Bibi. J. Strzygowski, "Das Goldene Thor in Konstantinople", Jahrbuch deş Arcbâologisc-hen Instituts/VLll, l, (1893), s. 1-39; Millin-gen, Walls, 59-73; E. Weigand, "Neue Unter-suchungen über das Goldene Tor..." Athe-nische Mitteilungen, XXXIX (1914), s. 1-64; R. Paribeni, "Porta Aurea", Historia, II (1928), s. 539-549; G. Gerola, "Porta Aurea-Porta Aureola", Atti del R. İstituto Veneto, 89 (1929-1930), s. 391-419; Th. Macridy-S. Cas-son, "Excavations at the Golden Gate", Arc-haeologia, LXXXI (1931), s. 63-84; H. Edhem (Eldem), Yedikule Hisan, ist., 1932; B. Me-yer-Plath, "Das Goldene Tor in Konstantino-pel", Mnemosynon Th. Wiegand, München (1938), s. 87-98; F. Krischen, Die Landmauer von Konstantinopel, I, Berlin, 1938, lev. 19-
22, 41-44; Schneider-Meyer, Landmauer, II, s. 39-62; Ph. Schweinfurth, "istanbul Suru ve Yaldızlı Kapı", Belleten, XVI/62 (1952), s. 261-267; Janin, Constantinople byzantine, 252-255; Müller-Wiener, Bildlexikon, 298-300.
SEMAVİ EYİCE
ALTINAY, AHMED REFİK
(1880 ?, istanbul - 10 Ekim 1937, İstanbul) Kitaplarında ve yazılarında eski İstanbul hayatını en çok işleyen ve bunu, tarihi sevdirici bir üslupla yapan yazar. Türkiye'de popüler tarihçiliğin kurucusu ve en başarılı kalemi sayılır. 20. yy'ın ilk yarısında İstanbul'un aydın ve sanatçı çevrelerinin ilk akla gelen kişilerin-dendi. Çağdaşı birçok yazar, şair gibi o da bellek gücüne, kitap bilgisine, halk kültürüne, anı zenginliğine sahip renkli bir şahsiyet olup "tarihi sevdiren adam" olarak tanınmıştı. Ahmed Rasim gibi, bilgi ve belgeleri gerektiğinde öyküleş-tirebilen usta bir yazar, meclis adamı ve İstanbul efendisiydi. Yahya Kemal Be-yatlı'nın Lale Devri diye nitelendirdiği 1718-1730 yenilikler dönemim, aynı adı taşıyan bir kitapta anlatmış, İstanbul'un ve Osmanlı tarihinin bu çok renkli yılları artık Lale Devri olarak yerleşmiştir. Ahmed Refik, 1934'te aldığı "Altınay" soyadını yazılarında kullanmamıştır.
Ürgüplü Gürlükçüoğullarından, saray vekilharcı Ahmed Ağa'nın oğludur. Viş-nezade Sıbyan Mektebi, Beşiktaş Askeri Rüştiyesi, Kuleli Askeri İdadisi ve Harbiye Mektebi'nde öğrenim gördü. 1898'de mülazim-i sani (asteğmen) çıktı. Askeri okullarda coğrafya, tarih, Mekteb-i Har-biye'de Fransızca ve meç öğretmenliği yaptı. 1908'de Mekteb-i Harbiye'nin asıl öğretim kadrosuna tarih muallimi olarak katıldı. II. Meşrutiyet'e (1908) kadar, İstanbul'da yayımlanan îrtika, Malumat, Hazine-i Fünun, Mecmua-ı Ebüzziya adlı dergilerde makaleler, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde de başyazılar yazdı. II. Meşrutiyet'i izleyen günlerde ise
Ahmed Refik'in
ibrahim Çallı
tarafından
yapılmış bir
resmi, 1931.
Erkin Emiroğlu
fotoğraf arşivi
dönemin havasına uygun ve kendisine ün sağlayan popüler tarih yazılarını İkdam gazetesinde yayımlamaya başladı. Bu dizide, sonradan ayrı kitaplar halinde de yayımlanan "Samur Devri", "Köprülüler", "Felâket Seneleri", "Lâle Devri" vb tefrikaları çıktı ve İstanbul'da çok tutundu. İlk kez halka dönük, açık ve akıcı bir Türkçe ile tarihi ve geçmişteki yaşamı anlatması takdir topladı.
Ahmed Refik, 1909'da Erkân-ı Harbi-ye-i Umumiye Reisliği (Genelkurmay Başkanlığı) tarafından yayımlanan Mec-mua-yı Askeri'nin yönetimine getirildiği gibi, yeni kurulan Tarih-i Osmani Encü-meni'ne de üye seçildi. Balkan Savaşı (1912-1913) boyunca askeri sansür müfettişliği yaptıktan sonra emekliye ayrıldı. Fakat kısa süre sonra yüzbaşı rütbesiyle yeniden orduya alındı. Kavalalı ailesinin Osmanlılara ihanetini anlatan bir yazısından dolayı dönemin sadrazamı (Kavalalı soyundan) Said Halim Paşa tarafından, 19l4'te arpa saman memuru olarak Ulukışla'ya sürdürüldü. 1915'te Eskişehir'e atandı. Hastalanarak İstanbul'a döndü. Harp Mecmuasında yazıları çıkarken bir yandan da Hazine-i Evrak denen Devlet Arşivi'nden, eski İstanbul yaşayışına ilişkin yüzlerce belge derledi. I. Dünya Savaşı'nın (1914-1918) sonuna doğru yabancı gazetecilerle birlikte Doğu Anadolu'ya gitti. 1918'de ikinci kez, yüzbaşı rütbesiyle emekliye ayrıldı. Da-rülfünun'a tarih müderrisi oldu.
Ahmed Refik mütareke yıllarında (1919-1922) siyasetle ilgilendi. Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı. Veliaht Ab-dülmecid Efendi (son halife) ile dostluk kurdu. 1925'te Abdurrahman Şeref ölünce Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. O yıl, Milli Mücadele sırasında faaliyet gösteren Tarikat-ı Salahi-ye adlı gizli örgütle ilişkisi olduğu ileri sürülerek tutuklandı. Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanıp beraat etti. 1931'de, İstanbul Belediyesi'nin taraf
olduğu ünlü Surp Agop Mezarlığı davasında, Elmadağ-Harbiye arasındaki arazinin belediyeye ait olması gerektiğini belgelerle kanıtladığından, İstanbul Be-lediyesi'nce kendisine bir ev armağan edildi.
1932'de I. Türk Tarih Kongresi için Ankara'ya çağrıldı. Türk Tarihinin Ana-hatları'nın yazı kurulunda çalıştı. 1933'teki Darülfünun tasfiyesi ve İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşu sırasında kadro dışı bırakıldı. Bundan çok etkilendi ve Büyükada'daki evine çekildi. Ölümüne değin resmi bir görev almayarak Yedigün, Millî Mecmua, Hayat mecmuası ile Cumhuriyet ve Akşam gazetelerine yazılar yazdı. Yazı gelirleri ve yüzbaşı emekliliği aylığı ile geçinemedi-ğinden sıkıntı çekti. Kütüphanesini, tablolarını sattı. Uzun bir hastalıktan sonra Haydarpaşa Hastanesi'nde öldü. Büyü-kada Tepeköyü Mezarlığı'na gömüldü.
Ahmed Refik'i önce İstanbullulara sonra da ülke genelinde okuyuculara sevdiren özelliği, konuları seçişi, konuya yaklaşımı ve üslubudur. Resmi belgeleri, tam bir yetkinlikle yorumlayarak kullanmış; çoğu kez, İstanbul halkının ve taşranın Osmanlı yönetimine bakışını, olayları değerlendirişini ve anlak anlayışını da ustalıkla yansıtmıştır. Tüm etütlerini ve yazılarını genelde iki ana eksen etrafında kaleme almayı ilke edinmiştir. Bu eksenler, eski yüzyıllarda "Osmanlı hayatı" ile "İstanbul'da gündelik hayaf'ür. Vurgulanması gereken ikinci yönü, tarihin en kanlı ve korkunç olaylarını bile yumuşak ve akıcı bir anlatı tekniğiyle işlemesidir. Bu iki önemli özelliğinden dolayı kendisine "ilk halk tarihçisi" denmiştir. Tarih yazarlarından Turhan Tan ise ölümünden sonra Cumhuriyet gazetesindeki yazısında, onun şair, sanatkâr, dinamik bir tarihçi ve edebiyat ustası olduğunu, geçmiş zamanların üç büyük kültür adamı olan Reşidüddin (14. yy), Hakanı (17. yy) ve Mütercim Âsim (19. yy başı) ile denk tutulması gerektiğini vurgulamıştır. Ercü-mend Ekrem Talû ise Son Posta'da, Ahmed Refik'in eserlerinin piyasada bulunmadığını, çıktığı gün kapışıldığmı, onun sırtından para kazanan Babıâli'nin beyin ve kültür kabzımallarının (yayıncıların) kaldırımlarda sürüklediği hastalıklı vücuduna yüz çevirdiklerini yazmıştır.
Zamansız ölümünün İstanbul'da yaygın üzüntüye neden olması salt tarihçiliğinden değildi. Ahmed Refik, içki ve meze seçiminden sohbet konusunu belirlemeye, zaman ve yer saptamaya, arkadaş grubu oluşturmaya değin pek çok incelikleri olan örnek bir İstanbul insanıydı. Engin tarih kültürü, yazdığı şiirler ve şarkı güfteleri, gazeteciliği, seyahat ve askerlik anıları, bağ bahçe düşkünlüğü ve espri yeteneği ile tıpkı, Ahmed Rasim, Ercümend Ekrem, Niza-meddin Nazif, İbrahim Çallı vd gibi İstanbul'un renkli kişilerindendi. Katıldığı içkili toplantılarda pek çok ilginç olay yaşanmış, şarkılar bestelenmiş, güfteler
MESELE SI
İSTA N B UL'UN ODUN
Saraya verilen odun da mühim bir yekûne baliğ olurdu. Kanunî Sultan Süleyman zamanında "Darüssaade" ve matbahı âmire maslahatı için "her yıl İznik-mid kadılığından yirmi bin vezne ve Yalakova (Yalova) kadılığından dokuz bin vezne ve Geğbuze (Gebze) kadılığından iki bin vezne" odun gelirdi. Bir vezne üç bin altı yüz dirhemdi. Her kadılık bu odunu vaktinde kestirir, sahile indirtir, "odun maslahatı içün" gelen gemilere yükletirdi. Odunların bir iki ay içinde gelmesi elzem olduğu gibi, kimseye de verilmezdi. Her vezne için iki buçuk akça fiat takdir olunmuştu. Kadılar bu akçaları odun kesip indiren rençberlere dağıtırlar, gemiye ne kadar odun yükletmişlerse, gemi ile gelen adama ona göre hüccet verirlerdi. Odun İstanbul'a geldiği zaman, iskelelerde İstanbul vezne-sile tartılır, kadıların hüccetlerine muvafık olup olmadığına bakılırdı.
Darüssaade için yakılan odun, meşe odunu yani palamut odunu ile karışıktı. Her sene sarfedilen meşe odununun miktarı da, bin beş yüz vezne idi. İzmit, Yalova, Gebze kadıları her sene beşer yüz vezne de bu odundan göndermeye mecburdular. Meşe odunile sair odunların iki bin vezneye baliğ olması kanun iktizasındandı. Şu halde her sene, yalnız Harem ile mutbak için sarfedilen odun, otuz üç bin vezne idi. Saraya mahsus olan bu otuz üç bin vezne odundan paşalar, beylerbeğiler, kapı ağaları bir vezne bile alamazlardı. Onlar da ahali gibi, odunu "odun satan kimesnelerden" alırlardı. Yalnız, mucibi memnuniyet bir nokta vardı: "Beyliğe alınan ve sair halk için satılan odun"un fiatı birdi. Odun veznesi Saray için de, ahali için de iki buçuk akça idi. Veznenin, İstanbul veznesi olması meşruttu. Hattâ Saraya gelecek odunlar için İzmit, Yalova, ve Gebze iskelelerine istanbul veznesi gönderilir, istanbul'a gelecek odunlar o vezne ile tartılırdı.
Hariçten şehire gelecek odundan resim alınırdı. Bu resim de çok bir şey değildi. Sultan Süleyman'ın (Kanunname! Âli Osman)ı bu mes'eleyi tasrih ediyor: "Ve eşek yükü odun kaleye girse, kapıcı resim bir odun ala" (s 22); Fatihin kanunu bu bir odunun nereye sarf edileceğini de tasrih ediyor: "Şehirden gelüb giden beğ kuluna" (madde 14). Memleket dahilinden gelen odundan da araba başına bir akça alınırdı.
Beylik odunların haricinde, ahali dağlardan ve ormanlardan odun kesebilirlerdi. Bunları "kim dilerse düşüre. Anundur." Eğer başka biri tarafından korunmuş ve yetiştirilmişse, ona ancak sahibi tasarruf eder, başkası kesemezdi.
İstanbul'da odunun veznesi, vakıa umum için, iki buçuk akça idi; fakat bu iki buçuk akça nerh, 'ancak saraya münhasir kalırdı. Ahali, odunu gene on dört, on beş akçaya alırdı. Odun tacirleri odunu İstanbul'a getirdiler mi, derhal "ekâbir âdemisi namına" acemi oğlanlar kayıkları karşılarlardı. Bazan iskelelerde gemilere girerler, odunu tacirlerden çekisini on akçaya alırlar, şehirde on beş akçaya satarlardı. Bazan tacirler de onlarla ortak olurlar, parayı aralarında taksim ederlerdi. Odun tacirleri, bu halden bizar olurlar, "meclis şer'e" İstanbul kadılığına müracaat ederlerdi. Kadı, mes'eleyi Divâna yazar, neticede çekisi iki buçuk akçaya alınan odunun on akçaya satılmasına karar verilirdi. Keza, odun hammallarının taşıma ücretleri de tayin edilirdi. Her gemiden dört ilâ altı akça navlun alınırdı.
Üçüncü Sultan Murat zamanında, en çok odun gelen yerler: Yalak âbâd, Mi-halıç, Şile, Kandın, Aydıncık, Biga, Karadeniz ve Rumeli yalılarıydı.
İstanbul'da odun sıkıntısı daima mevcuttu. Yangınlar çoğaldıkça kereste fiatı artar, o zaman kayıklar İstanbul'a odun getirmezler, mütemadiyen kereste taşırlardı. Buna mani olmak için, Çöplük iskelesinde olan Ahtabolu gemileri ile Ah-taboluda bulunan kayıkların kereste taşımaları menedilir, Kasımdan evvel her kayığın ikişer sefer odun getirmesi temin olunurdu.
Bazan odunları iskelelere yığarlar, daha pahalı satmak için fırsat beklerlerdi. Divandan mahallî kadılara mütemadiyen hükümler yazılır, fakat hiç bir tesiri görülmezdi.
Ahmed Refik Altınay, Eski İstanbul, ist. 1931, s. 99-102
eleştiri vb türde yazısının yayımlandığı saptanmıştır. Bunlar arasında Bizans dönemiyle ilgili olanlar da vardır. Çoğu, Osmanlı dönemi İstanbul'unun gündelik yaşamıyla ilgilidir. Kentin hamamları, surları, çarşıları, alışveriş gelenekleri, gümrük işleri yanında, İstanbul-Anado-lu ilişkileri, İstanbul'a gelen gezginler ve ressamlar, ekmek, yağ, iaşe sorunları, itfaiye işleri, odun-kömür, su meseleleri, ilk kâğıt fabrikası, Okmeydanı, ace-
ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE
sel, Altıncı Daire Reisi Blak Bey (Edo-uard Blacque) nezdinde girişimde bulundu; Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye üyelerinden Muallim Doktor Kaymakam Agop Handanyan Bey'in de katılımıyla bu dairede bir tıbbi heyetin oluşturulmasına ve bir hastane açılmasına karar verildi. Böylece genelevler ve zührevi hastalıklarla ilgili ilk mevzuat "Altıncı Daire-i Belediye dahilinde bulunan bazı hususi hanelerin hidemat-ı sıhhiyesine dair talimatname" başlığıyla Altıncı Daire bünyesinde kabul edildi. Zührevi hastalıklar için bir Altıncı Daire-i Belediye Nisa Hastahanesi kuruldu.
1857 Nizamnamesi'ne göre Altıncı Daire-i Belediye Meclisi belediye hizmetlerinin yürütülmesi için gerekli vergilerin miktarını ve tahsil usulünü saptayacaktı. Ayrıca devletin de belediyeye yardım yapacağı belirtilmişti. 1858 Ni-zamnamesi'nde Altıncı Daire'nin gelirleri daha da belirgin olarak kaydedilmişti.
Mevzuata göre, Altıncı Daire'nin gelirleri adi gelirler ve fevkalade gelirler olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Sokaklara konulacak kandiller nedeniyle hane ve dükkânlardan alınacak tenvirat vergisi; sokakların tamiri ve temizliği karşılığı olarak tanzifat vergisi; kontratolar-dan alınacak harçlar; mizan ve ölçü resimleri; bina tamir ya da inşası için ruhsatiye karşılığı harçlar; patent resmi; geliri olan emlakten senelik gelirin en çok yüzde 2'si kadar alınacak emlak vergisi adi gelirler arasında yer alıyordu.
ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE 220
mioğlanlar, Boğaziçi, meslekler, esnaf, kadın zümreleri, düğünler, eğlenceler, rüşvet, ayaklanmalar, anıtlar vb ele aldığı konuların başlıcalarıdır. Yedigün dergisinde ise 1933'ten itibaren, Münif Fe-him'in resimlendirdiği, yine eski istanbul yaşamına ilişkin en zevkli yazıları yer almıştır.
Yayımlanan 91 kitabından, doğrudan istanbul'u ilgilendirenler şunlardır: Bizans İmparatoriçeleri (1331), Eski istanbul (1931), Hicrî Onbirinci Asırda İstanbul Hayatı (1931), Hicrî Onikinci Asırda İstanbul Hayatı (1930), Hicrî Onüçüncü Asırda İstanbul Hayatı (1932), Kadınlar Saltanatı (I-IV c., 1916-1923), Lâle Devri (İst., 1331), Onuncu Asr-ı Hicrîde istanbul Hayatı 1333 (yb Onaltıncı Asırda istanbul Hayatı, 1935), Tarihî Simalar (ist., 1331), Türklerin istanbul Müh asar alan (1932).
Kitaplarının ve yazılarının açıklamalı bir listesi, Muzaffer Gökman'ın hazırladığı Tarihi Sevdiren Adam Ahmed Refik Altınay adlı kitapta yer almıştır.
Bibi. M. Halil (Ymanç), "Müverrih Ahmed Refik", Millî Mecmua, no. 39, 1925; M. H. Bayrı, "Müverrih Ahmed Refik", Yeni Türk, no. 59-60, 1937; R. E. Koçu, Ahmed Refik Hayatı, Seçme Sür ve Yazılan, ist., 1938; M. Gökman, Tarihi Sevdiren Adam Ahmed Refik Altınay, ist., 1978.
NECDET SAKAOĞLU
ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE
Tanzimat döneminde, Batı'dan esinlenerek çağdaş kent anlayışı doğrultusunda Galata-Beyoğlu bölgesine hizmet götüren ve Altıncı Daire-i Belediye adıyla bilinen ilk belediyecilik deneyimi.
Kırım Savaşı Osmanlı Devleti'nin Batı ile ilişkilerini pekiştirdi; istanbul kısa sürede yabancı orduların, ardından Avrupalıların uğrak yeri oldu. 1820'ler ertesi, gerek ticari ilişkilerdeki artış, gerekse Kırım Savaşı nedeniyle Galata'mn bir ara liman işlevi görmesi Avrupalıların Galata ve Beyoğlu'nda iş tutmalarına ve zamanla yerleşmelerine ortam sağladı.
Tanzimat'ın gündeme getirdiği Batı özlemi sarayı da etkilemekte gecikmedi. Abdülmecid, "nefs-i istanbul" diye bilinen suriçini terk ederek, köprünün karşı yakasına geçiyor: 16 Temmuz 1856'da Dolmabahçe Sarayı'nı Fransız tarzı bir devlet yemeğiyle açıyordu. Saray bundan böyle Topkapı'dan kentin Avrupai yakasına taşınmıştı. Eskiden Batılı diplomatik misyonların mekân edindikleri Beyoğlu bundan böyle Avrupalı tüccar, serbest meslek erbabı ve Avrupai yaşamı benimsemiş Levanten ve gayrimüslim Osmanlıya mesken oluyordu. Bundan böyle Galata ve çevresinin servet birikimi bir tür Osmanlı "burjuvazisinin oluşumuna ortam hazırlıyordu.
Sanayi devrimi Batı'daki kent dokusunu kökten etkilemişti. 19. yy'da Avrupa kentleri hızla büyüyor; artan nüfus kent hizmetlerinin önem kazanmasına neden oluyordu. Tanzimat'la birlikte çağdaşlaşmaya yöneliş Batı'dakine ben-
zer kent hizmetlerini de gündeme getirdi, istanbul'a Batı başkentlerine benzer bir görünüm verme özlemi bir dizi reformu gerekli kılıyordu. 16 Ağustos 1855'te Takvim-i Vekayi, Meclis-i Âli-i Tanzimat'ta, İhtisap Nezareti'nin lağve-dildiğini ilan ediyor "Dersaadet ve Bi-lâd-ı Selâse'de şehremaneti ünvaniyle bir memuriyet" ihdas edilmesine ve bir şehir meclisi kurulmasına karar verildiğini yazıyordu. Bu doğrultuda Kırım Savaşı ertesi kısa aralıklarla çıkarılan iki nizamname çağdaş belediyeciliğin temellerini attı: Bunlar 28 Aralık 1857 günlü "Altıncı Daire-i Belediye Nizama-tı" ve 7 Haziran 1858 günlü "Devair-i Belediyeden Altıncı Daire İtibar Olunan Beyoğlu ve Galata Dairesinin Nizam-ı Umumisi"ydi.
28 Aralık 1857 tarihli nizamname ile nefs-i İstanbul (İstanbul suriçi), Boğazlar ve Adalar da dahil olmak üzere İstanbul 14 belediye dairesine ayrıldı. Beyoğlu ve Galata, Altıncı Daire olarak örgütlendi. Kısmen Tophane'yi de içeren Altıncı Daire yabancıların, Levantenlerin ve Ermeni, Rum, Osmanlı gayrimüslimlerinin rağbet ettikleri bir mekândı.
Babıâli'nin, belediye reformuna Ga-lata-Beyoğlu'ndan başlamasının nedeni, yörede değerli ve görkemli taşınmazların bulunması ve kentin bu kesiminde oturanların Avrupa'da bu tür belediye hizmetleri gördükleri için reformlara sıcak bakacakları umuduydu. Altıncı Daire örnek ya da o günkü deyimle "numune" bir daire olarak kuruluyordu. Galata'mn Altıncı Daire adını almasının nedeni Paris'te "sixieme arrondisse-ment" (6. bölge) diye bilinen belediye biriminin kentin en etkin donanıma sahip bölgesi olmasıydı. Altıncı Daire başarılı olduğu takdirde, yeni belediye düzeni diğer bölgelere de uyarlanacaktı. Altıncı Daire'deki deneyim doğrultusunda tedricen diğerlerinin de kurulması öngörülmüştü.
Öte yandan Tanzimat'ın gündeme getirdiği istişari nitelikteki İntizam-ı Şehir Komisyonu büyük ölçüde bu bölgede yaşayanlardan ve tüccarlardan oluşuyordu. Bu nedenle reformlara kentin bu bölgesinden başlanması doğaldı. Nitekim sokakların düzenlenmesi ve temizliği girişimlerine ilk kez bu yörede başlandı. Gazyağıyla sokak aydınlatılması işine de Cadde-i Kebir (bugün İstiklal Caddesi) öncülük etti. Yöre halkının görece varlıklı ve Batı'ya açık oluşu, belediye hizmetlerine sıcak bakılacağı beklentisine neden olmuştu.
Paris'e özenilerek verilen Altıncı Daire adı, 1868 mevzuatında da korundu. Keza 1877'de daire sayısı yirmiye yükseltilirken sıra itibarıyla, Beşinci Daire Eyüp'ten sonra Hasköy'ün Altıncı Daire olması gerekiyordu. Hasköy Yedinci Daire yapılarak sıra atlandı ve Beyoğ-lu'na Altıncı Daire dendi. 1880'de daire adedi ona düşürüldüğünde de Beyazıt birinci, Fatih ikinci, Cerrahpaşa üçüncü daire diye adlandırıldı. Sıra gereği Be-
yoğlu'nun Dördüncü Daire olması gerekirken, Beşiktaş'a Dördüncü Daire dendi; Beyoğlu Altıncı Daire adını korudu.
Altıncı Daire adı bir kez başka bir semte verildi: 1912'de belediyeler tekrar düzenlenirken Beyoğlu Üçüncü Daire oldu; Üsküdar'a Altıncı Daire dendi. 1913 başında daire adı toptan kaldırıldı ve yerel birimler şubeye indirgendi.
1857 Nizamnamesi Altıncı Daire'nin başına bir daire müdürü getiriyor; onun başkanlığında Daire-i Belediye Mecli-si'ni kuruyordu. Babıâli'nin atadığı ve padişahın tasdik ettiği daire müdürünün Altıncı Daire hudutları dahilinde en aşağı 100.000 kuruşluk emlake sahip bulunması gerekiyordu.
Altı ay sonra 7 Haziran 1858'de yayımlanan Nizam-ı Umumi, Altıncı Daire'nin görevlerini bu kez ayrıntılarıyla düzenliyordu. 1857 Nizamnamesi on dokuz madde iken, 1858 Nizam-ı Umumisi doksan üç bent ya da maddeden oluşuyordu; 1857 Nizamnamesi'ni geliştiren bir mevzuattı. Bu nizamname ile Altıncı Daire müdürünün adı "reis" olmuştu. Padişah iradesiyle atanacak olan reis, hizmeti karşılığı bir ücret almıyordu.
1857 mevzuatına göre, Daire-i Beledi
ye Meclisi, reis dışında yedi üyeden olu
şuyordu. Babıâli'nin seçtiği ve padişah
iradesiyle göreve gelen üyelerin en az
100.000 kuruşluk emlak sahibi olmaları
ve en az on yıldan beri İstanbul'da otur
maları gerekiyordu. Altı ayda bir kura ile
Meclis üyelerinin yarısı değişecekti.
Nizamnamede asli üyelerin yanısıra, belediye hizmetleri nizamnameye dönüştürülürken görüşmelerde bulunmak üzere dört müşavir üye öngörülmüştü. Asli üyeler gibi Babıâli'nin seçtiği bu üyeler padişah iradesiyle göreve getirili-yorlardı. Müşavir üyeliğe atanabilmek için kendisinin ya da en yakın akrabasından birinin Altıncı Daire sınırları dahilinde en az 500.000 kuruş değerinde emlake sahip ve en az on yıldır İstanbul'da oturuyor olması gerekiyordu. Belediye dairesinde çalışan birinci mimar, mühendis ve tabip de Daire-i Belediye Mecli-si'ne müşavir sıfatıyla katılabileceklerdi.
1858 mevzuatında Daire-i Belediye
Meclisi üyesi, ikisi reis vekili tayin edil
mek üzere sekize çıkarılmış, dört müşa
vir korunmuştu. Meclis'in diğer üyeleri
bir muavin, bir başkâtip, bir sandık
emini, iki mütercim, bir mühendis ve
bir mimardı. Böylece Meclis, reis dahil
yirmi kişiden oluşuyordu. Üyelerin hiz
met süreleri üç yıldı ve kendilerine her
hangi bir ücret ödenmeyecekti.
Daire-i Belediye Meclisi nizamname ile belirlenmiş görevleri yerine getirecek, bu konuda hazırlanacak ayrıntıları yeni nizamnamelerle düzenleyecekti. Mahalle, çarşı ve pazarların temizlik düzenine ait kararlar alacak, yasaklar koyacak ve bu konuda talimatnameler hazırlayacaktı.
Yapı ve tamir işlerini pazarlık veya eksiltme yoluyla ihale etmek ve bunlarla ilgili sözleşmeler düzenlemek ve ka-
f
rara bağlamak Meclis'in görevleri arasındaydı. Keza belediye hizmetlerinin görülmesi için mülk sahiplerinden alınacak vergilerin miktar ve tahsil usulü de Meclis'çe saptanacaktı.
Daire-i Belediye Meclisi haftada iki gün toplanıyordu. Gerekli görüldüğünde olağanüstü toplantı çağrısı da yapılabiliyordu.
Altıncı Daire mevzuatı geçici bir düzenlemeydi. Nitekim ikinci nizamnamenin bend-i mahsus kısmında, İstanbul'daki diğer belediye daireleri de oluştuğunda bunlar için düzenlenecek mevzuatın Altıncı Daire-i Belediye'yi de kapsayacağı kaydediliyordu.
İstanbul'daki diğer daireler 6 Ekim 1868'de yayımlanan Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi'yle kapsandı. Bu nizamnamede Altıncı Daire korundu; Kurtuluş, Beyoğlu, Maçka bölgeleri Altıncı Daire olarak bir kez daha belirtildi.
1857 tarihli nizamnameyle Altıncı
Daire-i Belediye, daire dahilindeki ma
halle ve sokaklarla kaldırımları, suyolu
ve lağımları tamir ve inşa ettirecek;
bunların temiz tutulmasını sağlayacak;
sokakları aydınlatacak; sokakların te
mizliğine bakacak; bu hizmetlerin yürü
tülmesi için gerekli masraflar karşılığı
olarak varidat sağlayacaktı.
1858 Nizamnamesi'yle belediye hu
dutları içindeki bütün emlakin; kıymet
ve iradım, inşa tarzını, mutasarrıflarının
isimlerini de içermek üzere tahrir görevi
de Altıncı Daire-i Belediye'ye verilmişti.
Bu tahrir, dairenin alacağı emlak vergisi
için de esas oluşturacaktı. Nizam-ı
Umumi'de yer alan başka bir madde ile
yangın söndürme işleri de belediye hiz
metleri arasında sayılmıştı.
Aynı nizamnamede "zehair ve esarın tahkik ve tecessüsü" görevi de Belediye Meclisi'nin görevleri arasında sayılmıştı. Böylece daire, ölçü ve kantarları teftiş edecek, narh koyacaktı. Narh uygulaması 1865'e kadar devam etti. 28 Temmuz 1865 tarihli Meclis-i Mahsus-ı Vükelâ kararı ile ekmekten başka diğer bütün maddelere narh konulmasından vazgeçildi.
Beyoğlu ve Galata sokaklarının aydınlatılması da Altıncı Daire'nin görevleri arasındaydı. Her iki nizamnamede bu görev açıkça belirtilmişse de Altıncı Daire sokaklarının petrol fenerleriyle aydınlatılması ancak 1864-1865'te mümkün olabilmişti. Aydınlatma işi o tarihlerde müteahhitlere ihale olunuyordu.
Altıncı Daire'nin kuruluşu ertesi reisliğe, evi Cadde-i Kebir'in Taksim ucunda bulunan Mehmet Kâmil Bey atandı. Mahşer Midillisi lakabıyla tanınan Kâmil Bey başhariciye teşrifatçısı olarak yabancılarla ve diplomatik misyonlarla sürekli ilişkideydi. Bükreş, Varşova, Paris'i görmüştü. Batılı bir yaşam tarzı vardı.
Daire Meclisi üyeliklerine Osmanlı uyruğu ve daire hududu dahilinde emlak sahibi olan tüccardan Sava, tiyatrocu Naum, Mısır sarrafının biraderi tüccardan İlya, Miltiyadi Bey, Balmumcu -
221
^«SssâaifefeiiiiîBeö^âaS^i^âââ^^SSi^SÖSlIlSfigâ^SİfeâSS^
Altıncı Daire-i
Belediye antedi
2 Kânunısani
13127
14 Ocak 1897
tarihli emlak
vergisi
makbuzu.
Necdet Sakaoğlu
koleksiyonu
zade Salih Efendi, Sarraf Ohannes, daire mimarı Bilezikçi Artin ve daire tabibi Serviçen getirildiler. Ayrıca daire hududu dahilinde emlak sahibi yabancılardan Antoine, Hanson, Septim Frankini, Kamatoğulu Avram müşavir üye olarak atandılar.
Altıncı Daire ilk iş olarak Beyoğlu ve Galata'mn kadastro haritasını tanzim etti. Bu kesimdeki İslam mezarları hariç, defin yerlerini şehir dışına ve Şişli'de tahsis edilmiş yere naklettirdi. Tepebaşı ve Taksim'de birer umumi bahçe yapıldı. Vukuatın yoğun olduğu bir semt oluşu nedeniyle yaralananları tedavi etmek üzere bir hastane açıldı. Galata ve Beyoğlu'nun yollan olanaklar ölçüsünde genişletildi. Büyük Beyoğlu yangınından sonra kagir inşaat özendirildi. Yapımı 1869'da başlayan ve kısa sürede tamamlanan (1870-1871) büyük bir Belediye konağı (Altıncı Daire Konağı) yaptırıldı.
Osmanlı ülkesinde hükümetin denetimi altında ilk umumhaneler Altıncı Daire'de açıldı. Kırım Savaşı ertesi Avrupalıların Osmanlı payitahtında yoğun iskânı sonucu "âlüftegân"ın sürekli sağlık denetiminde bulundurulması hükümetçe ve belediyece uygun görüldü. Ancak "hürriyet-i şahsiye"yi tahdit edeceği gerekçesiyle alınacak önlemlerin sefaret-lerce kapitülasyonlara aykırı olduğu ileri sürüldü; bir süre engellendi (bak. Abanoz Sokağı).
Bir süre sonra yöre tabiplerinden Mi-
Dostları ilə paylaş: |