Bibi. Collection deş Guides-Joanne (De Paris a Constantinople), Paris, 1902; Halil Edhem, "Das Osmanische Antikenmuseum in Kons-tantinopel", Hilprecht Anniversary, Leipzig, 1909; O. N. Ergin, Muallim Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İst., 1937; H. Kı-vırcık-N. Vatin, "La Bibliotheque deş Musees Archeologiques d'İstanbul", Turcica, 2, 1984; Salname-Maarif, III, 1318; V. Tura, "Müze Kütüphanesine Vakfedilen Kitaplar ve Vakıfları", Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi, V, Ankara, (1949); P. D. Voûte-S. B. Baykan, Catalogue deş Period-iques Concernant l'Histoire, l'Archeologie, l'Histoire d'Art. et la Pbilologie dans leş Bibli-othegues d'İstanbul et d'Ankara, İst., 1980 (teksir).
HAVVA KOÇ
ARKEOLOJİ MÜZELERİ YILLIĞI
İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri (sonra Arkeoloji Müzeleri) Müdürlüğü bütün dünya müzelerinde usulden olduğu gibi, yeni giren eserleri ilim âlemine tanıtmak gayesiyle Türkçe ve bir yabancı dilde olmak üzere bir yıllık yayımına 1934'te başladı. 74 sahifelik bu ilk yıllıkta, müzenin kadrosu, yeni gelen eserler ve yayınlar tanıtılmış, metin Türkçe ve Fransızca olarak yayımlanmıştı. İkinci sayı ancak 1937'de basıldı. Uzunca bir aradan sonra üçüncü sayı 1949'da yayımlanmış, fakat bu defa yabancı dil metin İngilizceye dönüşmüştür. Yıllık bundan sonra oldukça intizamlı biçimde yayımlandı.
Dördüncü sayı 1950'de basıldığında, içinde müzeye giren eserlere dair kısa makalelere de yer verildiği görülür. Beşinci sayıdan (1952) itibaren, bu makaleler daha dolgun bir biçim almıştır. Yıllık, intizamlı sayılabilecek aralıklarla ve
hacmi gittikçe büyüyerek çıkmaya devam etti. Bu arada, içindeki makaleler müzeyle ilgili konularda olmak üzere küçük araştırmalar halinde yayımlandığından, yıllığa bir arkeoloji dergisi hüviyeti verdi. 316 sahifelik kalın bir cilt teşkil eden 15-16. sayı (1969), yıllığın son gelişme aşamasını gösterir. Yıllık uzun yıllardır çıkmamaktadır.
SEMAVİ EYİCE
ARMAN, CİHAT
(1918, istanbul) Futbolcu. Futbola İstanbul'da başladı. Daha sonra babasının görevi nedeniyle gittikleri Ankara'da lise öğrencisiyken Gençlerbirliği Spor Kulübü'n'e girdi. 1933'te genç takım kadrosuna alındı. İki maç oynadıktan sonra birinci takım kalesi kendisine teslim edildi. Çıkardığı güzel oyunlar sonucu Güneş Spor Kulübü yöneticileri tarafından İstanbul'a getirildi. Öğrenim hayatını Boğaziçi Lisesi'nde sürdürdü. Bu arada Güneş takımının kalesinde parladı. 1936'da İstanbul'da oynanan Türkiye-Yugoslavya milli maçında, henüz 18 yaşındayken milli takım kalesini korudu. 1939!da Güneş Spor Kulü-bü'nün kapanmasıyla Fenerbahçe'ye geçti. On iki yıl aralıksız olarak Fenerbahçe'nin değişmez kalecisi oldu. Milli maçlardan uzak geçen on bir yıllık (1937-1948) dönemden sonra 1948'de yemden milli takımın kalesini korudu. "Uçan Kaleci" lakabıyla ün kazandı. Fenerbahçe birinci takımında 308 maç oynadı, uzun yıllar kaptanlık yaptı. 13 kez de milli takımda yer aldı, bunlardan 9'unda milli takımlarında kaptanlık yaptı.
Cihat Arman futbolu bıraktıktan sonra antrenörlük hayatına başladı. Beşiktaş, Kasımpaşa, Beyoğluspor, İstanbuls-por ve Yeşildirek takımlarını çalıştırdığı gibi Genç ve A milli takımlarında antrenörlük yaptı. Aktif spor yaşamı sürerken Özfenerbahçe dergisini çıkarmakla (1948) başlayan spor yazarlığı da çeşitli gazetelerdeki yazı ve yorumlarıyla devam etti.
CEM ATABEYOĞLU
ARNAUDIN
(20. yy) Fransız mühendis. Yüzyıl başında bir Boğaziçi demiryolu geçişi projesine bağlı olarak, İstanbul için, gerçekleşmeyen ilginç bir metropoliten gelişme şeması önermiştir.
Arnaudin'in planı, salt İstanbul'un bütünü için geliştirilmiş bir plan olmayıp, Boğaziçi geçişi için önerilen bir demiryolu köprüsü çerçevesinde düşünülmüş bir çalışmadır.
Mart 1900'de. Compagie Internationale de Chemin de Fer. de Bosphore şirketi adına Arnaudin iki köprüyle Boğaziçi'ni geçen bir çevre yolu önerir. Projeyi, getirdiği önerilerle metropoliten bir ulaşım projesi olarak değerlendirmek mümkündür. Projede önerilen ilk köprü Üsküdar-Sarayburnu, ikincisi ise, Kandilli-Rumelihisarı arasında olacaktır. Böylece İstanbul çevresinde Boğaziçi'ni iki noktadan geçen bir ring oluşturulacak ve köprüler aynı zamanda Anadolu ve Rumeli demiryollarını da birbirine bağlayacaktır.
Arnaudin'in köprüleri iddialı ve gösterişlidir. Üsküdar-Sarayburnu arasındaki köprü her iki sahilden 130'ar m uzaklıkta birer çift, ortada da bir çift olmak üzere altı ayağı olan bir asma köprüdür. Ayaklar köprü zemininden itibaren 16 m yüksekliğinde minarelerle süslenmişlerdir.
Kandilli-Rumelihisarı arasındaki diğer köprü de üç çift ayaklıdır. Hamidiye Köprüsü adı verilen bu köprüde, ayaklar ilkinden farklı olarak, köşelerinde dört minarenin yer aldığı Kahire Memluk mimarisi üslubunda, cami şeklinde tasarlanmıştır. Arnaudin, köprü ayakları için proje raporunda, "Müslümanlar'ın Halifesi Sultanın dinî ve politik gücünü sembolize etmekde, taçlandırmaktadır" ifadesine yer verir.
Önerdiği proje pahalı ve gösterişli
olmasına karşın Arnaudin ciddi bir kentsel büyüme önerisi ortaya koymuş ve bunu ulaşımla bütünleştirerek çözmeye çalışmıştır. Bugünkü II. Çevre Yo-lu'nun bile dışında kalan demiryolu ringi, o zamana göre geniş bir metropoliten sınır tamamlamakta ve gelecekteki gelişmelerin bu sınırlar içinde olacağını ya da olması gerektiğini öngörmektedir. Gerçekleşmeyen bu öneride Arnaudin'in, yağ lekesi şeklindeki öngörüsüyle İstanbul için oldukça gerçekçi ve olabilir bir-gelişme tahmininde bulunmuş olduğunu söylemek mümkündür.
Bibi. Z. Çelik, The Remaking of istanbul, Portrait of an Ottoman City in Nineteenth Century. University of Washington Press, 1986.
M. RIFAT AKBULUT
ARNAVUT ZİNCİRİ
Haddeden geçirilmiş ince altın ya da gümüş tellerin çift katlanarak at nalı biçiminde birbirini kavrayacak biçimde karşılıklı getirilip, biri diğerinin halka boşluğundan geçirilerek yapılan bir zincir çeşididir. Örgü, istenilen uzunlukta yapıldıktan sonra halka boşluklarına "güverse" denilen kürecikler kaynatılır ve zincir böylece tamamlanmış olur.
Arnavut zinciri saat kösteği olarak Batı'dan gelmiştir. İlk Batılılaşma hareketleriyle birlikte saat, köstek, yelek ve Avrupai giyim kuşam Osmanlı aydınları arasında yayılınca Fransa'dan ithal edilen bu köstek zinciri sonraları İstanbul'da da yapılmaya başlanmıştır.
Adına "saray kösteği" denilen İstanbul işi yassı zincir ile milli bir karakter kazanan bu zincir, çeşitli adlar alarak halk arasında da benimsenmiştir. Çoğunlukla köstek olarak kullanılan bu zincire, Arnavut asıllı Osmanlı tebaasın-ca çok kullanıldığı için "Arnavut kösteği"; yuvarlak oluşu ve boşluklarında gü-
verse olduğu için "yuvarlak" ya da "gü-verseli köstek"; Giritlilerce de benimsenmesinden dolayı "Girit kösteği" de denilir.
Bu zincirler Kapalıçarşı civarındaki bütün hanlarda yapılırdı. Köstekli cep saatlerinin modası geçip de yerini kol saatleri alınca bu sanat 1970'li yılların sonuna kadar zincir kolye yapımında azalarak sürmüştür. Son ustası ise Çuhacı Hanı'nda İsmet Esen'dir. Bugün ise kaba turistik bir işçilikle bazı kişilerce yapılmaktadır.
MEHMET ZEKİ KUŞOĞLU
ARNAVUTKOY
Boğaziçi'nde, Kuruçeşme ile Akıntıbur-nu arasındaki sahilde ve bu sahile açılan vadi boyunca, yamaçlarda kurulu, halen Beşiktaş İlçesi'ne bağlı semt. İlkçağda adı Hestai idi. Bizans döneminde Promotu ve Anaplus olarak da bilinirdi. Boğaziçi'ndeki önemli ibadet yerlerinden biri olan Ayios Mihael Kilisesi buradaydı. Konstantinos tarafından yaptırıldığı söylenen bu kilisede Başmelek Mi-hael'in mozaik bir ikonası saklanıyordu. Büyüklü küçüklü çok sayıda kilise ve ayazmanın yapılmasından sonra ve büyük olasılıkla Ayios Mihael Kilisesi'nin varlığı yüzünden, bölgeye Melekler Köyü dendiği anlaşılmaktadır. Kaynaklarda adı geçen Mihaleion bölgesinin, Karadeniz'den Marmara'ya Boğaz akıntısının en kuvvetli olduğu bugünkü Arnavut-köy ile Akıntıburnu arasında bulunduğu sanılmaktadır.
Köyün Arnavutköy adını hangi nedenle ve ne zaman aldığı kesinlikle bilinmemektedir. Bir rivayete göre, II. Mehmed'in (Fatih) Arnavutluk'a egemen olmasından sonra yöreden getirilen Arnavutlar bu semte yerleştirilmiştir. Bir Arnavut cemaatinin, o zamanlar bakımsız, harap ve yarı metruk olan bu sahile yerleştirilmesinin tarihi olarak 1468 verilmektedir. 1540'larda İstanbul'a gelmiş olan Petrus Gyllius, bu civarın üzüm bağlarıyla kaplı olduğunu yazarken bölgenin adını Arnavutköy olarak anmaz. Buna karşılık 1568'de bostancıbaşına gönderilmiş bir fermanda, "Bostancıbaşıya hüküm ki, Arna-vudköy bağları hassa-i hümâyunum için koru iken bazı kimseler anda şikâr ettikleri işitilmiştir..." denmekte ve halkın buralarda avlanmasının yasaklanması istenmektedir. Bu fermandan anlaşıldığına göre 1568'de bölgenin adı artık Ar-navutköy'dür. 1715'te ölmüş olan şair Fennî, Boğaziçi köyleri üzerine yazdığı Sahilnaınefde, eskiden hamam tellaklarının ekseriya Arnavut olduğunu hatırlatarak, burası için Takılub ardına âl ile rakib-i nâpâk / Arnavud karyesine gitmiş o şüb-i dellâk beytini söylemiştir.
Arnavutköy'ün daha 16. yy'da İstanbul'un en ünlü mesire yerlerinden olduğu; bağları bahçeleri bulunduğu; tepelerdeki koruların sultanın hasları olduğu; nüfusunun 19. yy'ın ortalarına kadar
ARNAVUTKÖY___314___315__AKNAVUTKÖY'>ARNAVUTKÖY
314
315
AKNAVUTKÖY
Yüzyılm
başlarında
Arnavutköy.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
Arnavutköy
h/anbul Ansiklopedisi
Rum ve Musevilerden meydana geldiği; uzun süreler bakımlı, güzel, canlı bir Rum köyü olarak kaldığı bilinmektedir.
Evliya Çelebi 17. yy ortalarında burada, köyün sahile yakın bölgesinde 1.000 kadar bağlı bahçeli mamur Rum ve Musevi hanesi olduğunu; cami, mescit, imaret bulunmadığını, sadece küçük bir hamama rastlandığım; "Ekmeğinin ve pek-simedinin beyaz, Yahudilerinin sahib-i zevk ve elıl-i saz, Rum Hıristiyanlarının kavmi-i lâz, cemaati müslimin gayet az" olduğunu yazar. İncidyan, 18. yy'da köy halkının tümüyle Rum olduğunu kaydeder. 1768'de tamamlanan Hadikatül-Ce-vami, Arnavutköy'den söz ederken "Ka-riye-i mezburede cami ve mescid olmadığından Bebeğe geçilmiştir" der. III. Se-lim'in tahta çıktığı ilk yıllardaki (1790'lar) bir bostancıbaşı defterinde Kuruçeşme'den Akıntıburnu'na doğru binalar sayılırken "Tarandabol tercümanı Yenaki zimminin yalısı, yanında Eflâk Voyvodası Mihalâki Bey'in, yanında Sakızlı Dimit-ri, yanında Hanım Sultan'ın yalısı, altı göz kayıkhanesi, altı adet dükkânları, yanında Arnavutköy iskelesi, yanında Tabip Nikola zimminin yalısı, yanında
Todoraki zimminin yalısı, yanında Ando-naki'nin yalısı, yanında Yorgaki'nin, yanında Kostantaki'nin" diye giden listeden de anlaşıldığına göre, sahil boyu o dönemlerde İstanbul'un varlıklı ve nüfuzlu Rumlarının, özellikle de Bizans ailelerinin devamı olan ve Osmanlı Devle-ti'nde yüzyıllar boyunca tercümanlıkla görevlendirilmiş Fenerli Rum beylerinin, voyvodalarının yalılarıyla kaplıdır. Sıralanan yalılar arasında sadece birinin "Sultan Hanım'ın yalısı" olarak geçmesi ilgi çekicidir. 1821'de Mora'da patlak veren ve Orta Yunanistan'la Girit'e sıçrayan ayaklanmadan sonra, Rum aristokrasisinin yalıları, konaklan müsadere edilerek Musevilere satılmıştır. 18. yy sonları 19. yy başlarından itibaren, hanedanın sultan kızı veya kardeşi gibi iktidar sahibi kadın üyelerinin de, öteden beri kendilerine ayrılmış olan Ortaköy-Kuruçeşme sahilinin kalabalıklaşması üzerine Arna-vutköy-Akıntıburnu arasında ve Akıntı-bumu'ndan Bebek'e doğru sahilsaraylar inşa ettirmeye başladıkları anlaşılmaktadır. 1808'de tahta çıkan II. Mahmud dönemindeki bir bostancıbaşı defterinde, Arnavutköy sahilindeki yalılar bu defa
şöyle sıralanmaktadır: Beyhan Sultan'ın mâ-ı Leziz çeşmesi ile sahilsarayı, Halil Paşazade Nuri Paşa'nın yalısı, Arif Molla Yalısı, Biniş-i Hümâyun'a mahsus Meh-med Paşa Kasrı, Hekimbaşı Necip Efendi, Haznedarbaşı Şâkir Ağa, Sadrazam Selim Paşa, Dürrizade Abdullah Molla vb yalıları. Aynı dönemde, II. Mahmud tarafından Arnavutköy'e 1832'de bir cami, bir karakol ve kışla yaptırılmıştır.
Arnavutköy'de, 18. ve 19. yy'larda çıkan büyük yangınlarda, yukarıda bazıları sıralanan yalılar, yamaçlardaki ve vadideki köşkler hemen hemen tümüyle yanmış; sahilhaneler ve sahilsaraylar-la birlikte, köy içlerindeki mahalleler de kül olmuştur. Örneğin 1797'deki yangında Akıntıburnu'ndaki Hasan Halife Bahçesi'yle birlikte yakınındaki bir yalı (muhtemelen III. Mustafa'nın kızı Beyhan Sultan'ın 19. yy başında inşa ettirdiği Beyhan Sultan Sahilsarayı(->), daha sonraki adıyla Said Paşa Yalısı), onun üstündeki setlerde bulunan Sadrazam İzzet Paşa'nın yaptırdığı Biniş Köşkü (Vezir Köşkü, Boyalı Köşk), sadrazamın kendi yalısı ve Mektupçu İbrahim Efendi yalısı da yanmıştır. 1883'te iskele ba-
şmda 18 evin, 1887'de 264 evin, 1908'de 109 evin yandığı kaydolunmuş; 1887 yangınından sonra Yahudilerin büyük kısmı köyü terk etmiş, onların yerine Müslümanlar yerleşmeye başlamıştır. I. Dünya Savaşı arifesinde 1912'de Şirket-i Hayriye'nin yayımladığı Boğaziçi Salnamesi'nâe Arnavutköy'de 493 Müslüman, 5.973 Rum, 342 Ermeni, 32 Musevi ve 642 ecnebinin yaşadığı kaydolunmakta, günlük vapur yolcusu sayısı 1.550 olarak hesaplanmaktadır.
Arnavutköy öteden beri canlı bir ticaret hayatına sahip görünmektedir. Ye-niköy'den sonra Boğaz'm denizciler için peksimet üreten ikinci köyüydü. Burada II. Mahmud döneminde bostancıbaşı defterine de geçmiş bir beylik peksimet fırını bulunmaktaydı. Daha Evliya Çelebi zamanında çok sayıda dükkân olduğu, bağlarının bahçelerinin Kanuni döneminden itibaren büyük ün kazandığı, burada büyük panayırlar kurulduğu bilinmektedir. Kaynaklarda panayır geleneğinin eskilere gittiği, 18. yy'da "panayır akçesi" alınmaya başlandığı, panayırların 1940'-lara kadar sürdüğü nakledilmekte; aynı zamanda Arnavutköy'ün öteden beri bir eğlence ve zevk merkezi olduğu vurgulanmaktadır. Akintıbur-nu'nun, yazın en sıcak günlerinde bile tatlı esintili havası, köyün sırtlarındaki bağlar ve bahçeler, buraya mesire yeri olarak her dönem ün kazandırırken, gazinoları, sandal sefaları özellikle panayır döneminde çalgılı, kasap havalı, sazlı, sözlü âlemleri de meşhurdu. Ortodoks kilisesinde İsa'nın vaftizine remiz olarak haçın suya atılması yortusu, Arnavutköy'de 20. yy'ın başına kadar geleneksel biçimde kutlanmaya devam etmiş, denize haç atma törenini izleyen çalgılı, içkili gazino âlemleri rağbet bulmuştu. O zamanlar Arnavutköy'e bu canlı eğ-
gındı. Bu kabuklu deniz hayvanlarının rıhtımda bıraktıkları izlerin 18. yy'da hâlâ belirgin olduğu yolundaki iddia bu söylencenin bir parçası olmuştu.
Ayazmalar, bağlar, bahçeler, koruluklar arasındaki köşkleri, sahil boyunca dizilen sahilhaneleri, sahilsarayları, yalıları ile bilinen Arnavutköy'ün çehresi günümüzde tümüyle değişmiş bulunuyor. Or-taköy'den Arnavutköy'e uzanan yol dar olduğu ve ihtiyaca cevap veremez hale geldiği için, önce deniz tarafındaki binaların büyük bölümü yıkıldı ve tramvayın geçtiği yol sahil yolu haline getirildi. Bu sırada ahşap binaların yıktırılarak yerleri-
îMml&i
lence hayatı yüzünden Küçük Beyoğlu da denirdi.
Arnavutköy'ü semt olarak kuzeyde sınırlayan Akıntıburnu, İstanbul Boğa-zı'nda akıntının en şiddetli olduğu yerdi. Eskiden kötü havalarda çok tehlikeli sayılan bu sahilde, kayıklar kimi zaman yedekçiler tarafından halatla sahilden çekilir, kimi zaman da yolcular burada kayıklardan inerek yollarına karadan devam ederlerdi. Hattâ 16. yy'da akıntıya karşı yüzemeyen çağanoz sürülerinin de burada karaya çıktıkları, akıntının sonuna kadar yürüdükleri, sonra yeniden denize döndükleri söylencesi yay-
Arnavutköy'den geçmişi günümüze getiren bir ev (solda) ve bir sokak (sağda). Ahmet Hızarcı (sol), Erdal Yazıcı (sağ)
ARNAVUTKÖY AMERİKAN KIZ 316
317 ARNAVUTKÖY AMERİKAN KIZ
TÜLAY ARTAN
ları arttı. Halen semt, çok sayıda lüks restoran, gazino, gece kulübü, bar ve modern kahvelerle Boğaz'ın canlı bir yaşam ve eğlence merkezi görünümündedir.
Bibi. S. Eyice, Boğaziçi, s. 25-28; R. E. Koçu, "Arnavutköy", ISTA, II., s. 1039-1041; Evliya, Seyahatname, ty, s. 314; Boğaziçi; Kömürci-yan, İstanbul Tarihi, s. 41, 219, 259; İncici-yan, İstanbul, s. 115-116: "Arnavutköy", ÎK-SA, II, s. 782, 783.
Ç L
ne beton binalar yapılmasına da başlandı. Bir dönem yangınlar, daha yakın dönemde yapılaşma ve betonlaşma semtin . görünümünü hızla değiştirdi. 1960'lardan sonra sahil yoluna ve vadi boyuna apat-manlar dikilmeye başlandı. 1980 sonrasında, sahil yolunun genişletilmesi sırasında halen var olan yalıların önünden, denizin içinden "kazıklı yol" geçirildi. Yapılaşma daha hızlandı, arsa ve bina fiyat-
E Ğ İ
ARNAVUTKÖ
Arnavutköy'ün bağlan, bahçeleri 16. yy'dan beri ünlüydü. Bu bölgede bağcılığın tarihinin daha eskilere, Bizans dönemine gittiği bilinir. Ancak, köyün kendi adını taşıyan çileğinin tarihi sanılabileceği kadar eski değildir. İlk çilek fidesinin, 19. yy'm hemen başında İpsilanti ailesi tarafından getirildiği, Arnavutköy sırtlarına dikildiği, bir süre sonra da bağların önemli bölümünün, yerini çilek tarlalarına bıraktığı bilinmektedir.
Arnavutköy'de aslında iki ayrı cins çilek yetişirdi. Küçük, açık pembe renkli, kokulu olanı, osmanlıçileği de denen, sevilip aranan bir türdü. Bu nadide cins, önceleri sadece Arnavutköy sırtlarındaki tarlalarda bulunurken, daha sonra İstanbul'un Yeniköy, Tarabya, İstinye sırtlarında ve Kadıköy tarafında Pendik civarında da yetiştirilmeye başlandı. Ancak adı nereden gelirse gelsin, belli bir türe bağlı olarak Arnavutköy çileği kaldı. 'Arnavutköy'de sırtlardaki tarlalarda osmanlıçileğinden başka daha koyu renkli ve biraz daha büyük frenkçileği de dikilirdi. İlk mahsul, genellikle mayıs ayında alınır; çilek meraklıları tarlalara küçük sepetlerle kendileri toplamaya ve hemen orada taze taze yemeye gelirlerdi. Çevreye kol atan çilek fideleri, küçük beyaz çiçekleri ve koyu yeşil yapraklarıyla bahar aylarında çok güzel görünür, çilek tarlalarının bulunduğu sırtlardan çevreye çilek kokusu yayılırdı.
Arnavutköy sırtlarındaki çilek tarlaları, 1960'lara kadar korundu. 1960'lardan sonra, önce osmanlıçileği daha sonra frenkçileği hem .Arnavutköy'de, hem de bu çileğin yetiştirildiği diğer bölgelerde azalmaya başladı. Günümüzde ise, küçük özel bahçeler hâricinde, bütünüyle yok oldu; sadece adı ve bilenlerin damağındaki ince, hoş lezzeti kaldı.
İSTANBUL
Kıyıdan
"kazıldı yol"
geçirildikten
sonra
Arnavutköy.
Tuğrul Acar,
1992
ARNAVUTKÖY AMERİKAN KIZ KOLEJİ
1871-1971 arasında Gedikpaşa, Üsküdar ve Arnavutköy'de faaliyet gösteren Amerikan eğitim kurumu.
Robert Kolej'in(->) kurucusu Cyrus Hamlin 1867'de kız öğrenciler için de bir okul açılması gereğini duydu. Chris-topher Robert öneriyi Congregational Kilisesi Kadın Misyon Heyeti'ne (Wo-man's Board of Missions) götürdü. Kadın Misyon Heyeti ve Bostonlu bir grup eğitimci kadın bir araya gelerek 3.000 dolar topladılar ve okulu kurarak başına Julia Rappleye'i getirdiler.
1871'de Abdülaziz'in iradesiyle Ge-dikpaşa'da kiralık bir konakta açılan okulun İngilizce ilk adı Home School for Giriş at Constantinople idi. İlk yıl 6 yaşında 3 öğrencisi vardı. 1873'te anaokulu düzeyinde öğrenci sayısı 40 oldu. Bu arada 50.000 dolar bağış toplandı ve Anadolu yakasında, Üsküdar Selam-sız'da, Pişmişoğlu'na ait arazi satın alındı. Bu arazi üzerinde yapımına başlanan ve sonraları Bowker Hail diye bilinen bina bitinceye kadar inşaata yakın bir konak kiralandı ve eğitime Anadolu yakasında devam edildi. Bina inşaatı 1875'te tamamlandı ve okul burada Üsküdar Kız Rüştiyesi olarak öğrenime başladı.
Julia Rappleye'in 1875'te istifası üzerine Clara Catherine-Pond Williams görevi devraldı. Bu arada William Chapin, 20.000 dolara Barton Hail adı verilen ikinci binayı yaptırdı. Okul 1890'da Mas-sachusetts Eyaleti yasalarına göre kolej olarak örgütlendi. Kolejin İngilizce iki
adı vardı: American College for Giriş ve Constantinople Woman's College.
Kız kolejine Yunanistan, Arnavutluk, Dicle-Fırat yöresi, Mısır, Suriye, Rusya, Romanya ve Bulgaristan gibi geniş bir coğrafyadan öğrenci geliyordu. Willi-ams'ın emekliliği ertesi, okul bir süre Cyrus Hamlin'in kızı Clara Hamlin ve Maıy Mills Patrick'in ortak yönetiminde kaldı. 1889'da Clara Hamlin'in evlenmesi üzerine Mills Patrick yönetimi tek başına üstlendi ve 1924'e kadar mü dire olarak kaldı.
Kolej ilk mezununu 1891'de verdi. Mezuniyet töreninde II. Abdülhamid'in bir temsilcisi de bulundu. Miss Patrick fen derslerine ayrı bir önem veriyordu. 1894'e gelindiğinde okul klasik diller, edebiyat ve fen dallarında üç bakalorya verir durumdaydı. 1893'te Şikago'da açılan bir sergide kolej öğrencileri bronz madalya aldılar. Kolejden ilk Müslüman mezun 1901'de Halide Edip (Adıvar) Hanını oldu. 1903'te koleji ziyarete gelen Boutiller adlı Amerikalı zengin bir kadın ve yakınları okula 62.000 dolar yardımda bulundu.
Aralık 1905'te sınıfların bulunduğu Barton Hail yandı. Fen laboratuvarları, jimnastik salonu, toplantı salonu ve yatakhane de bu binadaydı. Yangına rağmen hazırlık okulunun ilk üç sınıfı kapatılarak eğitime devam edildi.
Miss Patrick okulu tekrar kurmakta kararlıydı. II. Meşrutiyet'in ilanı ile yabancıların taşınmaz mal edinmeleri üzerindeki sınırlamaların kaldırılması Miss Patrick'in işini kolaylaştırdı. 1908'de Massachusetts yasama organlarının kararıyla kolej Kadın Misyon Heyeti'nden ayrılarak tümüyle bağımsız bir eğitim kurumu oldu. Böylece kolej daha liberal bir çizgiye girdi.
Önceleri koleji genişletmek için Üsküdar'da komşu arazi satın alınmak istendi. Ancak fiyatın yüksek bulunması ve Barton Hall'un yanması kolejin başka yere taşınmasına neden oldu. 1907'de Arnavutköy ile Kuruçeşme arasındaki tepenin Boğaz'a bakan yamacında bulunan 54 dönümlük arazi Paris'te oturan bir Ermeni ailesinden 57.400 dolara satın alındı.
II. Meşrutiyet kız kolejinin tarihinde dönüm noktası oldu. Koleje Müslüman kızların alınması teşvik gördü. 1910'da Türk kadınları için özel sınıflar açıldı. Çoğu anne olan bu kadınlara tercüman aracılığıyla yemek pişirme, çocuk bakımı, Türk tarihi ve İngilizce dersleri verildi. Osmanlı hükümeti 5 kızın kolejde okuması için maddi yardımda bulundu. Bu kızları seçim görevi yazar Halide Edip (Adıvar) Hanım'a verilmişti.
1910'da Arnavutköy'de koleje komşu olan Paris elçilerinden Musurus Pa-şa'nın konağı ve arazisi satın alındı. 16 Kasım 1910'da Arnavutköy'de hazırlık sınıfları ve bina inşaatı için irade yayımlandı ve inşaata başlandı. 19l4'te kolej, yapımları tamamlanan beş katlı, girişi İyon stilinde sütunlarla süslü Gould
Hail, dört katlı Sarah Lindley Mitchel Hail, dört katlı Hemy Woods Hail, dört katlı Russel Sage Hail adlı dört binaya taşındı. 1922'de William Bingham tarafından Bingham Hail yaptırıldı.
Kız koleji bir süre B. A. (edebiyat-li-sans), ardından 1917-1918'de M. A. (yüksek lisans) derecesi verdi. Sonraları Türk milli eğitimi denetimine girinceye kadar B. A. ve B. S. (fen-lisans) verdi. I. Dünya Savaşı sırasında kapitülasyonların kaldırılmasına rağmen kız kolejine dokunulmadı. Milliyetçiliğin güçlendiği bir ortamda kolej diplomaları Latincenin yamsıra Türkçe de yazılmaya başlandı. Amerika savaşa girdikten sonra da Osmanlı topraklarında birçok Amerikan okulu açık kaldı.
I. Dünya Savaşı öncesi kız koleji iki alana açılmayı düşünüyordu. Bunlardan biri öğretmen okulu, diğeri tıp okuluydu. Ancak her iki proje Osmanlı Devle-ti'nin savaşa girişiyle ertelendi.
Savaş ertesi 1919'da tıp okulu için girişimlere başlandı ve Dr. Aide R. Ho-over okulu kurmakla görevlendirildi. Yakın Doğu Yardım Örgütü (The Near East Relief) ve Amerikan Kızılhaçı, okulun kuruluşuna yardımcı olacaktı. Üç deniz subayı cerrah ve bir ABD Halk Sağlığı Servisi doktoru göreve getirildi. 1920'de kolejde 19 öğrenciyle altı yıllık tıp eğitimine başlandı. Aynı zamanda sonradan Amiral Bristol adını alan bir hastane ile bir hemşire okulu açıldı.
Arnavutköy
Amerikan Kız
Koleji ve
Robert Kolej'in
(bugün
Amerikan
Robert Lisesi)
öğretim
yaptığı Gould
Hall'un girişi
(üstte) ve
okulun
bahçesinden
bir görünüm.
Hazım Okurer,
Tıp okulu binasının inşaatına 1922'de William Bingham'ın bağışladığı 100.000 dolarla başlandı. 1923'te tamamlanan binaya Bingham Hail adı verildi. Ancak, 1924'te kolejin mütevelli heyeti tıp okulunu sürdürecek mali gücü olmadığını açıkladı. Öte yandan kapitülasyonları kaldıran Cumhuriyet hükümeti sağlık eğitimini de ulusal örgütlenme içine aldı. Bu nedenle tıp okulu Nisan 1924'te kapatıldı. Amerikan Has-tanesi'ne bağımsız bir statü verildi ve ayrı bir mütevelli heyeti oluşturuldu.
Cumhuriyet hükümetleri başlangıçta ülkedeki Amerikan okullarına sıcak bakmadı. Bu okulların değişik etnik unsurlara kültürel kimlik kazandırdığı ve kültürel düzeyde de olsa, yerel milliyetçilikleri özendirdiği yaygın kanıydı. Nitekim kız koleji mezunu olan Kyrias kardeşler Arnavut milliyetçiliğinin olgunlaşmasına yol açan kültürel çevrenin oluşmasında başı çekmişlerdi. Keza Bulgar, Ermeni ve Arap milliyetçilikleri için de aynı şey söylenebilirdi. Amerikan okulları bu tür milliyetçilikleri doğrudan özendirmese de ders programlarında yerel dillerin, edebiyat ve kültürün öğretilmesi, Batı Avrupa siyasal düşüncesinin işlenmesi, ulusal bilincin oluşmasında önemli katkılarda bulunuyordu. Kolejlerin entelektüel çevresi milliyetçi düşüncelerin gelişmesi için uygun bir ortam oluşturuyordu. Amerikan eğitiminin öğrenciye kimlik kazan-
Dostları ilə paylaş: |