İletişime Giriş


İNSAN SAYISINA GÖRE SINIFLANDIRMA



Yüklə 0,64 Mb.
səhifə8/14
tarix17.03.2018
ölçüsü0,64 Mb.
#45826
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   14

İNSAN SAYISINA GÖRE SINIFLANDIRMA

İletişimi iletişimde bulunan insan sayısına göre gruplaştırırsak, karşımıza kişinin kendiyle iletişimi, ikili yüz yüze iletişim, aracılanmış (örneğin telefonla) iletişim, grup ve gruplar arası iletişim, kalabalık ve kitle iletişimi çıkar.

      1. Küçük Grup konumunda iletişim

Grup iletişimi grup içi ve gruplar arası iletişim olarak kendini gösterir. Grup içi ve gruplar arası iletişim genellikle ırk, seks, yaş, siyasal tercih gibi özelliklere göre ayırt edilerek incelenir.

Eğer iletişim ilişkisi bir kişinin bir gruba konuşması biçimindeyse, iletişim yapısal özelliğine göre, bu tür konferans, konuşma, ders, tanıtım, reklam, vaaz olabilir.

Eğer gruplar arası ilişkileri kültür ölçeğine göre yaparsak, kültürler arası iletişim konusu önümüze gelir.

Grup iletişimi aynı zamanda belli amaçlar için örgütlenmiş grubu da içerir. Örgütlü grup iletişimi örgütlerin yapısına göre değişir. Bunlar da siyasal, ekonomik ve kültürel amaçlı örgütlü gruplar olabilir.



      1. Geniş grup konumunda iletişim: Kitle

Sayının yanında iletişimin olduğu yerin aynılığı da ölçü olarak alınırsa, önümüze siyasal söylevlerin verildiği kitle-söylevleri; kitle-kandırma veya kitle-kışkırtma amaçlı propaganda kampanyaları; kitle hareketleri, kitle-gösterileri, grevler, öğrencilerin okul-işgalleri, fabrika işgalleri; hacca gidenlerin kitle ibadetleri gibi kitle iletişimi türleri ortaya çıkar. Bu iletişim türleri eğer egemen güçler içinse, meşrulaştırılmış gayrımeşruluğun (egemenliğin) meşruluğu içine girer ve belli çevrelerce alkışlanır. Eğer egemen çıkarlara aykırı veya karşıysa, gayrımeşru ilan edilip tokatlanır. Dikkatinizi çekeyim, buradaki kitle iletişimini sakın kitle araçlarıyla (örneğin TV. ile) yapılan iletişim olarak almayın. Belirttiğim ölçüler içinde, kitle medyası iletişimi kitle iletişimi değildir. Eğer iletişim sadece (a) "gönderilen bir mesajı" alma ve (b) alana "teşekkür ederim veya al mesajını çal kafana" diye bağırma ve (c) çevresindekilerin de katılması olanağını vermeyen bir şekilde kişileri birbirinde koparılmış bir biçimde konumlandırıyorsa, bu iletişim hepimizin bildiği modern medyalı kitle iletişimidir.

      1. Kalabalık iletişimi

Pozitivist-ampirik iletişim yaklaşımlarında, özellikle iletişimin propaganda içinde incelendiği 1940’lar, 50'ler ve 60'larda, iletişim yüz yüze iletişim, grup iletişimi, kalabalık ve kitle davranışı sınıflandırması yapılarak incelenirdi. Fakat "kalabalık" ve kitle kavramı ayaklanma ve başkaldırıların incelenmesi ve kontroluna eğilmeyi getirdiği için, dayanışmayı ima eden yüz yüze iletişim, bireyciliği ifade eden kişiler\bireyler arası iletişime çevrildi; Kontrol edilemediği ve McDonalds'dan yeme ve Pepsi içme için McDonalds'in kapısına, ve Levis giyme için Levis mağazasına yöneltilebileceği pek karanlıkta kaldığı için kalabalık önce sokakta bırakıldı ve sonra popusunun üstüne oturup adam gibi tüketiciliği öğrenmesi için işten çıkar çıkmaz eve (veya birahaneler, kuaförler gibi herhangi bir tüketim-dört duvarı içine) hapsedildi. Evden çıkınca da alışverişe gönderildi. Kitle, siyasal kitle nutuklarıyla birlikte, yüz binlerin tehlikeli bir şekilde toplandığı ve dayanışmaya girdiği fiziki ve duygusal yakınlık alanından alınıp, televizyona getirildi, ve kitle iletişimi televizyon, radyo ve gazete oldu. Bu oluşturmayla, kitle evlerinde tek tek yakalanan bireyler şekline sokuldu.

Kalabalık kavramı (a) sokaktaki, dışarıdaki, (b) sayıca çok ve (c) birbiriyle ortaklığı kalabalığı oluşturmadan öte gitmeyen insan grubu veya seli olarak özetlenebilir. Kalabalık genellikle kitle kavramıyla eş olarak ve “sokaktaki, grevdeki, gösterideki” çalışan sınıfları anlatmak için kullanıldı. Kimi burjuva aydınlarının “eleştirisinde,” kitle kavramı, toplumun bayağılaşması ve yozlaşması olarak nitelendi. Psikoz-patalojik (psikolojik bakımdan hasta) aşağı tabakadan insanların, anarşistlerin, devrimci işçi ve sempatizanlarının “tehlikeli sınıflar" oluşturduğu ileri sürüldü. "kitle toplumuna" karşı uygarlığın kültürel mirasının korunması gerekliliği savunuldu. Kitlelerden korkunun ve kontrol gerekliliğinin belirtildiği klasik yapıt Gustave Le Bon'un 1895'deki Kalabalığın Psikolojisidir. Le Bon kitle toplumunun kendi arzuları tarafından yönetilmeyen otomatonlar ürettiğini savundu; kitle toplumunun ve kentlerde toplanan "tehlikeli sınıfların" (çalışan kitlelerin) çıkışını, elitlere, mülkiyete ve mülk sahiplerine amansız bir tehlike olarak niteledi. İnsanlar arasındaki eşitlik düşüncesinin düşmanı elbette sadece Le Bon değildi. Thomas R. Malthus da aynı paralelde görüşe sahipti. Malthus’un "nüfus" teorisi, hala aynen yeni-sömürgeciliğin ve Türkiye gibi yeni-sömürgelerdeki öğretim üyelerinin çoğunun "sürdürülebilir kalkınma" sorunlarında ve sorun çözümünde kullanılmaktadır. Malthus ve günümüzdeki izleyicileri aşağı ve düşük sınıfların" "sefilliğini" ve "mutsuzluğunu" kapitalist yapıya değil evrensel "doğal yasaya" (=Hobbes'in orman kanunuyla meşrulaştırılan yaratılmış eşitsizliğin ve sömürünün doğallaştırılmasına) bağlarlar; bu "sefiller" sürüsünün sefillikten kurtulmalarının ve toplum kalkınması çabalarına ana engeli kaldırma çaresi olarak da "nüfus kontrolünü" öne sürerler. Nüfus kontrolü fikri sosyal bilimlerin hemen her dalında önem kazanmıştır. İletişim sosyolojisi ise, doğum kontrolu ve nüfus azaltma politikalarının saptanması ve yürütülmesinde araştırmalarla ve iletişim örgütleri de günlük ileti biçimleriyle katıldılar. Bu katılma Türkiye gibi ülkelerde hala bütün hızıyla devam etmektedir.

20’nci yüzyılın başından hemen sonra, "canice teşvik edilebilir" kalabalık ve kitlelerden korku, hem yeni yasalarla giderilmeye çalışıldı, hem de "yumuşak ve parlemanter tartışmalarla dolu, kabine krizleriyle çıkmazda bocalayan ve iş yapmasını bilmeyen, grevleri ve komünistleri bastıramayan" burjuva rejimlerinin faşist ve Nazi uzantısının kitleleri milliyetçi davullarla ve zorbalıkla susturması biçimine dönüştü. Kitlelerin bu tür kontrolü Kapitalist batıda ikinci dünya savaşından sonra, sendikaların burjuvalaşması, sosyal sigortalar, işsizlik sigortası ve tüketici kitle kültürünün geliştirilmesiyle yeni bir biçim aldı. Diğer ülkelerde ise, ne zaman kitlelerin örgütlü başkaldırısı güçlendiyse, o zaman ordu örgütlü direnişin kafasını silahla kırarak işe el koydu. Ordunun işe el atması elbette toplumu soymadaki siyasal-ekonomik faaliyetlere kendilerini zenginleştirme ve kaba güçle idareyi kendi ellerinde tutma hevesini de getirdi. Latin Amerika ülkelerinin hemen hepsinde, Afrika’nın, Asya’nın ve Orta Doğunun çoğu ülkelerinde askeri cuntalar siyasal idareyi ellerinde tuttular, sivil birkaç aile ve uluslararası şirketler böylece kendilerini emin hissederek sömürülerine ortaklaşa devam ettiler. Ordunun geliş ve gidişleri oyunu bu ülkelerde devam etmektedir.

İletişim kuramında Le Bon'un "kitle" anlayışı Lasswell'ci görüşte de yansır. Korkuyu biraz azaltan gelişme, Gabriel Tarde'nin öncülüğünü yaptığı "taklit eden" "halk\kamu" ve "halk\kamu oyu" anlayışının yaygınlaşmaya başlaması oldu: Halk\kamu geleceğin sosyal grubudur. Kalabalık "diğerlerinin gözüyle faaliyet" tarafından saptanan fenomendir. Halk\kamu "diğerlerinin düşencesine saygı" tarafından saptanan kültürlü ve medenileşmiş fenomendir. Tarde'nin görüşü güçlü liderlikle kitleleri kontrol peşindeki Avrupa’da pek tutmadı. Fakat Amerika'da tutumlar ve halk oyu araştırmalarının temeli oldu. Tutumlar ve halk oyu araştırmaları neden yapılır? Anlama ve politika saptamalarına ve uygulamalarıyla kontrol nedeniyle. Tutumun 1935'lere kadar olan egemen tanımı Gabriel Tarde'nin kitle analizini yansıtan "bir kişinin bir değere karşı olan düşünce durumu" olarak anlaşılıyordu. 1935'de Gordon W. Allport bunu bugünkü sosyolojik tanıma değiştirdi: (a) tecrübeden geçerek örgütlenmiş, (b) ilgili olduğu durumlara ve objelere kişinin tepkisi üzerinde direktif veya dinamik etki çıkaran (c) ussal ve sinirsel hazır olma durumudur.

Pozitivist okul aydınları psikoloji, sosyal-psikoloji, psikoz-pataloji, sosyoloji, siyasal bilimler ve iletişim gibi dallarda saha ve lâboratuar araştırmalarıyla insan tutum ve davranışlarını anlama ve egemen güçlerin çıkarı yönünde kontrol mekanizmaları getirme girişimlerine başladılar. Belki de şimdiye kadar milyona yakın araştırma yapılmıştır. Kontrol mekanizmaları soğuk savaşta ve sıcak savaşta temel farklılıklar gösterir. Soğuk savaşı Amerika ile Rusya arasındaki savaş olarak almıyorum, örgütlü bir sömürüyü sürdürmede silahlara başvurmadan yapılan iç ve uluslararası savaş olarak kullanıyorum. Çünkü Amerika ve Rusya arasındaki soğuk savaş benim kullandığım anlamdaki savaşın bu iki güç arasında olan yansımasından başka bir şey değildi. Bunun anlamı da çok açık: Soğuk savaş bitti iddiası belli bir örgütlü karşı-güce karşı olan soğuk savaş bu gücün çözülmesiyle sadece bu çözülen güçle ilişkide ortadan kalktığı gerçeğinden öte bir anlam taşımaz. Yoksa, soğuk savaş her an, her gün kapitalizmin fabrikalarında, iş yerlerinde, okullarında, parlamentolarında, bütçe ve ücret politikalarının saptanması ve uygulamalarında, televizyonlarında, başbakanlarının demeçlerinde, adalet sisteminin ve ordunun varlığında, kısaca günlük burjuva materyal ve ideolojik faaliyetler ağı içinde bütün dünyada devam etmektedir. Peki sıcak savaş? Sıcak savaşlar yaşadığımız yıllarda daha çok iç savaşlar biçiminde olmaktadır. Bunları da kabaca iki grup içine çökertebiliriz. Birinci gruptakiler çöken eski-sovyetlerdeki ganimet kapışma mücadeleleridir ki bu iç savaş biçiminde kendini göstermektedir. Bu ganimet kapışma ve çoğa konmak bir ırkın egemen olduğu her Sovyetde kısa zamanda halledildi. Fakat ırk farkları olan Yugoslavya gibi yerlerde, ırkçılık bu ganimet paylaşma anlaşmazlığına katıldı. Bu da savaşı ikinci türe döndürdü: Diğer bir ırkın yönetici sınıflarının sömürgeleştirme çabalarına karşı silahlı bağımsızlık direnişi. Bu bağımsızlık direnişinde, Bosna'da olduğu gibi, liderlik, gene ganimet paylaşma yarısındaki burjuva-anlayışlı liderliğin elindedir. İkinci grup sıcak savaş, Bosna örneğinde olduğu gibi ırksal bağımsızlık savaşını içerir. Bu tür savaş ırksal farklılıkların olduğu ülkelerin çoğunda çeşitli ölçülerde, sıcaktan soğuğa ve soğuktan sıcağa, koşullara göre, zaman içinde değişerek verilmektedir. Amerikan emperyalizminin petrol çıkarlarını Körfezde koruma savaşı yanında, yeni- Rusya’nın örneğin Çeçenler üzerinde uygulamaya çalıştığı yeni-emperyalist emelli sıcak savaş biçimini görmekteyiz. Bütün bu soğuk ve sıcak savaş biçimlerinin egemen iletişimi daima demokrasi, özgürlük ve barış biçiminde sunulur.)

Le Bon'un kitabı yer yer Hitler tarafından Mein Kampf'da çalınarak kendine mal edildi. Faşist ve Nazi kaba gücü meşrulaştırmada August Compte'in "düzen ve ilerleme" fikri Latin Amerika gibi ülkelerdeki askeri, toprak ağası ve yeni-burjuva ortaklığındaki yönetici sınıfların sloganı oldu. Pozitivizmin "düzen ve ilerleme" tutuculuğu ve baskıcılığı ikinci dünya savaşından sonra Latin Amerika'da "vatanın bütünlüğü, aile değerleri ve dinin kutsallığı" ve diğer ülkelerde "vatanın bütünlüğü, demokrasi, özgürlük ve düzeni koruma" adına demokrasi, eşitlik, özgürlük isteyen insanların (özellikle gençlerin) katliamlarında slogan olarak kullanıldı. Günümüzde bu siyasal iletişime “dengeler” kavramı katıldı.



    1. ARACA GÖRE SINIFLANDIRMA

Araca göre sınıflandırmayı yaptıktan sonra, açıklamak için birkaç yaklaşım yolu tutulabilir: Örneğin, dilin doğasal özelliklerinden ve kıvrılarak nasıl ses çıkardığından bahsedersin ve işi bitirirsin. Ya da bir adım ileri gider çıkan sesin karakterine eğilirsin: Kalın mıydı, ince miydi, bariton muydu, duyulacak kadar mıydı yoksa yüksek miydi. Belki biraz daha ileri gidip, sesli iletişimin çok yüksek olmasının "etikle\ahlakla" ilgili anlamaları üzerinde tartışma yaparsın. Belki de çok daha ileri giderek, özel teşebbüsün, pardon özgürlüğün ve fırsat eşitliği ve demokrasinin düşmanı diye egemen güçlerce suçlanma olasılığını göze alıp, kıvrılan dile bakar ve "bu kimin dili, neden şöyle değil de böyle kıvrılıyor, ne için ve kimin için kıvrılıyor?" diye sorarsın. Böyle sorarsan, eğer kazara yeni doktoranı almış ve bir üniversiteye yardımcı prof olarak kapağı atmışsan, birçok ülkede genellikle başına iş açacağına garanti olarak bakabilirsin. Bu tür engelleme ve bu son soruya benzeri sorulardan kaçınma veya düşmanlık iletişimi Türkiye gibi ülkelerdeki üniversite çevresinde edepsizliğin bile yüzünü kızartacak bir biçimde yapılmıyor mu dersiniz?

    1. İLETİYE\MESAJA GÖRE SINIFLANDIRMA

Bu ayırım mesajın içeriğine, mesajın içeriğinin kime seslendiğine, mesajın neyi sattığına göre yapılabilir. Bu bakımdan klasik ayırım şöyledir: Haber, eğlence ve eğitim. Buna enformasyon, spor, reklam ve müzik de eklenerek "kapsamı genişletilir."

Mesajı ölçek olarak alıp yapılan sınıflandırmada, evvel zaman içinde kalbur saman içinde propagandası ve ideolojisi vardı, fakat 1960'lardan sonra egemen iletişim sunumlarında bu ortadan kayboldu. Şimdi, egemen iletişime girişte, mesaja göre sınıflamada, TV'de haber, eğlence ve eğitim ayırımı vardır. Peki reklama ne oldu? Reklam reklamcılık derslerinde etken reklam hazırlama için ayrıldı. Gazetede ise içerik gene haberler, yorumlar, spor ve eğlence olarak belirlendi. Radyoda ise müzik, müzik-haber, haber-müzik, haber, spor olarak... Radyolar tek mesaj veren yapıya dönüştürüldüğü için Pop müziği radyosu, hard-rock radyosu, haber radyosu, konuşma, küfür ve hakaret radyosu gibi sınıflandırılır. Mecmualar da siyasal, ekonomik, eğlence, kadın ve seks satan, çocuk korku-vahşet çizgi, genç music mecmuaları gibi birçok sınıflandırma içine ayrılabilirler.

Siyasal içeriğe göre iletişimin ve ürünlerinin ayrılması da kullanılan siyasal ölçeğe göre çeşitli şekilde sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmada genellikle sol ve sağ ayırımı yapılır. Sol ve sağ ayırımda egemen yaklaşım, her ikisini de arzu edilmemesi gereken, demokrasi ve özgürlüklerle uyuşmayan olarak nitelenir. Bu ayırımı yapanlar kendilerini açıkça veya ima ile sol ile sağ arasında "demokrasi ve özgürlüğün olduğu yere" (=özel teşebbüs sisteminin uluslararası firmalarla egemenlik kurdukları düzene) koyarlar.

Siyasal iletişim pozitivist-ampirik okulda seçim süreçleri ve oy verme davranışları içine sıkıştırılmıştır. Hem üniversite hem de medya çevresinde siyasal iletişim seçimler, seçme ve seçilme hakları, seçim propagandaları, parti platformları, seçmenlerin parti tercihleri üzerinde dururlar. 1960'ladan önceki "siyasal insan" ve bu insanın tutumları, günümüzde hangi partiyi tercih ettiği alanına indirgenmiştir. Kısaca parlamenter sistemin süreçleri dışında "siyasal" yok sayılır. Siyasal iletişim böylece devletin siyasal kurumları içıne hapsedilerek hem ekonomiden ayrılır, kopartılır, hem de ekonomiyi düzenleyen (veya kötü hükümet uygulamalarıyla bozan) güç olarak sunulur. Siyasal iletişim kesinlikle bu kadar dar ve yalnış yönlendirici çerçeve ötesindedir. Siyasal iletişim oy ve seçim ötesinde, aile, ekonomik, kültürel ve bütün siyasal kurumların günlük faaliyetlerinin bütünleşik bir parçasıdır. Siyasal iletişim ekmek üretiminden tut spora kadar toplum yaşamının her alanını içine alır. Her toplumsal birimin kültürel ve ekonomik kararları aynı zamanda siyasal kararlar ve her kültürel ve ekonomik etkenlikler siyasal boyutlar taşır. Dolayısıyla, nesnellik taslayan medya, "siyasallığı" kabullenmeyen ve idelojiden uzaklığı ima eden eğlence ve çocuk programları, haberler de, siyasal iletişim olarak sınıflandırılıp, ele alınıp incelenebilir ve kesinlikle incelenmelidir. Eğlencenin eğlence olarak tanımı ve bu tanımla yapılan eğlence faaliyetleri ve eğlencenin uygulamalı içeriği, günümüzde, bu faaliyetleri de gasp eden ve yönlendiren egemenliğin ve buna karşı olan mücadelenin ifadelerini taşır. Bu ifadeler de sadece eğlence diyerek bir "nütrallik" verilip ekonomiden ve siysaetten ayrılamaz. Böyle bir ayırım yapıldığında, ki egemen sosyal, siyasal ve ekonomik bilimler bunu yapmaktadır, bu ayırım siyaset iletişıminde belli bir siyasal ideolojinin kendine meşruluk ve evrensellik verme çabasını anlatır. Eğlence faaliyetleri (ister piknik isterse televizyonda bir programi seyretme olsun) ne siyasaldan ne de ekonomiden bağımsız ve onların dışındadır. Aksine, insanlar bu etkenlikleriyle bile ekonomik ve siyasalın amacı, aracı ve konusu olurlar. Dolayısıyla, iletişimi mesajın içeriğine göre sınıflandırırken (haber, eğlence, spor, reklam, müzik gibi), bu sınıflandırdırmaların her birinde ideoloji, siysal, ekonomik ve kültürel boyutların olduğunu unutmamak gerekir. Daha da önemli olarak, iletiye göre sınıflandırmayı, siyasal iletişim, ekonomik iletişim, kültürel iletişim olarak yaptığımızda, bu ayırımı sadece analiz için yaptığımızı unutup, her birine birbirinden bağımsızlık ve özerklik verme hatasına düşülmememli. En masum ileti bile ekonomik, kültürel, ideolojik, siyasal boyutlar ve anlamlar taşır. Bu anlamlar da bu boyutların ortaklaşa ve birbiriyle bütünleşik bir biçimde çalışmasıyla biçimlenir.



    1. DEVLETİN ROLÜNE GÖRE SINIFLANDIRMA

Bu tür ölçeğe göre sınıflandırmada en klasik örnek, hala Kapitalist iletişim okullarında sunulmaya devam edilen, Siebert, Peterson & Schramm'ın (1956) 4'lü sınıflandırmasıdır: Otoriter toplumlardaki (örneğin krallıklar, parlementolu monarşilerdeki) otoriter iletişimi; İlk kapitalist demokrasilerin liberal iletişimi; Yirminci yüzyılın kapitalizminde toplumsal sorumluluk iletişimi; Sovyet komünizminin totaliter iletişimi. Bu ayırım kapitalist sisteminin satışını yapan ideolojik yanlılığı yansıtır. Sonradan D. McQuail tarafından yapılan eklemeyle de zenginleştirilen bu ayırım kapitalist dünyanın egemen olduğu ülkelerde de, bu ve benzeri kitapların tercüme edilmesi ve bu görüşün sorgusuz yansıtılmasıyla yaygın bir şekilde benimsenmiştir.

Pozitivist okul devletin kapitalist sistemler içindeki iletitimle ilgili faaliyetlerini dört grup içine koyar (Siebert, 1960): (1) kısıtlayıcı kurum olarak faaliyetleri; Bu faaliyetleri devletin iletişimin içeriğinin kontrolu ve böylece belli içerikteki iletişimin (örneğin açık seçik, müstehcen, ahlak bozucu içeriğin) yayılmasını engelleyen faaliyetleridir. (2) Yasalarla düzenleyici kurum olarak faaliyetleri: Bu faaliyetleri iletişimin düzenlemesini getiren faaliyetlerdir (örneğin TRT kurumunun anayasal düzenlemesi, ifade ozgürlüğünün yasal sınırlanması, devletin "yıkıcı-ifadelere" karşı ceza kanunlarıyla korunması). (3) Kolaylaştırıcı, yardım edici kurum olarak faaliyetleri: Teşvikler vererek iletişim endüstrisinin gelişmesini sağlamak. (Bu elbette kapitalist Batıda iletişim endüstrilerinin devlet kanalıyla çıkar sağlamasını getirir; Türkiye gibi ülkelerde ise, çok daha farklı kullanımlar ve devleti soymaları ortaya çıkartır.) ve (4) İletişime katılan kurum olarak: Bu katılım devletin kendi medyasını kullanması veya özel medyayı kullanarak halkla iletişimidir.

Devletin rolüne göre sınıflandırma ve devletin iletişımdeki rolü ile ilgili eleştirici ve karşıt görüşler özellikle K. Marks ve Gramsci'den esinlenerek geliştirilen yaklaşımları içerir. Bunlar da Frankfurt okulu, Althusser, Schiller, Smythe, Hall, Williams ve neo-marksistler tarafından geliştirilmiştir (bk: Alemdar ve Erdoğan, 1990).


    1. ÖRGÜT SAHİPLİĞİNE GÖRE SINIFLANDIRMA

Bunun en klasik biçimi iletişim örgütüne sahipliğe göre yapılandır: Kamu teşebbüsü, karma teşebbüs ve özel teşebbüs sınıflandırması... Tutucu okulda kamu teşebbüsü özgürlüklerin kısıtlayıcısı ve özel teşebbüs ise teşvikçisi ve geliştiricisi olarak nitelenir. Bu sınıflandırmanın kapitalist sistemde özel teşebbüsün ekonomik örgütlenme biçiminin farklı karakterlerine göre genişletilmesi, gerçi daima rekabet eden güçler arasında sürekli tartışma konusu olmuştur, fakat iletişimi okullarına 1970'lerde getirilmeye başlamıştır. Daha çok "ticaret\iş" ve ekonomi dallarının içinde incelenmiştir. Sahiplik sınıflandırması ekonomik bilim kavramları çerçevesinde örgütlenme biçimleri olarak sunulmuştur. Burda (bağımlı veya bağımsız) tek firmalar, zincirleme yatay olarak birbirine bağımlı yatay bütünleşmeyi\entegrasyonu getiren şebekeler, dikey bütünleşik tekeller, iletişim holding'leri gibi sınıflandırmalar ortaya çıkmıştır (Bak: Erdoğan, 1995a). Bu sınıflandırma ile liberaller (ve tutucu okulun sağ kanadı) tarafından getirilen tartışma, rekabetin ortadan kaldırıldığı, tekelleşmenin önlenmesi, yerellliğin ve "küçük güzeldirliğin" teşviki etrafında döner.

İletişimde iletişim örgütü incelemesi yanında, firmalardaki "örgütsel iletişim" geliştirildi. Örgütsel iletişim firmalar içi iletişimi ele alır. Batının örgütsel iletişim yaklaşımı örgüt içi iletişimde klasik "gürültü" ve "mesaj hazırlama" ve de "çatışma çözümü" ile örgütsel yapının etkenliğini ve verimliliği artırma ekseni etrafında döner. Amerikan örgütsel iletişim ideolojisi Taylorism'den ayrılınması gereğini ve "katılımcı örgütsel yönetim-iletişiminin" firma için faydalılığını savunur. 1970'lerde güçlenen "katılımcı iletişim" tezi örgütsel verimi artırma çabasında, gerçekte bu alanda yeni bir endüstrinin, özellikle "communication audit" denilen firmadaki iletişimin durumunun saptanması, duyarlılık ve çatışma-çözümü araştırması ve uygulaması yapan şirketlerin çıkmasına ve palazlanmasına neden oldu. Çalışan sınıfların, "katılımcı iletişim" tezinden çıkarı "gerginlik olmayan, mutlu çalışma ortamı" vaadinden öte gitmez. Futbol takımı gibi rekabetçi "Takım olma ve dayanışma" görüşünü işçilere işlemeye çalışan bu tez, menejerlere "daha duygulu ve diplomatik olmalarını" öğretme gerektiğini savundular. Dolayısıyla, Amerikan tipi örgütsel iletişim örgüt yapısının meşruluğunu ve değişmesini değil, örgütün yönetim politikasının baskıcı ve otoriteryan biçimden Makyavelci kandırma biçimine dönüşmesi gerektiği üzerinde durur.

İletişim örgütlerinin incelemesinde ise ağırlık iletişim profesyonellerinin "profesyonel özgürlükleri" üzerinde toplanır. İletişim örgütlerinde çalışan "işçi sınıfı" ele alınmaz, yoktur.

Ancak 1970'lerin sonlarına doğru, liberal iletişimciler mülkiyet konusunu okullara getirmişlerdir. Burada, Sponsorluk sistemi (iletişim örgütünün ürünlerinin reklam veren şirketler tarafında direk veya reklamla desteklemesi) ve iletişim örgütlerinin örgütsel yapısı, tekelleşme eğilimleri ve devleşmeleri sunulmuştur. Örgütsel yapı ile ilgili tartışmalar genellikle tekelcilik ve bu yönelimin engellenmesi çareleri arasında döner. Tekelleşme yerine yerellik tezi öne sürülür. Fakat yerel "bağımsız" medyalara bakarsak, içerik bakımdan diğerlerinden farklı değildir ve ayrıca program üretimi pahalı olduğu için şebeke programlarına abone olurlar ve\veya eski programları kelepir fiyata alıp tekrar tekrar sunarlar. Türk televizyonlarında benzeri yansımaları görmekteyiz.

Türkiye gibi ülkelerde, mülkiyet konusu, "kamu ve özel" tartışması ve mücadelesi içine sıkıştırılmıştır. Kamu ve özel arasındaki niteliksel farka bakmak çok az kişinin aklına gelmektedir veya gerçeği görüp saklamaktadır. Kamu sistemiyle özel sistemin sunumları ve amaçları arasında ne denli niteliksel farklar var? Özel teşebbüse karşı mücadelede, Kamu iletişim organını yitirmeyle kaybedilen ne? Kamuyla korunmak istenen ne? Kamu iyi ise, kamuyu iyi yapan ne? Özel'in kötülüğü nerde yatıyor? Bunların kesinlikle saptanması gerekir. Saptansın veya saptanmasın, egemenlik ilişkileriyle olacak zaten olmaktadır. Fakat hiç değilse, yeni mücadeleler ve mücadeleyi anlamak için, bu sorularıma ve benzerlerine gerçekci olarak cevap aranması ve bulunması gerek.


    1. GERİ-İLETİŞİME GÖRE SINIFLANDIRMA

Geri iletişime göre sınıflandırmaya rastlanmaz. Fakat iletişımi ve geri iletişimi (daha doğrusu boyun sunma ve mücadeleyi) daha iyi anlamak yapılması gerekir. Ayrıca geri-iletişimin ne olduğu üzerinde ayrıntılı olarak durmak, bu kavramı ortaya atanların ideolojisini ve iletitimde egemenlik ve mücadeleyi anlamak için zorunludur.

Geri-iletişimi zaman açısından ele aldığımızda önümüze: Anlık geri iletişim (tepki) veya gecikmiş-geri iletişim ayırımı ortaya çıkar. Anlık geri iletişim yüz yüze ve telefon iletişiminde olandır. Gecikmiş geri iletişim ise mektupla, telgrafla olandır. Bu tür ele alışta egemen anlayış, iletişimin işletildiği değil, en iyi şekliyle bireysel kararlara göre işlediğidir.

Geri iletişimi egemenlik ilişkileri konumu içinde ele alırsak, o zaman karşımıza farklı bir görümüm çıkar: Geri-iletişim arzuyla boyunsunmadan şiddetle karşı gelmeye kadar çeşitlen biçimler gösterir.

Ne anlık geri iletişim ne de gecikmiş geri iletişim, güç ilişkilerinden bağımsız olarak olur. Her ikisi de, güç ilişkilerinin karakterine göre şekillenirler. Örneğin, iletişim yüzyüzedir. Bunun anlamı anlık geri-iletişim olanağı vardır. Bu olanağı kullanmak iletişimin koşullarına bağlı olarak biçimlenir ve kullanılır. Yani, geri-iletişimin karakteri sadece amaçlara göre değil, amaçların faaliyet gösterdiği güç ortamında belirlenir. Örneğin, geri-iletişim ancak iletişimin egemen amacını desteklediğinde geri-besleme olur. Geri-besleme paketlenmiş-iletişimin amacıyla uygun bir geri-iletişimin varlığına bağlıdır. Eğer geri-besleme yoksa, önümüze kaçıştan aktif karşıtlığa kadar çeşitlenen mücadele çeşitleri ortaya çıkar. Beslemenin olmaması, egemen iletişim ideolojisinde “iletişim kırılması, iletişım çökmesi” olarak nitelenir. Çare olarak da çoğunlukla “mesajların etkili bir şekilde, uygun bir biçimde yeniden düzenlenmesi” ve “iletişimle çatışma çözümlemesi\conflict resolution” öngörülür.

Yani, egemen amacın soruşturulduğu ve amaca karşıtlığın olduğu ortamda, geri-besleme değil, geri-iletişimli mücadele vardır. İletişimin dinamik yapısı belli bir andaki egemenlik ve mücadelenin durumunu gösterir.


      1. Yüklə 0,64 Mb.

        Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin