Ötedenberi kelâmcılar arasındaki bir geleneğe göre, iman esasları nazariyatta üçe irca edilmiştir. İrca sonucu meydana gelen usûl-i selâseye göre iman esasları:
A. Allanın var olduğuna, yegane yaratıcı ve mabûd olduğuna inanmak (ilâhiyyât)
B. Peygamberlerin Allah tarafından tebliğle görevlendirilmiş, Allahın elçileri ve kulları olduğuna inanmak (nübüvvât)
C. Ahiret gününe inanmak (sem'iyyât) tır.
Görüleceği gibi bu üç esas, iman edilecek şeylerin usulü durumundadır. Diğer üç iman esası ise, bu üçün füruu olarak kabul edilmiştir. Meselâ kaza ve kadere iman, Cenâb-ı Hakkın ilim, irade, kudret, tekvin sıfatlarının ele alındığı ilâhiyyât bahislerinde incelenmiştir. Biz de ilâhiyyât başlığı altında Allaha iman, kaza ve kadere imanı; nübüvvet bahisleri başlığı altında peygamberlere ve kitaplara imanı, sem'iyyât bahisleri başlığı altında da Meleklere ve âhirete iman konularını ele alacağız. 110
A. ÎLAHİYYAT BAHİSLERÎ 1. ALLAHA İMAN
a. Allaha İnanmanın Lüzumu
İnsanlık tarihi bize gösteriyor ki, en ilkel devirlerden ben, her çağda yaşayan insanlarda Allah fikri ve tapınma düşüncesi, dolayısıyla bir din inancı vardır, insan en eski zamanlardan beri, kâinat dediğimiz şu varlık üzerinde, üstün bir kudrete inanmış ve ona tapınıştır. Zamanla mağaralarda taş kovuklarında tamamen ilkel bir şekilde yaşamış olanların da bu ihtiyacı duymuş oldukları bize kadar gelen eserlerinden, mağaralara çizdikleri resimlerden anlaşılmaktadır, ilkel insanın inancı ile münevver ve olgun bir ihsanın inancı arasındaki fark, o üstün kudreti belirlemekte ve ona verilen isimlerde ve sıfatlardadır. Bu duygu yani Allah inancı şüphe yoksa insanda yaratılıştan vardır. İnsan kendisini anladığı günden beri, üstün (müteâl) ve her şeyi kuşatan bir yüce kudrete teslim olmak, ondan ilham almak, ondan yardım beklemek, hayır ve şer her ne olursa ondan bilmek duygusunu kendi içinde sezmiş o kuvvetin sahibine korku ve ümit ile bağlanmış, onun önünde diz çökmüş, yalvarmış, kurbanlar ve ibadetlerle ona yaklaşmak istemiş, kâinattaki maddî kuvvetlerin zararlarından korunmayı ve hayatın her türlü acılarına karşı koymayı O kudrete imanda bulmuştur.
Kendini duymak, kendi varlığını bilmek, insanda nasıl apaçık bir duygu ve düşünce ise, varlık aleminin bir yaratıcısı olduğunu anlamaya çalışmak ve anlamak ta apaçık bir duygu ve düşüncedir. İşte bu sebeple Bir ve dengi olmayan Allaha inanmak, bu duygu ve düşüncenin zarurî sonucudur. O halde Allaha inanmak insan için lüzumludur. 111
Her şeyi bilen ve her şeyi yaratmaya gücü yeten bîr Allaha inanmak, bulûğa ermiş (erginlik çağına gelmiş) ve akıllı olan her insana farzdır. İlâhî dinlerin kesintiye uğradığı dönemlerdeki veya hiçbir dinden haberi olmayan, dağ başlarında uzak yerlerde yaşayan insanlar bile akıllarıyla Allanın var ve bir olduğunu bulmak zorundadırlar. Çünkü insan, yaratılıştan getirdiği mutlak ve üstün güce inanma duygusu ile, kâinattaki akıllara durgunluk veren düzeni gördükten sonra, bu düzeni sağlayan Bir ve Eşsiz Yaratıcının, Allah Taâlânın varlığına inanmaya mecbur kalır:
“Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allahın varlığında şüphe mi vardır?” 112
b. Allahın Varlığının Delilleri
Bir kısım islâm alimine göre insandaki Allah inancı zarurî ve yaratılıştan (fıtrî) olduğu için Allahın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mukaddimeler (öncüller) düzenleyerek, mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Fıtratı bozulmamış olan ve ruhu hasta olmayan her insan Allahın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller sadece insanı uyarmak, içindeki Allahın var ve bir olduğu noktasındaki zaruri bilgiyi geliştirmek içindir. Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri nasıl çekiverirse; çünkü bu onun yaratılışında gizlenmiş bir özelliktir, o kabiliyet bozulmadıkça yaratılışının gereklerini yapacaktır. İnsan da, iç ve dış alemde Allahın varlığına delâlet eden şeylere bakarak Allahın varlığını bunlardan anlayabilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. Bununla beraber insanın kendi yaratılışı, kendi fıtratı da bizzat Allahın varlığına en açık bir delildir. İmam Gazzâlî (öl. 505/1111) ile Şehristânî (öl. 548/1153) nin kanaatları budur. 113
Bir kısım İslâm alimine göre de insan iç ve dış alemde Allahın varlığını gösteren bir takım deliller üzerinde durup, bu şekilde Allahın varlığına ulaşmak durumundadır. Gerçi Allah Taâlâ duyularla doğrudan doğruya idrak edilemez:
“O'nu gözler idrak edemez. Fakat o gözleri idrak eder.” 114
Fakat duyularımız Allahı tanıyacak olan aklımıza malzeme temin eder. Bu malzeme mahluk olan her şeydir, kâinatın ahenk ve nizamıdır. Bunlar Allahın varlığına delâlet eden belirtilerdir, izlerdir. İşte insan aklı bu belirti ve izlerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır:
“Biz onlara âyetlerimizi dış âlemde de kendi öz varlıklarında da göstereceğiz. Böylece O'nun gerçekliği kendilerince anlaşılacaktır.” 115
Allah taâlâyı tanıma (marifetullâh) nın yolları ve O'nun varlığının delilleri sınırlandırılamaz. Biz burada bu delillerin en meşhurlarını kısaca izah etmeye çalışalım. 116
1. Kuranda İsbât-ı Vâcib
Kur'an-ı Kerimde Allah Taâlâdan bahseden âyetlerin çoğu onun sıfatlarını konu edinmiştir. Bu âyetlerde bilhassa tevhid üzerinde. Israrla durularak Allahın ortağı ve benzeri olmadığı ifade edilir. Allahın var oluşu konusu, Kur'anda insan için bilinmesi tabiî, yâni zarurî ve bedihî bir hadise kabul edilmiştir. Çünkü selim bir fıtratla yaratılan insan normal olarak yaratanını tanır. 117
Kur'an-ı Kerim âyetleri baştan sona incelenecek olursa, insanın düşüncesini genellikle şu noktalara yöneltmesi gerektiği üzerinde durulur:
a) Büyük bir kudret, ilim ve hikmet eseri olan insanın yaratılışı, onun akıllara durgunluk veren vücud yapısı, organları ve fonksiyonları göz önüne alınarak insanı yaratan Allahın varlığına ulaşmak.
b) Yürüyeni, uçanı, sürüngeni, iki ve dört ayaklısıyla birlikte sonsuz bir kudretin eseri olan hayvanların yaratılışı ve insan hizmetine verilişinden hareketle Allahm varlığına inanma.
c) Bozulması ve aksaması olmayan mükemmel tabiat düzeni içindeki yer küresi, dağlar ve denizler... Göklerin ve yerin birbiriyle ahenkli olarak gediksiz ve kusursuz yaratılışı, bunların çalışması, yerin mevsimden mevsime değişik şekillere bürünmesi, yer küresinin hayat taşıması ve insanın barınması için elverişli olması, yer küresini koruyan atmosfer, acı ve tatlı suların ve denizlerin bulunuşu, yerde ve gökte bulunan her şeyin insan emrine verilişi gözonüne alınarak, bütün bunları yapan, idare eden mutlak güç sahibi Allah’ın var olduğuna inanmak.
d) Bütüa canlıların, mayasını teşkil eden su, suyun müjdeleyicisi ve bulutların sevkedicisi olan rüzgâr, ölmüş bulunan toprağın yağmurla diriltilerek çeşitli yiyecekler vermesi, insanların büyük ihtiyaçlarını gideren ateş... Vb. nin yaratılışını düşünerek, bunları insanın hizmetine veren yüce yaratıcıyı bulup, O'na inanmak.
e) Ay, güneş, yıldız ve gezegenlerin bağlı bulunduğu değişmez nizamı, gündüzün insan geçimi, gecenin de uyku ve dinlenmesi için yaratıldığını; güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin bağlı bulunduğu ince kanunları, bunların insanlığa ve bütün canlılara sağladığı faydaları düşünerek bunları yaratan Allahın varlığına inanmak.
f) Yiyecek, insan ve hür türlü eşya naklinde emrimize amade kılınan gemiler, denizden çıkarılan gıdalar ve zinet eşyasını düşünerek bunların yaratıcısını bulmak..
c) İnsanın kibir ve inat engellerini aşabildiği, gaflet perdesinden sıyrıldığı zamanlarda, başkasına değil mutlaka Allaha yöneldiğini ve mutlaka O'na yalvardığını bildiren âyetler vardır. 118
Kur'an-ı Kerimdeki, Allahın varlığına delâlet eden ve yedi gurup âyet gözden geçirilecek olursa, O'nun bu konuda genellikle iki metod takip ettiği görülür.
a) Var olandan'var edeni düşünüp bulmak, eserden müessire, sonuçtan sebebe ulaşmak. Bu kâinat ve kâinatta gördüğümüz şeylerin varlığı zarurî deildir, mümkindir. Var olması da yok olması da eşitir, imkân dahilindedir. Ayrıca âlemdeki varlıklar onradan meydana getirilmiş (hadis) şeylerdir. Varlğı ile yokluğu eşit olan, sonradan yaratılmış bulunan bu kâinatı var edecek veya varlığını yokluğuna tercih edecek bir başka varlığa ihtiyaç vardır. Kâinatı var edecek bu başka varlık, yine kâinat gibi sendi kendisine yetemeyen ve var olmak için başkasına muhtaç olan (meselâ tabiat gibi) bir mümünle hadis varlık olamaz. O halde kâinatı yoktan var eden ve var olmak için de başkasına muhtaç olmaları vâcib bir varlık vardır. O da Allah taâlâdır (imkân ve hudûs delilleri).
b) Şu akıllara hayret veren şeylerin ve kâinatın oluşumunda ve bunlarda hüküm süren olaylarda inkârı mümkün olmayan bir nizam ve tertib vardır. Kâinatı bu derece düzenli ve tertibli yapan bir düzenleyicinin bulunması zaruridir. O da bir ve tek olan, başlangıcı ve sonu olmayan mutlak varlık Allah Taâlâdır. (Nizâm delili) 119
Dostları ilə paylaş: |