İşçi Partisi'ne Yönelik İftiraların Kaynağı: Psikolojik Savaş Teori, Mart 1995, sayı: 63



Yüklə 244,54 Kb.
səhifə5/6
tarix14.05.2018
ölçüsü244,54 Kb.
#50427
1   2   3   4   5   6

Ajanlarla Birlikte

Psikolojik savaş aygıtı, solcu gruplar içine yerleştirdiği ajanları Aydınlık ve İşçi Partisi'ne, karşı hep kullanageldi. Aydınlıkçılar tarihleri boyunca birleşici oldular. Önemli birlikler de gerçekleştirdiler. Bu birleşme süreçlerinde ajan faaliyetinin özellik­le yoğunlaştığını, birleşecek devrimciler arasına ayrılık sokmak için büyük çabalar har­candığını, bölücü roller üstlenenleri isim isim saptayarak gördüler.



Yalan ve iftira kampanyalarının gruplar içindeki kuşkulu kişiler tarafından körük­lendiği bir gerçektir. Hele itirafçılar! İtirafçı rolünde Aydınlık hakkında yazıp çizenler. Son günlerde iki kişi özellikle kullanıldı. Çok dikkat çekici tipler. Biri İşçi Partisi'ne sızdırıldıktan sonra Hıristiyanlığa geçtiği saptanarak disiplin kuruluna verilmiş bir in­san; öteki gene bir zamanlar Aydınlıkçılar arasında bulunmuş, daha sonra devrimciliği alenen de terketmiş, bir zavallı provokatör. Bu ikincisi eskiden devlete ihbarcılık yaptı­ğını da itiraf ediyor. Ama kendi ihbarcılığını Aydınlıkçıların üzerine yıkmaya çalışıyor. Aydınlıkçılara ve İşçi Partisi'ne saldıracağız, proleter devrimcileri tecrit edeceğiz diye kendi aralarında "platformlar" kuran bazı gruplar, işte bula bula bu iki karışık tipi bu­lup dergilerini onlara tahsis ediyorlar. Onların ağzından konuşmakta olan psikolojik harbin farkında değiller.
Psikolojik Savaş Devrimcilerin Zaaflarını Kullanır

Psikolojik savaş aygıtı Aydınlıkçılığa karşı mücadelesinde doğrudan ajan faaliyetiy­le yetinmiyor. Hatta daha da fazla olarak solcuların zaaflarından yararlanıyor.

Türkiye Solu aynı sosyal ve siyasal süreçler içinde uzun yıllar birlikte bulundu. Bu yıllar boyunca karşılıklı birçok ideolojik ve siyasi mücadele yaşandı. Aydınlıkçılık bu mücadelelerde esas olarak sürekli doğru tarafı temsil etti. Çoğunlukla haklı çıktı. Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışması; Sovyetler Birliği'nin niteliği mesele­si; öncü savaş mı kitle çizgisi mi meselesi; devrimciler arası ideolojik mücadelede şiddet kullanılır mı- kullanılmaz mı meselesi; Cumhuriyet Devriminin mirasına karşı alınacak tutum meselesi; Türkiye sosyalist hareketinin tarihi meselesi; Legal-İllegal mücadele biçimleri meselesi... ideolojik mücadelenin belli başlı konularıydı. Ancak her döneme ilişkin siyasi tahlil sorunlarına kadar inen tartışmalar da oldu. Bu tartışmalarda Aydınlıkçıların karşısında yer alan gruplar zaman içinde yanıldıklarını gördüler. Ya es­kiden beri doğru görüşü savunuyormuş gibi yaparak yollarına devam etmek istediler; ya da yanlışta ısrar ettiler. Örneğin, legal mücadelenin önemini savunarak Parti yaptık­ları için on yıllar boyunca Aydınlıkçıları "Legalistlikle" suçlayan birçok grup şimdi, yasal parti girişimi içinde. Ama "Aydınlıkçılar doğru yapmış" demiyorlar.

Sovyetler Birliği meselesinde de öyle olmuştu. On yıllar boyunca Sovyetler Birliği'nin "sosyalist bir ülke" olduğunu savuna gelen kimi çevreler, gerçek ortaya çıkınca es­ki yazılarını didik didik edip, oralarda Sovyetler aleyhine birkaç cümle var mıdır arayı­şına girdiler. Hemen bütün konularda durum aynıdır.

Böyle olunca, Aydınlıkçılığa karşı bu gruplarda bir tür kıskançlık oluştu. Kıskançlı­ğın ötesinde bu çevreler Aydınlıkçılığa neden karşı olduklarını açıklamak zorunda kal­dılar. Grup yapılarını sürdürmek için Aydınlıkçılığa bir kulp bulmaları gerekiyordu. O kulpu ise devletin psikolojik harp aygıtları hazırlayıp ilgililerin hizmetine çoktan sun­muştu. Yeter ki kullanılmak istensin, iftira boldu. İnsanları kendi buyrukları altında tut­makta zorluk çeken şefler kolay yolu seçtiler. MİT’in, Kontrgerillanın mallarına sarıl­dılar. Devrimci fikirleri henüz öğrenen insanları Aydınlık düşmanlığıyla zehirlemekte sakınca görmediler. Gruplarına kazandıkları insanlara ilk eğitim olarak Aydınlık hak­kındaki iftiraları anlattılar. Onların Aydınlık fikirleriyle karşılaşıp kendilerini terketmesini böyle önleyebileceklerini düşündüler. Yalanla eğitilen insanların gerçekten dev­rimcilik yapmaları mümkün olmadığı için de, sonuçta Türkiye'nin birçok iyi niyetli in­sanım devrimcilikten uzaklaştırmış oldular. Devrimin güçlenmesini engellediler.

Tabii, Aydınlık düşmanlığını aynı zamanda, güçleri yettiğince kitlelere de götürdüler.

Karşılarına her yerde, Aydınlıkçılardan ne farkınız var, niye İsçi Partisi'ne girmi­yorsunuz da böyle ayrı girişimlerde bulunuyorsunuz, sorusu çıkıyordu. Aydınlıkçıların, işçi Partisi'nin etkilediği insanları ikna edecek devrimci bir fikre sahip değillerdi. O zaman iftiraya el attılar, karalama yoluna gittiler. Halk içinde yaygın masal kültürüne yaslandılar. Gerçek bilgi yerine masallarla avunmayı yeğleyen beyinler için kolay haz­medilir "ajan" ve "ihbarcı" hikayeleri anlattılar. İnsanları korkuttular. Halk içinde dev­rime yönelen insanları tedirgin edip soğuttular. Aydınlıkçılık devrime insan kazanırken bunlar devrimcilikle halk arasına duvarlar ördüler. Psikolojik savaşın amacını hatırla­yalım: "Asiyi halktan tecrit etmek."

Kendilerine bulaşan insanların kafalarında yedi kafalı, kırk sekiz gözlü bir Doğu Perinçek hayali yerleştirdiler; İstediler ki, Aydınlıkçı denince etkiledikleri insanların aklına elinde testere, kesmek için veya fır dönen gözleriyle ihbar etmek için devrimci arayan bir katil veya bir ajan gelsin!

196O'lı yılların başlarını anımsayanlar bilir, o zamanlar Türk devleti komünistler için sıradan insanın kafasında gerçekten tam da böyle bir tip oluşturabilmişti. Şimdi aynı psikolojik savaş Aydınlıkçılara karşı ve solculuk adına yürütülüyor. Bu grupların iftira bombardımanına uğradıktan sonra Aydınlıkçıları tanıyıp İşçi Partisi'ne katılmış, Doğu Perinçek'le tanışmış birçok devrimciyle bu konuyu görüştüm. Yaratılmış imajla gerçek arasındaki uçurum ilk dönemlerde bu insanları adeta dehşete düşürmüştü. Psiko­lojik savaşın gücü!


Aydınlık Bilgileri Nereden Alıyor?

Bazı solcuların tekrarladığı bir suçlama daha var: "Aydınlıkçılar yayımladıkları bil­gileri nereden alıyorlar?" Giderek suçlama şu biçime dönüşüyor:"Aydınlık MiT'ten hatta ClA'dan bilgi alıyor." Dikkat edilirse "Tekrarladığı" dedik. Çünkü biliyoruz, bu­rada da "Solcu " kisve altındaki psikolojik savaşın bir yaratıcılığı yok. Mal doğrudan doğruya Kontrgerilla'ya ait.



Aydınlık'ın 1978'deki Kontrgerilla yayını sırasında ve sonrasında devletin psikolojik savaş aygıtı ortaya konulan gerçekler şüphe yaratma yolunu tuttu. "Bilgileri nereden alıyorlar?" fısıltısını ortaya sürdü. Sol içindeki bir kısım çevre de tuzağa düştü: bu fı­sıltının yaylası rolünü üstlendi. O zamandan beri bu iftira hem Aydınlık'a hem de Ay­dınlık'ın devamı olan 2000'e Doğru'ya karşı sürekli canlı tutuluyor.

Psikolojik savaş aygıtı, Sol'un Materyalizm konusundaki yetersizliğinden, deneyim eksikliğinden sonuna kadar yararlanılıyor. Önünüze devrimciler olarak sizi ortadan kaldırmak isteyen devlet örgütlerinin gizli bilgileri, suç kanıtları, hatta doğrudan ken­dinize işkence yapanların kimlikleri, fotoğrafları getirilip konuyor, siz ilk olarak, "Bu bilgiler nerden geldi, yoksa MİT'ten mi aldınız!" diye soruyorsunuz.O bilgileri açığa çıkarıp teşhir edenleri "Yoksa bunlar MİT ajanı mı ?" diye kuşku altına sokuyorsunuz. Bu yaklaşımın akılla, fikirle en küçük bir ilgisi olabilir mi? İşte Materyalizm konusunda yetersizlik derken bu yaklaşımı göz önüne alıyoruz. Maddeye bakarak karar veril­miyor; düşünceye; hayaller, kuşkular, fısıltılar, dedikodular hükmediyor. Oysa devrim­ci, devleti teşhir eden bilgi ve belgeler karşısında sevinir; mücadelede bunları nasıl kullanırım diye hesap yapar.

Herhangi bir bilgi konusunda sorulacak ilk soru şudur: Bunların yazılıp çizilmesi kimin işine yarar? Halkın isine mi, yoksa MİT'in, Kontrgerilla'nın işine mi? Devrimci karargâhın karar vereceği konu budur. İster Emin Çölaşan'ın deyimiyle pencereden gi­ren kuş getirmiş olsun, isterse başka bir kaynak; bilgi ve belge, düzeni, egemen sınıfı, egemen sınıfın halka karşı savaş aygıtlarını zor duruma sokuyorsa; halkın aydınlanma­sına, seferber edilmesine hizmet ediyorsa devrimci karargâh onu halka ulaştıracaktır. Devrimci karargâh , zaten bu kararların sağlıklı biçimde verilmesi için vardır. Aydınlık daima bu ölçüyü kullandı, daima devrimci bir karargâh tarafından bu ölçülere göre yö­neltildi.
Niçin Sadece Aydınlık Yaptı?

Üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir gerçek var. Türkiye'de devrimci isimlerle bu­güne kadar sayısız yayın organı çıktı. Hâlâ da çıkıyor. Bunlar arasında günlük gazete­ler de vardı. Ama hiçbiri Aydınlık gibi toplumda iz bırakan, üç -beş sene, hatta birkaç ay sonra da hatırlanan bir yayın başarısı gösteremedi. Hiçbiri, hiçbir önemli başarının altına imzasını basamadı. Sadece Aydınlık'tır ki, büyük bir tarih yazdı. Büyük kampan­yaların altına imzasını koydu. Aydınlık ve 2000'e Doğru ciltleri gün geçtikçe değer ka­zanan, en başta bütün devrimcilerin, ama aynı zamanda tarihle, devletle , siyasetle ilgi­lenen herkesin, her zaman başvurmak zorunda olduğu birer büyük ansiklopedi değeri kazandı.

Niçin acaba? Kıskançlıkla hep denir, "Aydınlıkçılar gazeteciliği iyi yapıyor. Aydınlıkçılar gazeteciliği mi iyi yapıyorlar? Evet, Aydınlık aynı zamanda bir gazetecilik okulu görevi yaptı. Ama bu, işin en son üzerinde durulması gereken noktasıdır. Aydın­lık gazeteciliği değil, devrimciliği iyi yaptı, iyi yapıyor. Olaylara, bilgiye, belgeye hal­kın çıkarları açısından yaklaşıyor, Materyalizmle sonuca ulaşıyor. Aydınlık bir gazete­cilik okulu değil, bir devrimcilik okuludur. Sol'da çıkmış ve çıkan yayınların Aydınlık'-tan eksik oldukları konu işte budur. Fark, devrimci teori politika ve bilinç farkıdır. Ay­dınlık "Bu bilgi kimin işine yarar!" diye sorar; diğerlerinin böyle bir sorusu yoktur. Onlar daha çok, "Aydınlık bu bilgileri nereden aldı? diye sorarlar!
Devrimci Gazeteciliğin Sırrı

Çizgi, bakış açısı ve analiz belirleyicidir. Bu konularda donanımsız olanlar devrim­ci politika da yapamazlar, devrimci gazetecilik de. 2000' e Doğru dergisi 4 Ocak 1987de çıkan ilk sayısında devletin Kürt bölgesinde duvarlara astığı, uçaklardan attığı ayetli, hadisli illegal bildiri ve afişleri kapak yapmıştı. Kapak sloganı şuydu:" Laik devlet cihada çağırıyor". Yıllardır basın hayatının içinde bulunmuş bir gazeteci dost o ilk sayıyı görünce şöyle dedi: "Yahu bu bildiriler benim masamda aylarca durdu hatta birini de panoma asmıştım." Elinin altındaki hazineyi görmemişti.



2000'Doğru'nun o kapağı yıllarca konuşuldu, toplantılarda o kapağa göndermeler yapıldı, yazarlar ele alınan konuya değinmelerde bulundular. Çünkü devletin hem laik­lik taslayıp hem de dinden birleştiricilik beklemesi büyük bir çelişkiydi. Devletin nere­ye sürüklendiğinin somut bir kanıtıydı.

Belgelerin illegal oluşu da ayrıca önemliydi, bir psikolojik savaş kampanyası söz konusuydu.

İşte devrimci gazetecilik haberi böyle buluyor, böyle yapıyor. Yerlerde sürüklenen bir kağıt parçası bile devrimci bakış açısıyla bambaşka özellikler kazanabiliyor.
Bilgi Gerekli Yere Gider

2000'e Doğru dergisinin ortaya çıkarıp kamuoyuna sunduğu "MİT Raporu" olayı ; hem bilginin karakterine, hem de haberin nasıl yapıldığına ilişkin son derece öğretici bir örnektir. Özal tarafından, siyasal rakiplerine karşı kullanılmak üzere Mehmet Eymür ve ekibine hazırlattırılan Rapor'dan 2000'e Doğru'ya ilk söz eden gazeteci irfan Taştemur'dur. O dönemde Taştemur 2000'e Doğruda çalışıyordu. Taştemur'da raporun ken­disi yoktu, ancak onu baştan sona okumuş, aklında tutmuştu. Anlattıkları korkunçtu. Yeri yerinden oynatacak bilgiler, ilişkiler, inanılması zor olaylar söz konusuydu.

"Aydınlık bu bilgileri nereden alıyor!" diye soran solcular böyle bir durum karşısın­da ne yaparlardı acaba? Olayı kesinlikle anlayamazlardı, bunları bize niçin anlatıyor diye İrfan Taştemur'dan kuşkulanırlardı; bu bilgileri bize kim gönderiyor acaba diye korkuya kapılırlardı: sonuç olarak o bilgileri hiçbir zaman yayınlamayı düşünmezlerdi. Aydınlık farklıdır. Aydınlık olaya "Bu halkın işine yarar mı" diye yaklaşır. 2000'e Doğru'nun yönetimi öyle yaptı. Durumu değerlendirdi. Elinde belge olmadığı halde Taştemur'un anlattıklarını haber yapıp yayımladı. Evet elinde belge yokken!

Çünkü analiz, hakim sınıflar içindeki çekişmelerin değerlendirilişi, böyle bir belge­nin var olabileceğini gösteriyordu. Turgut Özal'ın böyle bir rapora ihtiyacı vardı. Poli­tikada MİT'i kullanmaktan kaçınmayacaktı.

Devlet, ilgili kişiler ve basın ancak iki gün susabildiler. Sabah gazetesi 2000'e Doğ­runun elinde Raporun bulunmadığım yazdı. Çünkü Rapor kendisinde vardı. Hürriyet'in kasasında da vardı. Rapor oraları dolaşmıştı. Ancak kendini yazdırtacak yer bu­lamamıştı. En son 2000'e Doğru'ya gelip şansını değerlendiriyordu.

Bilginin karakteri derken işte anlatmak istediğimiz budur. Haber veya bilgi, ortaya çıkabileceği kanalı buluncaya kadar dolaşır. Kendisini ortaya çıkarıp halka sunacak ye­re gider. Yani o bilgileri kullanmasını bilmeyen, " Bu bilgiler de nereden geliyor!" diye korkuya kapılanlara gitmez.


Tabuları Yıkma Cesareti

2000'e Doğru 1987'nin başında çıkmaya başladı. 12 Eylül’den sonra devlete ait bü­yük sırlar oluşmuştu. Devlet içindeki karanlık güçlerin birçok suçu üst üste yığılmıştı. Korku vardı. Korku tabuları bekliyordu. Bir kısım basın, devleti koruyarak tabulara ve sırlara hiç dokunmuyor; dokunmak isteyenler ise cesaret edemiyordu. Toplum, bilgiler ve tabular adeta 2000'e Doğru'yu bekliyordu.

200Ö'e Doğru "Haberde sınırın ötesi" sloganıyla geldi, "Tabu tanımayacağını açık­ladı". MİT Raporu 2000'e Doğru'nun başarılarından sadece biridir. Şimdi herkesin di­linde dolaşan Türk-İslam Sentezi konusunu da 2000'eDoğru ortaya çıkarıp aydınlattı; Kenan Evren'in kızlarına verilen sudan ucuz villaları da 2000'e Doğru kamuoyunun önüne getirdi. Din ve Kürt sorunu başta olmak üzere, "tehlikeli" sayılan her konun üs­tüne gitti. Bu uğurda, Turan Dursun gibi büyük bir insanı şehit verdi, gözünü budaktan esirgemedi. 2000'e Doğru'nun Kürt sorununu bütün yönleriyle gündeme getirdiği günlerde bazıları Kürt sözcüğünü açıkça yazamıyordu da, "ÂT..." diye geçiştiriyordu.

Evet, cesaret gereklidir. Hem devletin hedefi olmayı, hem de "Bu bilgiler kimden geliyor!" diye soracak bir tür solculuğun iftiralarını göze alacaksınız. "Aydınlık bu bil­gileri nereden alıyor, yoksa MİT'ten mi?” solculuğunun ise cesaret gerektirir tarafı yok­tur. Tam tersine böyle davrananlar devletten mükafat görürler. Gördüler.


Düşman Kampın İçinden

Haber kaynağının hiç mi önemi yoktur? Olmaz olur mu? Çok önemi var. İftiracıla­rın dediği anlamda değil. Tam tersine. Düşman kamptan bilgi ve haber alamayan dev­rimci parti, devrimci pratiğin içerisine yeterince girememiş bir örgüttür. Türkiye sos­yalistlerinin bir kesimi bu önemli gerçeğin farkında bile değiller. Sınıf mücadelesi pra­tiğinin kenarındadırlar. Yaptıkları iş Marksist klasikleri eğip bükerek kağıda dökmek­tir. Teoriyi hayata geçirme aşamasına bir türlü ulaşamamışlardır. Dolayısıyla hakim sı­nıflara ve aralarındaki kapışmaya dair bilgiye ihtiyaç bile duymamaktadırlar. O bilgi sökülüp de önlerine konduğunda ise, "Bunlar da nereden geliyor!" diye yaftalar asma yolunu tutmaktadırlar.

Karşı kamptan bilgi alabilen, o bilgiyi o saflardaki çelişmeleri derinleştirmek üze­re kullanılabilen örgüt, gerçekten devrimci adına layık örgüttür. İftira haline getirilip

tekrarlanan "Aydınlık'ın her yerden bilgi alabiliyor oluşu" Aydınlık'ın zaafı değil üstünlüğüdür. Devrimci niteliğinin kanıtıdır.


Bilgisizlik ve Birikimsizlik: Psikolojik Savaşa Zemin

Aslında Aydınlık ve İşçi Partisi'ne karşı iftira kampanyaları düzenleyen bu "Solcu" çevrelerde büyük bir bilgisizlik, bilinçsizlik ve kavram kargaşalığı hakimdir. Ne Mark­sizm'i doğru dürüst incelemişlerdir, ne proletaryayla herhangi bir bağları vardır. Türki­ye'nin ve Türkiye sosyalizminin tarihi konularındaki bilgileri kulaktan dolma birkaç cümleyi geçmez. Sosyalizmi kendi gruplarının ortaya çıkışıyla başlayan bir mücadele sanırlar. O bile değil, sık sık bölündükleri için her bölünmede, bölünen her iki taraf sosyalizm için yeni bir doğum tarihi saptar. Sosyal çevreleri kendi dar gruplarından ibarettir. Kendilerini dünyanın merkezi sanırlar. Kendilerine benzeyen gruplarla yürüt­tükleri ittifak çalışmaları onlara göre işte, komünist literatürde geçen örneğin faşizme karşı birleşik cephedir. Aralarında sürekli itişip kakışırlar. Davranışları büyükleri taklit eden çocuklarınkinin aynıdır.

Kavramlar konusunda hiçbir kültüre sahip değillerdir, "ihbarcı" kimdir, "muhbir " diye kime denir, "ajan" kimdir, nasıl faaliyet gösterir; devlet devrimci gruplara nasıl sı­zar» oralarda nasıl yöntemler izler?.. Bütün bu konularda hiçbir deneyim ve bilgileri yoktur. Sözcükleri iki sınıfa ayırmışlardır: İyi sözcükler, kötü sözcükler. Diyelim ki, faşizm onlara göre emperyalizm çağında ortaya çıkmış bir emperyalist burjuva rejimi değil, şiddete başvuran herkestir. Dolayısıyla kızdıkları her insana faşist derler. Hiçbir zaman hiçbir tahlil çabasına girişmezler. Kafalarını otomatiğe bağlamışlardır. "İhbarcı" \e"ajan" sözcüklerini de böyle kullanırlar.

Kendi yapıları içinde de kızdıkları arkadaşlarını kolayca ajan ilan ederler. Şu "Ob­jektif ajan", "Sübjektif ajan" kavramları da böyle bir kafanın ürünüdür. Yanlış fikir sa­vunduğunu düşündükleri veya hata yapan arkadaşlarını işte bu "objektif ajan" sınıfına sokuverirler. Böyle suçlanan birçok devrimcinin kendi arkadaşları tarafından öldürül­dükleri bilinmektedir.Tabii tersi de olur. Dün "ajan" ilan ettikleri birini, öfkeleri yatışınca yeniden "yoldaş" sınıfına alabilirler. "Muhbir " dedikleri insanlardan özeleştiri yapmasını isterler. "Muhbirliğin" özeleştiri yapılarak değiştirilebilecek bir konum olduğunu sanırlar.

Sözlerinin bir ağırlığı yoktur. Dün söylediklerini bugün hatırlamazlar. Dün "ajan " dedikleriyle bunları yarın kol kola görebilirsiniz. Gerçek ajanlara karşı ise son derece donanımsızdırlar. Proleter devrimcilere karşı gösterdikleri kindar tutumu gerçek ajanlara karşı hiç göstermezler.

Proleter devrimcilere yönelttikleri , yani Aydınlık ve İşçi Partisi için söyledikleri "ajan", " muhbir" gibi sözleri de aslında içtenlikle, inanarak kullanmazlar. "Ajan", "muhbir" gibi sözcükleri bir tür siyasal mücadele , bir tür ideolojik tartışma terimi olarak bilmektedirler. Nitekim bu tür grupların şefleri ihtiyaçları olduğunda Aydınlıkçılara ve İşçi Partisi'ne gelip yardım da isterler; İşçi Partisi liderlerini gördüklerinde saygılı­dırlar. "Abi" ,diye ayağa da kalkarlar. Tek tek görüşüldüğünde gruplarının yürüttüğü kampanyaları doğru bulmadıklarını, kendilerinin öyle düşünmediklerini de itiraf ederler. Daktilolarının başına geçtiklerinde Doğu Perinçek ve İşçi Partisi için "devrimcileri ihbar etti" diye vicdansız yazılar döktüren Yalçın Küçük gibi, Mustafa Yalçıner gibi , hatta Abdullah Öcalan gibi bir çok simanın da Aydınlıkçılarla yüz yüze geldiklerinde saygıda hiç kusur etmediklerini herkes biliyor

Psikolojik savaş böylesi solcu grupların bilgisizlik ve kargaşalık ortamından sonuna kadar yararlanır. Herkese kolayca "muhbir", "ajan" denilebilen yerlerde gerçek ajanlar kendilerini rahatlıkla gizleyebilirler. Psikolojik savaşın dedikodu ve kışkırtmaları bura­larda akıl almaz kolaylıklar bulur. İşini tereyağından kıl çeker gibi yürütür. Aydınlık ve İşçi Partisi'ne karşı yürütülen iftira kampanyaları işte böylesi kolaylıklardan yararlanı­larak sürdürülebiliyor.
Hedef Alınan Sosyalizmin Önderlik Birikimidir

Psikolojik savaşın kitabı şöyle diyordu: Amaç, " Liderleri bertaraf etmektir." Bu açıdan bakıldığında Aydınlık ve İşçi Partisi'ne karşı yürütülen yalan ve iftira kampan­yasının özelliği daha iyi anlaşılıyor. "Ajanlıkla ", "muhbirlikle" suçlanan İşçi Paritisi'nin Başkanlık Kurulu'nun Listesini sunuyoruz.



Genel Başkan Doğu Perinçek: 1964 yılından beri tam otuz bir yıldır örgütlü proleter devrimci mücadelenin içinde, önünde; devrimci mücadelesi nedeniyle 1971 12 Mart dar­besinden sonra ve 1980 12 Eylül darbesinden sonra iki seferde toplam yedi yıl hapis yattı.

Genel Sekreter Mehmet Bedri Gültekin: On altı yaşından beri, toplam yirmi yedi se­nedir sosyalist, proletarya partisi içinde mücadele ediyor. 12 Mart ve 12 Eylül darbe­lerinden sonra iki kez hapse atıldı, toplam altı yıl hapis yattı.

Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın: Otuz yıldır devrimci örgütlü mücadelenin içinde, her iki askeri darbeden sonra hapse atılıp toplam yedi yıl hapis yattı.

Genel Başkan Yardımcısı Tayfun Tabakoğlu: Tersane işçisi Tabakoğlu, on dokuz se­nelik proleter devrimci. Defalarca gözaltına alındı. THKP-C 'den geliyor.

Genel Başkan Yardımcısı Hıdır Hokka; Emekli Belediye İşçisi olan Hokka, onyedi yıldır proleter devrimci, devrimci mücadelesi nedeniyle otuz ay hapis yattı.

Genel Sayman Yalçın Büyükdağlı. Yirmi altı yıllık örgütlü sosyalist, iki yıl hapiste yattı. TKP-ML'den geliyor.

Turan Özlü: Yirmi yedi yıldır proleter devrimci mücadelenin içinde. Dörtbuçuk sene hapis yattı. THKP-C'den geliyor.

Aslan Kılıç: Yirmi dokuz senedir örgütlü sosyalist. Oniki yıl hapis yattı.TKP-ML'-nin kurucularından.

İlknur Kalan: On dokuz senedir örgütlü sosyalist mücadelenin içinde. THKP-C'den geliyor.

Uzatmamak için bu kadronun hangi kitle örgütlerinde liderlikler yaptığı, hangi mü­cadelelere önderlik ettiği gibi konulara girmiyoruz. Şu kadarını söyleyelim, bu insan­lardan her biri gençlik hareketlerinde, işçi mücadelelerinde, içinde bulundukları komü­nist örgütlerin kadroları arasında lider roller oynayarak süzülüp, bugünlere gelmişler­dir. Defalarca işkenceli sorgulardan geçmişlerdir. Sınıf mücadelesinin bütün sınavlarını yüzlerinin akıyla geride bırakmışlardır. Bir büyük devrimci ısrarı , halka bağlılığı yaşamlarıyla kanıtlamışlardır. Çoğu orta yaşın üstündedir, yani davayı temsil etme ko­numunu bir ömürle hak etmişlerdir. Değişik devrimci akımlar içinde pişerek, olgunlaşarak İşçi Partisi'nde buluşmuşlardır. İşçi Partisi'nin Merkez Komitesi ve Başkanlık Kurulu Türkiye Marksist hareketini önderlik birikimidir.



İşçi Partisi'nin devlet tarafından hedef seçilmesinin nedeni işte bu listenin niteliğidir.

Peki "Solcu" kisve altında İşçi Partisi'ne karşı iftira kampanyası yürütenler kimdir? Hangi mücadelede yer almışlar, hangi deneylerden geçmişlerdir? Adları sanları nedir? Halka hangi hizmeti yapmışlardır? Hangi marifetleriyle tanınmaktadırlar? Akıllarda kalan, iki cümlelik makaleleri, dört satırlık bir fikirleri var mıdır? Bütün bu soruların yanıtı kocaman bir sıfırdan ibarettir.

Bugün ne yaptıkları belli değildir ama, yarın ne yapacakları daha da belirsizdir. Po­lise düştüklerinde itirafçı olup olmayacakları; arkadaşlarını ele verip vermeyecekleri; hapse düşseler cezaevi idaresine sığınıp sığınmayacakları; otuz yaşını geçince bir iş ve­ya ihale karşılığında fikirlerini SHP-CHF ye satıp satmayacakları; beyinlerini alkole yatırdıktan sonra, geceler boyu devrimcilere küfredip, gündüzleri de efendilerine yağ­cılık yapıp yapmayacakları; DYP'ye ANAP'a hatta RP veya MHP'ye geçip de işten çı­karılan işçilere sopa sallayıp sallamayacakları; küçük örgütlerini bir gün mafya örgütü­ne dönüştürüp dönüştürmeyecekleri; sosyalist eserlerden öğrendikleri kapitalizmi uy­gulamaya koyarak küçük birer çakal haline gelip gelmeyecekleri; müteahhit veya taşe­ron kimliğiyle halkı soyup soymayacakları... Bunların hiçbiri şimdiden bilinemiyor. Bi­linemez. Çünkü bunun örneklerine toplum ve bütün devrimciler çok tanık olmuşlardır.

İşçi Partisi'ne "Muhbir", "ajan" diyorlarmış. Sen kimsin? Kim oluyorsun? Bu Par­tinin lider kadrosunun hapislik yıllarının toplamı senin yaşının birkaç katıdır. Sen sade­ce o hapislik yıllarının deneyimi altında ezilirsin. Bir şişe mürekkebinin yarısını dev­rimcileri karalamak için kullanıyorsun. Kendini psikolojik savaşın emrine veriyorsun. Ama başını kaldırıp suçladığın insanlara bakmıyorsun bile. Gerçeklikten kopmuşsun. Halktan kopmuşsun. Devrimciliği kuru gürültü sanıyorsun.


Yüklə 244,54 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin