ALMANCA BASIN
Almanya Osmanlı Devleti piyasalarına geç girdiğinden Almanca da basında geç belirdi. Alman uzman ve işadamlarının sayısı119. yy ortalarından, özellikle 1880'lerden sonra arttı; bundan dolayı gazete ihtiyacı ortaya çıktı. Osmanisch-en Post'un ilk sayısı 20 Eylül 1890'da yayımlandı. Alman İmparatoru II. Wil-helm'in İstanbul'a bir yıl önceki ziyaretinin bunda etkili olduğu anlaşılmaktadır. Gazete önce haftada iki gün, sonra günlük çıktı; 1895'te kapandı. Sayıları gittikçe artan Alman ve Avusturyalı tüccarlar bilgiye gereksiniyorlardı, bunun için 1896'da İstanbul'da haftalık Köns-tantinopler Handelsblatt yayımlanmaya başladı; 1905'te yayınını hâlâ sürdürüyordu. Gazete daha çok ticari, mali, sınai ve ulaşım konularından söz ediyordu. Sözü edilen iki gazete de özel girişimcilerin çabalarıyla çıkarıldı. Bunların dışında, İstanbul'da her gün 600 kadar Almanya ve Avusturya gazetesinin satıldığı hesaplanmıştır.
Artan bilgi ihtiyacı, İstanbul'un, Alman gazetecileri ve ajansları için merkez haline getirilmesi sonucunu da doğurdu. Frankfurter Zeitung 'un muhabiri Paul Weitz 1895'ten 1918'e kadar 23 yıl İstanbul'da yaşamış, bütün devlet adamlarıyla yakınlık kurmuş, bu arada Alman Elçiliği'nin başlıca haber kaynağı olmuştu. Viyana'da çıkan Neue Freie Presse "nin muhabiri Nevlinski de II.Abdülha-mid ile Siyonist lider Herzl arasında bağ kurmakta önemli rol oynamıştır. Ayrıca Alman haber ajansı Wolffsche Telegraf-er Bureau, İstanbul'da şube açarak, Wie-ner Telegrafer Bureau ise Agence de Constantinople ile bağ kurarak iki taraflı haber akımını sağlıyorlardı.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı Almanları daha etken bir mekanizma işletmeye yöneltti. Ekonomik etkinliği artırmak kadar siyasal etkinliği de artırmak planlandı. Alman Dışişleri Bakanlığı'nın yönetiminde Loewe ve Krupp gibi silah fabrikalarıyla National Bank ve Deutsche Bank'ın mali katkılarıyla 18 Aralık 1908'de Osmanischer Lloyd Almanca ve Fransızca (Lloyd Ottoman) olarak yayıma başladı. Yeterli sayıda Almanca okuyan belirince Fransızca nüshanın yayımdan kaldırılacağı belirtiliyordu. 1918 sonuna kadar yaşayan Osmanischer Lloyd, ilk yılında 836 nüsha basarken 1915'te 6.700 nüshaya ulaştı. Gazete Alman makamlarından her yıl 100^200 bin mark arasında yardım alıyordu. Savaş sırasında yerli gazetelerin aksine kâğıt ve baskı malzemesi sıkıntısı çekmediğinden Fransızca nüshasının 1.800'lük tirajı diğer Fransızca gazetelerin iki misline ulaşıyordu.
213 ALTI-YEDİ EYLÜL OLAYLARI
Savaş sırasında, daha çok askeri uzmanlar ve makamlar için Neuen Türkei, Jilderim (Yıldırım), The Verteidigung (Fransızca nüshası Defense Nationale) gazeteleri Türkçe olarak da çıkmış fakat etkileri çok sınırlı kalmıştır.
Hitler'in iktidara gelişinden sonra yoğunlaşan propaganda çabalarının aracı olarak İstanbul'da 1944'e kadar Türkisc-he Post adlı bir gazete de yayımlandı.
Bibi. I. Jacobsen, Die Deutsche Pressepolitik und Propagandatâtigkeit im Osmanischen Reich, (doktora tezi), Hamburg Üniversitesi, 1987.
ORHAN KOLOĞLU
ALTI-YEDİ EYLÜL OLAYLARI
Kıbrıs sorununda Yunanistan'a karşı Türkiye'nin tepkisini gösterme gerekçesiyle İstanbul ve İzmir'de, bir ölçüde de Ankara'da, ulusal duyguların vandaliz-me dönüştürüldüğü ve Rum vatandaşların taşınır ve taşınmaz mallarının yağmalandığı 6-7 Eylül 1955 gecesi, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik bunalımın da bir göstergesiydi. Yunanistan aleyhine bir gösteri biçiminde başlayan olay, taşkın halkın amansız bir servet düşmanlığına dönüştü.
Demokrat Parti 50'li yılların ortalarında ekonomik sorunlarla karşı karşıya gelmişti. Toplumda hoşnutsuzluk artıyor, muhalefet giderek bastırıyordu. Demokrat Parti yönetimi içteki baskıyı azaltmak kaygısıyla kamuoyunun dikkatini dış olaylara çekmeyi denedi. Kıbrıs sorunu kısa sürede milli davaya dönüştü.
Yunanistan Enosis'te diretiyor, İngiltere ise Türkiye'yi de taraf haline getirerek Yunanistan karşısında konumunu güçlendirmeyi deniyordu. Bu sırada Kıbrıs'ta terör olayları artmıştı ve Türkler giderek mağdur oluyordu. Nitekim Türkiye de, bir süreden beri Kıbrıs'la ilgilenmeye başlamış ve "Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır" belgisi, giderek kamuoyuna benimsetilmişti. İngiliz Uluslar Topluluğu'nun bir iç sorunu gibi görünen Kıbrıs sorunu kısa sürede uluslararası bir nitelik kazandı.
1955'te terör olayları Kıbrıs'ta tırmanışa geçmişti. Haziran 1955'te İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ı bir konferansa çağırdı. Türkiye çağrıyı kajpiul etti ve Yunanistan'a sert bir nota .vererek Kıbrıs konusundaki kışkırtmalara son verilmesini istedi. Adanın kaderini belirleyecek görüşmeler 27 Ağustos 1955'te Londra'da başladı. Görüşmelerden üç gün önce, Menderes, "Kıbrıs'taki kardeşlerimizin yakın günlerde umumi bir tecavüz tehlikesi karşısında bulundu-ğu"ndan söz etti. Dış politikada son derece gergin bir dönem yaşanıyordu.
Konferansta Yunanistan Enosis'i savundu. Türk kamuoyunun dikkati Londra'ya çevrilmişti. Basın görüşmelere geniş yer veriyordu. Bu arada Kıbrıs Türk Kültür ve Yardım Cemiyeti, Kıbrıs Okullarından Yetişenler Cemiyeti, Kıbrıs Koruma Cemiyeti, Kıbrıs Türk Derneği gibi dernekler kurulmuş, kamuoyu
f
labalık çığ gibi büyüdü; giderek hareketlendi ve denetimden çıktı. Bu arada binlerce sopa ve demir yerden bitercesine ortalığa yayıldı. Sokaklarda birtakım kimselerin "on binlerce lira kazanıyor, iki paralık malı iki liraya satıyorlar" diye kulaklara fısıldadıkları duyuluyordu. Saldırılacak dükkân ve evler, önceden saptanmış, tahrip edici araçlar hazırlanmıştı. Bir süre sonra Beyoğlu'nda, Kara-köy'de Rum vatandaşlara ait dükkânların kepenkleri demir çubuklarla sökülüyor; camlar kırılıyordu. Taşkın halk içeriye dalıyor; ne kadar eşya varsa dışarı fırlatıp o dakikada kullanılmaz hale getiriyordu. Çapulculuk ve kundukçılığın önü almamıyordu. Kısa sürede tecavüz meskenlere, mabetlere ve mezarlıklara kadar genişledi.
ALTI-YEDİ EYLÜL OLAYLARI 214
6-7 Eylül gecesi istanbul sokaklarında yaşanan olaylardan bir görünüm. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
bu konuda sürekli canlı tutulmuştu. Kıbrıslı Türkler 4 EylüPde Londra'da bir gösteri yaptılar. Türkiye'de de benzer bir gövde gösterisi, dengeleri Kıbrıs Türkü'nün lehine çevirebilirdi.
6-7 Eylül Olayları, 6 Eylül günü ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres ve Hürriyet gazetelerinin Atatürk'ün Selanik'teki evine yapılan bombalı saldırıyı büyük puntolu harflerle manşete çıkarmalarıyla başladı. Haber derhal yayıldı; bütün yurtta infial ve hiddet uyandırdı. Ülkede hava, Kıbrıs sorunu nedeniyle, haftalardır zaten gergindi.
6 Eylül öğleden sonra yükseköğrenim gençliği bir gösteri düzenledi. Havanın kararmaya başladığı saatlerde yer yer gruplar ortaya çıktı. Büyük ölçüde Tak-sim'de toplanıldı. Birkaç saat içinde ka-
6-7 Eylül Olayları'ndan taşıtlar da nasibini almıştı. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Saldırganlık akıl almaz boyutlara ulaşmış, çapulculuk ve yağmacılık başlamıştı. Kitle psikolojisinin yönüne kapılan insanlar, bilinçsiz ve kendilerini kaybetmiş bir biçimde çevrelerinin etkisine giriyorlar; gördüklerini yapıyorlardı, isimleri yabancı veya sahipleri Rum olan dükkânlara kuru kalabalık dolmuştu. Mücevhercilerdeki mücevherat, saat-çilerdeki saatler, avizecilerdeki avizeler, porselen takımlar havalarda uçuşuyordu. Yağmayı durdurmak imkânsızdı. İzmir'de Yunan Konsolosluğu ve Fuar'da-ki Yunan pavyonu ateşe verilmişti.
Ordu ancak gece yansından sonra olaya hâkim olabildi. 7 Eylül sabahı bütün istanbul'un üzerine ağır, hazin bir hava çökmüştü. Kent sanki büyük bir afet görmüş; bir gece önce, âdeta bir siklon koca İstanbul'u perişan etmişti. Sabaha karşı kentin caddelerinde bulunanlar gördükleri manzaraları hayatlarının sonuna kadar unutamayacaklardı. O gece Beyoğlu sanki talan edilmiş bir düşman mahallesiydi. Taksim'den Tü-nel'e kadar uzanan yoldan geçmek olanaksızdı. Bütün cadde, kepenkleri kınlan dükkânlardan alınan eşyalarla doluydu. Her renkten ve çeşitten kumaş yerlerde sürünüyordu. Kaldırım taşları, tramvay hattı, iki taraftaki asfalt tamamıyla kumaşla örtülmüştü. Ötede beride kırılmış, parçalanmış buzdolapları, radyolar, bisikletler yatıyordu. Cadde cam parçalarıyla doluydu. Orada burada otomobiller devrilmiş, yakılmış, tekerlekleri boşlukta dönüyordu. Taksim'deki ve Galatasaray'daki kiliselerden henüz sönmemiş yangınların dumanları yükseliyordu. İstiklal Caddesi'nde üç dükkândan ikisi • tamamıyla harap edilmişti.
İstanbul'un diğer semtlerinde de durum farksızdı. Bilinçsiz kalabalık önüne ne çıkarsa eziyor, sahipleri Rum diye bilinen ne kadar dükkân varsa aynı akıbete uğruyordu. Köşedeki, kıyıdaki bakkal dükkânları, sütçüler, ayakkabı tamircileri dahi talandan kurtulamadı. Rum evlerine girilip, insanlar sokaklarda sürüklendi. Sanki bir sadizm dalgası şehri bir uçtan öbür uca sarmıştı. İlk tahminler maddi zararın bir milyar lirayı geçtiği doğrultusundaydı. Saldırıya uğrayarak, yağmalanmış ve yakılmış toplam dükkân ve ev sayısı 5.538'di. 2 manastır, 8 ayazma ve 71 kilise tahrip gördü. Bu arada mezarlıklarda bazı kabirler de tahrip edildi. Ruhaniler tehdit edildi; tartaklandı, biri öldürüldü.
Gece yarısı dolaylarında, Ankara yolunda olan Başbakan Adnan Menderes'ten sıkıyönetim ilan edildiği haberi geldi. Ancak yönetim bu konuda son derece kararsızdı. Nitekim ertesi sabah sıkıyönetim erkenden kaldırılacak, ama , akşamüzeri yeniden konacaktı. Bakanlar Kurulu üyeleri ivedi istanbul'a çağrıldı. Başbakanın basın konferansını müteakip toplanan Bakanlar Kurulu yeniden sıkıyönetim ilanına karar verdi. Bu kararı, cumhurbaşkanının, Meclis'i 12 EylüPde toplantıya çağırması izledi.
12 Eylül Pazartesi günü Meclis olağanüstü toplanarak istanbul olaylarını görüştü. Muhalefet lideri İsmet inönü iktidara uyarı niteliğinde bir konuşma yaptı: 6-7 Eylül Olayları'nda Türkiye'nin kaybı asıl manevi yönden ağırdı. Vatandaşın el sürülmez haklan, kanun himayesi, hukuk devleti gibi kavramlar ağır darbe yemişti. Bu olaylar vatanı cehennem kılan, Türk ulusunu uygarlık karşısında lekelemeye yönelik girişimlerdi. İnönü konuşmasında sıkıyönetimin kaldırılmasını da istedi. Ancak DP Meclis Grubu, sıkıyönetimin altı ay sürmesine daha önce karar vermişti. Bir görüşe göre, sıkıyönetim, hükümetin muhalefeti daha kolaylıkla kontrol altına alabilmesi için ilan edilmişti.
Dışişleri Bakanı Köprülü suçu "komü-nistler"e yüklemeyi denedi. Emniyette dosyası bulunan birçok solcu, herhangi bir delil olmaksızın, olay ertesi hemen tutuklandı; sorgusuz sualsiz aylarca hapis yatırıldı. Zafer gazetesi: "Müessif hadisenin tahrikçilerinden İstanbul'da 43 kızıl yakalandı" haberini veriyordu. Hapse atılanlar arasında, Hasan İzzettin Dinamo, Aziz Nesin, Faik Muzaffer Amaç, Hamdi Şamilof, Kemal Tahir, doktor Bo-ratav kardeşler, Arslan Kaynardağ, Asım Bezirci, Emin Sekün, Hadi Malkoç, İsmet Selimoğlu, Recep Yelkenkaya vardı. Vâlâ Nurettin, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz'a Harbiye'de tutuklu bulunan elli iki kişiyi ne yapacaklarım sorduğunda "istanbul'u yaktıran o heriflerdir. Hepsine müstehak oldukları cezayı verdireceğim. On, on beşini sallandıracağım, geri kalanını da yirmi beşer, otuzar yılla zindanda çürüteceğim" yanıtını almıştı. Bu arada Demokrat Parti, tezini doğrulatmak için, Amerika'dan uzman getirterek 6-7 Eylül Olayları'nı inceletti. Amerikalı uzman, komünistlerin bu kadar güçlü olmaları durumunda, etrafı tahrip edeceklerine ihtilal yapmayı yeğleyeceklerini kaydederek DP'nin "komünist parmağı" görüşünü reddetti.
12 Eylül günü toplanan Meclis'te günün en ilgi uyandıran konuşmalarını DP'nin Ermeni ve Rum iki milletvekili yaptı. Özellikle Hacopulos'un konuşması pek çok acı noktayı içeriyordu, istanbul Rum milletvekili bizzat başına gelenleri anlattı. Polisin olaya seyirci kalışını gündeme getirdi. Hacopulos'a göre, kolluk kuvvetleri sanki masum vatandaşları değil, mütecavizleri koruyordu. Hacopulos, 80 yaşındaki anne ve babasının nasıl tartaklandığım, kiliselerinin nasıl yakıldığını bir bir söyledi.
Meclis'te herkes mütacavizleri telin ediyordu. Ancak hükümet kuvvetlerinin gerektiği gibi müdahale etmediği, önlenebilecek olayların önüne geçilemediği genel kanıydı. Daha sonra Başbakan Adnan Menderes ve yardımcısı Fuad Köprülü de bunu kabul edecekler, kolluk kuvvetlerinin milliyetçi bir gösteri olduğu kamsıyla ayaklanmaları bastırmadıklarını ve bu nedenle iyi çalışmadıklarım bizzat söyleyeceklerdi.
Menderes'e göre olay, "bir gençlik, bir talebe grubunun harekete geçmesiyle" başlamıştı. Öğrenci dernekleri, Kıbrıs Cemiyeti ve bu tür kuruluşlar "birtakım muzır eşhasın, muzır faaliyetlerine meşruiyet kisvesini ve siperini" teşkil etmişti. Kısaca ayaklanmadan yine komünistler suçlanıyordu. Öte yandan hasıl olan psikoz, o derece birden patlamıştı ki, ilk anda polis güçleri mefluç hale gelmişti. Menderes Kıbrıs sorununun bütün vicdanlarda bir "cihat" gibi gösterilmiş oluşu nedeniyle kolluk kuvvetlerinin gelişmelere anında müdahale edemediğini vurguluyordu. "Şeytan, rahmani bir kılığa girerek" karşılarına çıkmıştı.
6 Eylül gecesi istanbul ve izmir'de, 9 EylüPde Ankara'da sıkıyönetim ilan edildi. "Vatandaşları tahrik ve memleketin yüksek menfaatlerine aykırı olarak hükümet kuvvetlerine karşı koymak suretiyle girişilen toplu hareketlerin amme huzur ve asayişini ihlâl edecek istidat göstermesi" sıkıyönetim ilanına gerekçe gösterildi. Hükümet "yağmacılığın ve tahrikçiliğin, merkezi Beyrut'taki kızıl bir örgütçe hazırlandığı" ve buna alet olduğu gerekçesiyle Kıbrıs Türktür Ce-miyeti'ni kapattı. Bu dernekte bazı
7 Eylül sabahı İstiklal Caddesi. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
215 ALTI YEDİ EYLÜL OLAYLARI
CHP'lilerin yer aldığını bilen DP, olayların kısmen de olsa CHP tarafından düzenlenmiş olabileceği görüntüsünü vermeye çalıştı. 10 Eylül günü, Namık Gedik içişleri Bakanlığı'ndan istifa etmek zorunda kaldı. Bu, hükümetin verdiği tek şekli tavizdi.
6-7 EylüPde tahrip edilen milli servetti. Kıbrıs sorununda puan kazanmak istenirken dünya kamuoyu önünde Türkiye çok güç duruma düşmüştü. Olaylarla ilgili olarak önce 6.000 kişi tevkif edildi. Bir süre sonra 3.000'i serbest bırakıldı. Ancak yüzlerce vatandaş, olayla ilgili olarak sorgusuz sualsiz dört ay boyunca Selimiye Kışlası'nda tutuklu kaldı. Sonuçta yargı önüne çıkarıldılar ve beraat ettiler.
Hükümet yapılan tahribatı tazmin yoluna gitti ve zarar sahiplerine 68 milyon lira ödedi. Zarara uğrayan kurumlar o yıl gelir vergisinden muaf tutuldu. Yunanlıların istediği manevi tamir yani tarziye Türk Hükümeti adına büyükelçi tarafından tebliğ neşretmek suretiyle yapıldı. Yunanlılar, bunu yeterli görmediklerinden dolayı, Ulaştırma Bakanı Muammer Çavuşoğlu, 24 Ekim 1955 günü İzmir'de NATO Karargâhı'na Yunan
ALTTMERMER
216
T
217
ALTIN KAPI
ki taş ve tuğla tekniği çok açık surette 13-14. yy'ların Bizans duvar örgüsüne işaret eder.
Fetihten az sonra 1457/58'de II. Mehmed tarafından Altın Kapı ve yanlarındaki kulelerin arkası kuleli bir duvarla çevrilip burası bir hisar biçimine sokularak tarihe Yedikule Hisan(->) olarak geçmişti. Kulelerden güney tarafındaki zindan yapılmış, hattâ II. Osman burada öldürülmüştür.
Altın Kapı'nın önünde, ön surun küçük kapısı ve burçları bulunmaktadır, iki sütunun desteklediği bir kemerden ibaret olan bu kapının, mimarisi bakı-
bayrağının çekilme merasiminde hükümet adına bulunarak tarziye anlamına bayrağı selamladı.
6-7 Eylül Olayları 27 Mayıs 1960'ta DP'nin bir askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılmasından sonra, Yassıada mahkemelerinde tekrar gündeme geldi. Mahkeme 6-7 Eylül Olayları'm Anaya-sa'yı ihlal suçunun maddi unsuru olarak kabul etti. Duruşmalar sırasında Menderes, olayların tertip olmadığım; bu tür bir olayın daha önceki hiçbir hükümetin başına gelmediğini; o nedenle önlem alınmasının olanaksız olduğunu vurguladı.
Ancak, Menderes'in inkârına rağmen genel kam, 6-7 Eylül'de tertip unsurunun olduğu doğrultusundaydı.
Gösterilerin bir tertip eseri olduğu mahkeme tarafından şu kanıtlara dayandırılıyordu: Olaylar İzmir ve istanbul'da aynı zamanda başlamış; aynı tür tahrip araçları kullanılmıştı, ilgililer olay saatinden kısa bir süre önce istanbul'dan uzaklaşmışlar, sadece içişleri Bakanı Namık Gedik istanbul'da kalmış; ancak olayların vahamet kazanması üzerine, başbakan ve cumhurbaşkanı Sapan-ca'dan geri dönmüşlerdi, istanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın istifa ederken söyledikleri, yukardan direktif aldığı şeklinde yorumlanmıştı.
Yine dava sırasında ortaya çıktığı kadarıyla, önlem alınan yerlerde tecavüz olmamıştı. Mesela Eyüp'te o tarihte 263 fabrika bulunuyordu. Ancak burada kolluk kuvvetleri önlem aldığı için hiçbir tecavüz olayı saptanmamıştı. Keza istanbul Valisi Rum Ortodoks Patrikha-nesi'ne telefon ederek telaşlanılmaması-nı, patrikhane için güvenlik önlemlerinin alındığım bildirmişti. Nitekim patrikhaneye ilişilmedi.
ilginç bir örnek de Kınalıada'da görülmüştü: Kınalıada'yı tahrip için karşı sahilden kayıklarla gelen kafileye, Kına-lıada emniyet amiri "Burası tamam; siz başka yere gidin!" demişti.
Olaydan sonra Milli Emniyet Müfettişliği tarafından yaptırılan tahkikat da aynı doğrultuda sonuca varıyordu. Müfettiş Korgeneral Behçet Türkmen'in verdiği raporda, olayın birbirinden uzak mekânlarda aynı anda başladığı; bazı yerlerde göstericilere talan vaat edildiği; Rum mağaza ve dükkânlarının bilinerek, ilk anda hedef olduğu; olaylar Kıbrıs'taki gelişmelere bir mukabele olarak başlasa da, bilincini kaybeden topluluğun önlemlerin alınmayışı nedeniyle talana yeltendiği kaydediliyordu.
Daha sonraki yıllarda, 1960'lardan sonra, 6-7 Eylül'ün ilk kıvılcımı olan, Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atılmasının, bir tertip olduğu da ortaya çıktı.
6-7 Eylül Olayları Demokrat Parti iktidarının sertleşmesinin başlangıcı oldu. İlan edilen sıkıyönetim istanbul'da 279 gün sürdü.
ZAFER TOPRAK
ALTEMERMER
Türk döneminde Rumların "Eksimarma-ra" diye adlandırdıkları Kocamustafapa-şa bölgesindeki Çukurbostan (Mokios açık sarnıcı) çevresi, Rumca sözün Türkçeye çevrilmesiyle Altımermer'e dönüşmüştür. Bugün de aynı bölgede Altımermer Caddesi vardır. Koçu burasının, eski kent teşkilatı içinde Samatya nahiyesinin Seyit Ömer Mahallesi ile civarındaki Altımermer bostanları olduğunu yazar. Bütün sur çevresi eskiden bostan olduğu için bu tanımın alan tanımı ile ilgili bir değeri yoktur. Bizans dönemi kent tarihçileri, bu arada Janin, Eksimarmara deyiminin Rumlar tarafından bölgenin eski adı olan Eksokionion sözünün bozulmasından ürediğini yazarlar. Bunun inandırıcı bir açıklama olduğu söylenemez. Eksokionion dış re-vak anlamına gelir ve patriograflara göre, Konstantin surları dışında bir kapı önünde inşa edilen ve imparatorun heykelini taşıyan bir sütunla onun çevresindeki revağa işaret eden bir sözcüktür. Pseudo-Kodinus, antik siteden gelen bu revak sütunlarının 10. yy'da hâlâ görüldüğünü söyler. Türk döneminde de bu sütunlar bir süre yerinde kalmış olmalıdır. Fakat Janin'in dediği gibi bu bölgenin Konstantin suru ile Teodosius suru arasındaki bütün alanların adı olduğu kabul edilemez. De Ceremonitâde imparatorun Balıklı'ya Kserolofos'da (Yedinci Tepe, yani Cerrahpaşa) Arka-dios Forumu'ndan daha sonra Mone-ta'dan geçerek Eksokionion'a vardığı yazılıdır. Bu sınırlı bir alana işaret ediyor, imparator paskalyadan sonraki dördüncü haftada Aziz Mokios Kilise-si'ni ziyaret edip dönerken Moneta denilen yapıda Yeşiller ve Mavilerle görüşüyordu. Kilise bugün yeri belli olan Çukurbostan (Mokios Sarnıcı) yakınında olduğuna göre, Eksokionion da, bugünkü gibi, Türklerin Altımermer dedikleri bölge olmalıdır. Fatih döneminde Altımermer Mescidi Mahallesi vardır. Bu da Altımermer'in belirli bir bölgenin adı olduğunu kanıtlamaktadır.
Bibi. De Ceremoniis; Mordtmann, Esquisse-, Janin, Constantinople byzantine; "Altımermer", İSTA, II, 731.
DOĞAN KUBAN
ALTIN KAPI
İstanbul kara tarafı surlarının, Yedikule kesiminde imparatorların zafer alayı başında şehre giriş yaptıkları Bizans dönemine ait ana tören kapısıdır.
Yaldızlı Kapı olarak bilinen bu giriş, Latince "Porta Auera", Grekçe "Krisai pilai" (Kriseia pile veya porta) olarak adlandırılmıştı. Osmanlı döneminde ise Yedikule Kapısı olarak tanınmıştır. Batıda Trakya yönünden uzanan şehirlerarası Via Egnatia denilen yol bu kapı önüne kadar gelir ve kapıyı aştıktan sonra şehrin içindeki Mese(-») adı verilen anacadde ile Ayasofya önündeki meydana kavuşurdu.
Altın Kapı, üç gözlü bir mimariye sahip olduğundan, dış ifadesi bakımından bir zafer takına benziyordu. Bu hususu dikkate alan bazı sanat ve istanbul tarihçileri, başta J. Strzygowski olmak üzere, bunun, esasında arazide yapılmış bir zafer takı olduğunu ve kara tarafı surlarının inşası ile onlarla birleştirilerek kapı haline getirildiğim ileri sürmüşlerdir. Ancak sonraki inceleme ve araştırmalar bu görüşün inanılır olmadığını ve Altın Kapı'nın surlar ile beraber bir bütün olarak yapıldığını ortaya koymuştur. Kapı, adını altın yaldız kaplamalı kapı kanatlarından almıştı. Sadece imparatorlara mahsus olduğundan, bunun az yukarısında kuzeyde, surlarda halk için bir kapı daha açılmıştı. Yeni Yedikule veya sadece Yenikapı denilen bu kapı Türk devrinde büyük ölçüde değişikliğe uğramış olmakla beraber, esasının Bizans dönemine ait olduğu kabul edilir.
Üç gözlü olan Altın Kapı'nın iki yanında 16,87 m ileri taşan kare planlı iki kule vardır. Her biri 18,34 m genişliğinde olan bu kulelerin arasında daha geride olan üçlü giriş cephesi yer alır. 19,40 m yükseklik ve 29,34 m genişliğindeki bu cephenin ortasında açılan kemerli esas kapı 15,50 m yüksekliğinde ve 8,50 m genişliğindedir. İki yanındaki yine kemerli küçük geçitler 10,88 m yükseklik ve 5,75 m genişliğindedir. iki büyük kule ("propile'ler) ve 66 m'yi bulan üçlü cephe tamamen Marmara Adası (Pro-konnessos) mermeri ile kaplanmıştır. Bunlar da çok muntazam işlenmiş, 1,90 m boyunda, 0,37 m yükseklik ve 0,95 m kalınlığında bloklar halinde yontulmuştur. Kulelerin üstlerinin, etrafı mermer korkuluklu teras olduğu anlaşılmaktadır. Kulelerin saçak silmelerinin köşelerine ise birer Roma kartalı kabartmasının işlenmiş olduğu dikkati çeker. Ortadaki kapının büyük kemer taşlarında evvelce altın kaplamalı bronz harflerden bir kitabe bulunduğu çok eskiden beri tespit olunmuş ve bu harfleri bağlamak için açılan kemer deliklerinden harfler teşhis olunarak Trakya tarafındaki Latince kitabe okunmuştur: AVREA SAECLA GERİT QUIPORTAM CONSTRVIT AURO
Ünlü Fransız araştırıcı Charles du Canğe'ın (1610-1688) istanbul'a hiç gelmeksizin, tespit ettiği bu metin, "kapıyı altın olarak yaptıran altın bir devir yarattı" şeklinde çevrilebilir. Kapının, şehre açılan doğu tarafındaki kemerinde ise aynı sistemle düzenlenmiş ikinci kitabe bulunuyordu: HAEC LOCA THEVDOSIVS DECORAT POST FATA TYRANNI
Bu metnin çevirisi de şöyledir: "Tiranı yok ettikten sonra Teodosius burayı süsledi".
Altın Kapı'nın aslında bir zafer takı olduğunu düşünenler, bu yazıda adı geçen imparatorun I. Teodosius (379-395) olduğunu düşünüyorlardı. Ancak bu hükümdarın, Hippodrom'da Dikili-taş'ın kaidesindeki kitabesinde çoğul olarak "tiranlara karşı zaferinden" bah-
Altın Kapı'nın
üç gözlü
anıtsal girişini
gösteren
çizim.
Fritz Krischen, Die
Landmauer von
Konstantinopel,
Berlin, 1938
Alman Arkeoloji
Enstitüsü
sedümesi, halbuki Altın Kapı'da tekil olarak yalnızca bir tirana karşı kazanılan zaferin anılması, burada adı geçen imparatorun II. Teodosius (408-450) olması gerektiğini gösterir. (Tiran: Geç imparatorluk döneminde, otorite boşluğundan faydalanarak kendilerini dış eyaletlerde imparator ilan ettiren kişilerdir). Gerçekten I. Teodosius, tahta ortak olmak isteyen Maximus ve oğlu Victor'a karşı savaşmış, II. Teodosius ise yalnızca 423'te italya'da ayaklanan Primecerius ile çarpışmıştır. Ph. Schwe-infurth tarafından ileri sürülen bu görüş inandırıcıdır. Bu duruma göre Du Can-ge'dan beri kapının L Teodosius tarafından yaptırıldığı hipotezi kapanmıştır. Bu duruma göre II. Teodosius tarafından, şehrin kara tarafı surları 412 yılına doğru pmefectus praetorio (eparkhos) Anthemius tarafından inşasına başlanıp, büyük ihtimal ile 439'a doğru tamamlandığında Altın Kapı da inşa edilmiş olmalıdır (bak. Surlar). Malzeme farklılığı dışında Altın Kapı, surların diğer kapıları ile aynı prensiplere uygun olarak yapıldığına göre bir bütünün parçasıdır. Mermer cephe yüzeyine kırmızı ve siyah boya ile bazı yazılar da yazılmıştır. Bunlardan Grekçe olanında "Basileios'a çok yıllar" temenni edilir; Latince olanları ise "cornuti" ve "leones iuniores" denilen askeri birlikler ile ilgili olup, bu yazılar büyük ihtimalle II. Teodosius'un Primecerius'un öldürülmesinden sonra İtalya'ya gitmek üzere
yola çıkıp, geri dönmek zorunda kalması üzerine, onun şehre girişinde yazılmıştır.
Altın Kapı Bizans İmparatorluğu'nun sonlarına doğru eski haşmetini kaybetmeye başlamıştı. Evvelce Trakya'dan istanbul yönünde giden herkesin, daha çok uzaklardan heybetli beyaz kitlesi ile gözünü dolduran, Roma'ya nazaran yabancı sayıldıklarından "Barbar" denilen insanların hayretini çeken bu muhteşem kapı tesisinin üç açıklığı içleri doldurulmak suretiyle kapatılmış, hattâ işlemeli başlıklar olan yan dikmelerin yerleri değiştirilmiştir. Soldaki girişin dolgusunda-
Alün Kapı'nın giriş cephesini kare planlı kuleler ve surlarla birlikte gösteren çizimden ayrıntı. Fritz Krischen, Die Landmauer von Konstantinopel, Berlin, 1938 Alman Arkeoloji Enstitüsü
ALTINAY, AHMED REFİK
218
r
219
ALTINAY, AHMED REFİK
yazılmıştır. Gönül (1932) adlı şiir kitabında topladığı şiirlerinden birçoğu İstanbul esintili olup bestelenmiştir.
Türkiye'de henüz resmi tarih yazıcılığının ve ağır anlatım dilinin geçerli olduğu bir dönemde Ahmed Refik'in tarihi açık, kolay anlaşılır biçimde sunması kimi çevrelerce yadırganmış ve eleştirilmiştir.
Gazete ve dergilerde 1901-1937 arasında 741 makale, sohbet, biyografi,
mından ilgi çekici bir tarafı yoktur. Yalnız bunun 19. yy'ın ilk yarısı başlarında II. Mahmud devrinde tamir edildiği, kapı kemeri üstündeki tuğradan (1992'de sökülüp çalındı) ve fresko olarak yapılmış bunu çevreleyen Osmanlı devlet armasından anlaşılıyordu. Bu arma da son yıllarda yok olmuştur. Bizans döneminin sonlarında 14. yy'da kapının iki yanındaki duvar yüzeylerine, daha eski yapılardan çıkarılan mermer konsol ve sövelerle çerçeveler yapılarak bunların içlerine, yine antik çağa ait bir yapıdan çıkarılmış, mermerden kabartmalarla süslü on iki levha yerleştirilmişti. MS 2. yy'a ait kabartmalar, mitologya konulu olup bunlarda Herakles, Afrodit, Apol-lon ve Faeton'un maceraları anlatılıyordu. Fetih'ten sonra da yerlerinde kalan bu levhalar, İstanbul'da 1621-1628 yılları arasında İngiltere elçisi olarak bulunan Sir Thomas Roe'nin (1584-1644) ilgisini çekmiştir. Roe aldığı bir izne güvenerek bunları söktürmüş, ancak çevre halkının şiddetle karşı koyması üzerine kabartmaları götüremeyip, sökülmüş halde yere bırakmak zorunda kalmıştır. Fakat bunlar toplanmadığından dağılarak kaybolmuş, bazı parçalar ise Batı müze ve özel koleksiyonlarına gitmiştir. Bugün yalnızca çerçevelerinin kalıntıları görülür. 1894 depreminde Altın Ka-pı'nın yanındaki güney kulesinin yukarı kısmındaki mermer kaplama, ana duvardan çok tehlikeli biçimde ayrılmış ve böylece yarım yüzyıl durmuştur. Uzmanlarca çoğu çok zahmetli ve masraflı tamir sistemleri teklif edilirken yüksek mimar Cahide Tamer 1960'larda büyük bir başarı ile buradaki restorasyonu gerçekleştirmiş, eksik kısımları bütünü ile değil, fakat evvelce var olduğunu gösterecek biçimde kısmen yapmıştır. Bu vesile ile Altın Kapı içi, geçitleri ve döşemesi de temizlenmiştir. Maalesef, büyük kemerin taşlan yenilenirken, üstlerinde kitabe harflerinin kenet delikleri olan taşlara dikkat edilmediğinden bunların yerlerine düz taşlar konulmuştur. Altın Kapı'nın üstünde olduğu bilinen Te-odosius ve zafer tanrıçası Nike heykellerinden hiçbir iz yoktur. Yalnız son tamir sırasındaki temizlikte toprak içinden, dışarıdaki kabartmalardan bazı küçük parçalar bulunmuştur. Daha başka parçalar da 1930'larda yapılan kazılarda meydana çıkarılmıştı.
Dostları ilə paylaş: |