C. SEM'İYYÂT BAHİSLERİ
Ehl-i sünnet kelâmcıları meleklere imanı genellikle nübüvvet bahisleri içinde ele almışlardır. Zira meleklerin varlığını bize peygamber haber verir. Biz, melek inancı konusunda yegane bilgi vasıtamızın -ahirete imanda olduğu gibi- vahiy (nakil ve sem') olmasını göz önünde bulundurarak, bu konuyu, senviyyât bahisleri içinde ele almayı daha uygun bulduk. 447
1. Milek'lere İman
Meleklere iman, İslâmda iman esasları arasında önemli bir yer tutar. Kur'an-ı Kerimde meleklere inanmanın farz olduğunu gösteren âyetler vardır.
“O peygamber de kendisine rabbinden indirilene iman etti, müminler de. (Onlardan) her biri, Allaha, O'nun meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı.” 448
“Fakat iyi amel (birr), Allaha, ahiret, gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman edenlerin (iyi ameli) dir.” 449
Meleklere inanmayan kimse, zikrettiğimiz âyet-i kerimelerin hükmünü inkâr ettiği için kâfir olur. Allah Taâlâ şu âyetlerde de:
“Kim Allaha, meleklerine, peygamberlerine, Cebraile, Mikâile düşman olursa, muhakkakki Allah ta o kafirlerin düşmanıdır.” 450
“Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkâr ederek kafir olursa, muhakkak ki (doğru yoldan) uzak bir sapıklıkla sapıp gitmiştir.” 451 buyurarak, meleklere düşman olanları, onları inkâr edenleri kâfir diye nitelemiştir. Ayrıca meleklere inanmamak, bir bakıma vahyi, peygamberi, peygamberin getirdiği kitabı ve tebliğ ettiği dini de inkâr etmek anlamına gelir. Çünkü dinî hükümler peygamberlere melek vasıtasıyla getirilmiştir.
Melekler duyu organlarımızla idrak edilemeyen, gözle görülmeyen nûrânî ve rûhânî varlıklardır. Bu sebeple melekler hakkındaki tek bilgi kaynağımız vahiydir, âyet-i kerimeler ve sahih hadislerdir. Bu ikisinde var olan bilgilerle yetinir, onun ötesine geçmeyiz. Meleklerin gözle görülmez, duyu organlarıyla idrak edilmez varlıklar oluşu onları inkâr etmemizi gerektirmez. Ne akıl ne de pozitif bilimler meleklerin var veya yok olduklarına dair kesin deliller ileri süremez. Bir kere melekler, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerin sahası dışında kalan fizik ötesi yaratıklardır. Hiçbir etki altında kalmadan düşünebilen insan aklı (akl'-i selim), melek adı verilen varlıkların mevcudiyetini imkânsız görmez, hatta caiz ve mümkin görür. Meleklerin yok olduğuna dair akıl kesin deliller ileri süremediğine ve meleklerin varlığı akıl açısından mümkin görüldüğüne, üstelik bu konuda âyetler ve sahih hadisler bulunduğuna göre, bizler meleklere inanır ve onların varlığını kabulleniriz.
Meleklerin hangi maddeden yaratılmış olduklarına dair Kur'an-ı Kerimde bir bilgi yoktur. Fakat Peygamber Efendimiz, Hz. Âişe (öl. 58/678) den rivayet edilen bir hadiste, “Melekler nurdan, cin (ve şeytan) lar yalın bir ateşten, Âdem ise size nitelenen şey (toprak ve çamur) den yaratıldı.” 452 buyurarak, meleklerin yaratıldığı şeyin nûr olduğunu açıklamışlardır.
Kur'an-ı Kerim âyetlerinden anladığımıza göre, melekler insanlardan önce yaratılmışlardır. Çünkü Allah, insanı yaratacağını ve onu yeryüzünde halife yapacağını meleklere haber vermiştir:
“Rabbin meleklere 'ben yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti. Melekler de: 'orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni devamlı takdis ediyoruz. dediler. Allah 'ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi de bilirim' dedi.” 453
Melekleri diğer varlıklardan ayıran belli başlı özellikleri şöyle sıralayabiliriz.
1- Melekler nurdan yaratılmış, nûrânî ve rûhânî varlıklardır, yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, uyumak, yorulmak, usanmak, gençlik, ihtiyarlık... gibi insana ait özelliklerden arınmışlardır. Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurulur:
“O'nun katındakiler (melekler) kendisine ibadet etmekten ne çekinirler, ne de yorulurlar; Gece, gündüz Allahı teşbih ederler, usanmazlar.” 454
“Şimdi sor onlara; 'Her halde; kızlar rabbinin de oğullar onların mı? Yoksa biz melekleri dişi yarattık ta onlar buna şahitmidirler?' Haberin olsun ki, onlar hakikaten yalan söyleyerek, herhalde 'Allah-doğurdu' derler. Onlar elbette yalancılardır.” 455
“Doğrusu ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi ismi takıp duruyorlar. Halbuki buna dair bir bilgileri yok. Ancak zanna tabi oluyorlar. Zan ise gerçek olan ilmin yerini tutamaz.” 456
2- Melekler Allaha isyan etmezler, Allah’ın emrinden çıkmazlar. Hangi iş için yaratılmış iseler o işi yaparlar. Sürekli Allah’a ibadet ve itaatla meşgul olurlar, O'nu teşbih ederler. Kur'anda bu konuda şöyle buyurulur:
“(Melekler) kendilerine her şekilde üstün ve hakim olan Rablerinden korkarak ne emrolunurlarsa onu yaparlar”457
“... Belki onlar Allah’ın şerefli kullarıdır. Melekler sözleriyle asla O'nun önüne geçemezler. Bilâkis bunlar O'nun emriyle hareket ederler, önlerindekini de arkalarındakini de O bilir. Bunlar O'nun hoşnutluğuna ermiş olandan başka kimseye şefaat etmezler. Bunlar O'nun korkusundan titreyenlerdir.” 458
“Melekleri Rablerine hamd ile teşbih ederek, argın etrafını kuşatmış olarak görürsün.” 459
“Onlar, Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye memur edilirlerse onu yaparlar.” 460
“Şüphe yokki, Rabbinin katındakiler, ona kulluk etmekten asla kibirlenmezler. Onu teşbih ve yalnız ona secde ederler.” 461
3- Melekler kanat sahibi, son derece süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır. Onlar bir ânda yerleri ve gökleri dolaşacak kabiliyette yaratılmışlardır. Kur'an-ı Kerimde haklarında şöyle denilmiştir:
“Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı (olmak üzere) elçiler yapan Allaha hamdolsun. O; yaratılışta neyi dilerse, onu artırır. Şüphe yokki Allah her şeye hakkıyla kadirdir.” 462
Biz meleklerin kanatları olduğuna inanırız. Fakat bu kanatların mahiyeti konusunda söz söylemeyiz. Bu kanatlar kuş ve uçakların kanatları gibi değildir. Mahiyetini ancak Allah Taâlâ ve onları aslî suretleriyle gören peygamberler bilebilirler. Meleklerin kanatlarının fazlalığı, onların, Allahın emirlerini yerine getirmekteki ve elçiliğini tebliğ etmekteki süratlerini, Allah katındaki derecelerini ve değerlerini gösterir. 463
Bir âyet-i kerimede “O gün rabbinin arşını, onların üstünde bulunan sekiz melek yüklenir” 464 buyurulmuştur. Arş, Allah’ın yarattığı şeylerin en büyüğüdür. Bu kadar büyük bir varlığı kıyamet gününde sekiz melek taşıyabileceğine göre, meleklerin son derece güçlü ve kuvvetli varlıklar olduğu anlaşılır.
Melekler çok kısa zamanda, çok uzak mesafelere gidebilirler. Fakat onların gelip gitmesi, inmesi, çıkması, bizimkilere benzemez. Bir saniyede gökten yıldırımlar indirert Allah, onları, dilediği zaman bütün yerleri ve gökleri dolaştırır. Bir âyette “(O makamlara) melekler de, Cebrail de bir günde yükselir ki, onun uzaklığı (dünya seneleri ile) elli bin yıldır.” 465 buyurulârak onların ne derece süratli oldukları haber verilmektedir.
4- Melekler, Allahın emir ve izni ile çeşitli kılık ve şekillere bürünebilirler. Meselâ Cebrail (A. S.), Peygamber Efendimize, bazen ashabtan Dıhye adlı sahâbî suretinde görünmüş, bazen kimsenin tanımadığı bir insan şeklinde gelmiştir. Yine Cebrâîl (a.s.) -âyette de açıklandığı üzere- Hz. Meryem'e bir insan şeklinde görünmüştür “Kitapta Meryem'i de an. Hani O, ailesinden ayrılıp, doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onların önünde bir perde edinmişti. Derken biz O'na ruhumuzu (Cebrâil) göndermiştik de, o kendisine yaratılışı tam bir insan şeklinde görünmüştü.” 466
Meleklerden bir grub, Hz. İbrahime bir oğlu olacağı müjdesini getiren insanlar şeklinde gelmiş, O da onları misafir zannederek, kendilerine yemek hazırlamıştır:
“Andolsun elçilerimiz (melekler) İbrâhîm’e müjde ile gelip “selâm” dediler. O da “selâm” dedi ve eğlenmeden gidip (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi. (İbrahim) ellerinin buna uzanmadığını görünce onları (n durumundan) hoşlanmadı, onlardan kalbine bir çeşit korku gizledi. Onlar 'korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderilmiş (melekler) iz' dediler.” 467 Bu âyet aynı zamanda meleklerin yiyip içmediklerini de göstermektedir.
5- Melekler gözle görünmezler. Onların görünmeyişleri yok olduklarından değil, bizim gözlerimizin, kendilerini görebilecek kabiliyet ve yapıda yaratılmamış olmasındandır. Eğer Allah Taâlâ kâinatta sürdürdüğü tabiî kanunlarını değiştirip, insan gözünü melekleri görebilecek şekilde yaratırsa, biz de melekleri görebiliriz. Melekler peygamberler tarafından aslî şekilleriyle görülebilirler. Ancak aslî şekillerinden çıkıp, bir başka maddi şekle meselâ insan şekline girerlerse diğer insanlar tarafından da görülmeleri mümkün olabilir. Cibril hadisi diye bilinen, iman, islâm ve ihsanın tariflerinin yapıldığı hadiste belirtildiği gibi Cebrail (a,s.) insan şeklinde görülmüştür. 468
Meleklerin gözle görülmeyişleri onları inkâr etmemizi gerektirmez. Zira biz, gözümüzle görmediğimiz halde, ruh, akıl, zekâ, sevinç, üzüntü vb. gibi şeylerin varlığını kabul ediyoruz. İşte melekler de ruhumuz ve aklımız gibi gözle görülmeyen varlıklardır. Peygamberler onları görmüşler, meleklerden Cebrail aracılığıyla Allahtan emirler almışlar, Allanın sözünü işitmişlerdir. Kur'an da peygamberimize böyle gelmiştir. Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimiz onların varlıklarını haber vermiştir.
6- Ğaybi ancak Allah Taâlâ bildiği için, melekler de ğaybı bilemezler. Eğer Allah kendilerine ğayba dair bir konuyu bildirmişse, ancak o kadarını bilebilirler. Kur'an-ı Kerimde bu konuda şöyle buyurulur:
“Âdem'e bütün isimleri öğretmişti. Sonra onları (isimlerin verildiği eşya ve alemi) meleklere gösterip, 'doğru kişiler iseniz (her şeyin iç yüzünü biliyorsanız) bunları adlarıyla bana haber verin' demişti. (Melekler de): 'Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Çünkü, herşeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki sensin sen,' demişlerdi, (Allah): 'Ey Âdem, onları adlarıyla kendilerine haber 'er' deyip te, O da onları isimleriyle söyleyiverince şöyle) dedi: 'Size demedim miki, göklerin ve yerin ğaybını şüphesiz ben bilirim. Neyi açıklarsanız, neyi de gizlemlşseniz ben biliyorum.” 469 Ayrıca
“Ğaybın anahtarları O'nun yanındadır. Kendinden başkası bunları bilmez.” 470
“De ki: 'Göklerde ve yerde Allahtan başka kimse-ğaybı bilmez” 471 gibi âyetlerden de, meleklerin ğaybı bilemeyecekleri anlaşılmaktadır. 472
b. Meleklerin Sayıları Ve Çeşitleri
Meleklerin sayısını ancak Allah bilir. Meleklerin sayısı ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerimde ve hadis-i şeriflerde herhangi bîr bilgi yoktur. Bildiğimiz sadece onların sayılarının pek çok olduğudur.
Melekler bulundukları yer yönünden, arzî, semavî ve arşî kısımlarına ayrılır. 473 Arzî melekler, yeryüzü melekleridir. Genellikle yeryüzünde bulundukları için bu ismi almışlardır. Semavî melekler, gökte bulunan meleklerdir:
“Biz (elçiler) senin rabbinin emri olmadıkça inmeyiz.” 474 âyetinde bahsolunan melekler bunlardır. Meleklerin çoğunluğunun yeri semâdır. Arşî melekler ise, arşta bulunan meleklerdir.
Melekler görevleri yönünden şöyle sıralanabilir:
1- Cebrail: Büyük meleklerden vahiy getirmekle görevli olan meleğin adıdır. Cebrâil, Abdullah - Allanın kulu veya Cebrullâh, Ceberûtullâh – Allah’ın kuvveti anlamına gelir. Bu durumda Cebraîl kelimesi, O'nun yenilmez bir kuvvet ve Allah katında büyük bir makam sahibi olduğunu ifade eder. Şu âyeti kerime de bu hususu teyid etmektedir:
“Muhakkakki bu Kur'an (Allah katında) kerim olan bir elçinin getirdiği kelâmdır. Bir elçi ki pek kuvvetlidir. Arşın sahibi (Allah) katında yüksek bir mevki sahibidir.” 475
Cebrâilin diğer isimleri arasında Rûhu'1-emîn 476 Rûhu'1-kuds 477 Rûh 478 Rasûl-i kerîm 479 Cibril 480 ve Nâmûs-ı Ekber 481 gibi isimler zikredilmiştir. Cebrail (a.s.), meleklerin en üstünü en büyüğü ve Allaha en yakını olduğu için ona “Seyyidü'l-melâike meleklerin efendisi” denmiştir. Kur'an-ı Kerimde, Allanın izniyle peygambere vahiy getirdiği için Cebrâile düşman olanın Allah düşmanı olacağı bildirilmiştir 482.
2- Mîkâîl: Dört büyük melekten biri olan Mîkâîl (a.s.), kâinattaki tabiî olayları, yaratıkların rızıklarını idare etmekle görevlidir.
3- İsrafil: Büyük meleklerdendir. Görevi sûra üfürmektir. O, sûra iki defa üfürecek, birinci üfürüşünde göklerde ve yerde ne varsa -Allah Taâlânın diledikleri kişilerden başkası hep dehşetinden sarsılacak (nefha-i feza') ve yıkılıp ölecek (nefha-i saik), ikinci üfürüşünde de tekrar diriliş meydana gelecek, kabirlerinden kalkıp, mahşere koşacaklardır (nefha-i kıyam).
4- Azrail: Büyük meleklerin dördüncüsüdür. Görevi, ölüm sırasında canlıların ruhunu almak olduğu için “melekü'1-mevt-ölüm meleği” adıyla da anılmıştır:
“De ki 'sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak.” 483 Can almakla görevli melekler, temiz ve pak kişilerin ruhunu alırken onlara selâm vererek “Haydi yaptıklarınıza karşılık cennete girin” derler. 484
5- Kirâmen Kâtibin: Bunlar iki melek olup biri insanın sağında, diğeri solunda bulunur. Sağdaki melek iyi iş ve davranışları, soldaki ise kötü iş ve davranışları tesbit edip yazmakla görevlidir. Kur' anda bu iki melek hakkında şöyle buyurulur:
“Andolsun insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız. Hatırla ki (insanın) hem sağında, hem solunda oturan, onun amellerini tesbit etmekte olan iki de (melek) vardır. O, bir söz atmaya dursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır.” 485
“Halbuki sizin üstünüzde hakiki bekçiler (Allah katında) çok şerefli yazıcılar (kirâmen kâtibin) vardır ki, onlar ne yapıyorsanız bilirler.” 486
Bu meleklere “hafaza melekleri” de denir;
“Yoksa onlar işi sağlam mı tutmuşlar? İşte biz hakikaten sağlam tutanlarız. Yahut biz onların içlerinde gizlediklerini ve aralarındaki fısıltılarını işitmiyoruz mu sanıyorlar? Hayır (işitiyoruz). Onların yanında da bizim elçilerimiz (hafaza melekleri) de var yazıyorlar.” 487
Kirâmen Kâtibin melekleri, insanların iyi ve kötü işlerini tesbit edip yazdıkları gibi, ahiret günü hesap sırasında da yapılan işlere şahitlik ederler:
“Sûra da üfürülmüştür. İşte bu tehdidin (tahakkuk etmiş) günüdür. (O gün) herkes, beraberinde sürücü ve şahit (iki melek) bulunduğu halde (mahşere) gelmiştir.” 488
6- Münker ve Nekîr: Ölümden sonra kabirde sorgu ile görevli iki melektir. Bilinmeyen, tanınmayan, değişik kılık ve kıyafette olan anlamındaki münker ve nekîr, mezardaki ölüye hiç görmediği Bir şekilde görünecekleri için bu isim verilmiştir. Bunlar kabirde ölülere, “rabbin kim, peygamberin-kim?...” diye sorular soracaklar gerektiğinde ölüye iyi veya kötü davranacaklardır. 489
7- Hamele-i arş: Bunlar arşı taşıyan meleklerdir. Kur'an-ı Kerim, kıyamet günü arşı taşıyan meleklerin sayısının sekiz olduğunu açıklamıştır:
“O gün rabbinin arşını (göğün bucaklarındaki meleklerin) üstlerinde bulunan sekiz (melek) yüklenir.” 490
Arşın etrafını donatan meleklerin sayısı ise pekçoktur. Onların sayısını ancak Allah bilir. Kur'anda onlardan şöyle bahsedilir:
“Arşı yüklenen, bir de onun etrafında bulunan (melekler) Rablerini överek teşbih ederler, O'na iman ederler.” 491 Hamele-i arş ile etrafındaki meleklere Kerûbiyyûn (Allaha en yakın melekler) de denir. 492
8- Hazene-i cennet ve cehennem: Cennet ve cehennemdeki işleri yürütmekle görevli meleklerdir. Cennet meleklerinin sayıları pek çok olup, cennetteki müminlere hizmet ederler, onlarla arkadaşlık yaparlar. Bir âyette onların cennettekilere şöyle sesleneceği bildirilmiştir:
“Melekler her bir kapıdan onların yanına girecekler (ve şöyle diyeceklerdir): 'Sabrettiğiniz şeylere karşılık sizlere selâm (ve selâmet) olsun” 493
Cennet meleklerinin başkanına Rıdvan adı verilir.
Cehennem melekleri, veya zebanileri ise, kâfirler cehenneme varınca onları karşılayacaklar ve onlara azab edeceklerdir. Bunların başkanına Mâlik adı verilir 494. Şu âyetlerde cehennem meleklerinden bahsedilir:
“Ey iman edenler gerek kendilerinizi, gerekse ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanlarla taştır. (O ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler (cehennem zebanileri) vardır ki, onlar Allanın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye memur edilirlerse yaparlar.” 495
“Sen biliyor musun cehennem nedir? Hem (bedeninden hiç bir eser) bırakmaz. Hem yine (eski haline getirip aynı azabı yapmaktan) vazgeçmez, insana susamıştır. Üzerinde ondokuz (melek) vardır. Biz o ateşin bekçiliklerine meleklerden başkasını görevlendirmedik.” 496
9- Mukarrebûn melekler: Allah Taâlâya en yakın bulunan son derece şerefli meleklerdir:
“Ne Mesîh İsâ ne en yakın melekler, Allanın kulu olmaktan çekinmezler.” 497
Bu saydıklarımızdan başka aşağıdaki işleri yapmakla da görevli olan melekler vardır:
10- İnsanın kalbine doğruyu ve gerçeği ilham ederler. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur: “Âdemoğluna hem şeytanın vesvesesi, hem de meleğin ilhamı vardır. Şeytanın vesvesesi, şerle tehdit edip korkutması ve hakkı yalanlamasıdır. Meleğin ilhamı da hayrı vad ve tavsiye etmesi, hakkı tasdik etmesidir. İçinde böyle bir şey bulan kişi, onun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a ham-detsin. Diğerini bulan ise Şeytandan koruması için Allaha sığınsın.” 498
11- Bir kısım melekler müminler için dua ederler:
“(O melekler)... müminlerin de mağfiret olunmasını şöylece isterler: Ey Rabbimiz senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe edenlere, senin yoluna uyup gidenlere mağfiret et, onları cehennem azabından koru...” 499
12- Namaz kılanlar fatihayı okumayı bitirdikten sonra, onlarla birlikte amin derler. 500
13- Bazı melekler de hergün sabah ve ikindi namazlarında müminlerle birlikte olurlar. 501
14- Meleklerin bir kısmı da Kur'an okunurken yeryüzüne inerler. 502
15- Sokakları, yolları dolaşıp, zikir meclislerini arar bulurlar. 503
16- Melekler, müminlere 504, özellikle alim olan müminlere rahmet okurlar. 505
17- Müminlere sebat ilham ederler:
“Hani Rabbin meleklere: 'Şüphesizki ben sizinle beraberim. Haydi iman edenlere sebat ilham edin' diye vahyediyordu.” 506
18- Melekler müminleri cennetle müjdelerlerken 507, kâfirlerin yüzlerine vura vura “tadın cehennem azabını” derler. 508
c. İnsanlarla Melekler Arasındaki Üstünlük
1- İnsanlar içinden seçilen peygamberler meleklerin peygamberlerinden üstündür. Çünkü Allah Taâlâ Kur'an-ı Kerimde insan için “halife” tabirini kullanarak 509, onu melekler karşısında yüceltmiş, Âdem (a.s.) e secde etmeleri için meleklere emretmiş, eşya ve alemi meleklere gösterip, bunların adlarını kendilerine sorduğu zaman, melekler cevap verememiş, Hz. Âdem ise birer birer bunların adlarını söylemiştir 510. Ayrıca meleklerin Allaha kulluk edişleri ve hayırlı işleri yapmaları, kanın damarda akışı ve akciğerlerin solunumu gibi ıztırarî hareketler olup, iradeye bağlı hareketler değildir. Halbuki insan kendisini doğru yoldan ayıracak pekçok engeli aşarak Allaha kulluk eder, iyi işler yapar. Bütün bunlar insanlar içinden seçilen peygamberlerin meleklerin peygamberlerinden; daha genel bir ifade ile insan cinsinin melek cinsinden üstün olduğunu göstermektedir.
2- Meleklerin peygamberleri ise, peygamber olmayan bütün insanlardan daha üstündür.
3- Takva sahibi insanlar, şehitler, salih amel işleyenler, dinde dosdoğru hareket edenler, alim olup ta ilminin gereklerini yerine getirenler, meleklerin peygamberlerinden üstün değilse de, peygamber olmayan meleklerden daha üstündürler.
4- Meleklerin peygamber olmayanları, insanların kâfir, münafık, müşrik, inancı bozuk, amelsiz ve ahlâksız olanlarından ve büyük günah işlemekten kaçınmayanlarından daha üstündür. 511
d. Cin Ve Şeytan 1- Cin
Arabçada örttü, gizledi, gölgeledi manasına gelen “cenne” kelimesinden türetilmiş bir cins isim olan cinn kelimesi, duyu organlarıyla idrak edilemeyen, hislerden gizlenmiş latîf ve rûhânî yaratıklara verilen bir isimdir. Cinlere bu isim, maddeleri örtülü ve gizli, insanlarca görünmez oldukları için verilmiştir. Müfredi (tekili) cinn îdir. Cin topluluğuna “cinne” denilir. 512 Cânn kelimesi de cin ile müteradiftir. Farsçada cin kelimesi karşılığı olarak, dev ve peri kullanılır. Istılahta cin sözünün bir genel bir de özel olmak üzere iki manası vardır.
a) Cin, genelde ins kelimesine karşılık (mukabil, zıt) olarak kullanılır ki, mutlak olarak duyu organlarının tamamından gizlenmiş olan ruhanî varlıklara verilen bir isimdir. Buna göre melekler ve şeytanlar da cin sözünün şümulüne girer. Fakat meleklerle cinler arasında umumilik ve hususilik söz konusudur. Yani her melek cindir, fakat her cin melek değildir.
b) Ruhanî varlıkların bir kısmına cin denilir. Zira ruhanî varlıklar üç kısımdır:
i) Hayırlı olan, yanlış iş yapmayan, insanı aldatmayan, Allanın emrinden çıkmayan melekler,
ii) İnsanı aldatan şerre yönelten şeytanlar,
iii) Bu iki grup ortasında olan ve hem hayırlıları hem de şerlileri bulunan zümredir ki, bunlar cinlerdir. 513
Cinler duyu organlarımızla idrak edilemeyen varlıklar olduğu için, onlar hakkındaki bilgi kaynağımız nakildir. Kur'an-ı Kerim ve sahih hadisler cinlerin mevcudiyetini isbat etmekte,' doğru düşünen (sarîh) akıl da cinlerin varlığını muhal görmemekte, caiz görmektedir. Bizim cinleri göremeyişimiz, gözlerimizin onları görecek şekilde yaratılmamış olmasındandır. Kur'an-ı Kerimde cinlerden bahseden ve 28 âyetten müteşekkil olan müstakil bir sure vardır (Cinn suresi).
Cinler ateşten yaratılmış olup, onların yaratılışı insanların yaratılışından öncedir:
“Cânnı (cinlerin atasını) yalın, saf bir ateşten yarattı.” 514
“Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Cânnı da daha önce, çok zehirleyici (insana nüfuz edici alevli) bir ateşten yarattık.” 515
Cinler tıpkı insanlar gibi yerler içerler 516 evlenir-ve çoğalırlar, erkeklik ve dişilikleri vardır, doğar, büyür ve ölürler. Yalnız onların ömrü insanlarınkine nisbetle epeyce uzundur.
Cinler çeşitli gruplara bölünmüşlerdir. Kimi cinler müslümandır, kimi cinler o dereceye ulaşamamıştır, kimileri de kâfirlerdir ki, bunlar cinlerin çoğunluğunu teşkil ederler:
“Hakikaten biz kimimiz kurtuluşa ermişleriz. Kimimiz ise bunlardan aşağıdır. Çeşit çeşit yollara sahip olmuşuz... Gerçek kimimiz müslümanlar, kimimiz zulmedenlerdir. Müslüman olan kişiler yok mu?) İşte onlar doğru yolu arayıp bulmuşlardır. Zulmedenlere gelince, onlar da cehenneme odun oldular.” 517
Cinlerin mümin olanları müminlerle beraber cennette, kâfir olanları da kafirlerle beraber cehennemde kalacaklardır.
Cinler çeşitli şekillere girebilecek ve ağır işleri görebilecek şekilde yaratılmışlardır. Hz, Süleyman, Belkis'ın tahtını Yemenden getirtmek isteyince “Cinden bir ifrit şöyle dedi: 'Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben buna karşı herhalde güvenilecek bir güce sahibim?”518. Cin bu sözü söylediğinde, Hz. Süleyman Kudüste, taht ta Yemende idi. Bu kadar uzun bir mesafeden tahtı bir anda getirmek, cinlerin büyük bir kuvvete ve sürate sahip olduklarını gösterir. Cinnin Hz. Süleymanla karşılıklı konuşması, onların gözle görülecek bir şekle girebileceklerine işarettir.
Allah Taâlâ, cinleri Hz. Süleymanın emrine vermiş. 519 Hz. Süleyman da onları ağır ve meşakkatli işlerde kullanmıştır 520.
Cinlerin ğayba dair bilgilen yoktur. Ancak ruhanî varlıklar oldukları için, Allah’ın kendilerine verdiği izin ölçüsünde, insanların görmediği ve bilmediği birçok olayları görür ve bilebilirler. Kur'an’da “Sonra biz ona (Süleymana) ölüm hükmünü infaz edince, dayandığı asasını yemekte olan ağaç kurdundan başka bir şey,.bunun ölümünü onlara göstermedi. Bu şekilde yere kapanıp yıkıldığı zaman besbelli oldu ki, eğer cinler ğaybi bilmiş olsalardı, öyle horlayıcı bir azab (sıkıntılı işler) içinde kalıp durmazlardı” 521 buyurularak, onların ğaybı bilmedikleri açıklanmıştır.
Cinler de insanlar gibi belli işleri yapmakla mükelleftirler “Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” 522
“Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size âyetlerimi nakleden, bugününüzün gelip çatacağını korkutarak haber veren peygamberler gelmedi mi?” 523
“Ey ins ve cin ileride sizin hesabınızı görmeye yöneleceğiz.” 524
Alimlerin çoğunluğuna göre, peygamberimizin peygamberliği, cinleri de içine alır. Bu sebeple peygamberimize “Rasûlü's-sekaleyn” denilir. Peygamberimiz İslâmı cinlere de anlatmış, bir kısmı müslümanlığı kabul ederek cennetlik, bir kısmı da inkâr ederek cehennemlik olmuştur.” 525
Kur'an-ı Kerim, bize Rasulullah Kur'an okurken cinlerin kendisini dinlediğini haber vermektedir:
“Ey kavmimiz biz doğru yolu gösteren ve hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik.” 526 Peygamberimizin cinlere Kur'an okuduğunda şüphe yoksa da, onun cinleri görüp görmediğinde ihtilâf edilmiştir. İbn Abbâs (öl. 68/687) tan rivayet edildiğine göre, Rasul-i Ekrem cinleri görmemiş 527 İbn Mes'ûd (öl. 32/653) a göre görmüştür. 528
Sabiler, Süryânîler, Yunanlılar, Romalılar ve Cahiliye arapları gibi müşrikler, cinleri ilâh derecesine çıkararak, onları tanrılaştırmalar, dev, peri, melek, şeytan, cin adlarıyla anılan bu ruhanî yaratıklara tapınmışlar, onlara göre sihir ve tılsımlar yapmışlar ve Allaha ortak koşmuşlardır:
“Böyleyken tuttular Allaha cinleri ortak koştular. Halbuki onları da Allah yaratmıştır.” 529
“Bir de Mekke kâfirleri Allah ile cinler arasında tuttular bir hısımlık uydurdular. Gerçekten cinler bilirler ki, onlar yakalanıp cehenneme götürüleceklerdir.” 530
Cinlerin varlığını kabul edenler, onların mahiyyeti hakkında ikiye ayrılmışlardır. Bir grup onların ne cisim, ne de cisme hulul eden cismânî bir varlık olmayıp, binefsihâ kâim mücerre'd cevherler olduklarını söylemiş, bir başka grup ta cinlerin cisim olduğu görüşünü benimsemiştir.531
2- Şeytan
Şeytan, azmış ve isyan ederek sapıklığa düşüş cinlerdendir. 532
“Meleklere Âdeme secde edin demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.” 533 âyeti, onun melek olduğunu göstermez. Zira o, aslında bir cinnî idi. Fakat Allaha ibadet ederek, derecesini yükseltmiş melek seviyesine ulaşmıştı. Ayrıca Allah Taâlâ tağlîb (çoğunluğu dikkate alma) kaidesi gereği, çoğunluğu melekler teşkil ettiği için bu şekilde emretmiştir. 534
Şeytan, ateşten yaratılmıştır. Âdemin çamurdan, kendisinin ise ateşten yaratıldığını ileri sürerek bu sebeple ondan üstün olduğunu 535 daha önceden uzun süre Allaha itaat eden bir varlık olduğu halde- Âdem (a.s.) e secde etmekten kaçınmış, Allahın lanetine uğrayarak kafirlerden olmuştur 536. Şeytan, ateşin topraktan üstünlüğü gibi iki madde arasında, aslında olmayan bir farklılık görmüştü. Her iki maddenin yaratıcısının Allah olduğunu itiraf etmesine rağmen, Âdemin yeryüzünde Allatan halifesi olması, Allahtan bir ruh taşıması gibi asıl üstünlüklerini bilmezden gelmişti. Adem’de toprak, kendinde ateşten başka bir mahiyet görmemiş, diriden ölü, ölüden diri yaratan, bütün meziyetleri bahşeden Allah’ı maddeye mahkum sanmıştı. İblis., anlayışı haktan değil, nefsinden almak istemişti. Bu anlayışla Âdem’i bir basit çamur, kendisini de yükselen bir ateş niteliğinde görmüştü. Bu haliyle yalnız Âdeme karşı değil, Allah’a karşı da benlik ve büyüklük duygusu içinde görünmüştü. Allahın secde emrine uymayan, davranışında haklılık iddia eden, büyüklenme ve azgınlıkta inat gösteren Şeytan, her asinin acı sonuna uğrayan ilk yaratık oldu. 537 Allah iblisi huzurundan kovmuş, cezasını kıyamet gününe kadar tehir etmiş, şeytan da bu zamana kadar, Allahın isyankâr kullarını saptırmak görevini üstlenmiştir:
“(Allah) ona: 'in oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın birisin dedi. Şeytan: 'İnsanların tekrar dirilecekleri, güne kadar beni (m cezamı) ertele' dedi. Allah ona 'sen cezası ertelenenlerdensin- buyurdu. Şeytan 'beni azdırdığın için andolsunki, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu sana şükreder bulamayacaksın' dedi. Allah, 'yerilmiş vekoğulmuş, oradan defol; andolsunki, insanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi hepinizi cehenneme dolduracağım' dedi” 538
İblîs, Allahın huzurundan kovulduktan sonra, Hz. Âdem ve eşi tlavvâyı yanıltarak onların cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur 539
Şeytan, tarih boyunca, insanlara, kötülükleri, küfür ve günahları süsleyip güzel göstermiş, insanları hak yoldan uzaklaştırmak için elinden geleni yapmıştır. “Allaha andolsun ki, biz senden evvelki ümmetlere de peygamberler göndermişizdir de, şeytan onların yaptıklarını kendilerine süsleyip hoş göstermiştir. İşte o, bugün de onların velisidir. Onların hepsine acıklı bir azab vardır.” 540
İnsanlar arasında kin ve düşmanlık duygularını körükleyen, kardeşle kardeşin, karı ile kocanın, fertle toplumun arasını açan O'dur. Şeytan şerre ne kadar çok kadir olursa, reisi İblis katındaki derecesi o kadar yüksek olur. Peygamberimiz buyuruyor ki:
“İblis tahtını suyun üzerine kurar. Sonra bölük bölük askerlerini gönderir. Askerlerinin derece ve makamca kendine en yakını, fitnesi en büyük olanıdır... Askerlerinden biri gelerek, 'şöyle şöyle işler yaptım' der. O da 'sen hiç bir şey yapmadın' cevabını verir. Sonra bir diğeri gelir ve 'o insanı karısı ile arasını iyice ayırıncaya kadar terketmedim' der. Bu söz üzerine İblis o askerini kendine yaklaştırır ve 'sen ne kadar iyisin' diyerek takdir eder.”541
Allanın gösterdiği doğru yoldan uzaklaşmak, yasakları çiğnemek, şeytana imkân sağlamak demektir:
“Kim O çok esirgeyici Allahın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık bu, Onun (ayrılmaz) bir arkadaşıdır. Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını sanırlar. Nihayet o bize geldiği zaman der ki: 'Keski senin ile benim aramda gün doğusu ile gün batısı kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaşmışsm'. (Bu temenni ve pişmanlığınız) bugün size asla fayda vermez. Çünkü (hepiniz) zulmettiniz. Muhakkakki siz de azabta ortaklarsınız.” 542
Sapıklık ve azgınlıkta devam edenler, şeytanın kendilerini istilâ etmesine, kendilerinin de şeytanın kayıtsız şartsız esiri olmalarına sebep olurlar':
“Bunları şeytan istilâ etmiş, artık O, bunlara, Allahı’ hatırlatmayı bile unutturmuştur. İşte onlar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki, şeytanın taraftarı olanlar elbette hüsrana düşenlerin ta kendileridir.” 543
Allah Taâlâ bizleri, şeytanın düşmanlığına, hile ve aldatmacalarına karşı uyarmıştır:
“Çünkü Şeytan sizin bir düşmanmızdır. Onun için siz de, onu bir düşman tanıyın. O, kendisine uyanları, ancak alevli cehennemin yaranından olmaları için çağırır.” 544
“Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayasızlığı ve Allaha karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” 545
“(Şeytan) onlara vadeder. Onları olmayacak kuruntulara düşürür. Şeytanın kendilerine vadettiği şeyler ise aldatmacadan başka bir şey değildir.” 546
“Ey Âdem oğulları, şeytan ana ve babanızı fena yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir fitne (belâ) yapmasın. Çünkü O da, kabilesinden olanlar da, sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler. Biz şeytanları iman etmeyeceklerin veli (ve dostları) yaptık.” 547
Dünyada insanları hak ve hakikatten uzaklaştıran şeytan, ahirette de onları işledikleri ile başbaşa bırakacak, bu konuda kendisini suçlamamaları gerektiğini söyleyecektir:
“İş olup bitince şeytan der ki: 'Şüphesiz Allah size sözün doğrusunu söyledi. Ben de size (batıl şeyler) vadettim. Ama, size yalancı çıktım. Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm, nüfuzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de bana hemen icabet ettiniz. O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esasen beni evvelce (Allaha) ortak tutmanızı da tanımamıştım ya. Zalimlerin, (evet) onların hakkı elbette pek acıklı bir azabtır.” 548
Her insan için, kendisini yoldan çıkarmaya çalışacak, kötü şeyleri süslü gösterip, yasakları çiğnemeye teşvik edecek bir şeytan vardır:
“Biz (sana yaptığımız gibi) her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için, yaldızlı bir takım söz (ler ve vesveseler) telkin eder.” 549 Hz. Âişe (öl. 58/678) de bu konuda şunları anlatmaktadır:
Rasulullah (s.a.v.) bir gece yanımdan çıkıp gitti. Ben bundan dolayı kıskançlık duydum. Az sonra gelerek benim kıskandığımı hissetti ve bana
Neyin var ey Âişe, kıskandın mı? diye sordu. Ben,
Bana ne olacak? Benim gibisi senin gibi bir zatı kıskanmaz mı? dedim, Rasulullah,
Sana şeytanın mı geldi? dedi. Ben,
Ey Allah elçisi benimle beraber bir şeytan mı var? dedim. O da,
Evet, buyurdu.
Her insanın yanında bir şeytan var mıdır diye sordum.
Vardır, buyurdular. Ben yine,
Seninle de mi ey Allah elçisi diye sordum. Şöyle cevap verdi.
Evet. Fakat Rabbim ona karşı bana yardım etti de, o da bana teslim oldu.” 550
Allaha içtenlikle inanıp, ibadet eden, yasaklarını çiğnemeyen kimseler üzerinde şeytanın hiçbir hakimiyeti olamaz; “Haydi Kur'an okuduğun zaman, o koğulmuş şeytandan Allaha sığın. Gerçek şudur ki, iman edenler ve rablerine güvenip dayananlar üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur. Onun zoru ancak onu dost edinmekte olanlara ve onu Allaha eş koşanlara karşıdır.” 551
“Takvaya erenler (yok mu?) onlara şeytandan herhangi bir arıza iliştiği zaman, iyice düşünürler, bir de bakarsın ki onlar (hakikati) görüp bilmişlerdir bile.” 552
Allah Taâlâ Kur'anda, kötülüğü emreden nefisle (nefs-i emmâre), kendisini alabildiğine kötüleyen nefsi (nefs-i levvâme) sadece birer defa zikretmiş 553 olmasına, karşılık, şeytanı ve şeytana karşı uyanık bulunmayı çeşitli surelerde defalarca zikretmiştir. Böylelikle Rasulünün izinde giden kullarına, şeytana üstünlük sağlama imkanını hazırlamıştır. Zira kişi, Allanın emir ve yasaklarına riayet ettiği, Hz. Peygamberin izinde gittiği müddetçe, Hz. Ömer (öl. 23/644) gibi, şeytanın kendisiyle karşılaşmaktan korktuğu bir dereceye ulaşır. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
“Ey Hattâb oğlu Ömer,, şeytan asla seninle karşılaşmaz. Sen bir yolda giderken, o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelir gider.” 554
Alimler, şeytanın yaratılmasında bir takım hikmetlerin bulunduğunu söylemişlerdir.
a) Allah Taâlâ eşyayı zıdlarıyla birlikte yaratmıştır ki, biri yekdiğerinden ayırdedilebilsin ve aralarındaki fark insanlar tarafından anlaşılabilsin. Şeytan da yaratıkların en temiz ve en şereflilerinden biri olan hak ve hayrı tavsiye eden meleklerin varlığına mukabil (zıd) yaratılmıştır.
b) Şeytanın yaratılmasındaki bir başka hikmet te, Allanın üstünlük ifade eden, kahhâr, müntekim, adl, dâr, şedîdü'1-ıkâb, serîu'l-hısâb, hâfid, rafi muizz, müzill gibi isimlerinin tecelli edecekleri bir varlığın gerekli olmasıdır. Zira bu isimler taalluk edecekleri bir varlığı gerektiren kemâl sıfatlarıdır. Şayet ins ve cin melek tabiatında olsaydı, bu isimlerin eseri ve neticesi ortaya çıkamazdı.
c) Eğer şeytan yaratılmamış olsaydı, Allahın, hıfz, afv, mağfiret, rahmet, günahları örtme ve bağışlama gibi hususları ihtiva eden kemâl sıfatlarının ve isimlerinin tecelli etmesi mümkin olmazdı. Peygamberimiz bunu veciz bir şekilde dile getirmektedir:
“Eğer sizler günah işiemeseydiniz, Allah muhakkak ki sizleri giderirdi de, fertleri günah işleyip, mağfiret dileyecek ve Allahın kendilerine mağfiret edeceği bir kavim getirirdi.” 555
d) Şeytan yaratılmamış olsaydı, Allaha ibadet ve itaattan söz etmek mümkin olmazdı. Zira belli fiillerin ibadet, taat, hayır ve hasen oluşu ancak zıdlarının varlığı ile bilinebilir, ki, insanlara şer ve çirkin fiillerde yol gösteren şeytandır. 556
Dostları ilə paylaş: |