Öcalan’a Karşı Öcalan
Öcalan’ın görüşme notlarını ve buna karşılık Öcalan’ın temsil ettiği çizgiyi savunduğunu iddia edenlerin veya öyle olduğu düşünenlerin yazı ve beyanatlarını okuyan aradaki zıtlığı ve uçurumu görmeden edemez.
Bu zıtlığı gizlemenin ya da meşru göstermenin başlıca argümanları şunlardır.
-
Öcalan dışarıdaki durumu bilmiyor, bilseydi o da öyle konuşur ve davranırdı.
-
Öcalan biliyor ama taktik icabı öyle konuşuyor.
Durumun böyle olmadığı, Öcalan’ın tam da ne dediğini bilerek öyle konuştuğu delil ve akıl yürütmelerle gösterildiğinde ise bu fark şu argümanla meşru gösterilmeye çalışılıyor:
Aslında onlar da Öcalan gibi düşünüyorlar ama, onlar Öcalan gibi konuştukları takdirde, bu günkü müthiş kayışın karşısında duramazlar, her şey kaybolur. Bunun için o akımın içine girip, ona uyup kontrolden çıkmasını engellemek için öyle davranıyorlar.
Bu argüman ise somutta, hala Öcalan’ı bir kerteriz noktası alanları, ortadaki apaçık zıtlık karşısında, izlenen politikalara açıktan bir direnişten caydırmanın, onları tereddütte bırakmanın bir aracıdır.
Bir parça politikayla meşgul olmuş, tecrübesi olan herkes bilir ki, politikada neyi söylemişseniz onu söylemiş olursunuz. Karşı bir politikayı hangi gerekçeyle savunursanız savunun o andan itibaren, o politikanın bir aracısınızdır. Çözümün değil sorunun parçasısınızdır.
Bu argüman ayrıca en temel tekzibini Öcalan’da bulur. Öcalan’ın durumun ne kadar kritik olduğunu bildiği çok açıktır bütün ifadelerinde. O niye böyle “akıntıya uyma taktiği” izlememektedir de, karşı durmaktadır açıktan ve hiçbir yanlış anlamaya imkan vermeyecek şekilde?
Aslında en ideal çözüm Öcalan’ın şimdi ölmesi olurdu. Gerçi şimdi canlı canlı mezarda ama yine de arada kafasını kaldırıp bir şeyler söylüyor ve kulağını ona dikmişlerin kafasını karıştırmaya devam ediyor.
Bu durumda tek yol kalıyor. Olanları olmamışa çevirmek için, söylenenleri tahrif etmek ve onlara bambaşka anlamlar yüklemek. Ezilenler yollarını kaybetmemek için, tıpkı pusula bilmeyen gemicilerin sahilden sahilden gitmesi gibi, belli kişileri ve sembolleri kerteriz noktası mı bellemiştir. Bu kerteriz noktası ele geçirilerek onlar yanıltılabilirler. Hele bir atı alan Üsküdar’ı geçsin, gerisi kolaydır. Hep de öyle olur. Stalin, Lenin’e karşı savaşını Lenin’i bayrak ederek yapar. Muaviye Askerlerinin Mızraklarına Kuran-ı Kerim astırır. Karşı tarafı bir kere tereddüde düşürüp de o kritik anda olabilecek direnişi kırıp engelledi mi? Gerisi kolaydır. Demir tavında dövülür.
Burası şarktır. Binlerce yıllık firavunların, nemrutların şarkıdır. Stalin’lerin resimleri ve tarihleri değiştirmesinden binlerce yıl önce “sapkın” Firavun Eknaton ve karışı meşhur Neferetiti’nin ölümlerinden sonra taşlardan kazındığı yerdir. Orada her sülale tarihi ve takvimi kendisiyle başlatır. Orada, harflere küçük bir iki nokta koyularak, “kabul ediniz” emri “katl ediniz”e çevrilir.
Şimdi olan da budur. Hala Öcalan’a bağlı olanlar var ve o onları uyarmaya devam ediyor. Yapılanların onun temsil ettiği çizgiye karşı olduğu anlaşılırsa, bu aniden bir dirence ve net bir saflaşmaya yol açabilir. Onları tereddütte bırakmak gerekir. Bunun en iyi yolu, Öcalan’a karşı Öcalan’ı çıkarmak olabilir.
Öcalan’ın konuşmalarından montajlar yapılarak, söyledikleri bağlamından koparılarak, kendi sesinden Öcalan Öcalan’a karşı çıkarılabilir. Böylece olası direnişler tereddütler denizinde daha doğmadan boğulabilir.
Dün akşam paltalk adlı programda, Şark’ın bu bin yıllık geleneğinin yeni bir versiyonu vardı. Öcalan’ın eski konuşmalarından yapılan montaj bu günkü Öcalan’a karşı çıkarılıyor; izlenen politikaları aslında Öcalan’ın istediği izlenimi veriliyordu.
İşin kötüsü Öcalan demiyor mu sık sık “siz bu dediklerime dayanarak bir şeyler yazarsınız” diye. Kendisi demiyor muydu konuşma akışı içinde “dikkatsiz söylenmiş ifadeler temizleyin” diye. Kim ne diyebilirdi ki? Öcalan’ı Öcalan’a karşı çıkarmak için bizzat Öcalan’dan da izin alınmıştır artık.
Çok mu soyut bu söylenenler. Somutlayalım.
Buyrun şu haberi okuyalım:
“KONGRA GEL Siyasi Komitesi üyesi Cemil Bayık, Kerkûk'ün bir Kürt şehri olduğunu belirterek, Kürtlerin Kerkûk'ü kendi federe devletlerine katmalarının yerinde bir tutum olduğunu söyledi.”
Bu mudur Öcalan’ı temsil ettiği söylenen örgütün en itibarlı gerilla komutanının söylemesi gerekenler?
Türk devletiyle aynı düzeyde mi konuşacaktır o? Öcalan’ın yaptığı paradigma değişikliğinin en küçük bir izi bulunabilir mi bu konuşmada?
Öcalan’ın politikalarını zerrece anlamış birisinin şöyle demesi gerekmez mi?
“Kerkük’te Kürtler, İstanbul’da Türkler, Bağdat’ta Arapça konuşanlar, Basra’da Şii inancındakiler çoğunluk olabilir. Biz her dile, her ulusa bir devlet anlayışının yanlışlığını savunuyoruz. Biz tıpkı ABD’de olduğu gibi ulusun bunlarla tanımlanmasına karşıyız, insan haklarıyla özdeş bir yurttaşlık haklarından yanayız. Yani bizler, Kerkük’ün Kürt, İstanbul’un Türk, Bağdat’ın Arap, Basra’nın Şii şehri olmasına karşıyız ve bunu değiştirmek için savaşıyoruz. Programımız budur.
“Bunun için de öncelikle, Kürdistan’ın Kürt devleti değil, Kürdistan’da yaşayan herkesin eşit bir yurttaş olduğu; kendini Kürtlük ya da başka bir dinsel, dilsel, etnik, kültürel, tarihsel ölçütle tanımlamayan bir devlet olması için; Türkiye’nin Türk devleti değil, Türkiye denen topraklarda yaşayan herkesin eşit bir yurttaşı olduğu; dilsiz, dinsiz, etnisiz; soysuz, tarihsiz, tıpkı ABD’deki gibi, insan ve yurttaşlık haklarıyla tanımlanmış demokratik bir devlet olması için mücadele ediyoruz. Bizim savaşımız, şu veya bu şehrin etniye, dine veya dile göre tanımlanmış hangi ulusa ait olduğu için bir savaş değil; bu savaşın kendisine karşı bir savaştır. Kürdistan’da kendini Kürtlükle tanımlamayan bir demokratik Cumhuriyet olduğunda Kerkük’ün nüfusunun çoğunun Kürt olması nasıl bir politik anlama sahip olmaz ise; Türkiye’de kendini Türklükle tanımlamayan bir demokratik Cumhuriyet olduğunda İstanbul’un nüfusunun çoğunun Türkçe konuşması veya Sünni olması nasıl bir politik anlama sahip olmaz ise öyle. Ve o zaman aynı ilkeye göre tanımlanmış bu demokratik cumhuriyetlerin ayrı olmasının da bir anlamı olmaz ise öyle. Bu da pratik ve somut olarak, Ortadoğu Demokratik Cumhuriyeti’dir. ABD’nin Bölgeyi sözde demokrasi adına, dillere, dinlere etnilere göre tanımlanmış uluslara bölme planına karşı biz bizzat ABD’nin kendisinin dayandığı ilkelere dayanılarak karşı çıkılabileceğini söylüyoruz. Wilson’un sözde Ulusların kaderini tayin Hakkı ile değil; Washington’ların, Jefferson, Tom Paine’lerin, Lincoln’ların insan hakların dayanan ulusçuluklarının geleneğini savunuyoruz ve bölge halklarını bunları savunmaya çağırıyoruz.”
Bu kadar zor mu bunları söylemek?
Öcalan’a karşı Öcalan’ı çıkarıp gerici ulusçuluğu savunmaktansa; Amerika’ya karşı Amerika’yı çıkararak devrimci ve demokratik ulusçuluğu savunmak gerekmez mi?
01 Mart 2005 Salı
Dostları ilə paylaş: |