalnızca direği ve bacası suyun üzerinde kaldı. Sonra yeniden çıkartılarak onarılıp servise kondu.
"Yeni Kütüphane" adı verilen, içinde saraya ait bütün kitapların bir araya getirildiği merkeze alınmıştır.
Klasik devir Türk sanatının en muhteşem eserlerinden olan Bağdat Köşkü eski Türk yapı geleneklerinin değişik bir uygulamasıdır.
Bibi. Tarihi Naima, III, 1442, 1448; H. Et-hem (Eldem), Topkapı Sarayı, ist., 1931, s. 23; Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İst., 1933, s. 135-136; N. M. Penzer, The Harem, Londra, 1936, s. 253-255; T. Öz, Turkish Cera-mics, Ankara, 1953, s. 36, levha LXIII-LXıV; K. Otto-Dorn, Türkische Keramik, Ankara, 1957, s. 132; Melek Celâl Lampe, Le vieux se-raü deş Sultans, ist., 1959, s. 80; Koçu, Top-kapu Sarayı, 108-112; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I, 298-318; Eldem-Akozan, Topkapı Sarayı, 28-29; F. Davis, The Palace of Topkapı in istanbul, New York, 1970, s. 180-184; H. Tezcan, Köşkler, İst, 1978, s. 10-13; Ab-durrahman Şeref, "Topkapı Saray-ı Hümayunu", TOEM, II/7 (1327), s. 411-414; Ahmed Refik (Altınay), "Bağdat Kasrı", Cumhuriyet, (24 Mayıs 1935); E. H. Ayverdi, "Bağdad Köşkü", İSTA, IV, 1804-1808; S. Eyice, "Mimar Kasım Hakkında", Belleten, LXIII/172 (1979), s. 767-808; ay, Topkapı Sarayı, İst., 1985, s. 35; ay, "Bağdat Köşkü", DlA, IV, 444-446.
SEMAVİ EYİCE
Bağdat Vapuru Moda İskelesi'ne yanaşıyor. Salâbaddin Giz
Daha çok, Moda-Kalarmş-Caddebostan hattında kullanıldı. II. Dünya Savaşı sırasında, 1940'ta araba vapuru haline getirildiyse de dengesi bozuk olduğundan uzun süre çalıştırılamadı. Ekim 1954'te hizmet dışı bırakıldı. Hâlâ çalışabilir durumdaki makinesi, 1956'da yapılan "Karamürsel" araba vapurunda kullanıldı.
ESER TUTEL
BAĞLAR
Bizans döneminde, özellikle manastırların çevresinde üzüm bağları olduğu (bak. Adalar), Heybeliada ve Büyüka-da'daki bağlarda üretilen üzümlerden yapılan şarapların ünü bilinmektedir. Yine Bizans döneminde Boğaz'ın Rumeli yakasında Rumelikavağı'ndan Büyük-dere'ye doğru bağlar bahçeler bulunduğu, Anadolu yakasında Fenerbahçe'den bugünkü Pendik'e uzanan bölgede bağ yetiştirildiği eski kaynaklarda ve gezi notlarında geçmektedir. Ancak, Osmanlı döneminde "bağ" sözcüğü üzüm bağından daha geniş anlamda, meyve bahçelerini de içeren biçimde kullanılmıştır. İslam dini şarabı yasakladığından şarap yapımını hedefleyen yaygın bir bağcılık Osmanlı döneminde görülmez. Buna karşılık Osmanlı dönemi İstanbul'unda meyve bağları yaygındır. Ayrıca çeşitli üzüm türlerinin büyük özenle yetiştirildiği üzüm bağlan da elverişli yörelere ve saray bahçelerine dağılmıştır.
Kentin, gerek üzüm gerekse meyve bağlarının yoğun ve ünlü olduğu bölgeleri, Anadolu ve Rumeli yakası Boğaziçi köyleri; Çamlıca ve etekleri, Yakacık, Bağlarbaşı(->) bölgesi; Üsküdar'dan Erenköy, Göztepe, Maltepe'ye kadar yayılan alan; Kadıköy'den Fenerbahçe'ye uzanan kesim; Kartal, Pendik çevresi; Rumeli tarafında Topkapı Maltepe'si; Ayas-paşa'dan Kabataş'a doğru inen sırtlar ve nihayet Adalar'dır. Eski bağların en ünlülerinin nerelerde bulunduğu bugünkü semt, sokak ya da durak adlarından da çıkarılabilir: Örneğin Bağlarbaşı, Valde-bağı, Papazınbağı, Viranbağ, Dolaybağ-ları ve kentin çeşitli yerlerindeki Bağo-daları adını taşıyan sokaklar vb.
Eremya Çelebi Üsküdar tepelerinden Çamlıca'ya kadar sağlı sollu uzanan çoğu Ermenilere ait bağlardan söz eder. Yine Kadıköy'den Fenerbahçe'ye yayılan bölgenin gözleri okşayan bağlarla örtülü olduğunu söyler. Bu bağların bir bölümü zaman zaman sökülmüş ya da hastalık girdiğinden kavrulup kırılmıştır. 19. yy ortalarında, meyve ağacı ve çeşit çeşit bağ kütüğü yetiştirme merakının saray çevresinde yaygınlaştığı görülür. Dönemin bağ meraklılarının başında, Hekimbaşı Salih Efendi ve bağ merakını ondan aldığı söylenen, Abdülme-cid'in annesi Bezmiâlem Sultan bulunmaktadır. Bugün de Valdebağı olarak bilinen yörede 1848'de Valide Sultan, içinde 573 ayrı cins meyvenin ve üzümün yetiştiği dillere destan bir bağ kur-durmuştur. Bu bağda 206 armut, 98 el-
ma, 25 ayva, 43 şeftali, 13 vişne, 31 kiraz, 21 kayısı, 9 nar, 11 incir, 11 dut, 15 muşmula, 59 üzüm, 31 portakal türü yetiştiği yazılmaktadır. Bu değişik türler gerek yurtdışından, gerek imparatorluğun çeşitli yörelerinden, gerekse İstanbul'un bağlarından getirtilmiştir.
Çavuşüzümünün en iyisinin Valde-bağı'nda, Pendik civarındaki Dolaybağ-ları'nda, Kurbağalıdere'deki Dereba-ğı'nda yetiştiği; Göztepe-Maltepe arasındaki bağlarda bir, hattâ iki ay süren üzüm panayırları yapıldığı; Maltepe bağlarında panayır boyunca eğlenceler düzenlendiği kaynaklarda belirtilmiştir.
Üzüm bağlarına çıkma ve buralarda eğlenme mevsimi, ağustos sonu, eylül başlarıdır. Meyve bağları ise, hangi meyvenin mevsimiyse ona göre şenlenir. Boğaz sırtlarındaki bağlar, ilkbahar ve yaz aylarında tercih edilmiştir. Gerek üzüm gerekse meyve bağları, 20. yy'a doğru daralmaya ve bakımsızlaşmaya başlamışsa da Çamlıca eteklerinde, Ada-lar'da, Maltepe tarafında ve Boğaz'ın Rumeli yakasında yer yer küçük bahçeler halinde 1950'lere kadar varlığını korumuş; 1950'lerden, hele de yapılaşmanın hız kazandığı 1970'lerden sonra, birkaç meraklının özel bahçeleri dışında, bütünüyle yok olmuştur.
Osmanlı döneminde bağların bakım ve işletmesiyle uğraşanlar, çoğunlukla Arnavutlar, Rumlar ve Ermenilerdi. Saray mensuplarının ve devlet ricalinin bağlarında bahçıvan olarak Arnavutlar çalışırdı. Boğaziçi köylerinde bağ işle-tenlerse daha çok Kumlardı. Adalar'da yakın zamanlara kadar süren bağcılık yine Rumların, yer yer de Ermenilerin elindeydi.
.Günümüzde, İstanbul'un bağlarının yerinde evler, apartmanlar, asfalt yollar, beton bloklar veya eski günleri hatırlatan durak levhalarından başka bir şey kalmamıştır.
Bibi. "Bağ ve Bahçe", İSTA, III, 959-963; "Bağ, Bağlar, Bağcılar", 1KSA, II, 1790; Kö-mürciyan, İstanbul Tarihi, 48-49, 68; Erde-nen, Adalar; Evliya, Seyahatname.
İSTANBUL
BAĞLARBAŞI
Bağlarbaşı semti, Üsküdar yönüne doğru Selamsız ve Fıstıkağacı, Kadıköy yönüne doğru Nuhkuyusu, Kısıklı yönüne doğru Altunizade, Beylerbeyi yönüne doğru Nakkaştepe arasında kalan, Üsküdar İl-çesi'ne bağlı bölgeyi kapsar. Semtin çok eskiden tümüyle bağlık bir arazi olduğu; Ermeni manastırının bağı olan bölgeye manastır anlamına gelen "vank" sözcüğünden "Vankınbağı" da dendiği bilinmektedir. Sonraları bağlık arazinin başladığı yere "Bağlarbaşı" denmiş ve semt bu adla anılmaya başlamıştır.
Kaynaklara göre, uzun yıllar Kudüs'e kervan götüren Atam adlı bir Ermeni deveci, 1700'lerde bu bölgedeki bağlık bir araziyi satın alarak merzarlık yapılmak üzere semt halkına bağışlamıştır. 1718'de ölen Atam'ın mezarı, mezarlık
haline getirilen bu bağda, ilk gömüldüğü yerdedir. Osmanlı mimarisinin değerli kalfalarından Balyanlar da (bak. Balyan ailesi) aynı mezarlıkta yatmaktadırlar. Ermeni edebiyatının ustalarından Mateos Zarifyan'ın ve Bedros Turyan'ın mezarları da buradadır.
Bağlarbaşı Meydanı'ndan ilahiyat fakültesine doğru inen caddenin sol yakası tümüyle mezarlıktır. Bu mezarlık Rum ve Ermeniler arasındaki uzun tartışma ve kavgalardan sonra, iki başı Ermeni mezarlığı, ortası Rum mezarlığı olarak üçe bölünmüştür. Eskiden arka tarafında, tam Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin karşısında Yahudi mezarlığı vardı. Bu alan bugün belediyenin park ve bahçeler müdürlüğü olarak kullanılmaktadır.
Osmanlı döneminde semtte çoğunlukla Ermeniler, az sayıda da Rum oturduğundan camiler oldukça yenidir. İslam Enstitüsü Camii, Beylerbeyi'ne inen yol üzerinde Hacı Yakub Kazdal Camii, Üsküdar yolu üzerinde Kuruçeşme Camii ve otobüs garajının karşısındaki Bağlarbaşı Camii hep yeni yapılardır.
Kiliseler ise oldukça eskidir. Bağlar-başı'nda Ermenilere ait iki kilise vardır. Yenimahalle'deki Surp Garabet Kilisesi 15. yy'da Vanlı Despot Zakarya tarafından yaptırılmıştır. 1727'de Patrik Ohan-nes Golod binayı yenilemiş, Kudüs'e giden hacılar için bir de manastır yaptırmıştır. Kiliseye bağlı olarak 1844'te "Ce-meran" okulu yapılmış, fakat bina 1887' de yanmış, 1888'de yeniden inşa edilmiştir. Bugün "Semerciyan Cemeran İlkokulu" olarak öğretim görevini sürdürmektedir. İkinci Ermeni kilisesi, Selam-sız'daki Surp Haç Kilisesi'dir. l697'de Papaz Abraham tarafından inşa edilmiştir. Abraham'ın mezarı kilisenin bahçe-sindedir. Patrik Gblod, 1727'de binayı yenilemiş, daha sonra 1830'da bina halkın bağışlarıyla bir kez daha yeni baştan yapılmıştır.
Semtteki tek Rum kilisesi Rodoslu taş ustalarının kendi ibadetleri için 1804'te inşa ettikleri Profotis İlyas Kilisesi'dir. 4.000 m2'lik bir bahçe içindeki bu bina, İstanbul'daki kiliselerin en büyük ve en bakımlılarından biridir. İçindeki ikonalar ve avizeler çok değerlidir. Kilisenin karşısındaki Profotis Okulu, bugün Doğuş Anaokulu olarak kullanılmaktadır. Rum anaokulu ise Altı-Yedi Eylül Olayları(-») sırasında yakılmıştır.
Semtteki diğer eski ve yeni okullar şunlardır: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Üsküdar Amerikan Kız Koleji (şimdi karma), Cumhuriyet Lisesi, Özel Belde Deneme Lisesi, eski Fransız erkek ve kız okulları (sonra 48. İlkokul, şimdi Bağlarbaşı İlkokulu), Tibrevank Rahip Okulu (şimdi Surp Haç Lisesi), Nersesyan Yermoniyan İlkokulu, Kalfa-yan Kız Yetimhanesi İlkokulu, Hayuh-yats Okulu (kapanmıştır), Garabetyan Okulu (kapanmıştır), Berberyan Okulu (kapanmıştır).
Bağlarbaşı ile Altunizade(-*) semtle-
BAĞODALARI MESCİDİ
534
535
BAHARiYE
Melling'in Eyüp'ü betimleyen deseninde Bahariye'nin bir bölümü ve Bahariye adaları görülüyor, 18. yy. Ara Güler fotoğraf arşivi
Bağlarbaşı
istanbul Ansiklopedisi
rinin birleştiği yerde, son yıllarda Altu-nizade Kültür Merkezi kurulmuştur. Binada 200 kişilik tiyatro salonu, konferans ve sergi salonları vardır. Etkinlikleri arasında org, solfej, Türk sanat müziği, ut, gitar, bale, aerobik, resim ve tiyatro dersleri yer almaktadır.
Sanat yönünden Bağlarbaşı semtinin geçmişi zengindir. Eskiden "Frenk Tepesi" denilen yerde büyük bir tiyatro vardı. Bugün ilahiyat fakültesinin kurulduğu, "Çiftlik Gazinosu" adı verilen arazide de büyük bir tiyatro ve Napolyon Konser Salonu bulunuyordu. Ayrıca Beyleroğlu Bahçesi, Çırağan Bahçesi, Kalfanın Bağı Tiyatrosu gibi açık hava tiyatrolarında, aralarında Mınakyan, Karakaş, Agopyan Candaş, Zarifyan, Apelyan, Agavni Necip, Ertuğrul Sadi Tek, Raşit Rıza, İsmail Dümbüllü, Tevfik ince, Şevki Şakrak'ın da bulunduğu birçok ünlü oyuncu sahneye çıkmıştı. Geçmişte, semtin bir de ahenk ve fanfar takımı vardı.
En eski sakinleri Ermeniler ve Rumlar olan, 19. yy'dan itibaren de seçkin kişilerin yaşadığı bu semti Osmanlı sarayı mensuplarının konakları süslerdi. Bunlardan Abdülmecid Efendi Kasrı oldukça iyi durumda korunmuştur ve halen Yapı ve Kredi Bankası'nın dinlenme yeridir. Son yıllarda Koç Holding, Şark Sigorta gibi büyük firmalar da genel müdürlüklerini bu semte taşımışlardır.
Bağlarbaşı'nda iki spor kulübü vardır: Bağlarbaşı Spor Kulübü ve Gökspor. Eskiden Bağlarbaşı Meydanı'nda Aslan'ın Gazinosu denen bahçeli lokantanın arkası futbol sahasıydı. Şimdi bu alanda apatmanlar ve Gençlik ve Spor II Müdür-lüğü'ne bağlı spor tesisleri bulunmaktadır. Tesisler üç kapalı salondan oluşmak-
ta ve basketbol, voleybol, jimnastik, karate ve bale çalışmaları yapılmaktadır.
Bağlarbaşı'ndan Üsküdar'a inen yol üzerinde Selamsız Mahallesi (eski adı Selamiye) ve burada Çinili Karakolu vardır. Bu bina 1842'de Sultan Abdülmecid tarafından hassa askeri için yaptırılmış, sonra maliye ve itfaiye binası olarak da kullanılmıştır. Arkası eskiden mezarlıkken, sonraları mezarlık kaldırılarak buraya Belediye Evleri yapılmıştır.
Selamsız geçmişte Çingenelerin oturduğu bir mahalleydi. Buraya Çingene Mahallesi de denirdi. Çingene aileleri arasındaki kavgalar adeta seyirlik bir gösteriye dönüşürdü. Kalabalık seyirci topluluklarının izlediği bu kavgaların özelliği, tarafların üstünlüklerini kanıtlamak için mallarını birer birer sokağa taşımaları ve şarkılı sözlü taşlamalarla karşı tarafı alt etmeye çalışmalarıydı. Semtin diğer yanları gibi bu bölge de günümüzde hızlı bir yapılaşmaya sahne olmuş; folklorik öğelerini yitirmiştir.
TUNA BALTAÇIOĞLU
Dostları ilə paylaş: |