İşçi Partisi'ne Yönelik İftiraların Kaynağı: Psikolojik Savaş Teori, Mart 1995, sayı: 63


İBDA-C'den Küçük Sol Gruplara Uzanan Cephe



Yüklə 244,54 Kb.
səhifə3/6
tarix14.05.2018
ölçüsü244,54 Kb.
#50427
1   2   3   4   5   6

İBDA-C'den Küçük Sol Gruplara Uzanan Cephe

Psikolojik savaşa ilişkin genel bir çerçeve oluşturduk ve Türk psikolojik savaş aygıtı hakkında belirli bir bilgiye sahibiz. Şimdi artık Aydınlıkçılar ve İşçi Partisi hakkındaki psikolojik savaş konusunu ele alabiliriz. Böylece hem psikolojik savaşın nasıl yürütüldüğünü somut olarak göreceğiz, hem de Türkiye proleter devrimcileri­nin karşı karşıya bulundukları iftira ve yalan kampanyasının gerçek kaynaklarına ineceğiz.



Aydınlıkçıları hedef alan psikolojik savaş cephesi en sağdan en sola kadar uzanan bir yelpaze görüntüsü veriyor. En sağda İBDA-C 'yi görebiliyoruz. İBDA-C fanatik şeri­atçı bir provokasyon örgütü. Taraf isimli bir dergi çıkarıyor. Bazı "Sosyalist" örgüt li­derlerini göklere çıkarırken hemen hemen her sayısında Doğu Perinçek ve Aydınlıkçılara saldırıyor. Aydınlıkçılarâ karşı kullandığı malzeme aynı: "İhbarcı" diyor, "ajan" diyor; 12 Ocak 1995 tarihli sayısında bir sürü küfür savurduktan sonra yeni olarak Do­ğu Perinçek'in "Türkeş ile beraber bir resmi binada Amerikan dolarlarını paylaşırlar­ken yakalandığını" da yazıyor. Sadece IBDA-C'nin yayınlarında değil, Selam gibi Yeni Düşünce gibi sağcı veya Türkeşçi yayınlarda da Aydınlıkçılar hakkındaki iftiraların tekrarlandığı görülebilir. Cephenin "sol" cenahında ise Atılım, Fabrika, Kızıl Bayrak, Sosyalist İktidar gibi asıl misyonları Aydınlık düşmanlığı olan isimlerine göre ve görü­nüşte "sosyalist" dergiler yer alır. Son dönemde Özgür Ülke de cepheye dahil oldu.

"Büyük" basında ise iftiranın yayıncıları Hürriyet'teki Hadi Uluengin, Sabah'taki Cengiz Çandar'dır. Her ikisi de eski Aydınlıkçı olan bu şahıslar daha sonra Amerika'nın safına geçtiler. Köşelerinde Amerika'nın Türkiye'ye ilişkin politikalarını savunurlar. Cengiz Çandar, Pentagon'un gizli yerlerine girebilen "tek Türk" olmakla övünür. Tur­gut Özal'ın danışmanlığına kadar yükseldi, 2000'e Doğru dergisi kendisinin MİT’le ilişkilerini yazınca 22 "Aydınlıkçılar beni teşhir ediyorlar, öldürtecekler" diye devlete açık çağrılar yaptı. Çağrıları sonucunda 2000'e Doğru dergisinin Ankara bürosu Polis tarafından basıldı; çalışanlar işkenceli sorgudan geçirildiler.

MİT Müsteşar Yardımcılığı'na kadar yükseldikten sonra emekli edilen ve bir suikast sonucu öldürülen ünlü istihbaratçı Hiram Abas ve emekli edildikten sonra Çiller tara­fından yeniden MİT e alınan Mehmet Eymür de Aydınlıkçıları aynı şekilde "ajanlıkla" suçlamaya çalışmışlardır. Bu son iki isim aslında saldırının kaynağını ortaya koymak bakımından da son derece önemlidir.

IBDA-C'yi, bazı sözde "sosyalist" dergileri, Çandarları, Mehmet Eymürleri aynı safta birleştiren bu iftira kampanyasının, yıllardır sürdürülen bu psikolojik savaşın se­bebi nedir? Aydınlıkçılara karşı bu bitmeyen kin ve nefret nedendir? Niçin başka sos­yalistler değil de Aydınlıkçılar hedeftir?
Aydınlık Kontrgerillayı Halkın Önüne Çıkardı

10 Temmuz 1978.

Aydınlık gazetesi, "Resmi Belgelerle Kontrgerilla" dizisini başlatıyor. Karanlık ve efsanevi örgüt "Kontrgerilla" kamuoyunun önüne çıkarılıyor. Devletin içindeki habis ur, devrim düşmanı cephenin kanunsuz suç aygıtı bir büyük kampanya boyunca teşhir edilecektir. 10 Temmuz demokrasi mücadelesinin önemli bir günüdür. 10 Temmuz 1978 günü, aynı zamanda Kontrgerilla gerçek düşmanıyla göz göze gelmiş oldu. O güne ka­dar devrimci bir örgüt olarak; devrimci örgütlerden biri olarak hedef alınan Aydınlıkçılık ve Aydınlıkçıların kurduğu partiler, 10 Temmuz'dan sonra Kontrgerilla tarafından artık stratejik düşman olarak hep listenin başında tutulacaktır.

"Kontrgerilla" adı siyasal hayata 12 Mart askeri darbesiyle girdi. 12 Mart darbesin­den sonraki dönem boyunca birçok yazar, birçok aydın böyle bir örgütten söz etti. Ger­çekten de 12 Mart'tan sonra gözaltına alınıp sorgulananlardan bir çoğu gözleri bağlı, işkence tezgahlarına yatırılırken işkencecilerden şu sözleri dinlemişlerdi: "Burası doğ­rudan Genelkurmay'a bağlı bir Kontrgerilla üssüdür. Burada ne anayasa, ne de baba-yasa vardır. Öldürür bir kenara atarız." Sanıkların moralini çökertmeye yönelik oldu­ğu sanılabilecek olan bu sözler aslında Kontrgerilla'nın devlet içindeki konumunu dile getiriyordu. Kontrgerilla devletin her türlü yasasının üstündeki örgüttü. Tek bir yasası vardı : "Düzenin bekasını sağlamak." Bu amaçla girişeceği hiçbir eylemden dolayı so­rumlu tutulmayacaktı. Kontrgerillacı bu ilkeye göre eğitilir, bu ilkeye göre işini rahat rahat yürütür.

12 Mart sonrasında işkenceden geçmiş insanlar, hafızalarına kazınmış olan, "Bu­rası doğrudan doğruya Genelkurmay'a bağlı bir Kontrgerilla üssüdür" sözünü fırsat buldukça anlattılar, yazdılar. Birçok ünlünün işkenceden geçirildiği Ziverbey Köşkü özellikle çok tanındı. Ancak böyle bir örgütün varlığı kanıtlanamıyordu. Devlet ortaya atılan iddialar karşısında gülüp geçiyor, ciddiye aldığını gösteren bir davranışa yönelmiyordu. Yazılıp, çizilenler adeta Kontrgerilla'yı daha da korkutucu bir hale getiriyor­du. Esrarengiz bir dehşet örgütü vardı ve kimse ondan hesap soramıyordu. Sanırız o dönem boyunca Kontrgerillacılar durumdan son derece memnundular. Çünkü onlara göre amaca ulaşılmış, bütün toplumu korkutabilecekleri bir ortam yaratmışlardı. Psiko­lojik savaş da buydu zaten! Kurbanların yakınmaları bile adeta Kontrgerilla'nın işine yarıyordu...
Ecevit'in Verdiği Söz ve Sünger

Kontrgerilla kendinden son derece 21nin olarak, 1977 Haziran Genel Seçimlerinden önce yeni bir darbe tezgahlamaya girişti. İstanbul Yeşilköy Hava Limanı'nda ve Sirkeci Garı'nda sabotajlar yaptı; I Mayıs 1977'de ünlü Taksim provokasyonunu sah­neye koydu, 35 insanı katletti; Zamanın CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'e İzmir Çiğli Havaalanı'nda suikast düzenledi; Taksim meydanında yapacağı miting sırasında Ecevit'i dürbünlü tüfekle vurma planları yaptı, bu plan bizzat Başbakan Demirel tara­fından Ecevit'e bildirildi; gene Kontrgerilla o günlerde devrimci bir örgüt adı izlenimi­ni verecek şekilde TÜSDEK imzasıyla provokasyon bildirileri dağıttı.



Bülent Ecevit bu durum karşısında, "Kontrgerilla'dan hesap soracağım" dedi; halk­tan bu sloganla oy istedi. Darbe tezgahladığı saptanan Orgeneral Namık Kemal Ersun ve ona bağlı bazı subaylar emekli edildiler, seçim yapılabildi. Bülent Ecevit iktidara geldi.

Aydınlıkçıların o zamanki partisi illegal TİİKP'ydi. (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) Halkın Sesi adında bir haftalık dergi çıkarıyorlardı. Aydınlıkçılar 1977 Genel Seçimleri öncesindeki bütün provokasyonlara karşı yoğun bir mücadele yürüttüler, TÜSDEK’i teşhir ettiler, Namık Kemal Ersun'ü sergilediler; ama özellikle 1977 1 Ma­yıs provokasyonu öncesinde büyük bir kampanya yaptılar. Tertip yapılacağını sapta­yıp hem halkı, hem de sosyalistleri uyardılar. Bu çabalara rağmen bir kısım sosyalist Kontrgerilla'nın tertibine alet oldu. Aydınlıkçılar 1978 başında TİKP'yi (Türkiye İşçi Köylü Partisi) kurdular ve Mart'ta da günlük Aydınlık gazetesini çıkardılar. Artık Ece­vit iktidardaydı. Kamuoyu Başbakan'dan Kontrgerilla'yı ele almasını bekliyordu. TIKP ve Aydınlık bu beklentiye uygun olarak Ecevit'e zaman tanıdı, iktidara yerleş­meden onu sıkıştırmayı doğru bulmadı. Ancak aylar geçtiği halde Ecevit’ten ses seda çıkmıyordu. Seçim öncesinde verdiği sözler hatırlanınca, "Geçmişe sünger çektiğim" söyledi.



Ecevit devlet sorumluğu üstlenince devletin içindeki manzarayı gönmüş, belki de korkmuştu. Bir Başbakanın kontrgerilla'dan değil hesap sormak, onun hatırını bile so­ramayacağı kendisine generaller tarafından öğretilmişti. Daha sonra , "ben generallere sordum, böyle bir örgüt yok dediler" gibi açıklamaları oldu. Ecevit o dönemden sonra artık Kontrgerilla'dan sorulacak hesabı bir daha ağzına almayacak; giderek özellikle Kürt sorununun büyüdüğü koşullarda Kontrgerilla'nın gerekli olduğuna inanmaya baş­layacaktı.
Halk Tarzı Hesaplaşma

Aydınlık "Resmi Belgelerle Kontrgerilla" dizisini işte bu koşullarda başlattı. Tarih 10 Temmuz 1978. Kontrgerillanın teorisi ve pratiği bir bir kamuoyunun önün çıkarıldı. Ama ne teori, ne pratik! Amerikan emperyalistlerinin kucağında doğup büyüyen işken­ce aygıtı, Amerikan bağlantılarıyla resmi belgelerle, fotoğraflarla, planlarla, krokilerle gazete sayfasında yer aldı. Tabii işkenceciler de. O güne kadar adı sanı duyulmamış, adlarının sanlarının duyulmayacağından emin olarak, gözleri bağlanmış devrimci kur­banlarına işkence tezgahlarında kan kusturmuş işkenceci şefler boy boy fotoğraflarıy­la, adresleriyle, rütbeleriyle, üsleriyle, yaptıkları gizli toplantılarla, darbe planlarıyla halkın önüne konuldular. Artık toplum, Hiram Abasları, Mehmet Eymürleri, Necdet Küçüktaşkınerleri, Ayhan Ataünalları, Eyüp Özalkuşları, Şahap Atalayları... tabii Faik Türünleri konuşuyordu. Kontrgerilladan hesap soruluyordu. Kontrgerilla'dan ancak böyle hesap sorulabilirdi. Ecevit tarzı değil, halk tarzı! Halkın temsilcisi tarafından!

Aydınlık'ın "Kontrgerilla." kampanyası Türkiye basın tarihini en önemli olayların­dan biridir. Aydınlık koleksiyonunu bir ansiklopedi değerine yükseltmiştir.

Kontrgerilla kampanyası bir gerçeği daha sergiledi: Kontrgerilla'dan hesap sorulmaksızın demokrasi yönünde hiçbir ilerleme kaydedilemez. Kontrgerillayı hedef alma­yan hiçbir devrimci çaba, ciddiye alınamaz.

Türkiye solu işkenceden, Kontrgerilla'dan çok söz etmiş; işkenceyi her fırsatta dile getirip sorgulamıştı. Ama işkence mekanizmasını somut bir biçimde teşhir etmeyi başa­ramamıştı. İşte işkenceyi bunlar yapıyor, diye işkencecilerin yakasına yapışamamıştı. Dolayısıyla işkence edebiyatı bir yakınmadan ileri gidemiyordu. İlk defa ve sadece Aydınlıkçılar bu işe cesaretle giriştiler. Sınıf mücadelesi sadece silahla, sadece elle ayakla yapılan bir mücadele değildir. Önemli olan çizgidir, çizgi doğru olmazsa silahın hiçbir önemi yoktur. Devrim düşmanı güçleri korkutan silah değil, silaha da kumanda eden ideolojidir, teoridir, beyindir. Leninizm'in öğrettiği gerçek böyledir.
Kontrgerilla Savunmada

Aydınlık'ın yayını karşısında devlet, daha doğrusu Kontrgerilla nasıl bir tutum aldı? Ne yaptı? Önce büyük bir şaşkınlık yaşandı. Bir polis karakolunun bombalanması cin­sinden bir olay değildi söz konusu olan, devletin çekirdeği saldırı altındaydı, Bugüne kadar böyle bir olay yaşanmamıştı. Aydınlıkçılar böyle bir cesareti nerden alıyorlardı; bu işi nereye kadar götüreceklerdi?

Kontrgerilla ne yapılması gerektiğini gene Kontrgerillanın kitaplarında aradı. Psi­kolojik savaş iyi hesap yapılmasını söylüyordu. " İyi hesap yapın ve iyi bir yöntem



belirleyin" diyordu. Bu hesabın sonucuna göre seçilebilecek yöntemler de gene psikolo­jik savaş kitaplarında yazılıydı: "Direkt karşı propaganda", "unutturma", " önemini azaltma", "dikkatleri başka tarafa çekme". Tabii en iyisi "direkt karşı propaganda" idi, ama bu yöntemin büyük tehlikeleri vardı. "Bu metotda; karşı taraf propagandasında bahsi geçen hususlar, birer birer ele alınarak çürütülmeye çalışılır. Böyle bir usul çok başarılı olabilir. Fakat tam bir başarı sağlayacak deliller mevcut değilse veya durum buna müsait bulunmuyorsa; direkt karşı propaganda, asla başvurulmayacak, tehlikeli ve hatta geri tepen bir usuldür. Eğer yüzde yüz başarı sağlanamayacak hususlarda bu metot kullanılırsa, hem karşı tarafın propagandasına yataklık edilmiş olur; hem de

onun çürütülmesi imkansız iddialarını okuyan kimseyi artık propagandanın müteakip kısmıyla ikna etmeye imkan olmaz".23

Aydınlık'ın ortaya çıkardığı gerçekler karşısında "direkt karşı propaganda" mümkün değildi. Belgeler güçlüydü. Anlatımlar, fotoğraflar, her şey o kadar ikna ediciydi ki, neresini çürüteceklerdi? "Geri tepme olabilir" çok daha tehlikeli sonuçlar doğabilirdi.

Diğer metotlara başvurdular. Tabii en başta susturma, mahkeme yoluyla yayını durdurma tehdit ve adam kaçırma gibi yollar denendi. Aydınlık muhabirleri ölüm liste­lerine alındı. Ama en çok da "unutturma", "önemini azaltma", "dikkatleri başka tarafa çekme", yöntemleri kullanılmaya çalışıldı. Büyük denilen basın olaydan uzak tutuldu. Soruya muhatap olan yetkililer "gizlilik" veya "memur oldukları, memurların açıklama yapamayacağı" gerekçesiyle konuşmayacaklarını söylediler; olmadı, "bunlar geçmişte kalmış olaylardır" demeye getirdiler...

Ama kampanya beklenen sonucu aldı. Kontrgerillanın üstündeki örtü kaldırılmıştı. Suç ve suçlular 70 Temmuz sonrasının tarihi boyunca toplumun önünde olacaktı. Gladio'nun İtalya'da ortaya çıkarılabilmesi için Sovyetler Birliğinin çözülmesi, NATO'ya bağlı böyle karanlık örgütlerin işlevlerini yitirmesi, 7990'lara gelinmesi gerekmişti, ama Türk Gladiosu çok daha önce suç üstü yakalanmıştı. 10 Temmuz 1978'den sonraki tarihimiz boyunca toplum artık Kontrgerilla'yı bildi; halka karşı hangi örgütün ve nasıl mücadele ettiği Aydınlık tarafından herkese göstertilmişti.
Uzun Süreli Psikolojik Savaş

10 Temmuz 1978 günü Kontrgerilla gerçek düşmanıyla da tanışmış oldu, artık onu hiç unutmadı. Mücadele uzun süreliydi; devlet ayaktaydı, Kontrgerilla bir yayınla yok olup gidecek değildi.

Devlet 12 Eylül askeri darbesinden sonra başta Doğu Perinçek olmak üzere TİKP yöneticilerini Kontrgerillayı teşhir etmiş olmalarının hesabını sormak üzere hapse attı, uzun yıllar hapiste tuttu. İşin bir de psikolojik savaş boyutu vardı. Psikolojik savaş, yo­ğun bir yalan ve iftira kampanyası biçiminde sürdürüldü.

Psikolojik savaş aygıtı, ortaya konulan gerçekler karşısında hiç bir yalanlamada bu­lunamamıştı. Bu kez bilgi ve belgeleri örtük ve dolaylı biçimde doğrulayacak bir yola baş vurdu. Alttan alta şu soruyu yaydılar: "Peki Aydınlıkçılar bu bilgi ve belgeleri ne­reden buluyorlar?" Yani söyledikleri doğru, ama bu doğruları onlara kim veriyor"] Gerçekler çürütülemeyince , o gerçekleri bulup topluma sunan devrimci örgüt üzerinde "şüphe yaratma" yöntemine geçiliyordu.



"Nereden buluyorlar?" diye başlatılan kampanya, "Aydınlıkçılar bu bilgileri C1A'- I dan alıyorlar" noktasına götürüldü. CIA'nın gerçekten ajanları, CIA 'nın bordrosundan maaş alarak CIA adına Türkiye halkına karşı operasyonlar , katliamlar düzenleyenler, işkence yapanlar şimdi dönüp kendi içinde" yüzdükleri çamuru Aydınlıkçılara atıyorlardı. Psikolojik savaş aygıtı bu işte ajanları özellikle kullandı. İftira sadece resmi ağızlardan yapılıyor olsaydı gerekli etkiyi yapmayacaktı. Sosyalistler arasına yerleştirilmiş"; I ajanlar, "Aydınlıkçılar bilgiyi ClA'dan alıyor" yalanını yaymak için seferber oldular, j Psikolojik savaşın siyah ve gri yalanı harekete geçirildi.

Aydınlık'ın haber kaynakları konusundaki suçlamalar yanıt, "Sol" kisveli psikolojik savaşın ele alındığı bölümde verilecektir. Şimdilik şu kadarını söyleyelim, MİT Aydın­lık'a haber vermek şöyle dursun, oradaki bazı güçler, bilgi verenlere yönelik ölümle bi­ten operasyonlara bile başvurdular. Turan Çağlar olayı bu konuda iyi bir örnektir.
Aydınlıkla Bilgi Verene Ölüm

1978'deki Kontrgerilla'yı teşhir kampanyası sırasında Aydınlık'a. bilgi verenlerden biri de eski MİT yöneticisi Turan Çağlar'dı. Turan Çağlar, 12 Mart darbesi öncesinde bir "Sol darbe" yapmaya çalışan ve "9 Martçılar" diye bilinen ekip içinde yer almış; bu nedenle MİT 'ten tasfiye edilmişti. MİT içinde rakipleriyle hesaplaşmak için sahip olduğu bilgileri Aydınlık'a aktarmıştı. MİT Turan Çağlar'ı Amerika’ya bilgi satmakla suçlayıp tutuklattı. 12 Eylül'den sonra Turan Çağlar hapiste şüpheli bir biçimde öldü.

Suçlama aslında gülünçtü. Çünkü MİT’in Amerika'dan gizli bir bilgisi olamazdı; CIA -MİT ilişkilerini bilen hiç kimse bu yalanı yutmazdı. Psikolojik savaş Turan Çağlar'dan intikam alıyordu, aynı zamanda mümkün olursa, "Bilgileri Aydınlık'a CIA veri­yor " yalanına da malzeme sağlayacaklardı.

22 Ocak 1995 günü İşçi Partisi İstanbul İl Örgütü'nde psikolojik savaş konusunda verdiğim konferans sırasında bu olayı da, burada yazdığım biçimde dinleyicilere anlat­tım. Özgür ülke gazetesi 25 Ocak tarihli ve "Hasan Yalçın MİT'le ilişkilerini doğruladı " başlıklı haberinde bu Turan Çağlar olayını da kullandı. "Yalçın, Aydınlık'ın MİT'ten bilgi aldığını doğruladı" diye yazdı. Özetle, MİT, Aydınlıca, bilgi verdiği için Turan Çağlar 'dan intikam alıyor, Özgür Ülke ise Turan Çağlar'dan bilgi aldığı için Aydınlık'ı MİT ile ilişki içindeymiş gibi göstermeye çalışıyordu. Psikolojik savaşın çemberi işte böyle kapanıyordu.
Yeni Güç Denemesi: MİT Raporu Olayı

Mücadele 1978'deki Kontrgerilla'yı teşhir kampanyasıyla bitmedi. Aydınlıkçılar ve İşçi Partisi devletin karanlık örgütlerini açığa çıkarıp, teşhir etmeyi devrimci mücade­lenin önemli bir görevi olarak sürdürdüler. Psikolojik harp aygıtının yanıtı da aynı öl­çüde sert oldu.'

Aydınlıkçılar 1987'de 2000 'e Doğru dergisini çıkardılar. "Haberde sınırın ötesi" sloganıyla yayın hayatına giren 2000'e Doğru Devlet tarafından gizlenen gerçekleri or­taya çıkararak kısa zamanda halkın sevgilisi oldu. 1988'in Şubat ayında ise Aydınlıkçı dergi kamuoyunun önüne "MİT Raporu''olayını getirdi. Hiram Abas ve en yakın adamı MİT'çi Mehmet Eymür yeniden sahnedeydi. Turgut Özal Hiram Abas'ı MİT'in başına getirmek istiyordu. "Sivilleştirme" adı altında yürütülen operasyon epeyce iler­lemişti.



Özal, MİT içinde kendine bağlı bu kliği 7957 Genel Seçimlerinde siyasal rakipleri­ne karşı kullanmak istemişti. Mehmet Eymür'e bu amaçla hazırlatılan Rapor Demire I, Hüsamettin Cindoruk gibi önemli politikacıları; aynı zamanda Necdet Üruğ gibi önem­li komutanları hedef alıyordu. Dahası devleti yönetenlerle yer altı dünyası arasındaki karışık ilişkileri bir şantaj malzemesi olarak kullanmak üzere Özal için paketlemişti. İl­gililer 2000'e Doğru'nun yayını karşısında aynen Kontrgerilla yayınında olduğu gibi

"sükut" ve " önemsizleştirme" yöntemine başvurmak istediler. Olmadı. Çünkü Rapor'da hedef geniş tutulmuştu.

Üruğ başta olmak üzere hedeftekilerin de söyleyecekleri vardı. Büyük basın seyirci kalmayı ancak birkaç gün sürdürebildi. Olay birden patladı. 2000'e Doğru'nun yaktığı ışığın altında devletin içyüzü bir kez daha halkın gözleri önüne serildi.

Aydınlıkçılar devrimci mücadeleyi ustaların kitaplarından aktarmalarla yapan etki­siz küçük sosyalist gruplardan farklı olarak halkı kendi öz pratiği içinde eğitiyordu. Devlet içindeki klikler çatışması, Cumhurbaşkanı Kenan Evren'i, Başbakan Turgut Özal'ı, MIT’i, Orduyu da içine çekerek şiddetle, sarsıntılarla sürdü. Hiram Abas ve Mehmet Eymür için ise kişisel önemde sonuçlar ortaya çıktı. Özalcı klik tasfiye edildi, Hiram Abas ve Mehmet Eymür bazı yardımcılarıyla birlikte tasfiye edildiler. MİT Ra­poru olayı psikolojik harp aygıtının Aydınlıkçılara düşmanlığını pekiştirdi. Aydınlık'ta gerçek düşmanını bir kez daha gördü.

Aydınlıkçılar uslanmamışlardı, MİT'in tekerine gene çomak sokmuşlardı. Devletin içini karıştırmışlardı. Demek ki psikolojik savaşın fokurdayan kazanlarının altına yeni­den ve bol miktarda odun atılması gerekiyordu. Atıldı.

Bu kez aygıtın önemli adamlarından biri, Mehmet Eymür, Aydınlıkçıların ve Doğu Perinçek'i doğrudan, kendi ağzıyla ve mahkeme önünde suçladı. Böylece Aydınlıkçıla­ra yönelik iftiranın kaynağı da çırılçıplak ortaya çıkmış oluyordu. Eymür, Perinçek ve arkadaşlarının MİT ajanı olup olmadığından kuşkuluydu. Bu konuda bir şey diyemiyordu. "Bilsem bile bir şey söyleyemem" diyordu. Eymür, daha sonra anılarını yazdı. Kitabın adı Analiz. Esas olarak Aydınlıkçılardan intikam almak, Aydınlıkçıları karala­mak için kaleme alındığı hemen anlaşılıyordu. Analiz kitabı, TİB tarafından illegal olarak yayımlanan "2000'e Doğru'nun Yayınları ve Gerçekler", "Muhbirlik. Devrime İhanet ve Doğu Perinçek" gibi psikolojik savaş broşürlerinden sonra yazarının gerçek ismini taşıyan son ürün oluyordu.


Eymür'ün Suçlamaları Nasıl Boşa Çıkarıldı

Eymür kitabında Aydınlık'tan "Fabrikatör" diye söz ediyordu. Belirttiğine göre bu ismi Eymür'ün şefi Hiram Abas vermişti, "Uydurma ve şişirme haber üreten şahıs veya grup" anlamına geliyormuş. Eymür yazıyor: "Hiram Bey, Fabrikatör'ün arkasındaki gücün... ABD ve İngiltere olduğu kanaatindeydi." İşte bu kadar! CIA ile içli dışlı bir is­tihbarat örgütünün zirvesinden, o zirveye gene.CIA'nın elleri üstünde taşınmış istihba­ratçılar tarafından Aydınlık'a "Amerikancı" suçlaması yapılıyordu. Üstelik aynı İstihba­ratçılar Turgut Özal'a siyasette kullanması için hazırlayıp sundukları raporla birlikte suçüstü yakalanıp kamuoyunun önüne çıkarılmışlardı. O Turgut Özal ise Başkan Bush'un "biraderi" olduğunu her fırsatta söylemiş, Amerikancılığı bir meziyet olarak savunmuştu.

Mehmet Eymür'le. 2000'e Doğru dergisi adına Hiram Abas ve kendisinin Aydınlık­çılara yönelttiği suçlamalar üzerine bir röportaj yaptım. Kendisi röportajdan önce teyplerin karşılıklı çalıştırılmasını, onun sorularına da benim yanıt vermemi istedi. Ka­bul ettim. Bu röportajın tam metni 2000'e Doğru'nun 6 Ağustos 1989 tarihli sayısında çıktı.

Eymür'e orada Aydınlıkçıları kimin ajanı olmakla suçladıklarını sordum. "Amerika mı?" dedim, "Hayır" demek zorunda kaldı; "İngiltere mi?" gene yanıt "Hayır" di. "Al­manya?", "Hayır". Peki Aydınlıkçılar kimin ajanıydı? Eymür çaresizlikle "FKÖ ile iş­birliği yapıyorsunuz " dedi.

Daha sonra Analiz kitabına ek olarak da yayınlanacaktı ki, Eymürler, yani MİT benim bir gazeteci olarak zamanın Filistin Büyükelçisi Abu Firas'la Filistin Elçilik bina­sında yaptığım görüşmelerimi teybe almıştı. Bir tertibin peşindeydiler, ama görüşmeler onlara bu imkanı verecek cinsten değildi. İşte Filistin'le işbirliğinin kanıtı da buydu. Ben Eymür'e ezilen dünya ile dost olduğumuzu, suçlamasının bize şeref verdiğini söy­ledim. CIA ve MİT tarafından üretilen iftira, bizzat onu ileri süren MİT'çi tarafından tekrarlanamamıştı bile. ama iftira tabii ki sürdürülecekti.


KGB"nin Ağzıyla Yöneltilen Suçlama

Eymür'ün kitabında son derece ilginç başka görüşler de vardı. Şöyle yazıyor: "Hı­ram Bey'e göre Perinçek ve Fabrikatörün Türkiye'deki misyonu şöyleydi; Türkiye'de hızla gelişen ve Batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet yanlısı aşın solu, yeni doktrinle bölmek , birbirine düşürmek, parçalamak , etkisiz hale getirmek." Bu satırlar pekala Sovyet istihbarat örgütü KGB'nin bir belgesinde de yer alıyor olabilirdi.



Hiram Abaslar, Mehmet Eymürler, daha doğrusu psikolojik savaş aygıtı Aydınlıkçıları suçlayabilmek için gerektiğinde KGB'nin ağzını bile kullanabileceklerini göster­miş oluyordu. Öyle değil mi? Eğer Aydınlıkçılar, Batı adına Sovyet yanlısı aşırı sola karşı çıkıyorlarsa MİT bundan niçin rahatsız olacaktı? Abaslar’ın Eymürlerin dedikleri doğru olsaydı, NATO Aydınlıkçılara madalya verirdi. MİT de saygı duruşuna geçer­di.Türkiye NATO'nun bir üyesi değil miydi, NATO Sovyetlere karşı kurulmuş değil miydi; dahası MİT, Abaslar, Eymürler Amerika tarafından Sovyetler'e karşı mücadele­de görev yapsınlar diye eğitilmemişler miydi? Psikolojik harbin yasasıdır bu : Hedefi yıpratmak için her kılığa girebilirsin, her türlü yalanı ortaya atabilirsin!
Yüklə 244,54 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin