İmralı'da başlayan duruşma ile ilgili olarak sadece sabahki bölümde Öcalan'ın yaptığı konuşmayı bir kere izledim. Öğleden sonra yaptığı konuşmaları ise izleyemedim ama dolaylı olarak duydum.
Bu ilk verilere dayanarak bazı değerlendirmeler yapılabilir.
İlk olarak söylenmesi gereken şudur: Abdullah Öcalan, ne hukuki ne de politik bir savunma yoluna gitmemekte; mahkeme salonunu ve mahkemeyi politik ve diplomatik bir platform olarak değerlendirmektedir.
Öcalan'ın Kürt hareketinde en etkili önder olmasının bir rastlantı olmadığı bugün çok daha açığa çıkmıştır.
Ne var ki Öcalan'ın politik perspektifi ve davranışı bir çok kişi tarafından anlaşılamamakta, onlar da tıpkı, özel savaşın psikolojik savaş dairesinin istediği gibi soruna bakmaktadırlar.
Öcalan'ın ne yapmak istediğini önce Avukatları anlamış değil.
Avukatların davayı iki eksende politize etmeye çalıştıkları ortada. Bir yanıyla A.Z. Okçuoğlu gibi, davayı T.C.'yi ve onun Kürtler üzerindeki zulmünü mahkum etmek ve T.C.'yi "Mahkum sandalyesine" oturtmak için vesile olarak değerlendirmek isteyenler ile, benzerini Hukuk ve "insan hakları" bağlamında yapmak isteyenler.
Öcalan ise olaya, mahkemeye düşen bir sanık olarak değil, savaşan bir gücün önderi olarak bakıyor. Onun için, hukuki veya politik savunmanın bir önemi yoktur. Mahkemenin de bir önemi yoktur. Önemli olan, PKK ile T.C. arasındaki savaşta bundan sonra ne olacağıdır. O buradan azami bir sonuca ulaşmak için, barış tekliflerini peş peşe sıralayarak ve jestler yaparak (Ailelere acılarını paylaştığını söylemesi; Yunanistan, İtalya, Rusya'yı protesto etmesi; kendisine işkence yapılmadığını söylemesi vs.) Türkiye'deki inkarcı güçleri köşeye sıkıştırmakta ve Kürt hareketine müthiş bir haklı zemin sunmaktadır. Türk hükümeti bu uzatılan barış elini reddettiği takdirde, bundan sonra olacakların suçunu ve riskini peşinen kabullenmiş olacaktır.
Dolayısıyla, Öcalan'ın politik yaklaşımı içinde Avukatların bir yeri bulunmamaktadır. Yani Mahkemenin adil veya başka türlü olmasının hiç bir anlamı yoktur Öcalan için. O bunu tartışmaya girmemekte ve tartışmanın buraya girmesini engellemek istemektedir.
Bu amacına ilk gün ulaştığını söylenebilir. İlk gün Öcalan'ın zaferidir.
Çünkü Öcalan, izlediği stratejide sadece Türk devletine değil, kendi yanında görünen Avukatlara karşı da savaşmak sorundaydı. Onlara her hangi bir şekilde ipi kaptırmamalıydı. İlk söz alışında, kendisine herhangi bir baskı yapılmadığını özellikle belirterek insiyatifi ele aldı ve davayı bu tür zeminlerde sürdürmek isteyen avukatlara gereksizliklerini gösterdi. En zor olan noktalardan biri buydu ve bunu başarıyla uyguladı. İlk gün bunu başardığı gibi, en önemli mesajlarını vermiş bulunuyor.
Z. Okçuoğlu, bu uyuşmazlığı daha önce fark ettiği, Öcalan'ı kendi politik savunma perspektifi için kullanamayacağını anladığı için davadan daha önce çekilmişti. Elbet çekilişinin resmi gerekçesi bu ayrılık değildi. Davanın ilk günü, diğer etkili iki ismin de Avukatlar arasından ayrılmasıyla, ki kanımız onların da davadan çekilmelerinin ardında, Öcalan'ın yaklaşımıyla kendilerinin yaklaşımı arasındaki uzlaşmazlığı görmeleri yattığıdır, Öcalan bütün ipleri eline almış ve en büyük tehlikeyi ustaca savuşturmuş bulunuyor.
Öcalan özetle şunu söylemektedir: "Olan olmuştur. Bu bir savaştı. Biz de bir çok kötü işler yapmış olabiliriz. Bunu için özür dilemek gerekiyorsa özür de dileriz. Peki bundan sonra ne olacak. Önemli olan budur. Kann dökülmesini gerçekten engellemek istiyorsanız işe barış elim, işte istediğinizden fazla jestler. Bunlar iyi niyetimin kanıtıdır. Demokratik bir biçimde, biz kürtlerin kimliği tanınarak ve bizlere yasal olanaklar sunularak bir barış anlaşması yapmalıyız. Ben bunun için bir fırsatım. Burada yakalanmış olmam bu müzakere için bir talihsizliktir. Eğer bu olanak kullanılmaz ise daha çok kan akacaktır."
Elbette Öcalan'ın bu tavrı, özel savaş mekanizması tarafından af diledi, çürük çıktı gibi yansıtılacaktır. Bu normal. Ama Kimi Kürtlerin ve Kürt mücadelesine sempatiyle bakanların da, Öcalan'ın söylediklerinde keskin, mahkum edici sözler bulamayıp hayal kırıklığına uğramaları pek normal değil.
Kürt mücadelesinin bugün içinde bulunduğu güç durumu herhalde Öcalan kadar iyi kavrayan yoktur. Kürt hareketi bir türlü, Kürdistan'ın belli bölgelerinin dışında tutunamamıştır. Dünya'daki dengeler bir Kürt devletine olanak tanımamaktadır. Türkiye'de en gerici güçler nüfusun büyük çoğunluğunu peşlerine takmış bulunmaktadır. Türkiye ile çelişkisi olan devletlerin sunduğu kimi lojistik olanaklar güvenilmezdir (İran, Suriye, Yunanistan). Talabani ve Barzani'den diğer Kürt önderlere kadar herkes PKK'ya karşı bir tavırdadır. Daha saymakla bitmeyecek bütün bu olumsuzluklar ortamında ve bir de Önderini düşmana kaptırmış bir hareket ortadayken, bu son derece zayıf ve elverişsiz durumdan, bir başarı umudu çıkarmak ve bir başarısızlık halinde bile karşı cepheyi bölmek ve kendi cephesine güç vermek ancak Öcalan'ın bugün izlediği çizgi ile mümkün olabilirdi. Kanımızca Öcalan, kendi hedefleri açısından durumun gerçekçi bir değerlendirmesini yapmış olup ona uygun bir stratejik geri çekilme ile taktik esnekliği başarıyla birleştirebilmektedir.
Öcalan'ın ne yaptığını anlayamayanlara şu kısa olay belki bir şeyi açıklar.
Filistin ile İsrail görüşmeleri başladığında, muhalefetten biri Mecliste, Rabin'e yanılmıyorsam,"siz şimdi düşmanımızla mı barışacaksınız; onunla mı masaya oturacaksınız?" diye sormuş. Rabin de, "elbette, insan ancak düşmanıyla barış yapar" gibilerden bir şey söylemiş. Tam hatırlamıyorum şimdi. Ama fikir ortada.
Öcalan'ın bunu iyi kavradığı görülüyor. Öcalan'dan Türkiye'yi mahkum edecek sert sözler bekleyenlerin anlamadığı da bu.
Türkiye'nin kavrayacağı ise şüpheli ama en azından bunu kavrayan çevre ve güçlere Öcalan'ın güç verdiği ortada.
İlk değerlendirme ve izlenimler bu kadar.
Demir Küçükaydın
01.06.1999 03:18:09
Kürtlerin Devrimi
Yirminci yüzyılda başarıya ulaşmış ulusal kurtuluş hareketlerinin fiili sonucu ne olmuştur?
Bu hareketler ister kapitalist, ister sosyalist yolu seçsinler, pratik sonuçları itibariyle, baskısından kurtulmak için savaştıkları ülkenin, kendini yenilemesine, geçmişin kalıntılarından kurtulmasına ve kendilerini stabilize etmesine hizmet etmişlerdir. Fransa’dan Portekiz’e hatta ABD’ye kadar, bütün bu ülkelerin en büyük şansı, sömürge savaşlarında yenilmeleridir. Kurtuluş savaşları, fiili sonuçlarıyla, egemen ülkeler için yapılan savaşlar olagelmişlerdir.
Cezayir ve Vietnam yenilgileri ve Dördüncü Cumhuriyet’in çöküşü, bu günkü Fransa’nın refahının temelini oluşturur. Vietnam yenilgisi, ABD için bir gençlik aşısı yerine geçmiştir. Portekiz, sömürgelerde yenilmeseydi, bu gün Avrupa’nın bir üyesi olamazdı.
Bir an için, Kürtlerin gerilla savaşının başarıya ulaştığını, Türk ordusunun yenilgi üstüne yenilgi aldığını ve bağımsız bir Kürt devleti kurulduğunu var sayalım. Bu devletin akibetinin bir Vietnam veya Angola veya Mozambik’ten farklı olmasını düşündürecek hiç bir neden yoktur. Böyle bir yenilgi, Türkiye’deki rejimin Osmanlı artığı ordunun vesayetinden kurtuluşunun, gerçek bir batı tipi demokrasinin yolunu açar; sömürge ve ordu masraflarından kurtulmuş Türkiye ekonomisi, geniş iç pazarıyla büyük bir patlama yapar ve Türkiye şimdi İspanya, Portekiz ve Yunanistan benzeri bir refah düzeyinde benzer rejime sahip bir ülke olurdu. O bağımsız Kürt devleti de, Cezayir, Angola veya Vietnam gibi iktisadi kriz ve yoksulluklar içinde; buna bağlı olarak diktatörlüklerin pençesinde yaşıyor olurdu. Türkiye’de, şimdi Yunanistan’da Arnavutların olduğu gibi örneğin, Milyonlarca Kürt işçi, hiç bir hakkı olmadan ve ucuz iş gücü olduğu için göz yumulmuş kaçak işçiler olarak çalışıyor olurdu. Kürt Ulusal hareketinin yükselişinin yarattığı çoşku ile soyunda Kürtlük bulanlar, hatta yeniden Kürtçe öğrenenler, bu sefer kapağı zengin Türkiye’ye atmak için, tıpkı Doğu Avrupa’da milyonlarca insanın yaptığı gibi, bu sefer soyunda Türk bulmaya çalışırdı.
Bu nedenle aslında, nasıl Cezayirliler Fransızlar için, nasıl Afrika’daki sömürgeleri Portekizliler için savaştıysa, Kürtler de Türkler için savaşıyordu. Kürt hareketi, Türklerin batılılaşma çabaları için tanrının bir armağanı idi. Kürtlerin zaferi aslında Türklerin batılılaşma mücadelesinin bir zaferi anlamına gelirdi. Bu nedenle gerçek Türk milliyetçilerinin Kürtlerin en büyük destekçisi olması gerekirdi.
Ulusal hareketler bu kaderden kendini nasıl kurtarabilirdi? Sovyetler’in varlığı ve oluşturduğu denge bu ülkelere belli bir manevra alanı sağlamasına rağmen, sosyalist devrim yapıp planlı ekonomiye geçenleri dahil, hiç bir ülke kendini bu kaderden kurtaramadı. Kürt hareketinin ise, ne başarı ne de başarıdan sonrası için onlar kadar bile şansı yoktu. Bu çıkmaz ve sorunları bu güne kadar hiç tartışılmadı.
Bu sorunu ciddi olarak düşünüp bir çıkış yolu arayan yine Kürtler ve daha doğrusu Abdullah Öcalan oldu. Öcalan bu çıkmazın bilincindeydi ve yıllarca Türklere bütün dediği, “Aptallık etmeyin biz sizin için savaşıyoruz aslında”dır. Kürtlere de dediği, “ayrı ülke değil, insanın değişmesi önemlidir; Kürdün kendi içindeki feodalizmin ve sömürgeciliğin yarattığı kişiliği yenmesi önemlidir” şeklinde özetlenebilir. Uzun yıllar boyunca, İnsandaki değişime ve ayrılmamaya yapılan vurgular, bir bakıma yukarda ifade edilen çıkmazdan, el yordamıyla çıkış arama çabalarıdır.
Yenilmiş ve kaybetmiş bir Kürt hareketi, sadece Kürtlerin değil, Türklerin de yenilgisi, Türkiye’nin batılılaşma rüyasının bitişi anlamına gelirdi. İşte, Öcalan’ın kaçırılması ve Kürt hareketinin aldığı ağır darbelerle tam da bu noktaya gelinmiş bulunuluyordu.
Bu bakımdan İmralı’da ortaya konan strateji, dünya çapında tartışılması gereken, ulusal kurtuluş hareketlerinin çıkmazına bir cevaptır.
Bu günün dünyasında, ulusal hareketlerin, artık Sovyetlerin dengesi olmadığı için, hele Dünyanın en kritik yerindeki Kürtler için, bağımsız bir devlet kurma anlamında şansı yoktur. Bağımsız devlet kursa, bu devletin yirminci yüz yıldakilerden daha fazla refah ve demokrasiyi oturtma şansı yoktur. İşte İmralı’da ortaya konan yeni politika, bu iki çıkmazı da aşmaya yönelik bir stratejik devrimdir. Etkileri sanıldığından çok daha yaygın ve derin olacaktır.
Ve bu yeni strateji, böylece sadece Kürt hareketini değil, Türkleri de çıkmazlarından kurtarma yolu sunmaktadır. Yeni strateji, Kürtlere zaferin yolunu açarak Türkleri Asyalılıktan, Türklere zafere ortak olma olanağı sunarak Kürtlerin yeni sömürgelerin çıkmazından kurtuluşunun yolunu açmaktadır. Bu ulusal hareketlerin evriminde Kürtlerin bir devrimidir.
28 Ağustos 2000 Pazartesi
Dostları ilə paylaş: |