İlk makalesi, " Die Deutschen im Osten Deutschlands“ [Doğu Almanya'daki Almanlar], aynı zamanda en geniş kapsamlı olandı.
Avrupa haritasının şüphesiz “yakın gelecekte” ne kadar büyük bir göçe maruz kalacağı düşüncesinden yola çıkarak Stirner, bunu “Polen, Preussen und Deutschland” [Polonya, Prusya ve Almanya] adlı küçük ve anonim bir makaleye bağlamaktadır. "Federalizmin insan hayatının merkeziyetçilikten daha yüksek birformui olduğunu" gösterir. O, "gerçek Avrupa'nın ortasında yer alan" Almanya'nın nasıl bir arabuluculuk pozisyonu aldığını –“ ve açıkça bir yönetici rolü değil, sadece bir arabulucu rolü "- ve – “ bir ulus devleti olmadığınndan ve asla olmayacağından” dolayı- Avusturya’nın kuzeydoğudaki Baltık federal devletine tekabül eden Tuna halkının büyük federal devletinin başında durduğu gibi , nasıl ki Rusya Avrupalı insanlar üzerindeki meselelerdeki acı veren etkisini yok etmeli ve uluslararası bir rolden uzak durmalıysa, Almanya’ya için de doğu kesiminde kuzeydoğulu insanlarla birleşmesinin temelde nasıl gerekli olduğunu açıklıyor. Çünkü bu "Asya'nın Avrupalı ya da Avrupalı’nın Asyali mı olması gerektiği" sorusudur. Avusturya ve İtalya'nın Almanya'ya ihtiyacı var. Avusturya gibi bir Baltık federal devleti, “tamamen ölü bir devlet olarak, halkların büyük organizmasında bir üye olarak kalan” Polonya ile çekirdkten inşa edilmelidir ve kendini bir iç savaştan korumak için Prusya'ya katılmaya mecbur bırakılmıştır.
Özünde saf bir ulus-devleti olmayan Almanya, kendisini doğuya yabancı unsurlarla birleştirmeli ve Karadeniz'den Baltık Denizi'ne giden ticaret yolunu yeniden oluşturmalı, yine ağızdan ağza aktarılarak Ren ve Tuna boyunca da böyle yapılmalı: "Yeniden doğal bir ticaret alanına sahip olmalıyız - Schelde Nehri'nin uzaklarından Dvina Nehri'nin uzak tarafına ve İsviçre dağlarından Pontus'a kadar geniş bir federasyon ülkesi."
" Kindersegen " [Çocuklarla kutsanmış olan]başlıklı ikinci makale, saçma sapan önerilerin akıllıca ve ezici bir alayçısıdır. Bu öneriler bir yıl önce C.W. Weinhold'un" Übervölkerung in Mitteleuropa"ya [Orta Avrupa’daki nüfus yoğunluğu] karşı yaptığı, tüm ağırbaşlılığıyla bütün erkek bireylerin evlilenene kadar bir tür infibülasyon geçirmesi önerisidir ve bu nedenle bu muhtemelen Devlet düşüncesinin "ahlaki tiranlığı" nın kişiye önerilerinde en uca gitmesidir. Stirner “ ozamanın ruhuna
çok da yabancı olmayan” bu önerileri, "insanlığın daha büyük bir iyiliği için yaşayan insanlara her türlü yolla mücadele eden" polis devletinin doğru sonucu olarak belirledi, ve sonra da daha fazla gürültü patırtı çıkarmadan fanatik aptal kendisinden aşırı nüfus sorunuyla ilgili soruşturmaya gider.
Burada nasıl yalnızca evlilikteki iyi niyetin, polis gücününün asla sebep olmadığı şeyi elde edebileceğini ve bütün sorunun, toplumun değil, yalnızca evli birhanedeki özel bir ekonomi meselesi olduğunu, “ diğer yandan toplumun müdahale ettiği her meseleyi özel bir mesele olmaktan kurtarmasına” rağmen,gösterir. Son olarak, bazı çağdaşlarının bakış açısına değinerek, “eğer ahlâk kavramını entelektüel tarafından kavrarsak“ “en yüksek ahlakın en yüksek özgürlüğün doğru şekilde uygulanmasında yattığı” gerçeğine ulaşılacağına dair ikna edici bir tavır sergiler. "Üreme sorunu“ insanlık tarafında “aşırı nüfus sorunu” olarak ele alındıktan sonra, şimdi, bireyin bakış açısına göre, bir kişisel ilgisorunu, “kavramsal sorun” haline geldi. "Bu şekilde kazanmış ya da kaybedilmiş olsun, bir fait accompli den, gereksiz bir soruşturmadan sonra, gerçekten de tüm ahlaklaştırmanın dünya tarihi meselelerinde verimsiz olduğunu kanıtlamaktadır."
Stirner'ın 1848 yılından itibaren bu makalelerin ilkinde devleti yalnızca bir ulus olarak kabul edip, onun bir yöneteci rolü değil yalnızca bir aracı rolünü yakıştırmıştır. Burada da özel kişiyi toplumun kontrolünden çekip alır, özel şahsiyetin çıakrlarını topluma karşı belirler ve özel şahsın çıkarlarını onun üzerine yerleştirir. Burada açıkça konuşan tam anlamıyla "Biricik Olan"dır ve bu nedenle, yaşam mücadelesi ve gündelik mücadelenin stresi altında ortaya çıkan bu eserlerin değeri küçümsenmemelidir.
Her ne kadar sadece günün sorularıyla bağlantılı ve hepsi de kısa içeriğe sahip olsa da "Die Marine" [Donanma], "Das widerrufliche Mandat" [iptal edilebilir görev], "Reich und Staat" [İmparatorluk ve Devlet] (editor onun“her yönünü Kabul etmediğini”, yine de “entellektüel kavrayışını” tanıdığını söyleyerek buna karşı çıkmıştır), “Mangelhaftigkeit des Industriesystems”
[endüstriyel sistemin yetersizliği], “Deutsche Kriegs flotte” [Alman deniz kuvvetleri] ve “Bazar” [Çarşı] başlıklı diğer altı makalede şöyle yazmıştır.
Aralarında en önemlisi “Reich und Staat” (İmparatorluk ve Devlet), ikisinin kendi özlerinde ne kadar farklı olduklarına işaret eder, çünkü “biri istikrarı için ortak bir düşünme biçimi kabul ederken, diğeri yurttaşların sosyalliğinden ve iletşimin sükunetinden başka bir şey değildir". Yazarı, Devlet- federasyonundan ve Devlet-vatandaşlığından ceza almadan çekilebilmek için "bireysel devletlerin imparatorluk olarak birleşme isteğinin sadece özgürlük mücadelesi olduğu düşüncesinde. Yine de bu dürtünün imparatorlukla tam memnuniyete kavuşacağına inanmıyor ve bu birleşmeyi hitap ve dilekçelerde talep edenlerin, bunun" bütün özgürlük "tense kendilerini hanedanın çöküşünü (yani Devlet'e) ve imparatorluğa olan sempatilerini ilan etmeye zorlayan inançtan kurtulma özgürlüğü olduğundan emin olmadıklarını düşünüyor.
Bu Stirner'in bir dergide ortaklık yaptığını bildiğimiz tek zamandır. Eğer daha fazla yaptıysa, o zaman bu kesinlikle öncekiler gibi kendi adı altında olmamıştır.
Bu arada devrim fırtınaları Berlin’de koptu.
"Özgürler" hala Hippel'de bir araya geldi. 1847 sonbaharı ya 1848 sonbaharında Friedrichstrasse'den Dorotheenstrasse 8'e, yeni ve daha geniş odalara taşınmıştı. Bu gerekliydi, çünkü "Özgürler",artık Hippel'i en sevdiği kafe olarak belirleyen tek topluluk değildi, aksine devrimden önceki ve sonraki dönemlerde en çeşitli radikal akımlar için bir tür genel merkez olarak hizmet verdi. Kıymetli Hippel,çoğunlukla çeşitli grupları birbirinden ayıramıyordu ve onları masalara ve arka odaya uygun bir şekilde dağıtabildi. Böylece -çoğu zaman olduğu gibi- birbirlerine girmeyeceklerdi.
Devrimin yapıldığı günlerde, Hippel'e arı kovanındaki arılar gibi girip çıkıyorlardı.Herkes bir çeşit yeni rapor getirdi. Bazıları gördüklerini ve duyduklarını, diğerlerinin kendi kahramanca eylemlerini anlattı. Bağırmak, gürültü ve coşkulu sevinç rengârenk bir halde birbirine karıştı. En abartılı umutlar, en keskin alayla cevaplandırılmak üzere dile getirildi ve heyecanlı saatler tutkulu tartışmalarda kendi derslerini verdi.
-Muhtemelen sadece Stirner ve Bruno Bauer dışında- "Özgürler" in en havalı başkanları bile ısındı ve sadece birkaç gün sonra -siyasi, demokratik ve diğer klüplerin üyeleri ve son olarak da ünlü Ulusal Meclis üyeleri daha büyük sayıda Hippel'de göründüler - daha önceki eleştirilerini tekrar bulmuşlardı, ki bunlar şimdi, talihsiz harekete yıkıcı bir şekilde saldırmışlardı.
Hala eski olanlar vardı: Buhl; Hapis cezasından dönen Edgar Bauer; 18-19 Mart kavgasında rol alan ve işleri hakkında çok şey anlatan Faucher; Dr.Wiss ve eşi; Meyen; "çoktan ölmüş olduğuna inanılan" Maron; yaralı Lowenstein; Yakalanan Ottensosser; ve daha birçokları.
Ardından, gittikçe daha çok insan sahneye çıktı ve Hippel 'de toplandı. Bazı eski, sadık ve düzenli misafirler rahatsız hissetmeye başladılar ve uzak durdular ya da en azından daha az sıklıkta geldiler. Bu sonun başlangıcıydı. "Özgürler " dağılmaya ve bozulmaya başladı.
Onların zamanı geçti. Yeni bir tane patlak verdi ve onlar bunu biliyorlardı: gayret ettikleri her şeyin yıkıldığı umutsuz tepki zamanı, ya da daha iyi bir söyleyişle: zihne karşı bütün kalelerin yine ,akıllarının keskinliği, yıkıcı eleştiri gücüyle yok ettiklerine inandıkları, ortaçağ biçiminde inşa edildiği zaman.
Bu yeni zamanla nasıl uzlaştıkları daha sonra konuşulacaktır.
Stirner'in 1848 yılının mart günlerinde ya da tüm harekette en ufak bir dışsal rolü olmadığını açıkça belirtilmek zorundadır. Böylece onlar da kısaca sadece bu konuya değinmiş olabilirler.
Saldırıyı, uzun zaman önce peşinen gördüğü en canlı ilgiyle izleyecekti. Ama orada sürüdürülen onun savaşı değildi. O, kuvvetin doğasını çok derinden kavramıştı ve gücünü çok iyi biliyordu. Zaferiyle ilgili kuşkuya düşmüş olamazdı. Ayrıca, hangi derecede bir aşağılanmaya sebep olacağını öngörmüş müydü?
O zamanlarda çok sık Hippel'de görüldü. Fakat yıllar sonra sessiz yaşamda, oraya yalnız başına gitti ve 1848 yılı, günlerini herhangi bir başka biçimde anlatabilecek hiçbir olaya şahitlik etmemişti.
Birisinin dediğine göre, "gerçekten Berlinimsi, neşeli hoşnut" ve mümkün olduğu kadar fark edilmeden yaşamaya devam etti; Bir diğeri, "kişi onu sadece zaman zaman gazetelerdeki düşüncelerinden kopmak için umutsuzca kendinden ayrılmaya çalıştığı publarda bulduğunu" söyledi. Onu bundan daha fazla tanımıyoruz. Kendisine izin verdiği tek lüks purolarıydı. İhtiyaçlerinda bu kadar gösterişsiz olan bu adamın tek zevki iyi bir puroydu. Ayrıca bu onun son ve en sadık arkadaşı olarak kaldı.
Stirner, 1852 yılının başında, son kez, ikinci ve son olarak ismini taşıyan bir çalışma ile halka açıldı: Die Geschichte der Reaction [Reaksiyonun tarihi]. Bu arada hiçbir yerde herhangi bir kâğıdın ortakları arasında ismi bulunmadı; muhtemelen günlük edebi çalışmalarda yardım aramayı bırakmıştı.
Die Geschichte der Reaction, 1851 yılının sonunda Berlin'de, sahibi -Sigismund Wolff- Stirner'i takdir eden Allgemeine Deutsche Verlags-Anstalt yayınevi tarafından iki cilt halinde basıldı. Bu arada Avusturya'da hemen yasaklandı. Formda eksikti ve aslen son halinden farklı olması planlanıyordu. Başlığın Reactions-Bibliothek [reaksiyon kütüphanesi] olması gerekiyordu ve bütünü iki bölümü kapsamalıydı; Birincisi "Die Vorläufer der Reaction" [Reaksiyonun öncülleri], ikincisi, "Die moderne Reaction" [Modem reaksiyonu] 'la ilgilenecekti.
Her iki bölümün de ilk cildi yayınlandı.
İlki anayasa meclisini ve tepkiyi kapsamıştır. Ancak, Stirner hemen , "tepkinin, yasamadaki, uygulamadaki temsillerini ve Napolyonik reaksiyonun tamamlanmasına kadar takip eden temsili organları" eklemek yerine, iç tepkinin açıklamasından hemen dışa sıçradı. Böylece, "benzerlik yasasını izler ve onu içteki tarihsel betimlemeyi önceleyerek, dış tepkisini uygun bir tanıtımla sunar“, ve aynı zamanda “dıştakinde iç reaksiyonun yükselmesini " görür.
Daha sonra ikinci bölüme başlar ve bize ilk cildinde Prusya'daki tepkinin ilk yılını, “geleceğin öğreteceği gibi tepkinin gerçek merkezi” ni sunar. İlk yıl onun için 1848: “muhalif dünyaya karşı kaos ya da ilk gerici içgüdü yılı, gerici içgüdü yılı”dır, çünkü o yılda “tepki güce dönüşür”.
Halen teşebbüsün devam etmesini düşünmeye devam eder: ilk bölümün ikinci bir tekrardan kaçınmak için bir koleksiyon karakterinek sahip olması gerektiğini belirtir. Ancak sunumda, ne iç ne de dış tepkinin devamlılığına gelmedi.
İkinci bölümün ilk cildinin önsözünde, bunlardan ikincisi ve sonuncusu yayınlanmıştı, Stirner, neyin gerici olduğu ve neyin olmadığı konusunda son derece ilginç bir sunum yapar. Eğer girişimini bir sonuca götürmesine izin verilmiş olsaydı “tepkinin kendini haklı gösterip gösteremeyeceği”ni anlatacaktı. Sunum şu cümle ile sonuçlanıyor: “Devrimin dünyaya geldiği anda tekpki hayata geçti: her ikisi de aynı anda doğdu” – tamamen farklı anne baba, diye de ekledi. Ve tepkiye "tarihsel mekânını" veren cümle şöyledir: "Tepki devrimin zıttıdır."
Yayımlanan iki ciltin içeriği sadece küçük bir parçası Stirner'in kendisine aitir. Sadece ilk değil, aynı zamanda ikincisi de başkalarının çalışmalarının bir koleksiyonudur ve sadece tanıtımlar, bağlantı pasajları ve bölümler Stirner'in çalışmasıdır.
Eğer ilk cilt, devrim çağının tarih yazarları hakkında derinlemesine bilgi verirse, ikincisi, Stirner'in kendi tezahürlerinde kendi topraklarında devrimin patlak verdiği yılı nasıl bir dikkatle izlediğini gösterir.
Stirner, anayasa meclisin ve bakanlığın tarihi değerlendirmesiyle tepkinin ve temsili devrimin betimlemesini tanıtır ve daha sonra halkın meclisine karşı temsili tepkiyi inceler. Böylece birbirine ”bu ciltte, bir anayasanın temel devrimci ve gerici fikirleri”ni birbirine karşı yerleştirme planını takip eder ve bu şekilde birbirine karşı oynattığı iki yazar Edmund Burke ve Auguste Comte'tur. Hemen hemen tüm cilt, ilkinin Reflections on the Revolution in France’inden [Fransa'daki Devrim Üzerine Düşünceler] ([Friedrich]Gentz ‘in çevirisinden) ve diğerinin Système de philosophie positive ou traite de sociologie instituant la religion de I 'humanitè [çevirisi: Pozitif Politika Sistemi]. Stirner'in hangi tarafta olduğuna dair şüphe yoktur. Çok kısa bağlantı pasajlarına rağmen - “İnsan Hakları Bildirgesi” konusundaki sözleri ve Burke'un “retoriği” ile ilgili bir not, bunu yeterince göstermektedir. İkincisinden direkt olarak modern tepkiye, orta dönemin kötü tanınmış gericilerine, [Pierre Victor] Malouet, [Jean Joseph] Mounier, vb. daha ilerisinde [Joseph] de Maistre, [Carl Ludwig von] Haller ve Almanlar [Friedrich] Gentz, Adam Müller ve üzücü hatıralarıyla diğer ölenlere değinir.
Eğer Stirner birinci bölümün gövdesinde, tepkinin devrimden nasıl ortaya çıktığını açıklamakla daha çok ilgilense , o zaman yine de modern tepkinin sunumuna, kendi mahkemesinden önce tepkiyi sunarak başlayamaz, ancak ilk cildinde ilk isyanın kaosuna nüfuz etmeyi amaçlamalı ve haklı olarak "büyük bir monotonluğun" önlenemeyeceğinden korkmaktadır. İşte bu böyledir. Günümüzün tepkisel yazarları olan Hengstenberg, Florencourt ve Stirner’in burada konuşmasına ve görüşlerine tam ölçüde izin verdiği çoğu zaman adı geçmeyenler, uzun vadede yorucu olurlar.
Çoğunlukla bu yıl içinde gerici taraftan gelen şikayetler ve suçlamalar duyuldu, "bütün yıl bir şikayetler yılı"ydı.
"Devrim" ve "tepki" nin değerlendirmesi ve Pietist [Heinrich] Leo'dan alınan "daha önceki döneme bakış"tan sonra, Stirner tekrar tepkinin "başarılarını ve umutlarını" gösterir ve bizi "Christocracy" nin (Kelimenin Türkçesini bulamadım ancak ingilizce anlamını araştırdığımda şöyle çıktı: Hıristiyan hükümetinin ya da gücünün hrıstiyanlık öğretilerine dayanark Hıristiyan olmayanlara karşı gelmesi) savaşına yönlendirir. Savaşını bize her yönden gösterir: Her taraftan “tepkiler” var. Taht, kulları, astları, Devlet – hepsi tepki verir.
Bu yılın kronolojik bir araştırması, Şubat ayından itibaren, devrimin fethedildiği Aralık ayına kadar, "düşmanın giderek daha fazla tanınması ve kişinin kendi gücünün kademeli olarak keşfedilmesi" ile tepkinin aydan aya arttığını gösteriyor.
Bu ciltte de, Stirner'ın bütün çalışması tercüme edilenleri bir araya getirme ve gevşekçe birbirine bağlamayı içerir. İkincisi bile kendi sözleriyle aktarılmaz. Tepkiyi mahkeme önüne çıkarmaktan ve onu suçlayan kişi olmaktan kaçınır; Kendisini kendi mahkemesine önüe çıkarmasına izin verdiğini söyler.
Tepkinin “soruların kendiliğinden ortaya çıkmaya başladığı” ilk yılında ayrılır; Soruların kendileri ve gerici teoriler sistemini, daha sonraki ciltlerde ele almak üzere bırakır.
Die Geschichte der Reaction, Stirner'in son halka açık beyanıydı. Emin olmak gerekirse, geniş kapsamlı bir plan yaptı, evrensel akademik bir sözlük gibiydi, ama ondan vazgeçmek zorundaydı, çünkü onunla uğraşmaya cesaret edebilecek bir yayıncı bulamadı.
Onun adı artık bulunamıyordu. 1848'den sonra birçokları ile birlikte unutuldu.
Aynı zamanda hala hayatta olmasına rağmen, edebi bir bakış açısından bakıldığında ölü bir adamdı.
Tamamen unutulduğu bir örnekle gösterilir: 1854 tarihli Brockhaus Konversations-Lexikon, onun hayatı hakkında söylenecek en ufak bir söze sahip değildi ve Der Einzige ve Eigenthum'un yazarının "iddia edildiği gibi" Max Schmidt olduğunu ilan etti!
Stirner artık daha da fazla izole olmuştu. 1853'te şarap tavernasını Werder Dorotheenstrasse'den Rosenstrasse 3'e, Werder Kilisesi'nin köşesine taşıyan Hippel'de bile neredeyse hiç görülmemişti.
1851 Ekiminin başında, üç yıl kaldığı Köthenerstrasse'den Dessauerstrasse 2'ye ( Ilse vasıtasıyla) taşındı. ORada bir buçuk yıl kaldı. Şu andan itibaren artık kendi dairesinde yaşamıyordu, aksine bir odacıydı ve muhtemelen mobilyalarını satmak zorunda kaldı.
Eski arkadaşları onun hakkında daha fazla şey bilmiyorlardı. Böylece, onu entelektüel dış dünyaya gevşek de olsa bağlayan son bağ koptu.
1853 yılı sefaletinin zirve noktası gibi gözüküyor: alacaklıları tarafından basıldı ve yaşamak için hiçbir geliri olmadan huzursuzca bir yerden başka yere taşındı ve bu yıl iki kez borçlu hapishanesinde bulundu!
İlk kez 21 gündü -5 Mart‘tan 26 Mart’a kadar. Serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra 1 Nisan'da Jaegerstrasse 72'deki bir odaya (öğretmen Schulze vasıtasıyla) taşındı. 1 Temmuz'da Nauen için ayrılışını açıkladı, sonra görünüşe göre hala baskıcı alacaklıları tarafından takip edildi. 3 Temmuz'da Rinow vasıtasıyla yaşamakta olduğu Moabit'e, Stromstrasse 8’e kaçtı. Sonunda 1853’te, aynı yıl 7 Eylül'de, madam Weiss vasıtasıyla, Philiptrasse 19'da bir yer buldu.
Ancak burada da alacaklıları onu buldu ve yılı sessizce bitiremeyecekti. [Buradaki "alacaklılar" kelimesi "Manichäer" kelimesidir, Manişeist anlamındadır, fakat Almanca bir kelime oyunudur "mahnen" (borçluyu sıkıştırmak)e benzer , dolayısıyla "alacaklılar“ olarak çevrilir.] Öyle ki Yılbaşı Gecesi kendisini bir kez daha borç yüzünden hapishanede buldu. Burada 36 gün - bir sonraki yılın 4 şubatına kadar- kaldı. O günlerde borçlular hapishanesi - bugün bilinen bir kurum olmasa bile - borçlunun alacaklının masraflarını karşıladğığ sürece yatığı bir hapishaneden başka bir şey değildi ve bu yüzden nadiren uzun süreliydi - yalnızca bu gerçek bir zamanlar çoğu insan tarafında hayret edilerek karşılanan bu parlak düşünürün durumuna ne kadar da hüzünlü bir ışık tutmuştur.
Ve bu basit, ayık detaylar – yoksulluğundan sözlerin yapabileceğinden daha dokunaklı bir şekilde bahsetmiyor mu?
Stirner kendisini hala lise öğretmeni, yazar, Dr. phil ve –emekli olarak görüyordu. Gerçekte şimdi, kendileri için önerilen arabuluculuk komisyonlarıyla kıt kanaat geçinen bir komisyon aracısıydı.
En azından 1853'ten sonra Philippstrasse'de dul Weiss'in evinde sakinlik buldu. Birinci kattaki bir koridorda, o sırada pencereleri hala ağaçlarla kaplı Platz der Anatomie'ye bakan bir veya iki odası vardı. Daha büyük oda, caddeden görüldüğü gibi ikinci ve üçüncü pencerelere de sahipti; daha küçük odanın penceresi kemerin üzerindeydi.
Mme. Weiss'in her zaman kiracısını bir anne gibi önemsediği söylenir.
Bu Stirner'in son eviydi. Yerini yalnızca bir kez daha değiştirecekti!
1853 yılı, Stirner'in sefaletinin doruk noktasıydı.
Ertesi yıl, hem onu zorluktan kurtulmak hem de onu, uzun süreceğine inandığı, hayatının geri kalanında izleyecek herhangi bir kötülükten korumak için bir çıkış yolu buldu.
Çıkış yolu, yaşlı annesinin mirasınının, Kulm'daki evin – daha yasal olarak mülkiyeti haline gelmeden- satılmasıydı.
12 Eylül 1854'te, Kulm'un karşısında Weichsel Nehri üzerindeki küçük bir köy olan Schwetz'teki noter Lipke’nin huzurunda, Kulmlu tüccar Abrahim Mairsohn ile “tuhaf bir meselede” bir sözleşme imzaladı. Annesinin ölümünde hemen sonra “No 9’daki iki katlı ev, 40 dönümlük bir parsel ve bir bahçe ile birlikte" Mairsohn'un mülkiyetine girecekti. Alıcı, Stirner'e 5000 taler satış fiyatı üzerinden ödeme yapmak zorunda kaldı.
Stirner'in annesinden önce ölmesi durumunda alıcının zarar görmeyeceğinden emin olmak için, Stirner bir hayat sigortası poliçesi çıkarmak zorunda kaldı. Bu durumda Mairsohn 1000 taler alacaktı, ikinci bir poliçeyle 1500 talere yükseltildi. Üçüncü bir poliçe reddedildi.
Sözleşmeyi imzaladıktan hemen sonra Mairsohn, Stirner’e 300 taler para ödedi. Sigorta poliçesinin tamamlanmasından sonra 300 taler daha ödedi ve nihayet, yükseltilmiş poliçeden sonra, bir 400 taler daha -hepsi birlikte % 5 faizle 1000 taler. Ayrıca, Stirner'in annesinin ölümüne kadar, sözleşmeli tarafı için yıllık sigorta primlerini ödemekle yükümlü oldu.
Evin üzerinde, hâlâ onarım için dul Ballerstedt'in koruyucusuna verilen 1000 talerlik bir ipotek vardı. Böylece satış tamamlandıktan sonra Stirner 3000 taler daha hak iddia etti.
Annesinden önce beklenmedik bir şekilde öldüğünden sözleşmenin bu kısmı hiç bitmedi.
Bu arada, aşırılıklardan uzak ve oldukça alçakgönüllü yaşam şekli göz önüne alındığında, aldığı 1000 taler, onu alacaklılarından kurtarmaya ve sahip olduğu son iki yılda ona baskı yapan endişelerden korumaya yetti.
O yılın 28 Ağustos ‘undan 21 Eylül’üne kadar bu sözleşmeyi sonuçlandırmakla meşgul olduğundan Berlin'de bulunamadı.
Stirner son yıllarda çok içe kapanık bir yaşam sürmesine rağmen, hala irtibatta olduğu kimseler vardı.
1840'ların sonunda Köthenerstrasse'de aynı evde yaşadığı zaman tanıştığı Freifrau von der Goltz'un evindehoş karşılandı. Ailenin öğretmeni, Herr Forster tarafından kendisiyle tanıştırıldı, bunun karşılığında Bauer kardeşleri baronesle [Freifrau = barones. Bu, vii ve xiii sayfalarında bahsi geçen Barones von der Goltz'un annesidir.] tanıştırdı. Misafirperver evi sık sık ziyaret etti ve
diğerlerinin yanında bir müzik yönetmeni olanı Hering ile tanıştı. 1854'te Berlin'den ayrılıncaya kadar, tüm entelektüel çabalarla ilgilenen yardımsever hanımefendiyle faydalı bir arkadaşlık kurmuş gibi görünüyor.
Felsefi görüşlerini memnuniyetle ve sık sık dile getirdi, ve burada radikalizm, ve dıştan sükunetiyle insanları şaşırttı. Ayrıca zaman zaman talihsiz süt işinden söz ediyordu, ancak yazılarından ve evliliğinden asla söz etmedi.
Kapısının yanında "Schmidt" yazmasına rağmen, kendisini Stirner'den başka bir şey olarak nitelendirmedi ve bu sadece tanıdığı kişiler tarafından biliniyordu.
Ölümü beklenmedik bir şekilde geldi. Sıkıca güvendiği ve sık sık dile getirdiği “antik“ olacağı –ne kadar sağlıklı hissettiğine dair kanıt olan- düşüncesiyle Stirner, 1856 Masyısında boynunda bir sivilceyle aniden hasta oldu.
Hayatının tek ciddi hastalığı olan bu ölümcül hastalığın, iddia edildiği gibi zehirli bir sineğin sokmasıyla ortaya çıkıp çıkmadığı kesin değildir. Öte yandan, 23 Mayıs 1856'da, süvülce bir elin büyüklüğüne ulaştığı zaman, tedavi edilmek üzere doktora gittiği kesindir. Doktor hemen yüksek ateş teşhisi koydu –asabi bir ateş formunda-, talimatları doğrultusunda hastalık uygun bir seyir izledi, böylece temiz bir pustuler yüzey oluştu, ateşi düştü ve iştahı geri döndü. Hasta adam, yatağını terk etmek için başarılı bir girişimde bile bulunabilirdi.
Ne yazık ki tedavi eden doktor ayrıldı ve bakımı başka ellere bırakılmak zorunda kaldı. Muhtemelen yeni ve yanlış tedavi yoluyla, diyetindeki bir hatanın sonucu olarak, ateş geri geldi ve hızla yükseldi, böylece on dört gün sonra hayatını kaybetti.
Orijinal tümör vücudunun diğer bölgelerine yayılmıştı, irin kanla doluydu ve ölüm, irin akıntısının neden olduğu "sinirsel ateş" sonucu 25 Haziran'da gerçekleşti.
.
Max Stirner, 25 Haziran 1856'da (daha önce genel olarak kabul edildiği gibi 26‘sı değil), “sıradan bir tümör” den evinde, akşam saatlerinde, yaklaşık saat altıda, 49 yaşında ve 8 aylıkken öldü.
Üç gün sonra, 28 Haziran günü, akşam aynı saatlerde, Bergstrasse'deki Sophien kilisesinin mezarlığına gömüldü. Bir taler ve 10 gümüş groschen'e mal olan 2. sınıf mezar aldı. Kilise bahçesinin 11. Bölümünde dokuzuncu sırada yer alır ve numarası 53‘tür.
Eski dostlarından sadece birkaçı ona "son yolculuğunda" eşlik etti. Bunlar arasında Bruno Bauer ve Ludwig Buhl vardı ve kesinlikle, evinde öldüğü ve cesedi teşhis eden, Mme. Weiss da vardı.
Bauer'in hatırı için, hala ölüm yatağındayken bir tanıdık tarafından çizildi ve Bauer'i en azından ölümünde, "ölünün karakterinin tam oluşumunu, entelektüel önemini tam bir kararlılıkla gösteren " arkadaşının başının kayda geçmesi sevindirdi.
Bir başka, ama daha az muhtemel bir rapora göre, "Stirner'in başının ölümünden hemen sonra yapılan portresi" Mauerstrasse 83'ün edebi figürünü Dr. [Adolf] Wolff'un eline geçti (her halükarda, bu “siyah Wolf”un, Berliner Revolutionstechnik. Darstellung der Berliner Bewegung im Jahre 1848 in politischer, sozialer und litterarischer Beziehung’unun yazarının [Berlin devriminin kronolojik kaydı. Berlin hareketinin 1848 yılında siyasal, sosyal ve edebi ilişkilerde anlatımı]ölümden bu yana çok uzun zaman geçmişti). Bu aynı çizim miydi? Başka mıydı? Her halükarda her ikisi de telafi edilemez bir şekilde kaybedilmişti.
Dostları ilə paylaş: |