I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə47/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   129

Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 141-142; R. Melül Meriç, "Beyazıd Camii Mimarı", Ankara Üniversitesi ilahiyat Fak. Yıllık Araştırmalar Dergisi, II (1957), s. 30-31.

BURCU ÖZGÜVEN



ATİ ÇAVUŞ TEKKESİ

bak. ALTUNCUZADE TEKKESİ



ALİ EFENDİ (Paşmakcızade)

(1638, İstanbul - 1712, İstanbul) Şeyhülislam ve Melamî kutbu. Melamîlerce "Seyyid Ali Sultan" olarak tanınır.

Üsküdar Kadısı Paşmakcızade Mehmed Efendi'nin oğludur. 17.yy'ın önde gelen alimlerinden ders gördü ve Müftü Abdurrahim Efendi'nin yanında mesleki tecrübesini geliştirdi. Bir süre İstanbul'un çeşitli medreselerinde müderrislik yaptıktan sonra l686'da Kudüs ve ardından 1689'da Edirne kadısı oldu. Bu görevlerinde gösterdiği başarı üzerine kendisine "Nakibüleşraf" unvanı ve "Rumeli payesi" verildi.

Paşmakcızade Ali Efendi, üç defa şeyhülislamlık makamına getirilmiştir. Bunlardan birincisi, "Edirne Vak'ası" olarak bilinen ve II. Mustafa'nın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan ayaklanmanın karışık siyasi ortamına rastlar. Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin devlet yönetimindeki nüfuzunu ortadan kaldırmak isteyen Sadrazam Ramî Mehmed Paşa, o sırada Gürcistan seferini bahane eden Cebeci Ocağı'nı el altından kışkırtmış ve İstanbul'da başlayan ayaklanma kısa sürede Edirne'ye sıçramıştır. İsyancılar 23 Temmuz 1703'te Ali Efendi'yi Feyzullah Efendi'nin yerine şeyhülislam seçmişler ise de o bu görevi, siyasi ortamın karışıklığı nedeniyle kabul etmemiş, bunun üzerine İmam Mehmed Efendi, isyancılar tarafından şeyhülislamlığa getirilmiştir. Padişah iradesi alınmadan yapılan bu atamalar yasal olmadığı için II. Mustafa, durumu düzeltmek amacıyla Ali Efendi'yi 31 Temmuz 1703'te birinci defa şeyhülislamlık makamına getirmiş, ancak isyancılar İmam Mehmed Efendi üzerinde ısrar edince bu görevde 23 gün kalabilmiştir. II. Mustafa'nın tahttan indirilip yerine III. Ahmed'in geçmesiyle Ali Efendi, ikinci

defa 26 Ocak 1704'te şeyhülislam olmuş ve üç yıl bu görevini yürüttükten sonra Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'mn muhalefeti nedeniyle 1707'de Sinop'a sürülmüştür. Bir süre burada kalan Ali Efendi, III. Ahmed tarafından bağışlanmış ve Ebezade Abdullah Efendi'nin yerine üçüncü defa 16 Temmuz 1710'da şeyhülislam olarak atanmıştır. Bu son görevini yürütürken vefat eden Ali Efendi, Edirnekapı Mezarlığı'nda gömülüdür.

Yazılı kaynaklarda yalnızca şeyhülislamlığı belirtilen ve yakın çevresi dışında, üstlendiği bu resmi görev nedeniyle tanınan Paşmakcızade Ali Efendi, İstanbul hayatı üzerindeki asıl kalıcı etkisini Melamî kutbu olarak yapmıştır.

Ali Efendi, kendisinden önceki Melamî kutbu Bursalı Seyyid Haşim Efendi'nin (ö. 1677) müritlerinden olup müderris ve şair Gedayî Ali Efendi tarafından tarikata sokulmuştur. Haşim Efendi'nin vefatından sonra Melamîliğin "gavsiyet" makamına geçmiş ve tarikatı büyük bir gizlilik içinde yönetmiştir. Bu gizliliğe o denli riayet etmiştir ki, onun tarikatla bağlantısı ancak vefatından sonra vasiyeti gereği ünlü Melamî Kutbu Sütçü Beşir Ağa'nın (ö. 1662) damadı Osman Ağa'nın Edirnekapı'daki mezarı yanına gömülmesi üzerine öğrenilmiş ve bu durum İstanbul halkı arasında çeşitli söylentilere yol açmıştır. Mezartaşı kitabesi Melamî şairlerinden Rahimî'ye ait olup tarih beyti şöyledir: Yegâne zâtı gitdikde denildi fevtine târîh / Bekaya göçtü es-SeyyîdAH ol müftî-i af âk 1124.

İsmail Maşukî(->), Hamza Bâlî ve Sütçü Beşir Ağa'mn(->) şeriata ters düştükleri gerekçesiyle katledilmeleri üzerine Melamîlik(-»), gizlilik esasına dayalı içedönük bir örgütlenme modeli benimsemiş ve böylece 17. yy ortalarından itibaren özellikle saray çevresi ile bürokrasi içinde etkili olmuştur. Sadrazam Halil Paşa, Sarı Abdullah(->) ve La'lîzade Ab-dülbâki(->) gibi devlet adamları bu dönemde Melamîliğe girmişler, fakat hiçbirisi "gavsiyet" makamına yükselip tarikatın yönetimini üstlenmemiştir. Melamîliğin tarihinde bu görevi üstlenen ilk devlet adamı Paşmakcızade Ali Efendi'dir.

III. Ahmed üzerindeki nüfuzunu kullanarak saray çevresinde kendine bağlı bir zümre oluşturmayı başaran Paşmakcızade, böylece Melamîliği bürokrasi içinde ağırlığı olan bir baskı grubuna dönüştürmüştür. Lale Devri boyunca bu grubun Topkapı Sarayı'ndaki helvacılar zümresi içinde örgütlendiği ve bürokrasinin çeşitli kademelerine yapılan atamalarda söz sahibi olduğu görülmektedir. Paşmakçızade'ye bağlı bu Melamî-ler arasında sadrazamlığa kadar yükselecek olan Şehit Ali Paşa ile Nevşehirli İbrahim Paşa(->) da vardır. Şehit Ali Paşa, Paşmakçızade'nin vefatıyla Melamî kutbu olmuş, III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan ile evlenerek sarayla bağını güçlendirmiştir. Ali Paşa'mn Petervara-din'de şehit düşmesiyle dul kalan Fatma Sultan, daha sonra Nevşehirli İbrahim

Paşa ile evlenmiştir. Paşmakcızade Ali Efendi tarafından Melamîliğe kazandırılan bu siyasi kimlik, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa'mn katledilmesine kadar önemini korumuş ve başta Sadrazam Çorlulu Ali Paşa (ö. 1711) olmak üzere pek çok üst düzey muhalifini siyaset sahnesinden silmiştir.

Bibi. İlmiye, 496-498; Gölpınarh, Melâmilik, 163-164; Uzunçarşıh, Osmanlı Tarihi, IV/1, 45; Altunsu, Şeyhülislamlar, 107-108.

EKREM IŞIN



ALİ EFENDİ (Tanburi)

(1836, Midilli - Temmuz 1890, İzmir) Besteci ve tanburi. Enisefendizadeler soyundan Hafız Bekir Efendi'nin oğludur. Genç yaşında İstanbul'a geldi. Hayatının en uzun ve verimli dönemini İstanbul'da geçirdi. Medresede okurken musikiye başladı. İlk musiki derslerini Enderun hocalarından Lâtif Ağa (yak. 1815-1885), Sütlüceli Âsim (P-1895) ve Kanuni Rıza Efendi'den aldı. Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Celâleddin Efendi (1849-1907) ile birlikte Tanburi Küçük Osman Bey'in (yak. 1825-yak. 1900) tanbur derslerine devam etti. İstanbul'da geleneksel tanbur tavrının usta bir tanburisi olarak ün kazandı. Ali Efendi'nin aynı zamanda güzel bir sesi vardı. Fatih Camii Müderrisi Hopçuzade Hafız Şakir Efendi'den ders alarak zamanın en iyi hafızlarından biri oldu. 1868'e doğru "Sarıklı Müezzin" göreviyle saraya girdi. 1868'de Abdülaziz'e "imam-ı sani" oldu. Ali Efendi, ayrıca, padişah imamlarına verilen müderrislikte ikinci dereceye yükselerek mevlevi-yet rüusu aldı. 1869'da imam-ı saniliği sona erdi; 1872'de de saraydan çıkarıldı. 1885'te Abdülaziz'in tahttan indirilmesiyle ilgili olaylara karıştığı şüphesiyle İzmir'e gönderildi. Hayatının son beş yılını İzmir'de geçirdi.

Ali Efendi İstanbul'da Beylerbeyi'nde, İstavroz Mahallesi Nevnihal Sokağı'nda oturdu. Oğlu besteci ve tanburi Aziz Mahmud Bey (1870-1929) bu evde dünyaya geldi. Türk musikisinin saraydaki itibarını günden güne kaybettiği V. Mu-rad ve II. Abdülhamid dönemlerinde İstanbul'da saraydan uzak, besteci olarak eser verirken, pek çok da öğrenci yetiştirdi; İsmail Fennî Ertuğrul (1856-1946), Ömer Ferid Kam (1863-1944) ve Tanburi Cemil Bey(-») öğrencileri arasındadır. Cemil Bey, Ali Efendi'den doğrudan doğruya ders almamakla beraber, genel musiki bilgisi ve Türk musikisinin inceliklerini öğrenmek bakımından kendisinden yararlanmıştır. Ali Efendi tanburda geleneksel tavrın önde gelen temsilcilerinden olduğu halde Cemil Bey'in çok genç yaşlarında elde ettiği yeni tanbur tavrını benimsedi ve onu teşvik etti. İstanbul'un musiki hayatı, o dönemde bu iki usta ile daha bir canlılık kazanmıştı. Yeğeni Bekir Sıtkı Efendi de (ö. 1934) musikiciydi.

Tanburi Ali Efendi 19. yy'ın önemli bestecilerindendir. Büyük beste formlarını kullanmış, bu arada fasıllar bestele-

miş olmakla birlikte, musikisi dönemin anlayış ve özelliklerine uygun olarak içli ve duyguludur. Eserlerinde, ince bir hüznün altında, aydınlık ve coşkulu bir sevgi hissedilir. Sipihr, nişabur, muhay-yerzengule, muhayyersünbüle, arazbar-buselik gibi az kullanılmış ya da unutulmaya yüz tutmuş makamlardan eserler besteleyerek bu makamları tekrar canlandırdı. Bir ay içinde bestelediği "suzidil takımı", Türk musikisinin şaheserleri arasındadır. Oğlu Aziz Mahmud Bey ve Manisalı Hafız Salis Efendi (?-1915) tarafından notaya alman eserleri Aksaray yangınında yandı. Yüz elliye yakın eser bestelemişse de çeşitli özel koleksiyonlarda ve öğrencilerinde bulunan notalarda değişik makam ve formlardan seksen dolayında eseri günümüze ulaşmıştır.

GÜLDENiZ EKMEN

ALİ EFENDİ (Çırcırlı)

(?, ? - Kasım/Aralık 1906, İstanbul) Celi sülüs, sülüs ve nesih hattatı. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Hattatlar arasında Çırcırlı veya Haydarlı lakabıyla anılırdı. Uzun yıllar Maliye Nezareti'nde memurluk yaptı. Sülüs, celi sülüs ve nesih yazılarını Şefik Bey'den öğrendi.

Eserlerinin birçoğu kaybolmuş, bir kısmı da şahıslarda kalmıştır. Sanatında usta olduğunu, devrin en büyük hattatı Sami Efendi de takdir etmiştir.

Ali Efendi, hocasının takip ettiği Kazasker Mustafa İzzet üslubuna bağlıdır.

Bibi. înal, Son Hattatlar, 45-48; Rado, Hattatlar, 232-233.

ALI ALPARSLAN



ALİ EFENDİ (Basiretçi)

(1838, İstanbul - 1912, İstanbul) İstanbul basınının yurtdışında önemsenerek izlenmesine zemin hazırlayan gazetecilerden. Enderun'dan yetişti. Memurluklarda bulundu. 1283/1866-67'de bir gazete çıkarmak için Hariciye Nezareti'ne başvurdu, izin verilirse o sırada sorun yaratan Rumlara da izin verilmesi zorunluluğu doğabileceği gerekçesiyle reddedildi. Oysa aynı sırada Tasvir-i Efkâr ve Muhbir de şiddetli muhalefet yaptıkları için geciktirilmişti. Ali Efendi izni 1869'da aldı ve Babıâli'nin maddi yardımıyla Basiret 'in ilk sayısını 20 Şevval 1286/23 Ocak 1870'te yayımladı. Kısa süre sonra Prusya-Fransa Savaşı'nm patlaması ve buna objektif bir yaklaşımla sütunlarında yer vermesi -Fransız kültürünün egemen olduğu bir dönemde Alman tezlerini dışlamaması- dikkatleri çekti. Alman Başbakanı Bismark'ın bu Türk gazetesinin yayınlarının kendisine ulaştırılması hakkındaki emri üzerine Basiret'ten yapılan çeviriler gönderildi. Bunun üzerine Almanya'ya çağrıldı. Sadrazam Âli Paşa'mn izniyle Almanya'ya gitti, onun talimatlarına uygun konuşmalar yaptı. Bismark'ın hediye ettiği bir matbaa makinesi, gazetesinin daha iyi baskı yapmasını sağladı.

Mısır'a gidip Hıdiv İsmail Paşa ve Hocabey'de Rus Çarı II. Aleksandr ile



AIİ EFENDİ

192

193

AIİ KETHÜDA CAMÜ

RET GAZETESİ YAYINA HAZIRLANIYOR

1283 senesinde ulûm-ı maarif ve politikadan bahsetmek üzere Basiret namıyla bir gazetenin yayınlanması konusunda yazdığım dilekçemi Hariciye Nazırı Fu-ad Paşa'ya sunulmak üzere adıgeçen bakanlık müsteşarı Said Efendi'ye verdim. Said Efendi, nazır paşanın odasına girip biraz sonra çıktığında altına kırmızı mürekkeple havalesini gösterdiler: "Bu dilekçenin şimdilik saklanması" işareti yazılmıştı. "Acaba bunun nedeni nedir?" diye sorduğumda "Şimdi Girit'te karışıklıklar var. Sana müsaade edilmiş olsa birtakım Rumlar da gazete imtiyazı istiyorlar; onlara da vermek gerekir. Evraktan numarasını alınız da bu karışıklık son bulunca baş vurunuz, o vakit müsaade olunacaktır, buyurdular" diye cevap verdiler. Artık Girit karışıklığının ortadan kalkmasını beklemeye koyuldum ve iki yıl bekledim. Sözünü ettiğim karışıklığın ortadan kalktığını gördüğümde hemen müsteşar Said Efendi'nin yanına-, gittim. Nazır paşaya da anlattıklarında nazır paşa bizi istemiş; huzuruna çıktım. Matbuat Müdürü Macid Bey'i çağırttılar, "Şimdi ruhsat kâğıdını yazıp getiriniz" emrini verdiler. Yarım saat sonra ruhsat kâğıdı yazıldı. Nazır paşaya sunuldu. Bunun üzerine nazır paşa "işte ruhsat kâğıdınız. Hemen bir iki güne kadar çıkmasını isterim" buyurduklarında bir an duraksadım. Nazır paşa bu halimden sezinleyip muhasebeci efendiyi çağırıp kulağına bir şey söyledi. "Haydi, muhasebeci efendi ile gidiniz ve aralıkta beni ziyaret ediniz" buyurdular. Muhasebeci efendi ile beraber gittik. "Nazır paşa hazretleri size yardım olmak üzere üç yüz lira verilmesini emrettiler" deyip sö-zügeçen parayı elime teslim etti. O vakitler matbaa bulmak çok zor olduğundan Vezir Ham'nda Tatyos'un (Divitciyan) kırık dökük bir makinesine baş vurdum. Pazarlığı kesip sayısı yirmi paraya olmak üzere küçük boyda Basiret'i yayınlamaya başladım. Üç yıl kadar yayınını sürdürmeyi başardım.

Basiretçi Ali Efendi, İstanbul'da Elli Yıllık Önemli Olaylar, s. 13-15

de görüşmeler yapan Ali Efendi, 1874'te Kahkaha adında bir mizah dergisi de yayımladı. Kendisi yazarlıktan çok, iyi bir gazete yöneticisi niteliğine sahipti. Sert polemiklerden çok, yumuşak hicivlerle eleştirmeyi yeğleyen bir üslubu vardı. Babıâli Caddesi'nde bile cinayetler işlenir ve kimse yakalanamazken zaptiye müşirini doğrudan eleştirmekten kaçınıyordu. Hırsızların geceleri gökten zembil ile inip işlerini gördükten sonra yine gökyüzüne çekilip gittiklerini ileri sürdükten sonra "Buna müşirin Eflatunca tedbirleri ne yapabilir" diyerek ince bir hicvi tercih ediyordu. Ancak bu bile, gazetesinin 3-4 kere kapatılmasını ve her seferinde yüzlerce lira ödeyip açtırmasını önleyemedi.

Gerçek baskıları 1877 öncesinde yaşayan Ali Efendi, gazetesinde Ali Su-avi'nin(-») içeriği muğlak bir ilanının yayımlanması ve Çırağan Olayı(->) üzerine tutuklandı. Beş buçuk ay sonra Kudüs'e sürüldü. Birkaç yıl sonra affedildi ve gazetecilik yapmamak koşuluyla istanbul'a döndü. Daha sonra kaymakamlığa atanarak Anadolu ve Suriye'ye gönderildi. II. Abdülhamid rejiminin doğrudan baskısını yaşamamakla birlikte, istanbul'daki gazetecilik yaşamından kopmanın üzüntüsünü yaşadı. Anılarında II. Abdülhamid'i, istanbul yıkılsa da aldırmayan, "Sadece Yıldız mamur olsun bana yeter" diyen biri olarak niteledi.

II. Meşrutiyet'ten sonra Basiret'i yeniden çıkardıysa da başarısız kaldı. Anıları İstanbul'da Yarım Asırlık Vekayi-i Mühimme (1909, yb İstanbul'da Elli Yıllık Önemli Olaylar, 1976) adıyla yayımlandı.

ORHAN KOLOĞLU

ALİ EFENDİ SİNEMASI

İstanbul'un tanınmış lokantacılarından Ali Efendi, Kemal Seden ve Fuat Uzkı-nay tarafından 27 Mayıs 19l4'te Sirkeci Ankara Caddesi 173 numarada açıldı. Sinemanın açıldığı yerde daha önce Stayn-berg adlı bir birahane bulunuyordu.

I. Dünya Savaşı'nın başlangıç yıllarına dek Türkiye'deki sinema işletmeciliği yabancı uyruklularla azınlıkların elindeydi, istanbul Sultanisi'nde (bugün istanbul Erkek Lisesi) dahiliye memurluğu yapan Fuat Uzkınay ile aynı okulda öğretmenlik yapan Şakir (Seden) Bey sinemayı ilk kez okula soktuktan sonra işletmecilik yapmak istediler. Şakir (Seden) ve Kemal (Seden) beyler İstanbul'un en tanınmış lokantacılarından Ali Efendi'nin yeğenleriydiler. Bundan cesaret alarak amcalarının mülklerinden birinde sinema açmak istediler ve Ali Efendi'yi aralarına alarak Türk işletmecilerinin sahip olduğu ikinci sinemayı açtılar. Türk işletmecilerinin sahip olduğu ilk sinema ise Murad Bey ile Cevat (Boyer) Bey'in 19 Mart 19l4'te Şehzade-başı'nda Fevziye Kıraathanesi'nin yerinde açtıkları Milli Sinema idi.

Ali Efendi Sineması, Ali Efendi'nin 250, Kemal Bey'in ise 50 Osmanlı Lira-sı'ndan oluşturdukları 300 lira ile kuruldu. Daha sonra ilk Türk filmini çekecek olan Fuat Uzkınay ise yalnızca emeği ile bu şirkete ortak oldu. Ali Efendi Sineması bayram günleri gösterilen filmlerin tüm hasılatını Kızılay'a bırakıyordu. Salon film gösterilerinin yamsıra düğün ve özel davetler için de kiralanıyordu. Ne zaman kapandığı tam olarak tespit edilemeyen Ali Efendi Sineması'nın yerinde

1938'de Yeni Valide Lokantası vardı. Daha sonra da burası beyaz eşya ve spor malzemesi satan bir mağaza olmuştur.

Sinemaya adını veren Ali Efendi (1861-1954) Bulgaristan'dan İstanbul'a göçmen olarak gelmiş, 1885'te Sirke-ci'de kendi adıyla anılan lokantayı açarak kısa sürede üne kavuşmuştu. Daha sonra ittihat ve Terakki saflarına katılan Ali Efendi, Mustafa Kemal'in yanında yer aldığı için mütareke döneminde idam cezasına çarptırılmış ancak karar uygulanmamıştı.

BURÇAK EVREN

ALİ EMİRİ EFENDİ

(1857/58, Diyarbakır - 23 Ocak 1924, İstanbul) Tarihçi, yazar, kitap koleksiyoncusu ve kütüphaneci. Sahip olduğu 16.000'i aşkın kitabı bağışlayarak Millet Kütüphanesi'ni(->) kurdu.

Şairler ve hattatlar yetiştiren bir ailenin çocuğudur. Büyük dedesi şair Sey-yid Mehmed Emiri Çelebi, babası tüccar Mehmed Şerif Efendi'dir. ilköğrenimini Diyarbakır'da yaptı ve amcası müderris Mehmed Şaban Kami Efendi'den ders aldı. 1868'de Siirt Sancağı'na bağlı Şirvan'da kaymakam olan dayısı Abdülfet-tah Efendi'nin yanına gitti. Burada Ne-vinli Mehmed Efendi'nin öğrencisi oldu. Diyarbakır'a döndükten sonra hat sanatı ile uğraşmaya başladı. Bu dönemin ürünü olan levhalar halen Diyarbakır cami-lerindedir. 1874'te Diyarbakır postanesinde altı ay süreyle telgrafçılık öğrendi. Hava değişimi için gittiği Mardin'deki Kasımpadişah Medresesi'nde Diyarbakırlı Ahmed Hilmi Efendi'den üç yıl ders aldı ve çocukluğunda öğrenmeye başladığı Arapça ve Farsçasını ilerletti. Bu yıllarda şiir yazmaya başladı. 1876'da başladığı ilk resmi görevi olan Mardin tahrirat kâtipliğinden 1878'de ayrıldı ve Diyarbakır'a döndü. Aynı yıl bir heyet-i islahiye ile Diyarbakır'a gelen Âbidin Pa-şa'nın yanında görev alarak Marriuretü'l-Aziz (Elazığ), Sivas ve Selanik'e gitti. Daha sonra çeşitli vilayetlerde muhasebecilik, defterdarlık, maliye müfettişliği gibi görevlerde bulundu.

Otuz yıl kadar süren memuriyet hayatı 1908'de kendi isteği ile son buldu. Emekliliğini geçirmek üzere geldiği İstanbul'da Tasnif-i Vesaik-i Tarihiye Encümeni başkanlığı yaptı. Bugün BOA'da. Ali Emiri Tasnifi olarak bilinen tasnifi meydana getirdi. Ayrıca Tarih-i Osmani Encümeni üyeliğinde bulundu. Sonraları zamanının büyük bölümünü eski tutkusu olan kitap toplamaya hasretti. Sabahtan akşama kadar Sahaflar Çarşı-sı(-») ile evi arasında mekik dokuyan Ali Emiri Efendi, terekeleri izler, aklına koyduğu kitabı almak için her yolu denerdi. Kitabını satmak istemeyen birini ikna etmek için Yanya'dan Yemen'e tayinini çıkartacak kadar tutkulu biri olan Ali Emiri Efendi, eğer kitabı satın alamazsa onun kopyasını çıkartırdı. Türk dilinin en eski sözlüğü olan Divanı Lu-

gati't-Türk'ün bilinen tek nüshası da onun fedakârca çabasıyla yitip gitmekten kurtulmuştur.

Yaşam biçimi ve kişiliği ile sıradışı biri olan Ali Emiri Efendi ailesine, padişahlığa ve Diyarbakır'a büyük sevgi besledi. Özellikle annesine olan sevgisi yüzünden hiç evlenmedi. Dini inançları güçlü biri olarak hiç fotoğraf çektirmedi ve sakal tıraşı olmadı. Öfke ve sevinçlerinde aşırıya kaçar, övgüden çok hoşlanırdı. Uzun ve iri gövdesinden beklenmeyen ince sesi ile bağırarak konuşan, mücadeleci ve gururlu bir kişi idi.

1918 ile 1920 arasında 31 sayı Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası ile 1922'de 5 sayı Tarih ve Edebiyat Mec-muası'nı yayımlayan Ali Emiri Efendi, üç divan dolduracak kadar şiir de yazmıştır. Biyografi alanındaki çalışmalarından yalnızca Tezkire-i Şuara-yı Âmid'in ilk cildi yayımlanmıştır (1911). Mezarı Fatih Camii'nin haziresindedir.

Bibi. Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 437-439; Ergun, Türk Şairleri, I, 1251-1256; inal, Türk Şairleri, II, 300-312; Ş. Beysanoğ-lu, Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adanılan, II, ist., 1960, s. 139-174; M. Tevfikoğlu, Ali Emiri Efendi, Ankara, 1989.

İSTANBUL


AIİ FAKİH CAMÜ

Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa'da, Ali Fakih Caddesi'ndedir.

Banisi Fatih Sultan Mehmed'in çoban-başısı Ali Fakih Efendi'dir. Burada gömülüdür ve adına sonradan yapılmış bir mezar taşı vardır. Fatih devrinden kalmış yapı, 1310/1894'teki depremde yıkılmış, Mısırlı bir hanım tarafından 1328/1910'da yemden yaptırılmıştır. 1985'te ise yıktırılıp yeniden inşa edilmiştir.

Eski haliyle İstanbul'un en bodur camilerinden olan yapı kare planlıdır. Duvarları iki sıra tuğla, bir sıra kesme taş ile almaşık düzende örülmüştür. Doğu, batı ve mihrap duvarında ikişer sıralı dört pencere vardır. Alt kısımdaki pencereler sivri kemerli beyaz mermer söve-li, üst kısımdakiler ise sivri kemerli ve alçı revzenlidir. Güneybatı köşesi pahlan-mış, üst kısmı kademeli şekilde testere dişlerle örülerek çatı kısmında kareye tamamlanmıştır. Yapının üstü iki sıra kirpi saçak üzerine kiremit çatı ile örtülmüştür. Minarenin kaidesi eski yapıdandır. Çokgen pabuç kısmı, kesme taş ve tuğladan üçgen dilimlerle bölünmüştür. Silindir gövdeli, şerefe altı testere dişlidir. Şerefe korkulukları basit geometrik şebekelidir. Camekânlı, basık son cemaat yerinin alt kısımları taraklı mozaik kaplamadır. Bu bölüm cami ile uyumsuz bir görünüme sahiptir, iç kısımda kadınlar mahfili bulunmaktadır. Mihrap, minber ve vaaz kürsüsü mermerdir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 148; İSTA, III, 664-665; Öz, İstanbul Camileri, I, 22; Ayver-di, Fatih Devri, III, 315; 1KSA, II, 649; Fatih Camileri, 55.

EMiNE NAZA



ALİ HAYDAR BEY

(1802, İstanbul - 28 Haziran 1870, İstanbul) Ta'lik hattatı. Sadrazamlardan Melek Mehmed Paşa'nın torunudur. Bu yüzden "Melek Paşa hafidi" diye tanınır. Medrese öğrenimi gördü. Önce müderrislik yaptı, 1843'te Galata kadısı; 1851' de Filibe kadısı oldu. 1855'te Mekke; 1862'de istanbul kadılığı payesini aldı. 1868'de de İstanbul kadılığına getirildi. Kabri Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergâhı haziresindedir.

Ali Fakih Camii'nin güneyden görünümü. Emine Naza, 1993

Kabataş'ta küçük liman için dikilmiş olan taşın üstündeki kitabe Ali Haydar Bey'e, tuğra ise Abdülmecid'e aittir. Erkin Emiroğlu, 1993

Ali Haydar Bey'in Türk ta'lik yazısının gelişmesinde büyük rolü vardır. Bilhassa celi ta'likte ünlüdür. Yesârîzade Mustafa İzzet Efendi'nin(->) öğrencisidir. 1823'te aldığı icazetnamesi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndedir. Ali Haydar Bey'in, Sami Efendi(->) gibi bir dâhinin yetişmesinde büyük payı vardır. Dairevi harflerinde biraz genişlik göze çarparsa da bu, önemli bir kusur sayılmaz. Bildiğimiz eserleri şunlardır: Dolmabahçe ve Ortaköy camileriyle Selimiye Kışlası'nm ana kapısı üstündeki kitabeler; Dolmabahçe Camii ile Kabataş İskelesi arasında kayıkların sığınması için yapılan küçük liman için dikilmiş olan taşın üstündeki kitabe (halen yerindedir); Eğrikapı'da Bezm-i Âlem Valide Sultan Mektebi'nin kitabesi; İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde 1285/ 1868, tarihli "Fîhâ kütübün kayyime" levhası; Bayezid Camii'nde 1282/1864 tarihli "İnne's-salâta..." levhası; Taksim Yenişehir'de Rıza Bey Çeşmesi kitabesi, Sultanselim'de Mesnevîhane kitabesi.



Bibi. İnal, Son Hattatlar, 542; SiciU-i Osma-m, III, 572; T. Cantay, "19. Yüzyılın Usta bir Hattatı Ali Haydar Bey", TT, S. 52 (Nisan 1988), s. 14-16.

ALİ ALPARSLAN



AIİ KETHÜDA CAMİİ

Sarıyer'de, Yenimahalle Caddesi'ndedir. Banisi, II. Mustafa zamanında (1695-1703) sadrazam kethüdası olan Ali Efendi'dir. Hadîkatü'l Cevamî'de 1720-1721'de Nevşehirli ibrahim Paşa'nın kethüdası Maktul Mehmed Ağa tarafından tamir ettirildiği, bu sırada bir minare eklendiği yazılıdır. Yapının 19. yy'ın ortalarında yenilendiği mimari özelliklerinden belli olmaktadır. İlk inşa edildiğinde deniz kıyısında yer aldığı, zamanla

AIİ PAŞA HANI

195

Âli Paşa Camii ve Sebili'nin Mercan Caddesi'nden görünümü (solda) ve birinci katı. Fotoğraflar Nazını Timuroğlu, 1993

r

194

ALİ NUTKÎ DEDE

Ali Kethüda Camii'nin içinden bir görünüm. Tarkan Okçuoğlu, 1993

kıyının doldurulması sonucunda bir miktar içerde kaldığı tespit edilmektedir. Nitekim deniz yönünde kayıkhanelerin bulunduğu, kaynaklarda ifade edilir.

Kıble doğrultusunda gelişmiş, derinliğine dikdörtgen bir alana yayılan yapı kagir duvarlı ve ahşap çatılıdır. Bir bodrum katı üzerine oturan cami, kapalı bir son cemaat yeri ve harimden oluşur. Cümle kapısı kuzeyde, mihrap ekseni üzerindedir. Ana mekân, sekizgen kesitli, pilastr başlıklı yedişer ahşap sütunla derinliğine üç nefe ayrılmıştır. Sütunlar kuzey, doğu ve batı duvarları boyunca mihrap duvarına kadar uzanan fevkani mahfili taşırlar. Mahfilin, kuzey kanadında, mihrabın karşısına gelen kısmı yarım daire bir çıkma yapmaktadır. Aşağıdaki-lerle aynı hizada olan ahşap sütunlar çatıyı destekler. Üst katta, batı yönündeki pencerelerden beş tanesi kapı olarak kullanılmakta, bu açıklıklardan, son yıllarda yapıya eklenen kadınlar bölümüne geçilmektedir. Kuzeydeki ana girişten başka doğu duvarında bir yan giriş bulunmaktadır. Duvarlar dışarıdan, kesme taş örgüsüne benzer şekilde taraklı mozaikle kaplıdır. Bütün cephelerde iki sıra halinde, dikdörtgen açıklıklı ve kesme taş söveli pencereler sıralanmaktadır. Gerek pencere söveleri gerekse de aynı özellikleri gösteren cümle kapısı söveleri pilastr şeklinde yontulmuştur. Yalnızca ana girişin üstünde daire şeklinde bir pencere açılmıştır.

Harimin tavanı, boydan boya, ince ve kalın çıtalarla yapılmış, sivri uçlarında iç içe geçen baklava şekilleriyle düzenlenmiştir. Bu düzenleme yer yer kare çerçeveler içine alınmış, çiçek süslemeleri ile renklendirilmiştir. Mihrap beyaz ve siyah mermerle üslupsuz bir şekilde yenilenmiştir. Ahşap minberin kapısında ve köşk kısmının sütunlarında, II. Mahmud devrinden itibaren yaygınlaşan çubuklu süslemeler vardır. Minberin köşk kısmının üzerinde, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağa oturan piramit şeklinde bir külah bulunmaktadır.

Kuzeybatı köşesindeki minarenin, yapı kitlesi içine gömülü kaidesinin kuzey yüzünde, diğer pencerelerle aynı boyutta üst üste iki sağır pencere vardır. Kesme taştan inşa edilmiş, silindir gövdeli minare, birçok geç devir örneğinde olduğu gibi, yine kesme taştan, soğan kubbe biçiminde bir külahla son bulmaktadır. Camiin kuzeydoğu köşesinde, basık bir kitle halinde abdest mekânları yer almaktadır.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin