İstem ve güç ilişkileri
Hem iletenin göndermek istememesine, öyle bir amacı olmamasına rağmen arzusu dışında iletici mesajlar göndermesi hem de iletiyi alıcıların kendi arzuları dışında, istemedikleri, talep etmedikleri halde bir sürü mesajlarla bombardıman edilmesi, iletişimin sadece amaçlı olduğunu değil, aynı zamanda iletişimin güç ilişkileriyle sıkı sıkıya bağımlılığını anlatır. İletenin gücü ve güçsüzlüğü alıcının iletiyi kabul ve reddinde, arzusuna göre yorumlamasında yatar. Bu nedenle reklamlar ve siyasal propagandalar gerçekler ve yalanlarla olumlu imaj yaratma ve alıcı, taraftar toplama işine girişirler. Bir burjuva politikacısının seçim nutukları sırasında giyinişiyle, örneğin, kendini dinleyenlerden biri olarak satmaya çalışması sahtekarlığı; başını örterek kılınan abdestsiz namaz; araba satmak için arabanın yanına seksi ve çıplak kızlar yerleştirme; Coca cola ve Pepsi ile gençliği, seksi ve canlı yaşamı anlatma; sigara içme ile gene seks, eğlence, vaktini şahane güzel ve yakışıklı erkeklerle geçirme, çevresini kontrol etme hisleri verilerek yapılan hem kendine hem de iletene dönük imajlar ve değerlendirmeler...
İletenin gücü ve güçsüzlüğü aynı zamanda iletişim konumunda ve koşulunda tuttuğu yere bağlıdır: Bir işçinin giyinişiyle çalışma ortamı arasındaki uyum, o işçinin kendini ve giyimini çalıştığı ortamın koşullarına göre ayarlamasını gerektirir. Bir patron da öyle. Fakat patronun koşullara uyması ve ya uymamasının getirdiği sonuçlarla, bir işçinin koşullara aykırılığının getirdiği sonuçlar arasında epey nitelik farkı vardır. İşçi iş koşulunu değiştiremez ve uymak zorundadır. Patron işin koşullarını, işin yapısına göre belli ölçülerde değiştirme olanaklarına ve gücüne sahiptir. İşin düzenini ve bu düzen içinde kendi iletişimini kendi örgütler. Bu örgütlemede işçinin yeri ve fonksiyonu örgütlenmişe belli sınırlar içinde sağlanan özgürlük çerçevesinde uymadır.
Bir TV reklamını seyreden veya yol kenarına asılı reklamları gören veya yolda durdurulup polis tarafından aranan insan, bu iletişimi aktif olarak aramaz. Hele polis tarafından aranmayı hiç kimse amaçlamaz. Fakat planlı bir iletişime girmek zorunda bırakılır. Reklam iletişiminde amaç en ilkel biçimiyle ürünün varlığını ve marka veya ismini göz ününe sermek, bilince, bilgiye işlemektir. Polis aramasında amaç siyasal bir düzenin kendini koruması için gerekli gördüğü bir kontrol ve baskı iletişimidir ve bu iletişimin egemen siyasal otorite tarafından sunuluşu “halkın güvenliği” biçiminde olur. Yolda giderken veya evde televizyon seyrederken insanlar çok ender olarak “reklam” amaçlı iletişim ararlar. Hiç kimse üzerim aransın, polis tarafından yolda durduruluyum diye sokağa çıkmaz. Reklama veya polis aramasına rastlandığı zaman egemenlik kuran tarafın koşullarına uygun olarak amaçlı iletişim başlatılır, sürdürülür ve sonuçlandırılır. Polis araması durumunda iletişime maruz kalmak yanlış yerde yanlış zamanda bulunmak gibi bir tanımı getiren rastlantıdır. Elbette bu rastlantıda da rastlantının ötesinde yatan bazı gerçekler rol oynar: Güçlülerin yolda durdurulup aranması söz konusu olabilir mi? Rastlantı planlanmıştır. Televizyon reklamında ise, rastlantıya bırakılmayan pazar ve program yapısı ve ilişkisi vardır.
İletişimde amaç\istem (bir iletişimi istediği zaman, istediği şekilde başlatma, sürdürme ve sonuçlandırma; Bir iletişime girmeme, başlatmama, sonuçlandırmama) güç ilişkilerinden kesinlikle bağımsız değildir, aksine güç ilişkilerine bağımlı olarak biçimlenir ve yürütülür.
-
İstemediğine direniş ve mücadele
Gelelim modern denen çağdaş kapitalist yaşamın ücret\maaşlı kölelik durumuna düşürülmüşlerin amaçlı iletiyi almama veya iletiye girmeme seçeneğine: Şöyle söyleyim, gözümüzü kapasak, kulağımızdan; kulağımızı kapasak, ağzımızdan; ağzımızı kapasak burnumuzdan girerler. Daha da direnirsek, kaba güçle ikna başlar. Bağdat’a uzaktan yağdırılan bombaların ilettiği oldukça açıktı: Petrol çıkar düzenini ve ilişki biçimini bozanı biz böyle yaparız. Dolayısıyla, örneğin, çevremizi görüntü ve mesajlarıyla kirleten sayısız amaçlı iletişime girmeme olanağı elimizden alınmıştır, çünkü radyo dinlemek, televizyon seyretmek, sokağa çıkmak, işe gitmek, gezmek, misafirliğe gitmek, kısaca günlük faaliyetlerde bulunmak zorundayız. Bunları yaparken de ne gözümüzü kapatabiliriz, ne de kulağımızı. Dolayısıyla amaçlı iletişimin iletilerinin her an saldırısındayız. Bu iletiler basit bir reklamdan bir kenti harabeye çeviren bombalar olabilir. Reklamla yapılan saldırıların amacı anlık iletişimdir. Bu anlık iletişim göz göze gelme veya kulağını verdiğin bir amaçlı iletişimin arasına girerek kapama olanağını ve zamanı vermediği için amacına ulaşır. Amaç duyurmaktır, göstermek, kendi varlığını tekrar tekrar sana yanıtlamak ve yanıtlatmaktır.
Dolayısıyla amaçsız iletişim amaçsızlığında önemli amaçları gerçekleştirir. Amaçsızlığı rüzgarın önünde savrulan süpürge otuna benzer; Süpürge otu rüzgarın oynayışının kurbanıdır...
K. GEREKLİLİK, İHTİYAÇ VE AMAÇLAR İLİŞKİSİ
-
Amaç için araç
Bir iletişim aracının gerekliliği amaçlı insan faaliyetinin karşılanmasıyla bağıntılıdır. İletişim belli bir amaç doğrultusunda kontrol kurmaya veya var olan kontrolu sürdürme ve geliştirmeye yönelir. İletişimin amaçladığı kontrol ancak araç kullanımıyla elde edilebilir. Nükleer silahlar, füze atan uçaklar, savaş filoları, tanklar olmazsa, IMF, Dünya Bankası ve uluslararası sermaye uluslararasında biraz zor at oynatabilir: Borç, soygun ve talan iletişiminin sürdürülebilirliği ancak "meşrulaştırılmış" güç uygulama potansiyeli ve gerçeğine bağlıdır. Marksistlerin ideolojik egemenlik tezinde, ideolojik egemenlik, isteyerek boyun sunmaktan çok, güç kullanımıyla adalet ve ordu denen kaba güç yapısının desteklediği ve yarattığı, katılma seçeneğinin katılmama veya karşı gelme seçeneğinden çok daha verimli ve cazip duruma getirilmesi seçeneksiz-seçeneğinden dolayıdır. Araç ve aracın kullanım biçimi kendi ideolojisini getirir ve sosyal ilişkiler içinde karşıtlığı yaratır, ve araç ortadan kalktığında veya aracın örgütlenme biçimi karşıtına çevrildiğinde, ideolojik egemenlik de çöker.
En temel ve doğal araç olan dil denen kemiksiz eti ele alalım: Bu dil doğal insan iletişiminin materyal zorunluluğudur. Dilin kemiği olmadığı için her yana döndüğü ata sözünün, birçok ata sözü gibi yaşanan gerçeklerle karşılaştırıldığında en masum ve tehlikesiz anlamıyla safsata olduğu ortaya çıkar: Dil her yere dönme fiziksel potansiyeline sahip olabilir, fakat dili döndüren insan hem "diline sahip olan" insandır, yani amaçlı iletişimin örgütlenmiş koşullarına bağımlı olarak "dilini tutar." Hem de "diline sahip olmayandır," yani kendi dilini her yere istediği biçimde uzatamaz; Uzatırsa ya kesilme ya da kısaltılma olasılıklarıyla karşılaşır. "Kemiksiz dil" Aziz Nesin'in belli bir halkın korkak olduğu iddiasının ardında yatan çalışma dünyasının örgütlü terörünün kemiksizleştirdiği, daha doğrusu kemikleştirdiği dildir.
Kemiksiz dil olmayınca doğal iletişim, ses çeşidini kaybederek sessizliğe gömülür. Dünyanın sembolsel anlatımı işaretlere dayanmaya başlar.
İnsan kemiksiz dil, ağız, boğaz, ciğer ve havayı maniple ederek iletişimin gerçekleşmesinde gerekli sözlü sembolleri yaratır. Bu sembol sistemine ana-dil (veya kısaca dil) denir. Ana-dil sesle ve görüntülerle (iletişimin şekline göre, jestler, işaretler, yazı, resimle, hareketle) anlamlar iletir. Dolayısıyla, ana-dil belli kural ve geleneklere dayanan sosyalleşmiş-dildir. Dilin sosyalliği dilin evrenselliğini değil, egemenlik ve mücadeleyle bağıntılılığını anlatır. Bu da kendini, örneğin, devlete hakaret veya diliyle devletin temeline dinamit koyma suçu gibi yasaların getirilmesi, uygulanması ve buna karşı mücadelelerde ifadesini bulur.
Ses çeşitli doğal ve yapma araçlar kullanılarak üretilir. Ses iletişimde, iletişimin her öğesi gibi, hem araç, hem amaç hem de ileti olarak anlamlar taşır. "Ah!" sesi, bir iletiyi iletmesi nedeniyle bir araçtır. Sesin tonunun kullanımı en klasik amaç gerçekleştirme (mücadele ve egemenlik) politikalarından biridir. Atatürk’ün gençliğe hitabesindeki ses tonu, efendinin kölesine emredişindeki ton, kibar kapitalistin kibarlık çalışmayınca başvurduğu ses tonu, sevişen iki güvercinin ses tonu, kendisini dinletmenin tek yolunun bağırmak olduğunu bilen annenin çocuğundan bir şeyi yapmasını istemesindeki ses tonu, ve türlü çeşitli ses tonları iletinin amacını gerçekleştirmede kullandığı baskı aracıdır. Sevişmede bu baskı elbette baskı değil, paylaşmanın bir parçası olur.
"Türküler seni söyler, dillerde name adın" diyen ses, tonuna göre anlamlar ve amaçlı ilişkiye bağımlı sonuçlar taşır. Bu ses televizyondan geliyorsa, sesin ve duyguların kültür\bilinç endüstrilerinin tüccarları tarafından kolonileştirilmesi ve ticarileştirilmesini anlatır. Bir pezevenk'ten veya kıskanç bir sevgiliden geliyorsa, anlamları ve sonuçları daha da başkadır. Bu türküyü "sokaktaki ben" söylüyor ve içleniyorsam, duygu koloniciliğinin kolonisi olarak (veya erkek kadın ilişkisinde, kolonici olarak) yeniden-üretim yapıyorum. Eğer bu ses bir politikacı (başbakan veya başkan) tarafından seçmene nameler yakıyorsa, duyguların siyasal tüccarlığında kullanımına işaret eder. Örgütlü din sömürüsünde bu sesleniş, din tüccarının ezanla karışık satış çığırtkanlığıdır.
Mekaniksel ve teknolojik iletişim araçları hem dilin uzantısı hem de kesicisidirler: Televizyonla, sembolsel ses, görüntü ve hareketle olan doğal iletişim zaman ve yerden alınıp, zaman ve yeri anlatan ve, en kötüsü\iyisi, yeniden-yorumlayan bir iletişim durumu-konumuna yerleştirildi. Teknolojik araç, dilin (=amacın) uzantısı olurken, aynı zamanda insanların günlük egemen gündemlerine etki ederek ve insanlar arasında (özellikle ev konumunda) dilin kullanımına seyirle seyredenler arasında dilsizliği getirerek doğal araç ve ilişkiler üzerinde egemenlik kurdu. Hele sinema salonundaki dilsizlik, film boyu belli bir egemenliğin aktarılışını (kabulunu demiyorum) anlatır.
Aracı tanımlayan aracın kendi özellikleri ötesinde aracın amaçla olan ilişkisidir. Örneğin, televizyonun “eğlence” ve eğlenceyle birlikte gelen kültürel ve ideolojik araç olması, televizyonun kendine özge karakterinden değil, bu aracın örgütlenmesinde ve kullanılmasındaki amaçtan dolayıdır. Bir aracın kendi egemen özellikleri ötesinde kullanılması, o araca bu kullanış biçimine uygun bir karakter kazandırır: Otomobil taşım aracıdır. Otomobil birini kasıtlı olarak çiğneyerek öldürmek için kullanıldığında, taşıma aracı “silah” olur. Fakat her aracın kendi özelliklerine göre, egemen veya temel kullanım özellikleri ötesinde diğer amaçlar için kullanılma olasılıkları aracın özellikleriyle amacın özellikleri arasındaki ortak ilişkiye ve bu ilişkideki uyum derecesine bağlıdır: Örnek olarak mutfaktaki ekmek bıçağının silah olarak, elin sevmek ve dövmek için kullanılmasını verebiliriz. Gazete satın almak sadece “haber alma” amaçlı değildir; Özellikle pazar ekonomisinin rekabetçi ve psikolojik-kandırıcı ve yönlendirici ortamında, gazete satın almak klasik haberden çok tüketim haberi olarak niteleyebileceğimiz kupon toplama için kullanılır. Gazetenin kullanımı birincil amaçla okunum tüketilme sonrasında paketleme, sarma, yakma-tutuşturma gibi amaçlar için kullanılır. Evimizin seçkin köşesini kaplayan televizyon, ev halkı için belki de Truva’nın atı veya modern köleleri sirke ve arenalara bağlayan araç özelliğinden öte bir “faydaya (zarara) sahip değildir. Üzerine perde örtüp küçük-masa olarak bile kullanamayız.
Kısaca iletişim aracı günlük insan faaliyetlerindeki amaçla gerçek anlamını bulur. Bazı araçlar elbette belli amaçlar ötesinde kullanıma izin vermezler; Bazılarıysa egemen amaç yanında, zıt amaçlar dahil birçok nedenlere hizmet potansiyeline sahip olabilir. Fakat potansiyel ile gerçek yaşamdaki gerçek kullanımını birbirine karıştırmamamız gerekir.
-
Amaç, engeller ve araca neden
Dil denen aracı tatlı bir biçimde kullanıp karşımızdakini kendi anlayışımız ve amacımız doğrultusunda ikna edemeyince, çok kafamız bozulur; (a) Sahipsek bir başka ikna aracına başvururuz. Örneğin yumruğumuz. "Bak işte gerçek budur, al" der ve bunun böyle olduğunu kabul ettirmek için, bu deyişi yumruklu ileti paketi içinde sunarız. Böylece, el engellenmiş amaçlı iletişimde engeli ezerek amacı gerçekleştirme (ikna) aracı biçimine dönüşür. Bu yumruğa tepki olarak benzer bir paketleme (geri-besleme) sonucu burun direğimiz kırılırsa, olanaklarımız ve arzumuz varsa, ikna gücü daha fazla araçlar kullanma yoluna başvururuz. (b) Araçlara sahip değilsek, yaratma veya sermayemiz varsa satın alma yoluna gideriz. Yani, araç kullanma ve yaratma ihtiyacı hop diye havadan düşmez veya durup dururken beynimize dank etmez.
Eder niye etmesin ki, mesela, teli icat eden ne demiş?
Ben tel icat edeceğim.
Niye?
Canım öyle istedi de ondan.
Öyle şey olur mu ya, bir neden versene?
Çünkü Tanrıdan sonra, yaratan ve yöneten beyindir.
Al sana neden: Ben teli icat edeyim, benden sonra telgrafı icat etsinler, telgraf telleri gerilsin ve zavallı kargalar ayakları tozlanmadan tellerde gaklasınlar; Sevgilileri gurbete giden kızlar "telgrafın tellerine kuşlar mı konar" diye türkü söylesinler. Bak gördün mü beyin hem aracı hem de nedenini yarattı.
Valla, benim gördüğüm kadarıyla, eğer araç ve araca neden, materyal ilişkiler temeliyle (yani sosyal üretim ilişkileri biçimine bakarak) açıklanmıyorsa, o zaman, diğer açıklamalar belli ilişkiler sistemini meşrulaştıran kılıf örme faaliyetleridir. Bu kılıf örmede beyin cambaz olarak kullanılan bir araç görevini görür. Böylece, örneğin, yasaların yapıcısı, yüksek eğitimden geçen, kanunların ruhunu kelime kelimesine ezberleyen, bu ruhun tuttuğu ışıkta harıl harıl düşünerek ifade özgürlüğünü "devlete karşı suçla" hapse tıkan güç, Yasacı Mahmut olur. Ne iletişim değil mi: Ne biçim kesiyor!
Doğal araçlar (dil, ağız, boğaz, akciğer, hava) ve yapay araçlar (teknolojiler) birbirlerine sıkı sıkıya bağımlıdırlar. Havasız veya ses-telleri eksikse, doğal-sesli iletişim (konuşma) olanağı ortadan kalkar. Elektriksiz televizyon, benzini bitmiş araba gibidir: Çalışmaz. Hiçbir işe de yaramaz. Bu nedenle, iletişim aracı denince, kendimizi birkaç araçla (dil, radyo, televizyon, basın,) kısıtlamayalım. Dilin kullanımı sadece dilin varlığıyla gerçekleşmez, diğer biyolojik ve biyolojik olmayan belirleyici elemanlara bağlıdır. Bu elemanlarda birinin eksikliği (örneğin ses tellerinin çalışmaması, kulağın duymaması, konuşunca konuşan dile biber sürülmesi gibi) dille iletişimi ortadan kaldırmaya kadar giden sonuçlar ortaya çıkarır.
Teknolojinin birbirine bağlılığı ve bağımlılığı aynı zamanda teknolojiyi kontrol eden pazar güçlerinin egemenliğini sürdürmeye yardım eder. Basını kontrolde en etken yollardan biri de daima kâğıt politikası olmuştur. Günümüzde gelişmekte olan elektronik-basın (özellikle internetin yaygınlaşmasıyla gelişen elektronik basın) kağıdın jeopolitiğiyle gelen egemenliği bu yeni alanda ortadan kaldırır.
-
İstemler, araçlar ve mülkiyet ilişkileri
Kimi gencin hayali bütün mahalleyi ayağa kaldıracak güçte bir stereo sistemi alarak müziğin vuruşlarını hücrelerinde hissetmektir; fakat epey tuzluya mal olduğu için alamaz.
Her iletişim sermayesi rakibini herhangi bir yollar alt-edip rekabeti yok ederek kendi imparatorluğunu kurmak ister. Kurarken aynı düşle dolu olan diğerlerinin hayalleri üzerine, onlarınkini hayal yaparak oturur.
Araç var, araca ihtiyaç da var, ama araca başkaları konmuş, epey de tuzluya satıyorlar, alma olanağım sıfıra indirilmiş, ama eğer araçların ürünlerini almak istersem, sırtım tapıklanıyor, sıvazlanıyor ve "aslansın sen, kaplansın sen, velinimetimizsin sen" deniyor; Deniyor ve genellikle koca bir kazık giriyor. Ben o zaman kendi aracımı kendim yaratırım düşüncesiyle "kendi aracını kendin yarat" diye bağımsızlık teraneleri okumaya başlıyorum. Hemen "bozguncu, bölücü" diyerek tepeme biniliyor, kafam eziliyor, cebim boşaltılıyor, ve "al sana bağımsızlık" diyerekten bağımsızlık ve özgürlük dersi veriliyor. Akıllanmıyorum, gizliden gizliye bir araç keşfine girişiyorum. Keşfediyorum, egemen araç sahiplerinin iletişimiyle alay konusu yapılıyorum. Ama tutuyor: Göl ve yoğurt meselesi... O zaman, kendimi egemen güçlerin sofrasında buluyorum: Satmak ve satın alınmak.
İhtiyaçların belirmesi ve araç yaratılması da boşlukta özgürce gelişip özgürce gerçekleşmez. Belli bir araçlar sistemi içinde, bu araçların entegral parçası veya rakibi olarak oluşturulur, mücadele verir, gelişir, yutar veya yutulur, engeller veya engellenir.
Araçlar armut gibi havada asılı durmamakta ve "gel beni kullan, gel beni kullan" dememekte, canı çekse bile diyememektedir; Çünkü araçlara sahiplik ve kullanım, mülkiyet ve güç ilişkilerinin ana öğesi olarak gelir. Bunun sonucu olarak bazıları:
(a) Hem sahiptir hem de kullanabilir;
(b) Bazıları sahip olmadıkları için kullanamazlar;
(c) Başka bazıları ise araca sahiptirler, fakat kullanamazlar, çünkü "dillerini ve ellerini tutmak" mecburiyetindedirler. Ancak izin verilirse veya uygun bir biçimde kullanmak zorundadırlar.
Yani, araca sahiplik, onu istediğin biçimde kullanma olasılığını da vermez (örneğin senin olduğu söylenen, başkalarının sahip olduğu ve senin ücretli-köle olarak sahiplik iddia ettiğin VATAN denen mülk üzerinde, "bu ne lahana turşusu, zenginlikler benim; yiyen başkası" gibi teranelilerle, yeni mülkiyet paylaşımı isteyemezsin; İstersen, vatan haini veya bölücü falan ilan edilirsin, mülk sahiplerinin ikna araçlarını kullanan sahip olmadıklarına sahiplik düşleri kuran köleler tarafından, hiç değilse bir kerecik öbür dünyaya erkenden gönderilirsin.) İstediğin gibi kullanabilme güç mücadelelerinde kurulan meşrulaştırılmış düzenin tanımladığı ve göz yumduğu sınırlar içinde olması zorunluluğuyla çerçevelenmiştir. Buna rağmen gene de kullanabilir misin? Sonuçlarına göğüs germeye karar verirsen, elbette kullanabilirsin. Kullanılıyor mu? Kullanılmasaydı, insan tarihi, bizim tarihsiz Tarihçinin dediği şekilde gerçek anlamıyla "tekerrürden ibaret" olurdu: Örneğin, ta baştan beri anaları bile Türk olmayan Osmanlı imparatorlarının torunları Anadolu insanını Suudi Arabistanın şeyh aileleri gibi yemeye devam ederdi. Şeyhler niye duruyor? Ailecek kapitalistleştikleri, petrol gelirlerini emperyalistlerle paylaştıkları, Avrupa ve Amerika'da trilyonlarca dolarlık yatırımlarla kapitalist pazara entegre oldukları (ve özellikle silah teknolojisinin en baş müşterileri oldukları) için. Tabi bu arada, adalet ve ordu denen silahlı ikna araçlarını kontrol ettiklerini de unutmayalım.
Toplumlardaki iletişim araçlarının özellikleri bu sosyal biçimin gelişme seviyesine bağlıdır. Ayrıca toplumsal iletişim araçları diğer üretim araçları gibi mülkiyet ilişkisiyle bağıntılıdır. Daha açıkçası, toplumlarda, sosyal üretim araçlarını kontrol edenler aynı zamanda iletişim araçlarını ve iletişim süreçlerini kontrol ederler (Total kontrolden bahsetmiyorum, egemen kontrolden bahsediyorum; Aksi taktirde mücadelenin varlığı anlamını yitirir.). Bu kontrol sadece sahiplikle değil, mülkiyet ilişkileriyle gelen siyasal biçimlenmenin yasaları, kurumları ve kurallarıyla sağlanır ve teminat altına alınır. Neden? Korunması zorunluluğu duyulduğundan. Bunun anlamı ne? Egemenliğin kendiliğinden oluşmadığı ve karşı mücadelelerin olduğu.
Araç amaç ilişkisine bakarsak, aracın belli bir teknolojik ve ideolojik yapıyı ifade eden ve o yapının çerçevesi, sınırı ve o yapının izin verdiği amaçlar içinde kullanılan veya kullanılabilen amaç gerçekleştirme görevini yaptığını görürüz.
L. İLETİŞİMİN GERİ İLETİŞİMİ: TEPKİNİN SAHTE VE GERÇEK YAPISI
İletişimin potansiyel bir geri-iletişimi vardır. Buradaki potansiyel sözcüğü aslında gereksiz, çünkü, en geniş anlamıyla, her iletişimin bir geri iletişimi vardır. Bu geri-iletişimin ille ki iletişimi iletene karşı olması gerekmez: Bir yıldız sporcunun küpesine bakıp küpe özleyen veya alan sporsever genç, gerçekte geri-iletişim yapmaktadır. Geri-iletişimsiz iletişim olmaz, çünkü iletişim sözcüğünün kendisi bir tepkiyi, karşıtlığı, geri-dönüşümü, alışverişi, değiş tokuşu anlatır.
Geri iletişim sadece karşılık verme biçimlerini değil, aynı zamanda karşılık vermeyerek, iletiyi alıp çöpe atarak, görmemezlikten gelerek karşılık verme biçimlerini de içerir.
Geri iletişim kavramı gerçekte iletişimde bir tarafı "tepki veren, tepki gösteren" durumu içine hapseder. Bu hapsediş, normalleştirilerek, toplumdaki belli insanları belli koşullarda değişmez ve evrensel bir konuma yerleştirir. Bu konumda, eğer "geri iletişim" konumun egemen koşullarını ve düzenini soruşturacak ve günlük işleyişini aksatacak biçimdeyse, "görevsel olmayan, bozucu, iletişimi kırıcı, çökertici" olarak nitelenir ve çeşitli ikna yollarıyla düzeltme yapmaya davet edilir. Eğer geri iletişim konumun egemen yapısını destekleyici biçimdeyse, "görevsel" olarak nitelenir ve, örneğin bu konum "neden bana fazla mesaimi ödemedin?" diye sormayan (veya sormayı bile aklından geçirmeyen veya sormayı ayıp olarak niteleyen) çalışan insanlarla bir "işveren" arasındaki ilişkiler yeriyse, düzen memnun gülümser. Geri-iletişimin koşullara göre egemenliği iletmekten mücadeleci karşıtlığa kadar değişen anlamları vardır. Bunların anlatımını kitle iletişimi bölümünde göreceğiz.
"Onunla ilişkiyi kestim" dendiğinde ifade edilen, bir iletişim biçimini terk edip bir diğerine geçiştir. İlişkinin olmaması da 'ilişkinin olmaması" iletişimidir. "İlişki yok, iletişim yok" yaşayan insanlar arasında geçersizdir. Ayrıca, "'ilişkim yok" bananeciliğinin veya gafletinin sonuçları da bazıları için hayırlı ve bazıları için hayırsız olabilir: Neden? Çünkü iletişim ilişkisini başlatma, kesme, biçimini belirleme koşulları her durumda ne insanın elindedir ne de aynıdır. Bir yazarı öldüren kişinin, öldürdüğü insanla ilişkisi başkalarından ve başka yollardan geçerek kurulan ve yazarın haberinin bile olmadığı bir düşmanlık duygusuyla dolu, öldürenin inançlarla kendisiyle ve kendi gibileriyle kurduğu iletişim ötesinde "olmayan iletişimdir." Yani iletişim "yok" değildir. Örgütlü işçi hareketlerine katılmayan, örgütlenmeden uzak duran işçi\memur\köylü kendi sömürüsünün ve ezilişinin sürdürülebilirliğine sürdürülme yönünde, istemese bile, katkıda bulunur: Örgütlü sömürü gücü karşısında teke tek örgütsüz mücadele, gerçek ilişkiler dünyasında, çizme yalayarak bir şey elde etme çabasından öte gidemez (ki bu yalayarak elde edilen hem daha çok sömürünün hem de çalışanlar arasında düşmanlık ilişkilerinin olduğu bir egemenlik sürdürme ortamı yaratır). Kişi, bu örnekte olduğu gibi, istemese bile, hem kendine hem kendi gibilere zarar verir.
Geri-iletişim kavramı oldukça yanlış yönlendirici bir karaktere sahiptir. En önemli bir anlamı da, iletiyi göndereni süreç içinde meşru olarak soruşturmasız kabul ederken, geri-iletişim kavramında hem meşruluk hem de gayri meşruluğun olmasıdır. Dolayısıyla, egemenliğe arzu-edilmeyen veya görevsel olmayan geri-iletişimi "düzenlemek" "yola getirmek" "düzeltmek" "raya oturtmak" gayri-meşruluğu ortadan kaldıran meşru tedbirler ve çözümler olarak nitelenir. Mesajla ilgili paket hazırlama teknikleri çalışmayınca suçlanacak sorumlu "geri-iletişimiyle" ondan bekleneni ortaya koymayan "alıcı, izleyicidir."
M. İLETİŞİM ÖĞELERİNİN ANLAM YAPISI
Yukarıdaki sunumumdan da anlaşılacağı gibi, İletişimde, hem ileten, hem araç, hem iletiyi alan, aynı anda hem ileti hem araç hem de amaç olabilir. Gerçekte, iletişimin her öğesi, iletişimdeki alınan "anlık kesime" göre diğer bir öğe durumuna geçebilir. Bu, iletişimin en önemli özelliklerinden biridir.
Örneğin, iletenin araç oluşu bizim dilimizde "maşa olma" ile en güzel bir biçimde anlatılır. Fakat sakın "maşa" kavramına takılıp kalmayın, araç olma maşalıktan çok daha derin anlama sahiptir. Araç olmada, elbette araç olan iletenin de belli ihtiyaç ve amaçları karşılanır. Koç firmasının yüksek ücretli bir menajeri, örgüt içi işçi-yönetici iletişiminde, uyulması için egemen iletiyi iletendir. Aynı menajer, Koç için sermayenin amacının bir aracıdır. Bu menejer-araç aynı zamanda bir iletidir\mesajdır: Kölenin kendisini efendi sanışı ve sınıf egemenliğinde işçi\memur sınıfının sömürü ve ezmesini anlatan bir menejer-araç-iletidir. Bundan da açıkça anlaşılacağı gibi, ne ileten, ne ileti, ne iletilen kendi başlarına bağımsız bir yapıya sahiptir. Her biri kendi başlarına, iletişimin bütün unsurlarını taşır: Hem ileteni, hem aracı, hem mesajı, hem iletileni, hem amacı, hem arzulanan sonucu, hem de örgütleniş ve iletişim biçimi... Bir işçi, (1) İleten olarak, bir işi, kendisinin sahip olmadığı araçları, kendisinin sahip olmadığı bir yerde kullanarak, ücretli olarak yapandır; (2) Araç olarak emek, ücret politikasının üzerinde uygulandığı emek-sömürüsünün aracıdır; (2) İleti olarak ücretli-kölelik durumunu, yoksul ve yoksun bırakılmışlığı anlatır; (3) Amaç olarak artık-değerin yaratılmasını (sırtından zengin olunmasını) ve (işçi için) ay başına kadar dayanma çemberini; (4) İletişimle arzulananın sonucu olarak işçinin işçi ve yoksul kalması, sermayenin zenginliğinin sürmesi (sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması); (5) Örgütlenmeyle ilgili olarak mülkiyetsizliği ve (6) Örgütlü ilişki olarak demokratik serbest pazar ve fırsat eşitliği denen yoksul bırakılmayı anlatır. Bu, İşçinin iletişimin her unsurunu taşıdığıyla ilgili sadece bir örnek. Bu unsurlar işçinin gördüğü göreve göre (örneğin fabrika işçisi, kömür işçisi, tekstil işçisi, kamu işçisi, iletişim işçisi gibi) kendine özgü anlamlar alır. Bu örneği kapitaliste, öğretmene, öğrenciye, anneye, babaya, kıza, erkeğe, F-16'ya, hücum helikopterlerine, televizyona, radyoya, başbakana, vs bakarak genişletebiliriz. Örneğin Walkmen araç olarak "teyp çalıcısı" görevini görür. Yani epey yansız ve masum bir araçtır. Hiç de değil: Walkmen (a) Türkçe olmayan adıyla dildeki egemenlik mücadelesinde kültürel emperyalizmin, (b) kendimiz dışındaki teknolojinin bir ürünü olmasıyla ekonomik emperyalizmin ve geri-bırakılmanın, (c) sadece teyp çalmasıyla belli teknolojik ürünlerin kullanılması ve bu alandaki sömürünün aracıdır, iletisidir, amacıdır, sonucudur.
Evimizin en gözde köşesini kendi paramız ve katılmamızla işgal eden Televizyon ekranındaki bir anlık mesaj (örneğin, bir cümlelik haber) televizyonla iletişimin "tek mesajı” değildir. O bir anlık mesajın taşındığı ekrandaki bütün görüntüler mesajlara sahiptir: "Maradona, çekti şutu, attı golü, gooool, goool" diye yırtınarak bağıran spor anlatıcısıyla yapılan iletişim, spor sunumuyla sunulan iletişimin "balık yakalamadaki yemi"dir. Gol atan Maradona küpesiyle ve bir parçası başka renge boyanmış saçıyla ve bilmem ne firmasının adını taşıyan formasıyla sahneyi kaplar. Geri iletişim: Sokaklarda küpeli ve rengarenk saçlı gençler onu takip eder... Maradona sadece kendi takımın sahipleri için karşı takıma değil, aynı zamanda altın ve saç boyası sermayeleri için Aile ekonomisine karşı gol atar. Spor iletişimi "yeminde" izleyicilerin gözünün önüne ulus içi ve uluslararası firmaların reklamları sergilenerek satış yapılır.
Burjuva demokrasilerinde bir başbakan kendi sınıf çıkarının (özellikle kendi çıkarını sağladığı ekonomik girişimleri önceliğe alan kişisel ve sınıf çıkarının) hem ileteni, hem aracı, hem iletisi, hem amacı hem de belli sonuçlara giden bir sonucudur. Başbakanın temsil ettiği sınıf egemenlik mücadelesinde kazanan güçlerin kimliğini de gösterir.
İletişimle insan, hem egemenliğin, hem köleliğin hem de değişimin koşullarını üretir, yeniden üretir, değiştirir ve geliştirir.
Dostları ilə paylaş: |