3. Eğitim Sistemi ve İnsani Kalkınma Performansına Etkileri
Ekonomik büyüme ve kalkınma süreci, fiziki ve insani sermaye birikimi ile sağlanabilmektedir. Bir ülkede kalkınmanın sürdürülebilirliği insan sermayesine, insan sermayesindeki verimliliğin artırılması da eğitim düzeyinin yeterliliğine bağlıdır. Bu bölümde, insan sermayesi ve eğitimin insani kalkınma sürecine katkıları üzerinde durulacaktır. Ayrıca, eğitim sorunları üzerine yapılan uluslararası tartışmalar ve Türkiye’de eğitim sisteminin işleyişi incelenmeye çalışılacaktır.
3.1. İnsan Sermayesi ve Eğitimin İnsani Kalkınmaya Katkıları
İnsan sermayesi kavramı, bireyin ya da toplumun sahip olduğu bilgi, beceri, yetenek, iş deneyimi, sağlık, eğitim düzeyi ve sosyal ilişkilerdeki konum gibi karakteristikler bütününü ifade etmektedir (Canpolat, 2000: 267). Kalkınmada insan faktörüne önem veren yaklaşımlarda, insan sermayesi birikimine ve bu değerin ne yönde kullanıldığına yönelik analizler geliştirilmiştir.
Ekonomik büyüme, sosyal değişim ve politik özgürlükleri kapsayan kalkınma süreci, toplumun eğitim düzeyi ve bilgi birikimi ile yakından ilişkilidir. Bu görüş çerçevesinde ekonomik büyüme artışı bilim ve teknolojiye değil, bilim ve teknolojinin etkilediği insana bağlıdır. Ekonomik büyüme belli bir bilgi birikimiyle ortaya çıkmaktadır (Rostow, 1990: 35). Bir ülkenin kalkınma performansında aranan, yalnızca maddi anlamda zenginlik değil, bu zenginliği yaratacak ve sürdürebilecek nitelikte bir insan gücünün sağlanmasıdır. Bu aşamada, insana yapılan yatırım ön plana geçmektedir. İnsana yatırım üç alanda ortaya çıkmaktadır: eğitim, sağlık ve beslenme (Han ve Kaya, 1999: 126). Eğitimin insanın refah düzeyinin artışında önemli bir rol oynadığı ve teknolojinin üretimi ve kullanımı ile ekonomik büyümeye katkıda bulunduğu kabul edilmektedir.
Eğitimin insan yaşamına iki farklı etkisi vardır:
-
Bilgi ve yetenek birikimi verimlilik artışına neden olarak üretimi ve ekonomik büyümeyi yükseltir.
-
Eğitim düzeyinin yükselmesi bireylerin daha mutlu, sağlıklı, kendine güvenli, katılımcı olmalarını sağlar.
Günümüzde coğrafi büyüklük, nüfus ya da jeopolitik konum gibi faktörler, artık hakimiyetin belirleyici unsurları olmaktan çıkmıştır. Bir ülkenin gücü, o ülkede yaşayan insanların sahip olduğu bilgi ve yeteneğe, beşeri sermayenin niteliğine ve nüfusun yapısına bağlıdır (Fukuyama, 2001: 198). Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma düzeyinin yükseltilmesi ve bilgi toplumuna erişebilmelerinin sağlanması eğitimli ve nitelikli insan gücünün artmasına bağlanmaktadır. İnsan sermayesi yatırımları, iyi beslenme ve sağlıklı yaşama erişim, yeteneklerin gelişmesi gibi insanın verimliliğini artıran ve mutlu olmasını sağlayan yatırımlardır. Söz konusu yatırımlar içinde en önemlileri eğitimle ilgili olanlardır. Eğitim, sanayileşmeden bilgi toplumuna geçişte yeni bilgi ve teknolojilerin geliştirilmesine ve mevcut teknolojilerin en etkin biçimde kullanılmasına katkıda bulunmaktadır. Bununla birlikte, eğitimin tasarruf eğilimini pozitif yönde etkilediğini ve ekonomik büyümenin ve kalkınmanın temel bileşenlerinden biri olan yatırım hacmini artırdığını söylemek mümkündür (Çınar ve Emsen, 2001: 93). Ayrıca, eğitim verimlilik artışıyla birlikte ücretlerin yükselmesine neden olmaktadır. Nitelikli ve yüksek öğrenim almış işgücünün gelir seviyesinin yükselmesi beklenmektedir.
İnsan sermayesi yatırımları ve eğitim seviyesinin kalitesi kalkınma performansında belirleyici bir rol oynamaktadır. Kalkınma ekonomik büyüme, verimlilik artışı, yoksulluğun önlenmesi, sosyo-kültürel yapının iyileştirilmesi, demokratik katılımın sağlanması ve iyi yönetişim gibi birçok faktörü içermektedir. Kalkınmanın belirleyici faktörleri, toplumun eğitim düzeyi ile yakından ilişkilidir. Bu konuda yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunda kalkınma göstergeleri ile eğitim düzeyi arasında pozitif bir korelasyondan söz edilmektedir. Bu bağlamda, insani kalkınmanın, büyük ölçüde beşeri sermayedeki gelişmelerle belirlendiğini söylemek mümkündür.
Özellikle, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sürecinde ekonomik büyüme hızının yükseltilmesi, kalkınma için gerekli olan yapısal dönüşümün sağlanması açısından oldukça önemlidir. Sürdürülebilir bir büyüme süreci, ekonomide fiziki ve insani sermaye birikimi ile sağlanabilmektedir. Diğer bir deyişle, fiziki sermaye yanında bilgiye dayalı teknoloji ve insan faktörüne bağlı olan verimlilik, ekonomik büyümeye olumlu etkide bulunmaktadır. İşgücü verimliliğini etkileyen etmenler, aynı zamanda, insan sermayesini oluşturan faktörlerdir. İşgücü üretim sürecine fiziksel, düşünsel ve gönül gücü ile katılmaktadır. İşgücünün fiziksel gücü, beslenme, ücret, sağlık hizmetleri, barınma koşulları gibi faktörlere göre değişiklik göstermektedir. Düşünsel işgücü, genel ve mesleki eğitim düzeyi ile genel kültüre bağlıdır. Gönül gücü ise bedeni ve fikri güce sahip olan insanın çalışma isteği şeklinde açıklanmaktadır (Tunç, 1997: 71).
Kalkınma yaklaşımında insan sermayesi kavramı, 1960’lı yılların ortasında Theodore W. Schultz ve Gary Stanley Becker gibi ekonomistler tarafından geliştirilmiştir. Becker, yoksullukla mücadelede yeni istihdam olanakları yaratılması, yeterli beslenme ve sağlık hizmetlerine erişimin sağlanması gibi insan sermayesi yatırımları ile birlikte eğitime dönük yatırımlara önem verilmesini savunmaktadır. Schultz 1961 yılındaki çalışmasında, fiziksel sermayenin getiri oranı ile insan sermayesinin getiri oranından hareket ederek, ABD’deki büyüme oranının önemli bir bölümünün eğitim yatırımlarıyla açıklanabileceğini savunmuştur (Becker, 1996: 148). Dünya Bankası uzmanlarından G. Psacharopoulos’a göre, gelişmekte olan ülkelerde okullaşma yılındaki artışın çalışanlara getirisi giderek artacaktır (Betts, 1999).
İnsan sermayesi ve eğitim üzerinde çalışan ekonomistlerin birçoğu, eğitim ve ekonomik büyüme bağlantısını araştırmıştır. Günümüzde bu alanda yapılan çalışmaların temeli 1950’li yıllardaki Neoklasik yaklaşıma dayanmaktadır. 1956 yılında Neoklasik büyüme yaklaşımına oluşturan Robert Solow, ulusal gelirdeki değişimlerin ülkelerin fiziki ve insan sermayesindeki değişiklikler tarafından belirlendiğini savunmuştur (Jones, 2001: 57). Solow’a göre, kişi başına sermayenin iki kat olması için, kişi başına yatırımın iki kat artırılması gerekmektedir (Parasız, 1997: 77).
Neoklasik yaklaşımın sınırları ötesine geçen yeni büyüme kuramcıları arasında yer alan Robert Lucas, 1988 yılındaki araştırmasında, insan sermayesi birikimi, Paul Romer ise 1986 ve 1993 yıllarındaki çalışmalarında araştırma-geliştirme faaliyeti üzerinde yoğunlaşmıştır. Romer ve Lucas “bilgi boşluklarının” (idea gaps) önemi üzerine odaklanmış ve bazı ülkelerin neden diğerlerinden zengin olduğunu açıklamaya çalışmışlardır (Jones, 2001: 58). İçsel büyüme kuramını benimseyen Romer, ekonomide kalkınma çabaları ve araştırma faaliyetleri sonucu verimli fikirler birikimi oluşturulduğunu vurgulamıştır. Ona göre, bilgi herkes tarafından kullanılan ve azalan verimler yasasına tabi olmayan özel bir tür sermayedir (Parasız, 1997: 130). Lucas, oluşturduğu büyüme modelinde, ülkeler arasındaki insan sermayesi birikiminin farklılığı üzerine yoğunlaşmış ve insan sermayesi birikiminde eğitim faaliyetlerinin önemli olduğunu vurgulamıştır. Lucas’ın çalışmasından sonra insan sermayesinin ve eğitimin büyümenin motoru olduğu kabul edilmiştir (Beauchemin, 2001: 390).
Son yıllarda eğitim düzeyi ve büyüme hızı ile ilgili en önemli çalışmalar Robert Barro (1991, 2000) ve Barro ve Lee (1993)’e aittir. Barro, bir ülkedeki altyapı yatırımlarının etkinliğinin artırılmasının, sermayenin verimliliğine olumlu etkide bulunacağını ve böylece üretimin, büyümenin yükselebileceğini savunmaktadır. Bu bağlamda, R. Barro (1991), J. Benhabib and M.M. Spiegel (1994), N. Islam (1995), çeşitli okullaşma düzeyleri ile kişi başına büyüme arasında istatistiksel olarak pozitif ilişki olduğunu kabul etmektedir. Bu ekonomistlere göre, ülkeler eğitim altyapısına sahip oldukları sürece, yeni teknolojileri kullanabilmekte ve kalkınma sürecinde teknolojinin daha hızlı ilerlemesini sağlayabilmektedir. Yoksul ülkeler teknolojilerini gereken düzeyde artırabilirse zengin ülkelere erişme şansına sahiptir.
Romer ve Lucas öncülüğünde ortaya atılan görüş, bazı ülkelerin diğerlerinden daha zengin olmasının nedenini bilgi birikimine bağlamaktadır. Diğer taraftan, büyüme kuramının bu yöndeki öngörüleri bazı amprik çalışmalarla test edilmiş ve sürpriz bir şekilde, eğitim ile büyüme arasında kesin bir bağlantı bulunmadığını gösteren makro ekonomik kanıtlar ortaya çıkarılmıştır (Jones, 2001: 58). 1990’lı yıllarda eğitimin ekonomik etkileri üzerine çalışanlar ikiye ayrılmıştır. Mikro büyüme modellerinde, eğitimin gelirin önemli bir bileşeni olduğu kabul edilmiştir. Makro büyüme literatüründe ise, farklı ülkelerde ortalama okullaşma düzeyindeki değişim ile ekonomik büyüme hızı arasında bir ilişki olmadığı vurgulanmaktadır (Krueger, 1999: 3).
Yatay kesit verileri ile yapılan çalışmalarda okullaşma düzeyi ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğu bulunmuştur. Ancak, zaman boyutu dikkate alınıp panel verilerle analiz yapıldığında okullaşma düzeyi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki anlamlı, ancak negatif çıkmaktadır (Knight; Loayza; Villanueva, 1993: 530). Daha sonraki araştırmalarda, insan sermayesinin tek başına önemli olmadığı, ülkenin dışa açılmasının gerektiği ve ancak, bu durumda, insan sermayesinin daha kaliteli hale gelebileceği üzerinde durulmuştur. Bir ülkenin, gelişmiş ülkelerin ulaştığı verimlilik oranına ulaşma hızı yeni teknolojileri taklit edebilme kapasitesine, eğitim seviyesine ve ekonominin dışa açılma oranına bağlıdır. Bir ülkenin dışarı ile ilişkileri ne kadar fazla ise, yabancı teknolojiyi tanıma olanağı o kadar artar. Mevcut teknolojinin daha verimli kullanılabilmesi ve taklit edilebilecek teknoloji sayısının çoğalması, diğer ülkeleri yakalayabilme olanağını yükseltilebilecektir (Berthelemy; Dessus; Varoudakis, 1996: 7).
Ekonomi literatüründe yaygın olan görüşe göre, gelişmekte olan ülkeler, teknoloji transfer programları ile gelişmiş ülkelerden daha fazla sermaye ve teknik uzmanlık temin edebilmekte, ekonomik yapılarını değiştirebilmekte, tarımda verimliliği artırabilmekte, eğitimli insan sayısını yükseltebilmekte, kalkınma programlarında ve demokratikleşme sürecinde katılımı artırabilir ve böylece ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı sürdürebilir hale getirebilmektedir. Bu amaçla BM, Dünya Bankası, IMF ve sivil organizasyonlar, gelişmekte olan ülkelere teknik ve maddi yardımda bulunmuştur. Ancak, ne yazık ki bu programlar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki büyük farkı kapatmaya yetmemiştir. Gelişmiş ülkeler ilerleme sürecine devam ederken, gelişmekte olan ülkeler ekonomik az gelişmişliğin içine gömülmektedir. Gelişmiş ülkeler ekonomik büyüme ve kalkınma başarısını sürdürürken, birçok gelişmekte olan ülkenin başarılı olamamasının nedeni insan faktörüdür (Adjibolosoo, 1998: 5-6).
Beşeri sermaye stoku ve bunu artıran bir faktör olarak eğitim, ekonomik, sosyal ve politik kalkınmanın ilerletilmesinde önemli bir faktördür. Örneğin, eğer eğitim bir kişiyi mal üretiminde daha verimli yapıyorsa, beşeri sermayenin önemi büyüktür. Ayrıca, eğitim, bir ekonomide üretimin değerine ve eğitimli bireyin gelirine katkıda bulunabilir. Bununla birlikte, aynı gelir düzeyinde bile, bir kişi eğitimde, okumada, iletişimde, tartışmada, daha fazla bilgilenme seçeneğine sahip olabilmede ve diğer insanların gözünde saygın olabilme konusunda eğitiminden yararlanabilir. Bu nedenle, eğitimin yararları, onun mal üretiminde insan sermayesi olarak kullanılan rolünü aşmaktadır (Sen, 1997: 1959).
Şekil 7. İnsan Faktörüne Dayanan Ekonomik, Sosyal ve Politik Kalkınma Süreci
İnsan Faktörü
1.Deneyim
2.Değerlendirme
1.Tasarlamak
2.Düşünme
Fikir Üretmek
1.Buluş
2.Yenilik
Araştırma-Geliştirme
1.İlham
2.Felsefe
3.Kuram
1.Bilgi
2.Zeka
3.Bilgelik
Teknolojik Gelişim Sağlamak
Kurumlaşma
Planlama
Denetim
Yönetim
1.Kurallar 3.Bilim
2.İlkeler 4.Sanat
Kültür
Ekonomik, Sosyal ve Politik Kalkınma
Kaynak: Senyo B-S.K. Adjibolosoo, “Rethinking Development Theory and Policy A Human Factor Critique”, Praeger, Westport, Connecticut London, 1999, s.66.
Ekonomik, politik ve sosyal kalkınma, insan faktörünün gelişmesi ile sağlanabilir. İnsan kapasitelerinden kalkınmaya geçiş sürecinde yer alan etkenler Şekil 7’de gösterilmiştir. Bir ülke, etkin bir sosyal, ekonomik ve politik kalkınma sağlamak istiyorsa araştırma ve geliştirme (AR-GE) faaliyetlerine öncelik tanımalıdır. Bilgi edinme, var olan bilgiyi kullanabilme düzeyini geliştirme ve teknolojik yenilikler yaratabilme süreci, kalkınmaya temel oluşturacak kültürün ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bu kültür ekonomik, sosyal ve politik gelişimi beraberinde getirecektir.
Dostları ilə paylaş: |