938- îbn Abbâs (r.a)'dan:
Resûlullah (s.a.v) güneş altında ayakta duran bir adama rastladı ve kim olduğunu sordu.
Beraberindekiler: "Bu Ebû israil'dir. Sürekli ayakta durmaya, asla otur-mamaya, gölgelenmemeye, konuşmamaya, oruç tutmaya nezretti" dediler.
Bunun üzerine Resûluliah (s.a.v): "Ona söyleyin konuşsun, gölgelensin ve otursun. Orucunu ise tamamlasın" buyurdu.
939- Enes (r.a)'den:
Hz. Peygamber (s.a.v.) iki oğlu arasında götürülen bir adam gördü ve: "Buna ne olmuş?" diye sordu.
Beraberindekiler: "Beytullah'a yürümeyi nezretmiş" deyince,
Resûlullah (s.a.v.): "Şüphesiz Allah (c.c.) bu adamın kendine zulmetmesine muhtaç değildir" buyurdu ve ona emir verdi, hayvana bindi.
940- Sa'd (r.a)'dan:
Annem, adak borcu olduğu halde öldü. Bunu Nebi (s.a.v.)'ye sorduğumda, bana onun adına adağını yerine getirmemi emretti.
941- Ömer (r.a)'den:
Ömer (r.a): "Ya Resûlallah! Ben Câhiliye devrinde, Mescid-i Haram'da, bir gece itikafa girmek için nezretmiştim" demiş.
Resûlullah (s.a.v.) da ona: "Nezrini yerine getir!" buyurmuş.
942- îbn Âbbâs (r.a)'dan:
Bir kadın Nebi (s.a.v)'ye gelerek: "Ya Resûlullah! Benim kızkardeşim, üzerinde ardarda iki ay oruç borcu olduğu halde öldü. Bu hususta ne buyurursunuz?" dedi.
Resûlullah (s.a.v.): "Söyler misin bana? Şayet kız kardeşinin borcu olsay-. di, onu öder miydin?" diye sordu.
Kadın: "Evet!" deyince,
Resûlullah (s.a.v.): "Öyleyse Allah'ın hakkı, ödenmeye daha layıktır" buyurdu.
943- Âişe (r.anha)'den:
Resûlullah (s.a.v): "Her kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, onun yerine velisi tutar" buyurdu.
944- îbn Abbâs (r.a)'dan:
Bir adam Nebi (s.a.v)'ye gelerek: "Benim kızkardeşim hac yapmayı adadı ve bu adağını yerine getiremeden Öldü, Ne buyurursunuz?" diye sordu.
Resûlullah (s.a.v.): "Şayet onun borcu olsaydı, onu öder miydin? diye sordu.
Adam: "Evet!" deyince,
"Öyleyse, Allah'ın borcunu da öde. Zira o ödenmeye daha layıktır" buyurdu.
945- Câbir (r.a)'den:
Bir adam Beyti'l- Makdis (Kudüs)'te namaz kılmayı adadı. Resûlullah (s.a.v) ona: "Namazı burada -yani Mescidi' Haram'da- kıl" buyurdu.
Adam: "Ya Resûlullah! Ben Beytu'l-Makdis'te namaz kılmayı adadım" dedi.
Resûlullah (s.a.v.) (yine): "Namazını burada kıl!" buyurdu.
93- Vasiyetler
946- Ibn Ömer (r.a)'dan:
ResûluUah (s.a.v): "Müslüman bir insan, yanında vasiyet edebileceği bir mal olduğu halde, vasiyet yarubaşında yazılı olmadan iki gün geceleyemez" buyurdu.
947- Âmir b. Sa'd babası (r.a)'ndan:
Babam şöyle anlatmış: "Mekke'de o kadar hastalandım ki, nerdeyse ölecektim, o zaman ResûluUah (s.a.v) beni ziyarete geldi.
Kendilerine: 'Ya ResûluUah! Benim pek çok malım bulunmaktadır. Ve bana yalnız bir kızım vâris olacaktır. Malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi?' dedim.
Resûlullah (s.a.v): 'Hayır!' dedi.
'Öyleyse, yarısını vasiyet edeyim mi?' dedim.
'Hayır!' dedi.
'Peki üçte birini vasiyet edeyim mi?' dedim.
'Üçte bir çoktur veya büyük bir miktardır. Zira vârislerini zengin olarak bırakman, senin için onları muhtaç kimseler olarak bırakmandan daha hayırlıdır' buyurdu."
948- îmrân b. Husayn (r.a)'dan:
Bir adam ölümü yaklaşınca sahip olduğu altı köleyi azad etti. Bunlardan başka da bir malı yoktu. Resûlullah (s.a.v) onları çağırdı ve üçe böldü. Sonra aralarında kura çekerek onlardan ikisini azad etti. Geri kalan dördünü ise köle olarak tuttu. Bu davranışından dolayı Resûlullah (s.a.v) o adama ağır konuştu.
949- Ebû Ümâme ve Resûlullah (s.a.v)'ın hutbesine tanık olan daha başkaları (r.anhüm)'ndan nakledildiğine göre:
Resûlullah (s.a.v)'ın söyledikleri arasında şu da vardı:
"Dikkat edin! Şüphesiz ki Allah (c.c.) her hak sahipine hakkını vermiştir.
Dikkat edin! Mirasçıya vasiyet yoktur."
950- Ali (r.a) demiştir ki:
Resûlullah (s.a.v) vasiyet etmeden evvel borcun ödenmesine hükmetmiştir. Hâlbuki sizler "...fakat bütün bu hükümler ölenin edeceği bir vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcun ödenmesinden sonradır" âyetini okuyorsunuz.
Ve Resûlullah (s.a.v) mirasın, yalnız "baba bir kardeşlerden" ayrı olarak, "baba ve ana bir kardeşlere" verilmesine hükmetti.
951- Âişe (r.anha)'den:
"Ve her kim fakir ise, iyilikle ondan yesin'' âyeti, muhtaç olduğu vakit yemesi için yetimin malını gözetip kollayan ve hizmetini yapan velisi hakkında nazil olmuştur.
952- Amr b. Şu'ayb, babasından o da dedesinden rivayet etmektedir.
Bir adam Nebi (s.a.v.)'ye gelerek: "Ya ResûluUah! Ben bir fakirim. Benim hiç malım yoktur ve hizmetini yaptığım bir yetimim var. Ne buyurursun?" dedi.
ResûluUah (s.a.v): "İsraf etmeksizin, saçıp savurmaksızın ve biriktirmek-sizin, koruman altındaki yetiminin malından yiyebilirsin" buyurdu.
94- Miras Payları
953- Said b. Cübeyr'den:
İbn Abbas (r.a), "Erkek ve dişiden her biri için ana ve babanın, yakın hısımların terikelerinden de vârisler yaptık"87[87] âyetinin Arapça aslında geçen "mevâliye" kelimesini "vârisler" olarak açıklamıştır.
Ayetin, "Akd ile yeminlerimizin bağladığı kimselere dahi hisselerini verin" kısmı ile ilgili olarak ise şunları söylemiştir: "Muhacirler Medine'ye ilk geldik-leri zamanlarda, bir Muhacir, yakın akrabası olmadığı halde, ResûluUah (s.a.v)'in Ensar ile aralarında kurduğu kardeşlik akdi ile bir Ensarlıdan miras alabiliyordu. "Erkek ve dişiden her biri için ana ve babanın yakın hısımların terikelerinden de vârisler yaptık"88[88] âyeti inince, bu uygulama kaldırıldı."
îbn Abbas sonra "Akd ile yeminlerinizin bağladığı kimselere dahi hisselerini verin" kısmını okuyarak, "hisseleri" kelimesini yardım ve nasihat olarak açıklamış ve "ona vasiyette bulunacağını ve mirasın hak sahiplerine gittiğini" belirtmiştir.
954- Usâme b. Zeyd'den:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslüman kâfire, kâfir de müslü-mana mirasçı olamaz"
955- îbn Abbâs (r.a)'dan:
Resûlullah (s.a.v.): "Miras hisselerini asıl hak sahiplerine verin! Geri kalanı, en yakın erkeğindir" buyurmuştur.
956- Câbir b. Abdullah (r.a):
Resûlullah (s.a.v.) ve Ebû Bekir (r.a) Benî Seleme yurdunda hastalığım esnasında beni ziyarete geldiler. Resûlullah (s.a.v) beni henüz aklım başımda görünce bir kap su istedi. Onunla abdest aldıktan sonra üzerime biraz su serpti. Ben kendime gelince: "Ya Resûlullah geride bırakacağım malım konusunda nasıl hareket edeyim?" diye sordum.
Bunun üzerine: "Allah size miras hükümlerini şöylece tavsiye ve emr eder: Evlatlarınız hakkındaki hüküm, erkeğe, iki kadının payı miktarıdır" ayeti indi.
957- Ebû Hureyre (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.):
"Her kim geride mal bırakırsa, asâbesi (mirasçıları)mn olur. Kim de yük yani çoluk çocuk veya yoksulluk bırakırsa, bana aittir ve onun velisi ben olurum" buyurmuştur.
958- Câbir b. Abdullah (r.a)'dan:
Rahatsızlandığımda Resûlullah (s.a.v.) Ebû Bekir ile birlikte, yaya olarak benim ziyaretime geldi. Derken bayıldım. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ab-iest aldı, sonra abdest suyundan üzerime döktü, ben de ayılarak: "Ya Resûlal-lah! Malım hususunda nasıl hüküm vereyim? Malım konusunda ne yapayım?" üye sordum. Fakat bana cevab vermedi. Nihayet miras ayeti indi.
Ebû'z-Zübeyr diyor ki: "Onun hakkında: "Senden fetva istiyorlar. De ki; size "kelâle" hakkında Allah fetva veriyor" âyetinin indiğini söylemiştir.
959- Kabiyz b. Züeyb'den: Nine, miras hakkını istemek üzere Ebû Bekir >-a)'e geldi.
Ebû Bekir: "Allah'ın Kitabında senin için bir şey yoktur. Resûlullah'ın sünnetinde de senin için bir şey bilmiyorum. Şimdi sen dönüp git. Ben bu hususu insanlara bir sorayım" dedi.
Sonra bunu insanlara sorduğunda Muğire b. Şu'be: "Ben Resûlullah'a tanık oldum. O, ona altıdabir miras verdi" dedi.
Ebû Bekir (r.a): "Seninle beraber başkası da var mıydı?" diye sordu.
Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme el-Ensarî ayağa kalkarak (aynen) Muğire'nin dediğini söyledi. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a) nine için bu hükmü tatbik etti.
Sonra başka bir nine de Ömer b. el-Hattâb (r.a)'a gelerek miras hakkını istedi. Ömer (r.a) şöyle cevap verdi: "Senin için Allah'ın Kitabında bir şey yoktur. Resûlullah'ın verdiği bize ulaşan hükmü de ancak senin dışındaki, yani önceki nine ile ilgilidir. Ve ben ferâiz (miras payları) konusunda hiç bir şey ziyade edemem. Fakat işte şu altıda bir pay mevcuttur. Eğer siz iki nine bir arada iseniz/ hayatta iseniz, o ikinizin arasında ortaktır. Hanginiz tek başına kalmışsa, o pay ona aittir."
960- Abdullah b. Büreyde'nin babasından naklettiğine göre, Resûlullah (s.a.v.), Anne olmazsa nineye altıda bir yemek (miras) vermeğe hükmetmiştir.
961- İmrân b. Husayn (r.a)'dan:
Bir adam Peygamber (s.a.v)'e gelerek: "Oğlumun oğlu vefat etti. Onun bıraktığı mirastan benim hakkım nedir?" diye sordu.
Resûlullah (s.a.v.): "Altıda bir kadardır." buyurdu.
Adam arkasını dönüp giderken geri çağırdı ve: "Sana, başka altıda bir pay daha var." buyurdu.
Adam dönüp giderken yine çağırdı ve: "Diğer altıda bir olan rızıktır."
Kâtâde diyor k: Dedenin, vâris olduğu en düşük miktar altıda bir kadardır. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) ona dedeye altıda bir miras vermiştir. Onun kiminle vâris olduğunu bilmiyoruz."
962- Abdullah (r.a)'dan.
Resûlullah (s.a.v.), geride kızını, oğlunun kızını ve bir de kız kardeşini bırakan bir adamın malının paylaşılması konusunda şöyle hükmetmiştir:
Adamın kızma malının yarısını, oğlunun kızma altıda birini, geri kalanını da kız kardeşine vermiştir.
963- Esved'den:
Muâz b. Cebel, Resûlullah (s.a.v) zamanında, geride kızını ve kızkardeşi-ni bırakan bir adamın malı hakkında hükmederek malının yarısının kızına, yarısının da kızkardeşine verilmesine hükmetti.
964- Ebû Ümâme b. Sehl b. Huneyf'den:
Ömer b. el-Hattâb, Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a: "Çocuklarınıza yüzmeyi, savaşçılarınıza da ok atmayı öğretin!" diye yazdı.
Çocuklar, hedefler arasında gidip geliyorlardı. Derken nerden geldiği belli olmayan bir ok gelerek dayısının gözetiminde bulunan ve aslı (ana-babası veya dedeleri gibi yakınları) bilinmeyen bir çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, Ömer (r.a)'e: "Onun diyetini kime ödeyeyim?" diye yazdı.
Ömer (r.a) de: "Resûlullah (s.a.v.) şöyle derdi: (Allah ve Resulü, velisi olmayanın velisidir. Dayı hiçbir vârisi olmayanın vârisidir) diye yazarak cevab verdi."
965- Mikdâm el-Kindî (r.a)'dan:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben her mümine kendi nefsinden daha yakınım. Her kim, borç ya da yoksulluk bırakırsa, o bana aittir. Kim de mal bırakırsa, o vârislerine aittir.
Ve ben vârisi bulunmıyamn vârisiyim. Onun malını miras olarak alırım. Borçlarım da üstlenirim.
Dayı da, vârisi olmayanın vârisidir. Malını miras olarak alır ve borçlarını üstlenir."
966- Ömer (r.a):
"Diyet, âkîleye aittir. Kadın kocasının diyetine mirasçı olamaz" deyince, Dahhâk el-Kilânî ona:
"Resûlullah (s.a.v)'in Eşyem ed-Dubbânî'nin karısını, kocasının diyetine mirasçı kılmasını yazdığını söyledi.
967- Amr b. Şuayb'ın babası dedesinden naklen bildirdiğine göre, Resûlullah (s.a..v) Mekke'nin fethi günü şöyle buyurmuştur: "tki ayrı dinin mensupları birbirine vâris olamazlar. Biri diğerini/ eşini öldürmediği sürece kadın kocasının diyet ve malına mirasçı olabileceği gibi, koca da kadının diyet ve malına mirasçı olur. Eğer onlardan biri eşini/ diğerini öldürürse, onun diyet ve malından hiçbir şeye mirasçı olamaz. Şayet ikisinden biri eşini, hata yoluyla öldürürse, malına mirasçı olur, fakat diyetine mirasçı olamaz."
94- Köle Azadı
968- Ebû Hureyre (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.): "Kim mümin bir rakabe (köle veya cariye) azad ederse, Allah, o rakabenin her parçasına/ uzvuna mukabil o kimsenin bir parçasını; hatta eline mukabil elini, ayağına mukabil ayağını ve fercine mukabil fercini cehennem ateşinden azad eder" buyurmuştur.
Ali b. Hüseyin hadisi Ebû Hureyre'den rivayet eden Said'e: "Sen bunu Ebû Hureyre'den duydun mu?" diye sormuş, o da:
"Evet!" diye cevab vermiş.
O zaman Ali b. Hüseyin (diğer) kölelerinin idaresine bakan bir uşağına/ kölesine: "Bana Mutarrif'i çağır!" demiş. Mutarrif huzuruna gelince: "Hadi git. Sen Allah rızası için hürsün" buyurmuş.
969- Ebû Zer (r.a)'den:
Ebû Zer:
"Ya Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir?" diye sormuş.
Resûlullah (s.a.v.): "Allah'a imanla onun yolunda cihad etmektir" buyurmuş.
Ebû Zer:
"Hangi köle veya cariyeyi azad etmek daha faziletlidir?" diye sormuş.
Resûlullah (s.a.v.): "Kıymetçe en pahalı olanla, sahiplerince en değerli sayılanı" buyurmuş.
Ebû Zer: "Eğer bunu yapamazsam ne yapmamı buyurursunuz?" diye sormuş.
Resûlullah (s.a.v.): "Yoksula yardımcı olursun veya işini iyi yapmayan namına sen yaparsın" buyurmuş.
Ebû Zer: "Şayet bunu yapmaktan da aciz kalırsam ne buyurursunuz?" deyince.
Resûlullah (s.a.v.): "Kötülük yapmaktan sakınırsın. Zira bu, kendi nefsine tasadduk edeceğin bir sadakadır" buyurmuş.
970- Abdullah b. Ömer (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.): "Bir köle ortaklara ait olur da onlardan biri hissesini azad ederse, azad edenin kölenin kıymetine yetecek kadar malı varsa, geri kalanını da azad etmesi gerekir. Aksi takdirde ancak azad olunan kadarı azad olur" buyurmuştur.
971- Ebû Hureyre (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.): "Hiç bir evlat babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu bir köle olarak bulur da satın alarak azad ederse hakkını ödeyebilir" buyurmuştur.
972- İbn Ömer (r.anhüma)'den:
ResûluUah (s.a.v.):
"Her kim mahremi olan bir akrabasına sahip olursa, o hürdür" buyurdu.
973- Semiîre (r.a)'den:
ResûluUah (s.a.v.): "Her kim mahremi olan bir akrabasına sahip olursa, o hürdür" buyurdu.
974- Ebû Hureyre (r.a)'den:
ResûluUah (s.a.v.)'tan işittiğim şu üç hasletinden dolayı Benî Temim'i sevmekteyim. ResûluUah (s.a.v.)'ı onlar hakkında şöyle buyururken işittim: "Onlar Deccal'e karşı ümmetimin en şiddetlileri olacaklardır" buyurdu.
Zekatları gelince ResûluUah (s.a.v.): "Bunlar, bizim kavmin zekatlarıdır." buyurdu.
Hz. Aişe (r.anha)'nın yanında onlardan bir esir kadın vardı. ResûluUah (s.a.v.): "Onu azad et! Zira o ismail'in (a.s.) neslindendir" buyurdu.
975- Ebû Hureyre (r.a) ResûluUah (s.a.v.)'den bir önceki hadisin aynısını nakletmiştir.
976- Sefine Ebû Abdurrahmân'dan:
Ümmü Seleme (r.anha) beni azad etti ve bana, yaşadığı sürece Peygamber (s.a.v)'ye hizmet etmemi şart koştu.
977- Âişe (r.anha):
Hz. Peygamber (s.a.v)'e, sahipleri tarafından "velayet" şartı koşulan Beri-re'nin durumunu sordu.
ResûluUah (s.a.v.): "Velayet ancak azad edene aittir" buyurdu.
978- îbn Ömer (r.a)'den nakledildiğine göre:
ResûluUah (s.a.v.), velayet hakkını satmaktan ve hibe etmekten nehyet-miştir.
95- Mükâteb Ve Müdebber Köleler
979- Ebû Hureyre (r.a)'den:
Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç grup insan vardır ki, Allah'ın yardımım hepsi de haketmiştir: Birincisi, Allah yolunda savaşan mücâhit. İkincisi, iffetli kalmak için evlenen kimse. Üçüncüsü borcunu ödemek isteyen "mükâteb" (^hürriyetine kavuşmak için efendisiyle anlaşma yapan) köle.'
980- Ebû Hüreyre (r.a), Resûlullah (s.a.v)'tan benzeri bir hadis daha rivayet etmiştir.
981- Âişe (r.anha)'den:
Bana, Berîre gelerek: "Sahiplerim azad edilmem karşılığında her sene bir okka ödemek şartıyla, dokuz sene zarfında, dokuz okka ödemek üzere benimle anlaştılar. Bana yardım et" dedi.
Ben de şöyle söyledim: "Eğer sahiplerin, o borçlarını onlara bir defada ödeyerek seni azad etmeme razı olurlarsa, bunu yaparım. Ancak velayetin benim olur" Bunun üzerine Berîre ailesine giderek bu hususu onlarla konuşur. Onlar, ancak velayet kendilerinde kalmak şartıyla bunu kabul edebileceklerini ifade ederler. Sonra tekrar Hz. Âişe'ye gelerek ailesinin söylediğini ona haber verir.
Bunun üzerine Âişe. (r.a): "Hayır, öyleyse olmaz" der. Sonra bu hususu Rasûlullah (s.a.v)'e sorarak o söylediklerini kendisine haber verir.
Resûlullah (s.a.v.) Hz. Âişe'ye: "Onu satın al ve azad et! Velayetin onlarda kalması şartını da kabul et! Çünkü velayet azad edenin hakkıdır!" buyurdu:
Sonra Resûlullah (s.a.v.) ayağa kalkarak insanlara hutbe irad etti. Allah'a hamd ü sena ettikden sonra şöyle buyurdu: "Sizden bir takım kimselere ne oluyor da, Allah'ın Kitabında olmayan şartlan koşuyorlar. Allah'ın Kitabında olmayan bütün şartlar, isterse yüz şart olsun, geçersizdir. Zira Allah'ın hükmü en doğru, ve Allah'ın şartı daha sağlamdır.
Sizden bir takım kimselere ne oluyor da, onlardan biri kalkıp, ey filan! Sen azad et, ama velayet hakkı benimdir diyor. Velayet ancak azad edenin hakkıdır."
982- Ibn Abbâs (r.a)'dan:
Resûlullah (s.a.v.) mükâteb kölenin öldürülmesi durumunda, azad olunan miktarı karşılığında hür bir kimsenin diyetinin ödenmesine hükmetmiştir.
îbn Abbâs (r.a)'tan:
Mükâteb köleye, ancak memlûk kölenin haddi uygulanır.
983- Câbir (r.a)'den:
Ensârdan bir zât, kendisine ait bir köleyi müdebber olarak azat etti. Fakat Resûlullah (s.a.v) onu sattı.
984- Câbir b. Abdullah (r.a)'tan:
Nebi (s.a.v.) zamanında bir zât bir kölesini müdebber olarak azat etti. Ondan başka malı da yoktu.
Resûlullah (s.a.v.): "Bunu benden kim satın alır?" buyurdu. Nuaym b. Abdullah: "Onu ben satın alırım" dedi. Ve satın aldı. Câbir b. Abdullah: "Kıbtî bir köleydi, geçen sene vefat etmiştir" demiştir. Ebu'z-Zübeyr: "Adı Ya'kubtu denir" ilavesini zikretmiştir.
96- Umra89[89] ve Rukba*
985- Ebû Hureyre (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.): "Umra, sahipine mirastır veya sahibine caizdir" buyurdu.
986- Câbir (r.a)'den de benzeri bir hadis rivayet edilmiştir.
987- Câbir b. Abdullah (r.a)'tan:
Resûlullah (s.a.v.): "Herhangi bir kimseye ve çocuklarına umrâ (ömürlük bir mülk) verilirse, o mülk verilen kimsenin olur, artık onu verene dönmez. Çünkü o bir ata vermiş ve onda miras hükmü câri olmuştur." buyurmuştur.
988- Câbir b. Abdullah (r.a)'tan:
Resûlullah (s.a.v.)'ın caiz gördüğü umrâ; (hibe edenin) "o senin ve çocuk-larınındır" demesidir. Fakat "o yaşadığın müddetçe senindir" derse, bu sonunda sahibine döner.
Ma'rner "Zührî'nin buna göre fetva verdiğini söylemiştir.
Rukbâ: Rukûb ve murakabeden alınma bir sözdür. Araplar, "bu evimi sana irkâb ettim, ben senden Önce ölürsem ev senin; sen benden evvel ölürsen benim olacak diyerek bir nev'i alır-verir muamelesi yaparlardı. Buna rukbâ denilmesi, her iki tarafında birbirlerinin ölümünü murakabe et-mesindendir (ç.n.).
989- Câbir b. Abdullah (r.a)'tan:
Resûîullah (s.a.v.): "Rukbâ, kendisine rukbâ suretiyle mal verilene aittir. Umrâ da, kendisine umrâ suretiyle mal verilene aittir" buyurdu.
990- İbn Ömer (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.): "Ne umrâ ne de rukbâ suretiyle mal vermek yoktur. Kime umrâ veya rukbâ suretiyle bir şey verilirse, artık o mal, hayatında da ölümünde de onun olur" buyurdu.
Rukba: Bir kimsenin diğerine "Benden ve senden" demesidir.
Umrâ ise: Hayatı boyunca malı ona vermesi, yaşadıkları sürece ona umrâ yapmasıdır.
Ata demiştir ki: "Eğer malını bir veya iki sene süreyle ya da belirttiği bir müddetle ona verirse bu "umrâ" değil, ona bahşettiği bir menîha (bağış hediye) olur."
97- Hibe Ve Bağışlar
991- Numân b. Beşir anlatmaktadır:
Babam Beşîr b. Sa'd, Resûlullah (s.a.v.)'ı bana verdiği bir bağışa şahid tut-mak iÇin beni ona götürdü.
Resûlullah (s.a.v.): "Bütün oğullarına bunun gibi bir bağışta bulundun mu?" diye sordu. Babam: "Hayır!" deyince,
Resûlullah (s.a.v.): "Öyleyse onu geri al" buyurdu.
992- Yine Nu'man b. Beşîr'den:
Babam, beni Resûlullah (s.a.v.)'a kadar götürmek ve onu bana verdiği :>ir bağış hediye üzerine şahit tutmak üzere benimle birlikte yola çıktı.
Resûlullah (s.a.v.)'ın yanma varınca: "Ya Resûlullah! Ben, şu köleyi Nu-nan'a hediye olarak verdim, sen de buna şahid ol!" dedi.
Resûlullah: "Peki sen bütün çocuklarına bunun gibi bir hediye verdin ni?" diye sordu.
Babam: "Hayır!" dedi.
Resûlullah: "Sana karşı bunların aynı saygıyı göstermeleri seni memnun ?der, öyle değil mi?" buyurdu.
Babam: "Tabiî öyle!" deyince,
Resûlullah (s.a.v.): "Öyleyse buna benden başkasını şahit tut!" buyurdu.
993- Ibn Abbas (r.a)'tan:
Peygamber (s.a.v.): "Hediyesinden dönen kimse, kustuktan sonra geri dö-ıüp kusmuğunu yalayan gibidir" buyurdu.
994- Ibn Abbas ve Ibn Ömer (r.anhüma)'dan:
Resûlullah (s.a.v,): "Bir kimsenin bir hediye verdikten sonra ondan dönmesi helal değildir. Ancak baba müstesnadır. Zira o çocuğuna verdiği bir bağıştan dönebilir. Bir hediye verip de ondan dönen kimse, yiyen ve iyice doyduktan sonra kusan, sonra da kusmuğuna geri dönüp onu yiyen köpeğe benzer" buyurmuştur.
995- Amr b. Şuayb, babasından o da dedesinden:
Bir bedevi, Resûlullah (s.a.v.)'a gelerek: "Babam malımın hepsi almak istiyor." dedi.
Resûlullah (s.a.v.): "Sen de, malın da babana aitsiniz. Hiç şüphesiz sizin en güzel yiyeceğiniz kendi kazancımzdır. Çocuklarınızın malları da muhakkak sizin kazancımzdır. Bu sebeple afiyetle ondan yiyin!" buyurdu.
98- Ahkâm İle İlgili Hadisler
996- Ebû Hureyre (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.) "Bir hâkim ietihadda bulunur da isabet ederse ona iki ecir vardır, ietihadda bulunur da hata ederse yalnız bir ecir alır" buyurdu.
Ebû Muhammed: "Ma'mer'den başka bu hadisi Sevrî'den rivayet eden hiç kimse bilmiyoruz" demiştir.
997- Abdurrahman b. Ebi Bekre babasından:
Resûlullah (s.a.v.): "Hâkim kızgınken iki taraf arasında hüküm vermesin!" buyurdu.
998- Abdurrahman b. Semûre (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v.) (ona): "İdareciliği isteme. Çünkü istemeden o sana verilirse, bu uğurda yardım görürsün, isteyerek sana verilirse, onunla başbaşa bırakılırsın" buyurdu.
999- Ümmü Seleme (r.a)'den:
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hakikat siz bana davaya geliyorsunuz. Ben ancak bir beşerim. İhtimal ki, bazınız delilini bazınızdan daha iyi anlatır. Eğer bir surette sizden biri lehinde kardeşinin hakkından bir şeye hükmedersem, bilmiş olsun ki bununla ona ancak ateşten bir parça kesmiş (bölmüş) olurum. Bu sebeple (lehine hükmedilen kişi) ondan hiçbir şey almasın!"
1000- Ümmü Seleme (r.a)'den:
Ensârdan iki zât, aralarındaki zamanı geçmiş ve hiçbir delili bulunmayan bazı miras paylarını dava etmek üzere Resûlullah (s.a.v.)'a geldi.
Resûlullah (s.a.v.): "Hakikat sizler bana davaya geliyorsunuz. Ben ancak bir beşerim. İhtimaldir ki, bazınız delilini bazınızdan daha iyi anlatır. Halbu-l
Bunun üzerine adamlar ağladılar ve her biri: "Benim hakkım kardeşimin olsun" dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): "Madem bunu yaptınız, öyleyse gidin, mirasları bölüşün ve bu bölüşmede âdil olun. Sonra da kura çekin. Sonra herbiriniz arkadaşından helallik dilesin" buyurdu.
Dostları ilə paylaş: |