İnsanin kendiNİ tanimasi



Yüklə 415,76 Kb.
səhifə3/9
tarix18.08.2018
ölçüsü415,76 Kb.
#72163
1   2   3   4   5   6   7   8   9

“Ehli irfanım diyerek

Kimseyi tard etme sen

Bir söz gelir divaneden

Divan-ı defteri doldurur”

Aşık der ki; kimde, ne var kim bilir? Hiç kimseyi hor görmemeli ve tevazudan ayrılmamalıyız. Hoşgörü ve tevazu konusunda Allah-u Teala gereken önemi göstermemizi Yüce Kur’an’da şöyle bildiriyor:

“Ve o Rahman’ın kulları, onlar ki arzın üzerinde mülayemetle (tevazuyla) yürürler ve cahiller kendilerine laf attığı vakit ‘selametle’ derler.”

Furkan 63

“Affı seç, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”

Araf 199


Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki; Allah Refik’tir. Rıfkı sever Rıfk (merhamet, şefkat, yumuşaklık) üzerine yaptığı ihsanı sertlik üzerine yapmaz.

(Müslim Muşkat’ül Mesabih)

“Allah kendi rızası için alçakgönüllü davranan kimseyi yüceltir”

H.Şerif


“İyi muamele ve yumuşak huyluluktan nasibini alan kimse dünya ve ahiretin iyiliklerinden nasibini almıştır. İyi muamele ve yumuşak huyluluktan mahrum olan kimse de ahiret ve dünyanın iyiliklerinden yoksun kalmıştır”

H.Şerif (Buhari)

İyilik ve hoşgörü ile kötülükler önlenebilir. İyiliğin karşısında kötülük duramaz. Çünkü Yüce Allah iyilerle beraberdir.

Sabret, sabrın da ancak Allah’ın inayetiyledir ve onlara karşı mahzun olma, yaptıkları mekirden (çevirdikleri entrikalardan) telaş da etme; zira muhakkak ki Allah iyi korunanlar ve hep güzellik yapanlarla beraberdir”

Nahl 127-128

Cahilce davrananlara yumuşak huylu olmalı öfkeye kapılmadan öfkelenenlerin öfkesini yatıştırmalı ve kabahatleri bağışlamalıyız ki Allah-u Teala’nın sevgisini kazanıp emrine itaat etmiş olalım. Bir Ayeti Kerime’de;

“İyilikle-kötülük bir olmaz, sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur”

Fussilet 54-55

Tabi ki gerektiği yerde yani haksızlık karşısında susmamalı ve boyun eğmemelidir, Hz. Ali (R.A.) buyururlar ki; Haksızlık karşısından susmayın, zira hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz. Peygamberimiz buyururlar ki; Kibirli olana kibir göstermek sadakadır.

Yalnız buradaki kibirde Allah rızası için olmadıkça hatalı olur nefse mal edildikçe insanı günaha sürükler. Merhum Mehmet Akif ne güzel söylemiştir;

“Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum”

Sosyal yaşam içinde davranış ve insanlarla ilişkilerde amaç Allah-u Teala’nın rızası olmalıdır. Çünkü Yüce Kur’an’da buyurulur ki;

“De ki; Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah içindir”

Böylelikle çok sık düşülen hatalardan kurtulmak ve en doğru şekilde insanlar arasındaki ilişkiler düzeltilmiş olur. Dikkat edilmesi gereken herhangi birine Allah-u Teala’nın rızası amaçlanarak bir iyilik yapıldığında veya Allah-u Teala’nın rızası için yumuşak huylu davranarak gayet mütevazi muamele edildiğinde; insan yaptığı iyiliğe mukabil kötülükle karşılaştığında ya da alçak gönüllü ve mütevazi oluşu başkalarınca suistimal edildiğinde Allah-u Teala’ya tevekkül kılarak ben Allah için iyilik yaptım veya hoşgörülü oldum mukabilinde kötülük görmem Allah’tan umduğum sevabı artırmaktan başka bir zarar veremez diye düşünerek yanlış bir düşünceye kapılıp da günümüzdeki bir çoğunun dediği gibi “iyilik etme kötülük bulursun” veya “Acıma acınacak hale düşersin” gibi bir çok aptal ve ahmakça safsatalardan kurtulmuş olunur.

Yumuşak huylu davranmanın veya yapılan iyiliğin kötülükle karşılanması durumunda öfkeye kapılarak “ben şuna iyilik ettim sen bana kötülükle mi karşılık veriyorsun” diyerek yapılan iyiliği başa kakmak ve isyan etmek büyük bir hatadır, doğrusu sabrederek Allah-u Teala’ya tevekkül kılmaktır. Ayeti Kerimede buyurulur ki;

“Onlar ki kızdıkları zaman öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah da güzel davrananları sever”

Ali İmran 133-135

Eğer insan Allah sevabını umarak iyilik etmişse iyilik yaptığı kimseden hiçbir şey beklememeli ve onun kötülükle karşılık vermesine de isyan etmemelidir. Çünkü yaptığı iyiliğin kötülükle karşılanması durumunda amaçladığı Allah sevabını kaybetmiyor bilakis sabretmesi durumunda amaçladığının iki katı sevaba erişmiş oluyor. Allah-u Teala Kur’an’ı Kerim’de yalnız emirlerine riayet etmemizi ve iyilik etmemizi değil bu uğurda başımıza gelecek güçlüklere katlanıp sabretmemizi de emrediyor.
ALLAH’A TEVEKKÜL

“Bununla beraber gökleri ve yerin gaybı Allah’ındır, emrinde hepsi ona irca olunur; Yalnız ona ibadet et ve ona tevekkül kıl. Rabbin ne yaptığınızdan ve yapacağınızdan gafil değil.”

Hud 123

Tüm peygamberler Allah-u Teala’ya tevekkülün önemini her durumda, en zor şartlarda ve refah dönemlerde birer ibret nişanesi olarak bizlere göstermişlerdir. Her şeyin idaresi takdiri Allah’ındır bu sebeple her durumda Allah-u Teala’yı hatırlayıp O’nun güç ve kudretinin her şeyin üzerinde olduğunu bilerek O’na yönelmelidir. Yapmaya niyet ettiğimiz işlerde O’na tevekkül kılıp O’nun dilemesiyle (inşallah) dememiz gerektiği Yüce Kur’an’da bildirilmiştir. Şuayp (A.S.) kavmine hitaben;



“Ben size muhalefet etmemle sizi nehyettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum ben sade gücüm yettiği kadar ıslah istiyorum; muvaffakiyetimde Allah iledir. Ben yalnız O’na dayandım ve ona yüz tutarım”

Hud 88


Diyerek Allah’ın takdirinin herşeyin üstünde olduğunu göstermiş ve aynı zamanda insanoğlunun acziyetini ve Allah-u Teala’ya ne denli çok muhtaç olduğunu dile getirmiştir. Ebu Muti Belhi bir gün Hatem-i Esmaya “Duyduğuma göre uçsuz bucaksız çölleri azıksız, yanına yiyecek bir şey de almadan geçiyormuşsun?” der. Hatem-i Esma’nın bu soruya yanıtı ise Allah-u Teala’ya tevekkülün ne büyük bir fazilet olduğunu bize göstermekte. Bu soruya O şöyle yanıt veriyor:

“Hayır azğım vardır ve şunlardır;

1.Dünyayı tüm varlıkları ile birlikte Allah’ın ülkesi olarak görürüm

2.Mahlukatın tümünü Allah’ın tayfası olarak görürüm

3.Tüm rızıkların ve rızık kazanma yollarının Allah’ın elinde olduğunu görürüm

4.Allah’ın iradesinin tüm mahlukat üzerinde geçerli olduğunu görürüm.

Bu güzel yanıta Ebu Muti; “Sen bu azıkla değil dünya çöllerini ahiret çöllerini bile geçersin” der.

Nitekim Peygamberimiz (S.A.V.) buyururlar ki;

“Allah-u Teala’ya hakkıyla tevekkül etseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır”

H.Şerif


Allah-u Teala Yüce Kur’an’da;

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı mutlaka Allah’ın uhdesindedir”

Hud 6

Buyuruyor. Allah-u Teala’ya tevekkül burada yanlış anlaşılmaması için kısa bir açıklama yapalım Yüce Allah’a tevekkül kılmak; çalışmayı bırakıp yiyeceğini Allah’tan beklemek olarak algılamak tabi ki yanlıştır. Allah-u Teala çalışmayı bir sebep kılmıştır. Ashab-ı kiramdan birisi Peygamberimize gelerek;



“Devemi salıverip de mi yoksa bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim?” buyurduğunda Efendimiz;

“Deveni bağla da Allah’a tevekkül et” buyurdular. Tabi ki Allah-u Teala dilerse bizi çalışmadan da rızıklandırır, nitekim Yüce kur’an’da;

“Nice hayvanlar vardır ki, (zafından dolayı) rızkını taşıyamaz. Allah onlara da rızık veriyor, size de. Hakkiyle işiten bilen O’dur.”

Buyrulmaktadır. Sonuçta rızkımız Allah’tan fakat çalışmak da rızka bir sebep olarak gerekli ve şarttır.

Peygamberimiz Medine’ye hicreti sırasında Ebu Bekir’le birlikte sığındıkları bir mağaraya düşmanların geldiğinde Ebu Bekir’in endişelendiğini görür ve ona “Korkma Allah bizimle beraberdir” diyerek Allah-u Teala’ya tevekkül etmesini istemiştir. Yüce Kur’an’da;

“Sabret. Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Ve onlara karşı mahsun olma. Yaptıkları hileden telaşa da düşme.”

Buyrularak Allah’ın güç ve kontrolünün her şeyin üstünde olduğunun bilinciyle Allah’a tevekkülün önemi vurgulanmaktadır.

Bütün peygamberlerimizin hayatları Allah-u Teala’ya tevekkülün önemine en güzel örnekleri bize sunmuş. Ne İbrahim Aleyhisselam ateşe atılacağı sıra endişe etmiş, ne peygamberimiz öldürülmek istendiğinde bir kuşku duymuş, ne de diğer peygamberlerimiz en zor durumlarında endişelenmişlerdir. Hepsi de Allah-u Teala’ya güvenip O’na sığınmış, O’na tevekkül kılmışlardır.

Bildiğimiz bir hadiseyi kısaca anımsayalım ki merhum zatın dünyada sürekli çalışmayla ancak mutlu ve zengin olabileceğini düşünüp de rızkın Allah-u Teala’dan olduğunu bile düşünmeyerek cimrilikte ısrar edip ta ki bağındaki bir kaplumbağanın bile zarar vermesi endişesiyle çocuklarına o kaplumbağanın arabaya bırakılarak başka bir yere bırakılmasını istemesine kadar süren bir hadisedir. Arabada unutulan kaplumbağa arabadaki taşların birlikte evinin önündeki bir duvarın inşasına karıştırılır ve bir gün cimri adam duvara sürekli yiyecek bir şeyler getiren kuşa dikkat eder orda bir yuvası olabileceğini düşünür önce ama sonra gidip yakından incelediğinde o duvarda mahsur kalmış kaplumbağanın yiyecek getiren kuş tarafından beslendiğini görür ve bu olaydan çok etkilenerek günahına tevbe edip bu duvarda çaresiz kalan kaplumbağayı rızıklandıran Allah elbette beni ve tüm mahlukatı rızıklandırmaya kadirdir diyerek Allah-u Teala’ya tevekkül eder.

Dünya için çalışırken de rızkımızın Allah-u Teala’dan olduğunu bilip Yüce Allah’ın sebep olarak yarattıklarına kul olmamalı rızkı onlardan bilmemeliyiz. Her hangi bir yerde ya da bir şahsın yanında çalışırken rızkı ve gelirin onlardan bize geldiğini düşünerek o şahıslara veya şartları boyun eğip kul olmamalı rızkımızın Allah-u Teala’dan geldiğini bilerek Allah’ın sebep olarak yarattığı kimselere avuç açan veya onların önünde eğilip rızkını sanki o veriyormuşcasına meyledenler riyakardırlar.

Rızkı Allah’tan bilip ondan istemeli ve onun takdirinin her şeyin üstünde olduğuna iman etmelidir. Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki;

“Bir kimsenin elindeki maldan pay alabilmek için o kimse önünde eğilen ve dalkavukluk eden kimsenin iyi amelinin üçte ikisi silinir”

H.Şerif

Çalışmayı ihmal ya da sebep olarak kılınan kimseleri terk etmek tabi ki yanlıştır ama hakkı görerek davranmak en doğru olanıdır. Peygamberimiz (S.A.V.) buyuruyorlar ki;



“İçinizde en iyiniz Ahiret hayatı için dünyayı, dünya hayatı için de ahireti boşlamayıp her ikisi için de çalışıp insanlara yük ve muhtaç olmayanınızdır”

H.Şerif


Peygamber Efendimizin dediği gibi “Yarın ölecekmiş gibi ahiret, hiç ölmeyecekmiş gibi de dünya için çalışmalı” çalışırken de rızkımızın Allah-u Teala’dan geldiğinin bilincinde olmalıyız.

Peygamberimiz’e (S.A.V.) bir grup gelip dediler ki; Bizim yörede salih bir kimse var geceleri sabaha kadar ibadet eder, gün boyunca da oruç tutar. Peygamberimiz (S.A.V.); Peki geçimini nasıl sağlar diye sordu. Onun geçimini biz temin ederiz o çalışmaz dediler. Peygamberimiz (S.A.V.) “Öyleyse siz hepiniz o kimseden daha salih kimselersiniz” buyurmuşlar ve çalışmanın gerekliliğini vurgulamışlardır.

Allah-u Teala’ya tevekkül yalnız rızık konusunda değil her durum ve şartta gereklidir. Kadere iman bunu gerektirir yani hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmek, zor durumlarda Allah’tan ümidi kesmemek ve refah durumlarda aldanıp şımarmayarak gerektiği gibi hamdetmesini bilmektir. Aslında Allah-u Teala’ya tevekkül bütün bir hayatı ve hayatın içindeki her zamanı ve durumu kapsar. Öyle ki insan bir kimse veya şeytan tarafından bir günaha sürüklenmek üzereyken Allah’a tevekkül kılarak ondan yardım dilemelidir. Bir örnek verecek olursak; Yusuf Aleyhisselamın yakışıklılığı dillere destan olmuş başta efendisinin karısı Züleyha olmak üzere O’nu gören kadınlarda O’na tutulmuştu ve Züleyha teklifini kabul etmemesi durumunda O’nu zindana attırmakla tehdit etmişti. Böyle bir durumda Yusuf (A.S.) ise Allah-u Teala’ya tevekkül kılmış ve O’ndan yardım istemiştir. İşte bu yardım dileğinin Kur’an’da şöyle olduğu bildirilir:

“Yusuf, ‘Ya Rabbi! Zindan bana bunların davet ettikleri işten daha makbuldür. Eğer bu kadınların tuzağını benden defetmezsen, ben onlara meylederim ve cahillerden olurum’ dedi.

“Bunun üzerine Rabbi duasını kabul buyurdu da kadınların tuzağını ondan bertaraf etti. Çünkü Allah, işiten ve her şeyi bilenin ta kendisidir.”

Yusuf Suresi 33-34

Sultan Alparslan Malazgirt muharebesinde topluca kılınan Cuma namazından sonra şöyle dua etmiştir;

“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyorum. Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve sinin uğrunda savaşıyorum. Ey Allah’ın niyetim halistir bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret.” Ordusuna hitaben ise şöyle seslenmiştir; “Burada Allah’tan başka sultan yoktur emir ve kader tamamıyla onun elindedir bunun için benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz.”

O gün Bizans’ın iki yüzbin kişilik ordusu ellibin müslüman Selçuklu ordusu tarafından yenilgiye uğratılmış ve Türklere ilk defa Anadolu kapıları açılmıştır. Sonraları hain bir kale kumandanı tarafından Sultan Alparslan bıçaklanarak yere düştüğünde başına toplananlara hitaben “Her sefere çıkarken Allah’tan yardım dilerdim. Dün bir tepe üzerine çıkmıştım, askerlerimin çokluğundan ordumun azametinden gurura kapılıp ‘ben bu orduyla dünyayı bile feth ederim’ dedim. Bu gün Cenab-ı Hakk aciz bir kulu ile benim aczimi yüzüme vurdu” diyerek Allah-u Teala’ya tevekkülü unutmanın ne derece korkunç bir hata olduğunu dile getirerek ruhunu teslim etmiştir.

Hz. Aişe validemiz buyuruyorlar ki; Allah’ın Resulü her dakika Allah’ı hatırlardı. Tüm dilek ve isteklerini O’na yöneltir, O’ndan başkasından herhangi bir şey için istek ve dilekte bulunmazdı”

Her zaman Allah-u Teala’yı hatırda tutmalı ve amellerimizi O’un rızasına yöneltmeliyiz. Ahzap suresinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter”

Ahzap 3

Meçhul nalıncı, padişah ve onun veziri tarafından yıkanıp kefenlenerek defnedilecek hale getirilir. Padişah vezirine, “Bu adamın hiç mi kimsesi yoktur. Sen burada biraz bekle de b en bir araştırayım” der ve sokaklar arasında kaybolur uzun bir araştırmadan sonra meçhul nalıncının evini bulur ve kapıyı çalar karşısında yaşlı bir kadın nalıncının ölümüne oldukça üzülmüştür. Padişaha evladım bu haber için oldukça yorulmuş olmalısın içeri gel der. Ve içeri giren padişaha nalıncıyı şöyle anlatır “Ben ona her zaman söyledim böyle yapma bir gün öleceksin ve cenazen ortada kalacak. O ise her defasında ben ölürsem padişah ve vezirinin işi ne beni onlar defneder derdi. Ne zaman sokakta elinde içki şişesiyle birisini göre hemen tüm parasını verir o şişeyi alarak eve getirir sonra da dökerdi ve her zaman kötü yolda olan kadınları eve getirir ben size bu günkü ücretinizi ödeyerek vaktinizi satın aldım şimdi oturunuz da karımın anlatacaklarını dinleyiniz der ben de o kadınlara nasihat ederdim namazını her zaman buradan çok uzaklardaki camilerde kılar ve derdi ki; öyle bir imamın arkasında tekbir alacaksın ki tekbir aldığında Kabeyi görebileceksin. O’na her zaman söyledim ama beni dinlemedi. İşte Allah-u Teala’nın rızası için yaşayan O’na tevekkül kılan kimse hiçkimsenin ayıplamasına aldırmaz onların övgüsünü değil yalnız Allah-u Teala’nın rızasını arar.



Allah-u Teala’nın üzerimizdeki nimetleri artırdığı dönemlerde şükrümüz de o nisbette artmalı gereği gibi hamd etmeliyiz ve O bizden nimetleri eksilttiğinde üzülmeden sabretmeli ve O’na tevekkül kılmalıyız. Nitekim Rad suresinde buyurulur;

“Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir, daraltır. Onlar ise dünya hayatı ile ferahlanmaktadırlar. Halbuki ahiretin yanında dünya hayatı ancak (değersiz) bir metadan ibarettir”

Musa (A.S.) “Allah’ım senin sonsuz nimetine hamd edebilmek mümkün mü?” dediğinde Yüce Allah; “Evet mümkündür bütün bu nimetlerin benden olduğunu bilirsen.” Yine Hz. Süleyman (A.S.) “Ben mal sevgisini gerçekten bana Rabbimi zikrettirdiği için tercih ettim” (Sad 32) buyurarak Allah’a tevekkülü her durumda unutmamak gerektiğini göstermiştir.

Allah-u Teala’nın Musa (A.S.) buyurduğu gibi üzerimizdeki bütün nimetleri Yüce Alah’tan bilerek O’na hamdetmeli ve bize bahşettiklerini tefekkür ile meşgul olup gerektiği gibi ona itaat etmeliyiz. Çevremize şöyle bir baktığımızda gördüğümüz tüm güzelliklerin yaratıcısı olan Allah-u Teala’yı hamd etmeli ve bütün bu güzellikleri görebilmemizi sağlayan bu gözleri, gönülleri, vücut ve hayatı bize bahşedenin de O olduğu bilinciyle yaşamalıyız. Necip Fazıl’ın konuyla ilgili bir şiirini hatırlayalım;

Yön yön sarılmış ne yana baksam;

Sarılan olur da soran olmaz mı?

Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam;

Geçip de aynaya, soran olmaz mı?

Doğrusu tüm bu nimetleri evrenin muhteşem nizam ve intizamını herşeyin insanı hayrete düşürecek incelik ve planla yaratıldığını görüp de Yaratıcıyı hamd ve tesbih etmemek ne büyük bir dalalettir ve ne büyük bir cehalettir. Nitekim Yüce Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır;

“De ki; Bakın! Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın)! Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.”

Yunus Suresi 101

Vicdani muhasebesini yapıp dürüst olarak doğruyu bulmak isteyenler için iman edecek ayetler baktığı ve görebildiği her yerde mevcuttur.

“Hiç Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen bir kimse, kör gibi olur mu? Fakat bunu ancak aklı ve vicdanı temiz olanlar anlar”

Rad 19


“Yine o küfredenler ‘O’na Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. De ki: Hiç şüphesiz Allah, dilediği kimseyi şaşırtır; gönül verenleri ise hidayet buyurur!

Onlar ki iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşur. Bilmiş olun ki kalpler ancak Allah’ı zikirle yatışır.”

Rad 27-28

Her hareketimiz ve sözümüzle Yüce Allah’ın rızasını aramalı ve O’nu zikretmeliyiz öyle ki bizi namaza çağıran müezzin “Hayyalessala” (haydi namaza) dediğinde biz; La havle vela guvette illa billah (Rabbimin bahşettiği güç ve kuvvetle hareket eder ve ancak onun yardımıyla namaza gidebilirim) demeli ve yaptığımız bir ibadet olan namazdan nefsimize pay ayırmaktan kendimizi korumalıyız. Müezzin “Hayyal el felah (haydi felaha) dediğinde ise biz; Maşallahukane (Rabbimin dilemesiyle ancak felaha erebilirim) diyerek kendimizi beğenmişlik gibi büyük bir hataya da sürüklenmekten sakınmış oluruz. Bildiğiniz gibi tüm hayırlar Allah-u Teala’dandır. Yani yaptığımız ibadette hayır ve hasenatta bize Rabbimizin lutfudur. Çünkü ibadet etmeyi de doğru olmayı da biz Yüce Allah’ın dilemesiyle dilemişizdir. “Bu Kur’an Alemlere bir öğüttür. İçinizden doğru gitmek isteyenler için, ancak Alemlerin Rabbi (sizin dürüst olmanızı) dilemedikçe, siz dilemezsiniz.” (Et Tekvir Suresi 26-29

Tüm nimetler olduğu gibi en büyük nimet olan hidayette Allah-u Teala’nın dilemesi iledir.

“Biz onlara dedikleri gibi melekler indirmiş olsak da, ölüler kendileriyle konuşsa da ve bütün mevcudat fevc fevc haşrederek (toplayarak) kefil göstersek de yine ihtimal yok iman edecek değillerdi; Meğer ki Allah dilemiş olsun! Çokları bu hakikatın cahili bulunuyorlar”

Enam Suresi 111

“Hasılı Allah her kimi hidayete erdirmek isterse, İslama sinesini açar, gönlüne genişlik verir; her kimi dalalette bırakmak isterse; onun da kalbini daraltır öyle sıkıştırır ki sanırsın öfkesinde göğe çıkacak. İmana gelmezleri Allah o murdarlık içinde hep böyle bırakır.”

Enam 225

Bir hayra niyet eden insan Allah’ın dilemesi ile niyet ettim ve muvaffakiyetim de ancak O’nun yardımı iledir diyerek yola çıkmalı bu kendini beğenmişlikten uzak, takvaya yakın ve doğru olandır. Allah’ın yüceliğini ve takdirinin bütün mahlukat üzerinde geçerliliğin idrak ederken bizi yaratan ve buna nimet bahşeden Yüce Halık’a amellerimizi ve hayatımızı adamalı değil miyiz? İşte bu gereklilik Yüce Kur’an’da şöyle ifade ediliyor:

“De ki; Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah içindir”

Enam 162


“Hem sizde nimet namına her ne varsa hep Allah’tandır. Sonra size keder dokunduğu zaman da hep O’na feryad eder yardım dilersiniz, sonra sizden o kederi açtığı zaman da içinizden bir kısmı derhal Rablerine şirk edinirler... kendilerine verdiğimiz nimeti küfran (nankörlük) ile karşılamak için! Şimdi zevk edin bakalım fakat yarın bileceksiniz.”

Nahl suresi 53-55

Şu dinamiklerle hakka varılır diyen çok büyük bir yanılgıya düşer, ilim ve o dinamiklerle amel edebilmek de Yüce Allah’ın dilemesi ve yardımı iledir. Allah-u Teala’ya tevekkül öyle derin ve dikkat edilmesi gereken bir mevzudur ki; Yüce allah’a tevekkül edebilmekte yine O’na tevekkül etmekle mümkündür şöyle ki;

“Rabbimiz bizleri her zaman ve her durumda sana rağbet edip; sana tevekkül kılan ve sana ibadet edip yalnız senden yardım dileyen salih kullarından eyle, sen yardım edenlerin en hayırlısısın. Bizlere nasip ettiğin ilimle amel etmeyi de nasip eyle şüphesiz güç ve kuvvet senindir herşey senin dileğinledir. Her zaman sana yakın olmayı dilememizi dile.” (Amin)

“De ki; Eğer size bir fenalık veya rahmet dilerse, sizi Allah’tan kim koruyabilir? Onlar kendilerine Allah’dan başka hiçbir dost ve yardımcı bulamazlar”

Ahzab 17


Yaşantı ve ameller Allah-u Teala’nın rızası için olmalıdır ve amellerimiz de Allah-u Teala’nın rızasından başka amaç edinmemeliyiz ki, hüsrana uğrayanlardan olmayalım. Allah’ın rızasından başka amaçlarla yapılan amel ya da yaşantının akıbet itibariyle insana hüsrandan başka bir karı olmaz. Bir devrin o mana padişahları o şöhret, şan ve ihtişam içinde bile gurura kapılmayıp Allah’ın rızasına yönelerek O’na tevekkül kılmışlardır. Yavuz Sultan Selim Mısır’dan Ridaniye zaferi ve kölemenleri yenilgiye uğratıp Asya’da bir çok zaferle ve topraklarını iki mislinden fazla genişlettikten sonra İstanbul’a dönerken yüzbinlerce İstanbul’lu büyük cihangiri karşılamak için günlerdir hazırlık yapmaktaydılar. Bu haberi duyan Yavuz Sultan Selim Han son derece sıkılmış, bir gün sonra merasimle şehre girmesi gerekirken, gece vakti yanında birkaç kişi ile kayığa binerek gizlice Topkapı Sarayı’na çıkmıştır, ertesi gün Hükümdarın sarayda olduğu öğrenilince hiçbir merasim yapılamamıştı. Allah rızası için yapılanlar gösteriş için yaşayanlar arasındaki fark görülmesi açısından güzel bir örnek; ve son anlarında yanında bulunan nedimi Hasan “Can Sultanım! Cenab-ı Hakk’a teveccüh edip Allah’la olacak zamandır” dediğinde O mana padişahı “Bizi bunca zamanlar kiminle bilirdin” diye cevap vererek her an Allah-u Teala’ya tevekkül kıldığını göstermiştir.

Günümüzde de bir çok islamiyet adına fikir akımları oluşmuş ve bunlardan kimisi islamı düşman edinen bazı batılı cemiyetler tarafından desteklenerek dinde şiddet yoluna sevk edip islam dinini tüm dünyaa kötü göstermeye çalışılmıştır. Bazıları ise makam, menfaat ve şöhret gibi nefsani arzularını sözde islami fikir akımına mal ederek dinimize gölge düşürmek istemektedirler. Tüm müslümanların dikkat etmesi gereken konulardan biri de budur. Konuyla alakalı bir Ayet-i Kerime hatırlayalım

“Müminlere şunu söyle ki kafirlere karşı en güzel sözü söylesinler hiddet gsötermeksizin delilleri en güzel bir şekilde ortaya koysunlar”

İsra Suresi 53

Kafaları karıştıran bir mevzudur ki İslam dünyasında Allah rızasını amaçladıklarını beyan eden bazı fikir adamları vardır ki birbirleriyle bile itilaf içinde mücadele etmektedirler. Allah-u Teala Yüce Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:

“Dinlerini fırka fırka ayırarak parçalayanlar var ya! Senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır.”

Enam 159

Peki bütün bunlara dışardan objektif olarak bakan biri neler görüyor? Fransa’daki Le Paint dergisinin “İslamiyet” konusundaki soruları ve Royn Üniversitesi politika ve din uzmanı ünlü Fransız profesör Jacques Rullet’in cevapları;

Le Point: İslamiyet bir şiddet dini midir?

Rullet; Her şeyden önce bu sorunun cevabının kesinlikle hayır olduğunu belirteyim. İslamiyet şiddeti kesinlikle bünyesinde taşımaz. İslamiyette şiddete yer yoktur. Gerçekte İslamiyet kendi konuları çerçevesinde (Kur’an-ı Kerim’e) göre Hristiyan ve Yahudi dininde olanların haklarına bile devamlı saygı gösterir. Nitekim Tevbe suresinde bu konuya teyid edilmektedir.

Le Point: Kur’an bir müslüman için ne anlama gelir?

Rullet: Kur’an-ı Kerim direkt olarak Allah’ın sözüdür. Kur’an bir müslüman için hayat felsefesidir, hayatın düzenlenmesi anlamını taşır


Yüklə 415,76 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin