ALİBEYKÖYÜ
Alibeyköyü, Halic'in yukarı kesiminde, Alibeyköyü Deresi'nin Halic'e ulaştığı bölgede yer alan, Eyüp İlçesi'ne bağlı bir semttir. Haliç'te 1.000 m dolayında sahili olan Alibeyköyü, kuzeyde Kemerburgaz ve Cebeciköy, güneyde Haliç ve Eyüp İlçesi, doğuda Kâğıthane Deresi ve batıda da Küçükköy ve Gaziosmanpaşa arazileriyle sınırlanmıştır.
Alibeyköyü'nün yaşamında Alibeyköyü Deresi ve Haliç tarih boyunca çeşitli şekillerde etkili olmuştur. Halic'in eski mesire olanakları, kıyılarda yalı ve köşk tipi konutların gelişmesine yol açarken Alibeyköyü Deresi vadisindeki zengin topraklar, çayırlar ve su, Osmanlı askerlerinin atlarının beslenmesi dahil, topraktan yararlanmada geniş olanaklar sağlamıştır. Bu doğal kaynakların bozulmasıyla eğlence-dinlenme işlevinin azalarak yavaş yavaş ortadan kalkmasına rağmen, dere boyunca tarım ve hayvancılık 1950'lere kadar Alibeyköyü'nün simgesi olmuş, 1950 yıllarında bile, Alibeyköyü, sebzecilik ve mandıracılığın egemen olduğu 2.150 nüfuslu bir köy yerleşmesi görünümünü korumuştur.
Alibeyköyü'nün, İstanbul'un gerek iş merkezlerine (örneğin Eminönü) gerekse yoğun nüfus alanlarına yakınlığına rağmen, uzun süre İstanbul İli sınırları içinde, geniş boş alanlara da sahip küçük bir yerleşme halinde kalmasının nedenlerinin başında, büyük kısmı ile İstanbul'a yönelen iç göçlerin o dönemlerde henüz güçlenmemiş ve yerleşmenin mekânsal olduğu kadar sosyoekonomik yapısını da etkileyecek olan sanayi faaliyetlerinin yoğunlaşmamış olması gelir. İstanbul'un gerek alansal gerek nüfus bakımından büyümesinde büyük rolü olan iç göçlerin yöneldiği ve buna bağlı olarak da nüfus ve yerleşme alanının büyüdüğü semtlerinden biri de Alibeyköyü'dür. 1950'den itibaren ülkenin çeşitli kesimlerinden İstanbul'a gelen nüfus, şehirde, genelde jeomorfolojik yapı bakımından daha önce konut ya da diğer yerleşmelere pek uygun olmayan Alibeyköyü ve benzeri alanlara (dik yamaçlar, tepeler vb) sahip kesimlere yerleşmiştir. Alibey-köyü'ne özgü bir başka göç hareketi de 1950-1955 yılları arasında yoğunlaşan Yugoslav göçmenlerinin Alibeyköyü sınırları içine yerleştirilmesidir. Yugoslavya'dan gelen göçmenlerin planlı bir şekilde Taşlılarla ve Sağmalcılar'a yerleştirilmesine paralel olarak Alibeyköyü De-
Alibeyköyü ve çevresi
istanbul Ansiklopedisi
resi batı yamacı ve Eyüp doğrultusundaki yayla düzlüğü (Köpek Yaylası), önceleri plansız gecekondular, bir süre sonra da gecekondu önleme girişimlerine bağlı olarak sosyal konutlar ile iskân edilmeye başlanmıştır. Böylece eskiden beri yerleşme bölgesi olan Halic'in sonundaki alan dışında, Alibeyköyü arazisinin geri kalan kısımları da konut alanları haline dönüşmüştür. Kısa bir süre
Alibeyköyü'nden bir görünüm. Erkin Emiroğlu, 1993
sonra, daha önceden var olan kırsal nitelikteki sanayie hızla başkalarının da eklendiği görülür. Bunda, Alibeyköyü'nün şehre kolay ulaşılabilir konumu, ucuz ve bol işçi ile yine ucuz ve bol arazinin varlığı başrolü oynamış; böylece, Alibeyköyü arazisinde, başlıca-ları eski köy konutları, gecekondular ve sosyal konutlar olan konut alanları dışında, yeni bir arazi kullanım şekli ola-
ALİBEYKÖYÜ BARAJI
204
r
205
ALLEON AİLESİ
rak sanayi de güçlü bir şekilde yer almaya başlamıştır. Sanayi faaliyetleri ve onunla sıkı bağı olan gecekondu yapımı, Alibeyköyü'nün eskiden rekreatif kullanışlara, oldukça yakın zamanlara kadar da sebzecilik ve hayvancılık faaliyetlerine sahne olan vadideki arazisinin büyük çapta ortadan kalkmasına yol açmış, Alibeyköyü Barajı'nın kurulması ise Alibeyköyü Vadisi'nin âdeta yok olmasına neden olmuştur.
Özellikle 1950-1960 arasında Alibey-köyü'nde sanayi faaliyetleri çok hızlı gelişmiş; 1950'den önce bir-iki gıda, dokuma, madeni eşya sanayi tesisi ile mermer atölyesi varken, bu tarihten sonra, İstanbul'un başka yerlerinden, örneğin Kuruçeşme ve Şişli'den buraya taşınan ya da doğrudan burada kurulan sanayi tesisleri de bunlara eklenmiştir. Bu tesisler Ali-beyköyü'nde iş imkânları yaratırken, bir yandan da konut alanlarında çok daha yoğun bir gecekondulaşmaya yol açmıştır. Bütünüyle Haliç'te, özellikle Alibey-köyü'nde, temelde yine sanayie bağlı olarak, ulaşım sektöründe de sorunların artması ve çevre kirliliğinin büyük boyutlara varması bu kesimden sanayiin kaldırılmasına neden olmuştur.
Günümüzde Alibeyköyü, sanayiin terk ettiği alanlardan yararlanma biçiminin araştırıldığı; gecekondu alanlarının iyileştirilmeye çalışıldığı; istanbul'un içinde yer almasına rağmen şehrin birçok yerinde olduğu gibi ayrı bir sosyoekonomik yapıya sahip bir yerleşme halindedir. Bu yapı ve yarattığı mekânsal görünüm, hızlı nüfus artışı ve doğurduğu sorunları kontrol altına alma amacıyla, Alibeyköyü 1967'de belediye haline getirilmiştir.
Alibeyköyü'nde, mekânsal değişim ve gelişim sonucu yerleşmede 4 mahalle oluşmuştur: Merkez, Karadolap, Emniyet-tepe ve Güzeltepe mahalleleri. Merkez Mahallesi Alibeyköyü yerleşmesinin çekirdeğini oluşturan mahalledir. Merkezi iş alam, pazar, bu mahalle içindedir; yerel ihtiyaçları karşılayacak ticarethaneler, lokantalar, sinemalar, eczaneler, doktor muayenehaneleri ve avukat büroları, idari binalar da burada yer almaktadır.
Sosyoekonomik yapıdaki değişim, Merkez Mahallesi'nde yer alan bu fonksiyonlara da yansımıştır. Örneğin, hayvancılık faaliyetinin hâkim olduğu devrede yem satan dükkânlar çoğalmış, zamanla sinemaların yerini müzik ve video kaseti satan dükkânlar almıştır.
Merkez Mahallesi dışında kalan diğer mahalleler konut alanlarıdır. Karadolap Mahallesi'nin çoğunluğunu ve Merkez Mahallesi'nin de bir bölümünü Yugoslavya'dan gelen göçmenler oluşturur. Emniyettepe ve Güzeltepe mahallelerinde daha çok Erzurum, Sivas, Kars ve Doğu Karadeniz illerinden gelenler çoğunluktadır.
Alibeyköyü'nün bugünkü kalabalık görüntüsünü almasında iç ve dış göçler başlıca etkendir. Gerçekten de 1935'te yalnızca 701, 1940'ta 856 olan nüfus
1950'de ancak 2.150 olmuş, yukarıda verdiğimiz büyüme çizgisine uygun olarak, 1955'te, yani beş yıl içinde, 12.809'a varmıştır. Sürekli artış çizgisini daha sonraki yıllarda da sürdüren Alibeyköyü'nün nüfusu 1970'te 22.072, 1975'te 33.387 ve 1980'de de 45.532 olmuştur. Eyüp ilçesi içindeki mahalle sayısının artması ve mahalle bölünümleri nedeniyle 1985'te 37.927'ye inmiş görünen Alibeyköyü'nün nüfusu 1990 sayımında, tekrar 45.292'ye çıkmıştır.
EROL TÜMERTEKİN
ALİBEYKÖYÜ BARAJI
bak. BARAJLAR
ALİBEYKÖYÜ MESCİDİ VE ÇEŞMESİ
Alibeyköyü'nün girişinde, Silahdarağa Caddesi'nin sağında yer alır.
Mescit, Hibetullah adında hayırsever bir kadın tarafından inşa ettirilmiştir. Hangi tarihte yaptırıldığı ve banisinin kabri bilinmemektedir.
III. Ahmed, minber koydurmak ve vakfiyeye gerekli ilaveleri yapmak suretiyle mescidi camie dönüştürmüş, yapının giderlerinin, babaannesi Hatice Turhan Valide Sultan'ın Yeni Cami Külliyesi gelirlerinden ödenmesini şart koşmuştur. Muhtemelen bu sebepten ötürü, söz konusu yapı günümüzde "Hatice Sultan Camii" olarak tanınmaktadır. 19. yy'm sonlarında Kürt Ahmed Paşa ile eşi tarafından yeniden inşa ettirilmiş, bu husus girişin üzerinde yer alan ta'lik hatlı, sekiz mısralık kitabeyle belgelenmiştir. Söz konusu kitabenin altında,
Alibeyköyü
Mescidi ve
Çeşmesi
Erkin Emiroğlu, 1993
1315 tarihini içeren kartuşun sağında ve solunda "mimarı Eskizağralı-Mehmed Sadık" ibaresi yer almaktadır. Geç devirde pek az örneği bulunan bu mimar kitabesi dikkat çekicidir.
Eski haliyle dört kagir duvar üzerine kiremit çatılı ve ahşap minareli olan yapı son yıllarda betonarme olarak tamamen yeniden inşa edilmiştir. Doğu ve batı cephelerinde ikişer pencere yer almakta, mihrap duvarının önüne bir oda ile hela eklenmiş bulunmaktadır. Giriş cephesinde de küçük bir son cemaat yeri oluşturulmuş, fayansla kaplanan bu cephede, demir doğramadan mamul, son derecede zevksiz camekân kapısının üzerine onarım kitabesi yerleştirilmiştir. Mescidin kuzeybatısında yer alan geniş gövdeli güdük minare de yenilenmiştir. Harim mekanındaki fevkani mahfil iki sütuna oturmakta, mihrabın yanındaki pencereler, sonradan eklenen küçük odaya bakmaktadır. Mihrap ile minber fayansla kaplanmıştır.
Mescidin güneybatı köşesinde yer alan, kesme taşla klasik üslupta inşa edilmiş olan çeşmenin yapım tarihi ve ilk banisi bilinmemektedir. Ta'lik hatlı kitabesinde Adana mutasarrıfının küçük kızı Hatice Hanım'ın ruhu için 12797 1862 yılında onarıldığı belirtilmektedir. Çeşme, bulutların arkasından güneş ışıklarının dağılımını temsil eden bir kabartma ile taçlandırılmışım
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 299; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 12-13, no. 47; Ra-if, Mir'at, 574; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 274; İSTA, II, 640, 642; Öz, İstanbul Camileri, I, 21; İKSA, II, 632.
EMİNE NAZA
11
ALİBRANTİS, YORGO
(1886, İstanbul - ?, ?) Jimnastikçi. Öğrenimini yaptığı Galatasaray Lisesi'nde jimnastik sporuna başladı. Ali Faik Üs-tünidman'ın(->) en yetenekli öğrencilerinden biri olarak yetişti. Spor yaşamını daha sonra Tatavla Heraklis Jimnastik Kulübü'nde (bugünkü Kurtuluş Spor Kulübü) sürdürdü. 1906'da Atina'da yapılan "Ara" olimpiyat oyunlarına Osmanlı Devleti'ni temsilen katılan Tatavla Kulübü sporcuları arasında yer aldı. O tarihlerde olimpiyat oyunları resmi programı içinde bulunan 10 m'lik ipe tırmanış yarışmasında 11,4 saniyelik derecesiyle şampiyon oldu. Bu aynı zamanda olimpiyat ve dünya rekoru idi.
Yorgo'nun kardeşi Niİco Alibrantis de
Jimnastikçi idi. O da Tatavla Heraklis
Jimnastik Kulübü'nde yetişmiş ve ağa
beyi ile birlikte "Ara" olimpiyat oyunla
rına katılmış ama derece elde edeme
mişti. Yorgo Alibrantis'in daha sonra
Yunanistan'a yerleştiği ve orada öldüğü
bilinmektedir. CEM ATABEYOĞm
Yorgo Alibrantis
Melissinos Hristodulos, Ta Tatavla, İst., 1913
ÂLİME HATUN TEKKESİ
bak. KABAKULAK TEKKESİ
ALKAZAR AMERİKAN TİYATROSU
İstanbul'daki bazı tiyatro ve sinemaların adı Alkazar'dı. Ancak 19. yy'da, Tophane Caddesi 216 no'da bulunan Alka-zar'ın adı halk arasında Amerika Tiyatrosu ya da Amerikan Alkazarı olarak bilinirdi. İki sıra locası vardı. Kantocula-rıyla ünlüydü. Çoğu oyunları pando-mim ve şarkılı oyunlardı. Asıl adının Kadriye Hanım olduğu söylenen, zamanın ünlü kantocusu Matmazel Küçük Amelya kanto yapardı. İzleyicilerinin çoğunluğu gemiciler ve Galatalılardı. Bunlar hareketli bir seyirci kitlesi oluş-
tururlar, sık sık olay çıkarırlardı. Bir Rum tiyatrosu olan Alkazar Ameri-kan'da, Güllü Agop'un Osmanlı Tiyatrosu, 1872'de Mustafa Efendi'nin Leyla ile Mecnuriunu da oynamıştı. Çeşitli kumpanyaların oyunlarını sergilediği ve bir tür içkili gazino olan Amerikan Alkaza-rı'nın adını taşıyan ikinci bir tiyatro, II. Meşrutiyet yıllarında Galata'da yaptırılmıştır. İstiklal Caddesi 184 no'daki Alka-zar'a ise Bizans Alkazarı (Alcazar Byzantin), Petit Alcazar ya da daha sonraki adıyla Şark Tiyatrosu da denirdi.
Bibi. M. N. Özön-B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, istanbul, 1967; M. And, Tanzimat.
RAŞİT ÇAVAŞ
ALKAZAR SİNEMASI
Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde, 1923'ten bu yana film gösteren sinema. Sinema binasının ilk yapım tarihi kesin olarak bilinmemekte, 1918-1920 yılları arasında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Salon 1923'te Safvet ve Naci beyler tarafından Cine Salon Electra adıyla işletilmeye başlanmış, 1925'te Alkazar adını almıştır. Sinemanın bulunduğu binanın mülkiyeti 1955-1956 yıllarında Doğubank'a geçmiş; bir dönem Mahmut Hayrettin Kocataş, daha sonra Kadri, Ali, izzet Cemali kardeşler tarafından işletilmiştir.
Alkazar Sineması binası, İstiklal Cad-desi'ne açılan Ahududu ve Kuloğlu sokakları arasındaki yapı adasında, 179 no'da İstiklal Caddesi'ne bakan dar cepheli bir parsel üzerinde kurulmuştur. Yığma ve dört katlı olan binanın, geçirdiği onarımlar nedeniyle, yapım sistemi hakkında detaylı gözlem yapma olanağı yoktur. İki yanında karyaditler bulunan ve iki kat boyunca yükselen yarım daire kemerli giriş kapısının açıldığı koridorun tonoz örtüsü, alçı kasetler ile bezemelidir. Üst katlara çıkan merdiven ise, bu holün bitiminde, solda yer almaktadır ve giriş koridorundaki alçı kaset bezemeler basamak altlarında da kullanılmıştır. Parsel üzerinde, giriş koridorunun bitiminde yer alan sinema salonuna giriş, fuayenin de bulunduğu birinci kattan sağlanmaktadır. İkinci katta da diğer bir salon girişi bulunan binanın son katında merdiven holünü aydınlatan tepe ışıklığı çevresindeki alçı tavan, dolama dal motifleri ile bezemelidir.
Binanın yapıldığı dönemin seçmeci anlayışını yansıtan cephesinde, giriş kapısı kemerinin sırtı ile kat silmesi arasındaki alanda bulunan antik dönem kaynaklı mitolojik hayvan figürleri ve kilittaşı yerindeki barok kartuş ile üçüncü katın geriye çekilmiş, taş parmaklıklı ve kolonlu küçük balkonu üzerinde yer alan barok bezeme öğeleri cepheyi zenginleştirmektedir.
Alkazar Sineması 1930'lu yıllarda kovboy ve korku filmleriyle özdeşleşmiş bir sinemaydı. Drakula, Frankenş-tayn türünden filmler bu sinemanın re-pertuvarının özelliği sayılırdı. 1950'ler-de, "Maskeli Süvari", "Yüzbaşı Ameri-
ka", "Ormanlar Prensesi", "Kamçılı Süvari", "Zorro" gibi seri filmler ağırlık kazandı. 1960'larda Ayfer Feray'ın kendi adıyla kurduğu tiyatro topluluğunu barındırdı. 1970'li yıllardan itibaren ağırlık seks filmlerine kaydı. Aynı dönemde alt salonu birahane ve bilardo salonuna dönüştürülerek sinemadan ayrıldı.
İSTANBUL
Alkazar
Sineması
binasının
ön
cephesi.
Erkin
Emiroğlu,
1993
ALLEON AİLESİ
1789 Fransız İhtilali'nden sonra, Osmanlı Devleti'ne sığınmış soylu bir Katolik ailesi.
Fransa'da bankerlikle uğraşan Alleon ailesinin zenginliği ünlüydü. Aile İstanbul'a ilk geldiğinde önce Büyükdere'ye yakın bir yerde çok büyük bir konağa yerleşti; daha sonra, yabancıların gayrimenkul edinmelerine olanak sağlayan 1854 tarihli yasadan yararlanarak Grand Rue de Pera'da (bugünkü İstiklal Caddesi) 354 no'lu konağı satın aldı. Kışları burada, yazları ise yine Büyükdere'de oturuyorlardı. İleriki yıllarda, Pera'daki büyük konak, Bortoli Biraderler'e satıldı, ünlü "bön marche" mağazası haline getirildi.
Alleon ailesinin Jacques, Antoine ve Jean adlı üç oğlu vardı. Bu çocuklar, babalarının ölümünden sonra dağıldılar. Büyük oğul Jacques satılıncaya kadar
ALLIANCE ISRAELLTE OKULLARI 206
baba evinde kalırken, Antoine, Derviş Sokağı'nda büyük ve eski bir konağı satın aldı. En küçükleri Jean ise, yine Grand Rue de Pera'da, şimdiki Tokatlı-yan Ham'nın karşısındaki üç katlı eve taşındı.
Pera bölgesinde Altıncı Daire-i Bele-diye(-0 kurulduğunda, Antoine Alleon buraya birinci üye olarak seçildi, uzun yıllar yönetimde kaldı. Altıncı Daire-i Be-lediye'nin adı da yine Antoine Alleon'un öneri ve etkisiyle Paris belediye örgütünün gelişmiş bir bölgesi olan "6. Arron-dissement"dan esinlenerek konulmuştu.
Babalarının ölümünden sonra, üç kardeş bankerlik işine devam ettiler, işe ilk olarak Voyvoda Caddesi'nde bir büro açarak başlayan Alleonlar, sonraları, dönemin en ünlü bankerlerinden Mano-laki Baltazzi ile ortak oldular. Bu kişi, yabancı uyruklu olmasına rağmen Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde özel bir irade ile gayrimenkul satın alabilen ilk kişidir. Alleonlar böyle güçlü bir ortak sayesinde, 1845 başlarında İstanbul'daki tüccarlara 450.000 Fransız Frangı tutarında bir kredi sağlayacak düzeye ulaşmışlardı. Alleonların ortak olduğu bankerlik kuruluşu, bir banka kurmak için girişimlere başladı. 1847'de, özel bir ferman ile 1.000.000 ingiliz Sterlini sermaye ile kurulan bu bankanın adı Ban-que de Constantinople idi. 100.000 hisseye bölünmüş bankanın en büyük hissedarı ise Baltazzi ve Alleon aileleriydi. Gerçek görevi, kambiyo kurunu belirli bir düzeyde tutmak olan banka, bu amacında başarılı oldu. Ancak 1848 Fransız ihtilali sırasında, Fransa ile yürüttüğü yakın ilişkiler yüzünden büyük sarsıntı geçirdi. Bu dönemi atlatmak için, kendilerine kuruluşta yardımcı olan Osmanlı Devleti'ne başvuran ortaklar, umdukları desteği göremediklerinden hisselerini 1852'de devretmek zorunda kaldılar. Bu arada baba Alleon da, Alphonse de Lamartine'e(->) Türkiye'deki girişimleri için ihtiyacı olan kredileri bulmakta aracılık ediyordu.
Aile, büyük konağı elden çıkardıktan sonra Beyoğlu'nda yeni bir konak yaptırarak buraya taşındı. Sokağa da ailenin adı olan Alleon (bugün Alyon Sokağı) adı verildi. Aile fertleri zaman içinde teker teker Fransa'ya döndüler. Ancak, öldüklerinde, cenazeleri İstanbul'a getirildi ve Pangaltı'daki Katolik mezarlığına gömüldü.
BEHZAT ÜSDİKEN
ALLJANCE ISRAELITE OKULLARI
Yahudi eğitim kurumları. 19. yy'ın ikinci yarısında yurtdışında gelişen bir girişim Türkiye ve İstanbul Yahudileri üzerinde birkaç nesil iz bırakan boyutlara erişti. 1840'ta Şam'da meydana gelen bazı toplumsal olayların yarattığı heyecan sonucu, özellikle Fransız ve Alman Yahudileri arasında, dini inançlarından dolayı ayrımcılığa maruz kalan Yahudileri, nerede olurlarsa olsunlar korumak
amacı ile bir teşkilat kurulması fikri gelişti. 1858'de Bologna'da (İtalya) Morte-ra adında bir Yahudi çocuğun Roma'ya kaçırılarak zorla vaftiz edilmesi olayı da bu fikri oluşumu hızlandırdı. Mayıs 1860'ta Paris'te, aralarında Isidore Ca-han, Narcisse Leven, Charles Netler ve Eugene Manuel'in de bulunduğu bir grup Fransız Yahudi yazar ve edebiyatçı tarafından Alliance Israelite Üniverselle (AIU) adlı bir cemiyet kuruldu. Kurum cehalet ve fakirlikten kurtulabilmenin ancak lisan, müspet ilim ve teknik bilgi temellerine dayalı çağdaş bir eğitim sistemi uygulaması ile mümkün olabileceği esasından hareket etti. AIU yöneticileri arasında, bu gayeye ulaşabilmek için her toplumun yaşamını sürdürdüğü ülkenin anadilinde eğitilmesi gerektiğinin faydalarını savunanlara karşın en uygun lisanın bir kültür dili olan Fransızca (Mısır ve Ortadoğu'da biraz da İngilizce) olduğu görüşünde olanlar çoğunlukta idi.
AlU'nun okullar zincirinin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk halkaları Bağdat ve Şam'da görüldü. Bu okullar daha sonra Volos, Edirne, Selanik, İzmir, İstanbul'un değişik semtlerinde, Kava-la'dan Safed'e, Üsküp'ten Kudüs'e, Ma-nastır'dan Basra'ya muhtelif yerleşim merkezlerinde kuruldu. Ev işleri ve aile bilgisi (dikiş, nakış, yemek, bakım, vb) ağırlıklı kız okullarının yanında erkek okulları, meslek okulları, ziraat okulları ve seminer (ruhban okulu) açıldı. İstanbul'da ilk AIU erkek okulu 1875'te Dağ-hamam'da öğretime başladı. Bunu, Temmuz 1875'te Balat erkek, Ağustos 1875'te Hasköy kız, Ekim 1875'te Galata erkek, 1876'da Aşkenaz cemaati karma, Ocak 1877'de Hasköy erkek, Temmuz 1879'da Kuzguncuk erkek, Ağustos 1879'da Galata kız, Ağustos 1880'de Dağhamam kız, Şubat 1881'de Ortaköy karma, Nisan 1882'de Balat kız okulları izledi. İlk kız meslek okulu 1882'de Ga-lata'da öğretime başladı. Bu okulların mali gereksinmesi, kısmen AIU fonlarından, kısmen de yerel cemaat yönetimlerinin ve durumu müsait olan öğrencilerin katkılarından sağlanıyordu.
AIU okullarının Türkiye Yahudilerin! eğitme ve kültür seviyelerini yükseltme konularındaki başarıları tartışılmaz. Ne var ki Alliance uygulamasına karşı ciddi tenkitler de bulunmaktadır. Özellikle Fransızcayı temel eğitim dili olarak kabul etmesi sonucu Osmanlı Yahudilerinin Türkçeyi zamanında öğrenmeyi ihmal etmeleri yanında İspanya göçünden beri korudukları Judeoespanyol'u (Yahudi İspanyolcası) unutmaları veya çarpıtmaları bu tenkitlerin başında gelir.
Alliance okullarına zaman zaman Yahudi olmayan birçok öğrenci de devam etti. Cumhuriyet'in ilanından sonra milli bir eğitim sisteminin yerleşmesi üzerine Haziran 1924'te Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) Yahudi okullarından tedrisata Türkçe veya anadillerinde devam etme konusunda tercihlerini bildir-
melerini istedi. Türkçe eğitimin seçilmesi üzerine tüm bu okulların AIU genel merkezi ile bağlan sona erdi ve Türk eğitim sistemi içindeki yerlerini aldılar.
Bibi. A. Rodrigue, French Jews Turkjeıvs, In-diana, 1990; P. Dumont, "Üne source pour I'Etude deş Communautes Juives de Turquie: leş archives de I'Alliance Israelite Üniverselle", Journal Asiatique, Paris, 1979, s. 267; B. Lewis, Thejeıvs of islam, Princeton, New Jer-sey, 1984.
NAİM GÜLERYÜZ
ALLOM, THOMAS
(13 Şubat 1804, Londra - 21 Ağustos 1872, Barnes) İstanbul'u konu alan re-simleriyle tanınan İngiliz mimar ve ressam. Kraliyet Akademisi'ni bitirdi. Fransa'da Kral Louis Philippe'in (1773-1850) Dreux Şatosu için resimler yaptıktan başka, mimar olarak da 1850'de Hig-burg'da İsa, 1856'da Notting-HiU'de Sa-int Peter kiliselerini inşa etti. 1827-1871 arasında Royal Academy'de projelerini sergileyen Allom, İngiliz Mimarlar Ensti-tüsü'nün (Institute of British Archi-techts) kurucularındandı.
Allom, Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki görüntüleri resimledi. Bunlar İngiltere, Fransa, Belçika ile ilgili olup, ayrıca Çin'den resimler getirdi. 1834-1836 arasında İstanbul'dan başlayıp. Anadolu, Suriye ve Filistin'i gezdiği, buralarda resimler yaptığı bilinmektedir. Taslak halinde çizilen bu resimler, İngiliz hakkâkları tarafından çelik üzerine işlenerek gravür olarak Robert Walsh'ın yazdığı bir metin ile birlikte yayımlanmıştır. İstanbul'da İngiliz Elçisi Lord Strangford'un 1820'den itibaren özel papazı olan Robert Walsh,, Osmanlı topraklarında gördüklerine dair 1836'da yayımlanan bir eserinden başka A Journey from Constantinople başlıklı bir kitap daha hazırladı ve bu metin İstanbul ile Batı Anadolu'daki başlıca antik merkezlere dair büyük kitapta kullanıldı. Allom'un resimleri ile süslenen ve çeşitli ülkelere dair büyük bir dizinin içinde yer alan bu kitap Constantinople and tbe Scenery ofthe Seven Churches of Asta Minör adı ile, iki cilt olarak 1838'de Londra'da yayımlandı. Aynı kitap L. Gali-bert ile C. Pelle tarafından Fransızcaya çevrilerek üç cilt halinde Constantinople ancienne et modeme, comprenant aussi leş Sept Eglises de l'Asie Mineure adı ile Paris'te basılmıştır. Metinler arasında farklılıklar olmakla beraber, Allom'un resimleri aynı çelik klişeler kullanılmak suretiyle bu yayında da yer aldı. İçinde İstanbul'un çeşitli görüntüleri dışında Bursa, Manisa, Bergama, Efes, Pamukka-le'den de resimler bulunur. Ancak kitaptaki gravürlerin hepsi Allom'un çizgisi değildir. Bunlardan tamamen fantezi ürünü olduğu görülen Silivri Kalesi gravürü F. Herve imzalıdır. Rumeli ve bilhassa Arnavutluk'u tasvir eden gravürler de başka ressamlarındır ve gerçekçilik dereceleri şüphelidir. Allom, ayrıca L. Galibert ve C. Pelle'in Constantinople ancienne et moderne (1828) ile Charac-
207 ALMAN ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ
Thomas Allom'un Constantinople and the Scenery ofthe Seven Churches ofAsia Minör adlı kitapta yer alan Atmeydanı'nı betimleyen bir deseni, 1838.
Ara Güler fotoğraf arşivi
da Roma'da kurulan bir araştırma merkezinin yaratılması ile gerçekleşmiştir. Arkeoloji Enstitüsü programı sonra genişledi. Önce 1859'da Prusya Devlet Enstitüsü, 1871'den itibaren de Alman İmparatorluk Enstitüsü oldu ve arkasından da Alman Devleti Arkeoloji Enstitüsü adını aldı. Berlin'de kurulan bir merkez dışında Atina'da, Frankfurt'ta, Madrid'de, Ka-hire'de, son olarak da Bağdat'ta (az sonra lağvedildi) şubeler açıldı.
İstanbul'da da bir enstitü kurulması fikrinin temeli 1924'ten itibaren atılmış bulunuyordu. Alman Arkeoloji Enstitülerinin İstanbul şubesi önce Alman Elçi-liği'ne komşu bir evde kuruldu. Başına müdür olarak Prof. Dr. Martin Sche-de'nin (1883-1947) getirildiği bu müessese 1929 yılında bütçesinin kabul edilmesi üzerine resmileşti. Enstitüye, Tak-sim'de Sıraselviler'de Alman Hastane-si'nin kapısı yanında ayrı bir bina olan poliklinik tahsis edilmişti. Alman Arkeoloji Enstitüleri İstanbul şubesi, bütün teşkilatı ve zengin kütüphanesi ile buraya yerleşti ve 1930 yılından itibaren çalışmaya başladı.
O sıralarda adı, Archâoloğische Insti-tut deş Deutschen Reiches Abteilung İstanbul olan enstitünün çok zengin kütüphanesi, tanınmış Türkolog ve Bizans arkeolojisi uzmanlarından A. D. Mordt-
mann ailesinin bazı fertlerinden alınan kitaplardan oluşmuştu. 1917'de kurulup, 1918'de ilk dünya harbinin yenilgiyle sona ermesi üzerine kapanan Macar Enstitüsü'nün pek fazla olmayan kitapları da buraya devredilmiş, bunlara gerek Türkiye'de alınan, gerek Almanya ve çeşitli ülkelerden pek çok sayıda getirtilen kitap ve dergi de katılarak çok zengin bir kütüphane meydana getirilmiştir. Bununla birlikte, enstitüde eski nadir fotoğraflardan oluşan bir de arşiv düzenlenmişti. Müdür M. Schede'nin Berlin'deki ana merkeze atanması üzerine de İstanbul şubesinin başına Prof. Dr. Kurt Bittel geçti ve enstitü uzun yıllar onun yönetiminde kaldı.
Sıraselviler Caddesi'ndeki küçük bina böyle bir enstitü için çok dardı. Zemin katında hizmet mekânlarından başka, Türkiye'ye gelen Alman araştırmacılarına mahsus üç küçük odası vardı. Birinci katta ise büyük bir okuma salonu ile başvuru kitaplarından oluşan bir kütüphane bulunuyordu. Gerideki büyük salon ise kitap ve dergi deposu idi. Kütüphane her kesimin faydalanmasına açıktı.
Alman Enstitüsü faaliyete geçmesi ile birlikte bazı yayınlara da girişmişti. Bunlardan ilki istanbul Forschungen (İstanbul Araştırmaları) adlı bir dizi olup, ilk fasikülü İstanbul Arkeoloji Mü-
ter and Costume in Turkey and Italy (1840) adlı kitaplarını da resimlemiştir. Bunlarda da İstanbul'un tarihi atmosferini ve günlük hayatını aksettiren güzel gravürler yer alır.
Allom, gördüklerini güzel ve canlı şekilde, ayrıntılara önem vererek tasvir eden bir resim ustasıdır. Ressamın yerinde çizdiği gerçekçi desenler, bu yerleri hiç görmemiş hakkâklar tarafından klişe haline getirilirken, bazı üslup farkları da meydana gelmiştir. Fakat ne olursa olsun, fotoğraf sanatının başlayıp yaygınlaşmasından pek az önce Allom'un meydana getirdiği gravürler, İstanbul'u binaları, manzaralar, insanları ve bunların kıyafetleri ile Batı'ya tanıttı. Bugün bu resimlerin çoğu birer belge niteliğindedir. Bibi. The Art Journal, no. 300 (1872); Thi-eme-Becker, Künstlerlexikon, I (1907), s. 319; R. E. Koçu, "Allom, Thomas", ISTA, II, s. 725-727; H. Bowen, British Constributions to Turkish Studies, London, 1945, s. 35; L. Thornton, Leş orientalistespaintres voyageurs 1828-1908, Paris, 1985; S. Eyice, "Allom, Thomas", DM, II, s. 505.
SEMAVİ EYİCE
ALMAN ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ
Arkeoloji biliminin Batı ülkelerinde yaygınlaşması ile, Almanya'da da klasik arkeoloji ile uğraşacak bir enstitü kurulması düşünülerek, bu yolda ilk adım 1829'-
r
ALMAN ÇEŞMESİ
208
209
ALMAN ELÇİLİĞİ BİNASI
leşi ile İstanbul'un geleneksel meydan çeşmelerinden de farklıdır. Tipolojik olarak çeşmeden çok şadırvan modeline yakın bir tasarıma sahiptir ve bu anlamda tipik bir örnektir.
Konsept açısından bir tür Alman neorönesansı olan Rundbogenstil çizgisinde görünmektedir. Bizans referansları da içeren bu stilin İstanbul'a özgü bir versiyonu olduğu söylenebilir. Bu açıdan da tipik bir uygulamadır.
Çeşmenin kagir ve metal bütün yapısal öğeleri, Almanya'da hazırlanmış; mermer ve değerli taşlardan oluşan malzemesi orada işlenmiş ve gemiyle İstanbul'a taşınarak burada monte edilmiştir. Mükemmel bir işçilik ve yüksek bir pre-sizyon çeşmenin yapımını tanımlar.
Alman Çeşmesi, temelde, en genel çizgisi içinde sekizgen bir şadırvan olarak tanımlanabilir. Yapıt, sekizgen plan-
zeleri'nin o sırada müdür muavini olan (sonra Prof.) Dr. Arif Müfid Mansel'in (1905-1975) Almanca doktora tezi olarak basıldı. Bunu başka yayınlar takip etti. İkinci dizi ise Istanbuler Müteüung-en (istanbul Haberleri) adlı olup, bu da kitaplardan meydana geliyordu. Ancak sonraları bu dizi kalın bir dergi veya yıllık şekline dönüşmüştür.
Ayrıca enstitü bu dizilerden bağımsız olarak bazı yayınlar da yapmıştır. Her iki dizi ve bağımsız yayınlar çeşitli konulara dair olmakla beraber aralarında yalnızca istanbul hakkında olanlar da bulunuyordu.
İstanbul Alman Arkeoloji Enstitü-sü'nde çalışan elemanlardan Prof. Dr. A. M. Schneider (1896-1952) İstanbul'un Bizans dönemindeki topografyası ve eski eserleri üzerinde malzeme toplarken, II. Dünya Harbi içinde, Sultanahmet'te yeni adliye binası yapılırken ortaya çıkan Aya Efemiya martiron 'unun kazısını idare etmiş ve buluntuları yayıma hazırlamıştı. Fakat l Ağustos 1944'te Türkiye'nin Almanya ile siyasi ilişkilerini kesmesi üzerine enstitü kapatıldı ve mensupları da yurtlarına dönmek zorunda kaldılar. Enstitü, Almanya'nın 1945'te yenilgisi üzerine zor günler yaşadı. Sovyet hükümeti, gördüğü zarar ziyanın karşılığı olarak kütüphanesinin kendisine teslimini istiyordu. Bu arada, Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak
Alman
Arkeoloji
Enstitüsü'nün
okuma ve
konferans
salonu.
Almanya Federal
Cumhuriyeti
istanbul
Başkonsolosluğu
izniyle
bulunan Macar asıllı Halâşi Kun Alman Enstitüsü Kütüphanesi'nde bulunan ve Macar Enstitüsü'nden kalmış olan genellikle İstanbul tarihine dair yayınların Ankara Üniversitesi'ne devredilmesini sağlamış ve bu ciltler çıkarılarak gönderilmiştir. Bu da, bu zengin kütüphanede bazı önemli boşlukların oluşmasına yol açmıştır.
Enstitü 1948 yılı sonlarında geçici olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Arkeoloji Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Arif Mürfid Mansel'in yönetimine verildi. Böylece buradan yine faydalanmak mümkün oldu. Ancak 195û'den itibaren Almanya'nın bir devlet olarak yeniden haklarını alması üzerine adı Deutsche Archâologische Institut'a (Alman Arkeoloji Enstitüsü) dönüşen müessese, yeniden işlemeye başladı, az sonra da yayınları birbirini takip etti.
Alman Enstitüsü, Roma'da veya Ati-na'daki örneklerinde olduğu gibi, şehrin içinde başlıbaşına büyük ve yeni bir bina yaptırarak kütüphanesi, arşivi ve misafirhanesi ile buraya yerleşmeyi istemesine rağmen, yabancıların Türkiye'de mülk edinemeyecekleri yolundaki yasa yüzünden bu istek olumlu karşılanamadı. Sonunda çok dar olan ve komşusu Alman Hastanesi'nin de Türk idaresine geçme hazırlıklarının belirmesi üzerine Alman Arkeoloji Enstitüsü, Ayaspaşa semtinde eski elçilik binası olan Alman Konsolosluğu'nun sınırları içindeki bir
binaya geçmek zorunda kaldı. Şimdiki çalışmalarım burada sürdürmektedir. Müdürlerinden Prof. Dr. K. Bittel bir Hititolog idi. Prof. Dr. İng. W. Müller-Wi-ener ise çeşitli konularla ilgilenmekle beraber İstanbul hakkında yayınları ile birlikte Büdlexikon zur Topogmpbie Is-tanbuls başlıklı büyük bir de kitabın yayımlayıcısı olmuştur.
Enstitünün şimdiki müdürü Wolf Koe-nigs'dir. Kütüphanesinde çeşitli alanları kapsayan 50.000 cilt kitap vardır.
Dostları ilə paylaş: |