FELSEFİ AÇIDAN
Çok kadınlı evliliğe felsefi açıdan yöneltilen eleştiri şudur: Çok kadınlı evlilik kadını, kadınla erkeğin birer insan olarak eşitliklerinden kaynaklanan kadınla erkeğin eşit oldukları” yolundaki temel felsefi gerçeğe aykırıdır. Zira kadın da erkek gibi bir insandır, her ikisi de eşit haklara sahiptirler. Binaenaleyh ya her ikisine de çok eşli evlilik hakkı tanımalı, ya hiçbirine böyle bir hak verilmemelidir. Erkeğe birden fazla kadınla evlenme hakkı tanıyıp da kadına birden fazla kocayla yaşama hakkı vermemek erkeği kayırmaktır, ikisi arasında ayırım gözetmektir. Erkeğe dört kadınla evlenme hakkı vermek, bir kadının değerinin bir erkeğin değerinin ancak dörtte biri kadar olduğu manasına gelir. Bu ise kadına yapılabilecek en büyük hakarettir; hatta miras ve şahadette bulunma hususunda iki kadının miras hakkı ve şahadetinin bir erkeğinkine denk sayan İslami usule de aykırıdır.
Çok kadınlı evliliğe yöneltilen en zayıf ve en tutarsız eleştiridir bu... Söz konusu eleştiride bulunanlar, çok kadınlı evliliğin ferdi ve içtimai zaruretlerine zerrece dikkat göstermemiş ve meselenin keyif ve zevkten ibaret olduğunu zannederek “Erkeğin istekleri göz önünde bulundurulmuş da kadınınki neden göz ardı edilmiş efendim?” diye itiraza kalkışmışlarıdır.
Çok kadınlı evliliğin sebepleri, ruhsatları ve bilhassa bekar kadınlar için onun evli kadın ve erkekler üzerinde bir hak durumuna getiren nedenler daha önceki bahislerimizde etraflıca ele almış olduğunuzdan burada onların tekrarına girmeyeceğiz.
Burada şunu söylemekle yetiniyoruz: Eğer çok kadınlı evlilik, miras ve şahitlik hususlarında İslam’ın hareket noktası ve felsefesinin temeli olan asıl unsur kadın haklarına lakayt davranmak ve onu aşağılamak olsaydı, keza insanlık ve insan olmanı doğurduğu haklar açısından İslam dini kadınla erkek arsında ayırım gözetseydi her durumda ve bütün şartlarda aynı şekilde görüş belirtmesi icap ederdi.-Zira yukarıda sözü geçen felsefenin yaptığı şey tamamen budur.-Bir yerde kadın erkeğin yarısı kadar miras alacak derken başka bir yerde kadın erkeğin aldığı kadar miras alacak demez; bir yerde erkek dört kadınla evlenebilir derken başka bir yerde, mesela şahitlik hususunda, muhtelif hallerde muhtelif hükümlerde bulunmazdı. Bütün bunlardan da kolayca anlaşılabileceği gibi İslam apayrı nedenlerden hareket etmiş ve yola çıkmıştır. Önceki konuların birinde miras konusunu ele almış, bir diğer konuda da insan olma ve bunun doğurduğu haklar açısından kadınla erkeğin eşit durumlarda görüşünün İslam nazarında insan haklarının birinci maddelerinden biri, daha yerinde bir deyişle bu işin alfabesi olduğunu belirtmiştik. İslam nazarında, kadın-erkek hakları mevzuunda eşitliğin de ötesinde birtakım meseleler vardır ki bunlara dakik bir şekilde uymak ve uygulamak icap eder.
ÇOK KADINLI EVLİLİKTE İSLAM’IN ROLÜ
İslam ne çok kadınlı evliliğe ilk kez bizatihi icap etmiş, ne de onu temelinden iptal edip kaldırmıştır. İcat etmemiştir, çünkü İslam’dan asırlar önce bu uygulama zaten vardı; onu bütünüyle kaldırma yoluna da gitmemiştir, zira İslam nazarında toplum, yegane çözüm yolu çok kadınlı evlilik olan birtakım sosyal problemlerle her an karşı karşıya gelebilir.
İslam’ın yaptığı şey, çok kadınlı evlilik geleneğini ıslah etmek olmuştur.
SINIRLAMA
Bu konudaki ilk ıslahı, çok kadınlı evliliği belli bir oranda sınırlamış olmasıdır. İslam’dan önce çok kadınlı evlilikte ve tür sınırlamalar yoktu, bir erkek isterse yüzlerce kadın alır, harem sarayları kurabilirdi. İslam buna izin vermedi. Bir erkeğin dörtten fazla kadınla evlenemeyeceğini bildirdi. Müslüman olmadan önce dörtten fazla karısı olan ve İslami kabul ettikten sonra fazlasını boşamak mecburiyetinde kalan niceleri olmuştur. Bunlar arasında adı geçenlerden biri Geylan B. Eslemedir. Bu adamın on karısı vardı. Resul-ü erkem (sav) hanımlarından altısını boşattırdı ona....Keza Nevfel B. Muaviye’nin beş hanımı vardı. İslami kabullenmesi üzerine Hz. Peygamber (sav) ona, hanımlarından birini kesinlikle bırakması gerektiğini buyurdu.
Şia rivayetlerinde geçen bir hadisede de, Mecusi bir İranlının Hz. İmam Sadık (a.s) zamanında İslam’ı kabul ettiği, ancak bu sırada yedi kadınla evli bulunduğu anlatılır. Şimdi Müslüman olan bu adamın ne yapması gerektiği sorulduğunda, İmamın cevabı “üçüncü kesinlikle boşamalıdır.” şeklinde olmuştur.
ADALET
İslam’ın bu konuda getirmiş olduğu düzenlemelerden biri de, adaleti şart koşarak kadınlar ve onların çocukları arasında ayrım gözetilmesini engellemek oldu. Kur’an-ı Kerim bu hükmü apaçık bir ifadeyle ortaya koyar ve şöyle buyurur: “Kadınlar arasında adaletle davranamayacağınızdan korkarsınız-yani onlara adil davranma hususunda kendinize tam olarak güvenmiyorsanız-biriyle iktifa edin.”
İslam öncesi dünyada ister kadınlar, ister onların çocuklarına karşı olsun, asla adil davranılmıyordu. Geçen bahislerimizden birinde Cristien ve diğerlerinin araştırmalarından örnekler aktarmış ve bu kabilde olmak üzere Sasaniler dönemi İran’ında hem kadınlar, hem onların doğurduğu çocuklar arasında apaçık ayırım gözetildiğini; kadınlardan bazıları kral kadın unvanı alır ve birtakım hukuki ayrıcalıklardan faydalanırken, bazılarının hizmetçi veya emektar kadın şeklinde adlandırıldığını ve kral kadınlara oranla daha az haklara sahip olduğunu belirtmiştik. Hizmetçinin doğurduğu çocuk erkek olursa babası onu evlatları arasına alıp kabul ediyor, kız olursa reddediyordu.
İslam bütün bu çirkin gelenekleri kaldırırdı, eşler veya onların çocukları arasında ayrım gözetilmesini yasakladı.
Will Dorant, “Medeniyet Tarihi” adlı eserinin 1. cildinde çok kadınlı evlilikten söz ederken; “Birinin serveti artacak olsa, çok sayıdaki çocukları arasında bölüşülecek olan bu servetten onların her birine az miktarda bir pay düşeceğini göz önünde bulundurarak hanımları arasında en çok sevdiği “sevgilisi” kadınla diğer kadınlar arasında ayrım gözetmeye başlar, böylece mirasın sadece “sevgilisi” nin çocuklarına kalmasını sağlardı.” der.
Bu ifadeler kadınlarla onların doğurduğu çocuklar arasında ayrım gözetmenin geçmişte pek yaygın olduğu ve normal karşılandığını apaçık gözler önüne sermektedir. Ancak, W. Dourant’ın bu ifadelerinin devamında yer alan bir cümlesine şaşırmamak elde değildir:
“Çağdaş kuşağa gelinceye kadar bütün Asya kıtasında mevcut olan evlilik usulü bu minval üzeydi. Zamanla, em çok sevilen ve adına “sevgili” denilen göz ağrısı kadın, tek eşli evlilikteki “ferde münhasır kadın” konumu kazandı. Diğer kadınlarsa ya erkeğin fiziki metresleri oldular veya bütünüyle sahneden silindiler.”
Will Dorant bunları söylerken İslam dini sayesinde, Asya’da eşler ve çocuklar arasında ayrım gözetme şeklindeki çirkin geleneğe 14 asırdan beri şeran son verilmiş olduğunu hiç hatırlamamış veya hatırlamak istememiştir. Bu nikahlı kadından başka gizlice birtakım metreslere de sahip olma, Asya’ya değil, Avrupa’ya mahsus geleneklerdendir. Son günlerde maalesef Avrupa’ya da sirayet etmeye başladı...
Velhasıl çok kadınlı evliliğe İslam’ın getirdiği ikinci düzenleme, eşler ve çocuklar arasında ayrım gözetilmesini yasaklamak olmuştur.
Eşler arasında ayrımı gözetmek ve birine sevgi gösterip diğerini ihmal etmek ne şekil ve surette olursa olsun İslam’da caiz değildir. Ulema arasında da bu hususta ittifak ve görüş birliği vardır. Sadece bazı mezhep ve tarikatlar fıkhı görüşlerinde kadın haklarını ayırma gibi bazı şekillere büründürmüşlerdir ki bizce bu kesinlikle yanlış ve Kur’an-ı Kerimde geçen ilgili ayet-i kerimenin mefhumuna kesinlikle aykırıdır. Resul-ü Ekrem (s.a.a)den nakledilen, Şia ve Sünni Müslümanlarca da mükerreren rivayet edilen bir hadis-i şerif bu mevzudaki bütün şüpheleri ortadan kaldırmaktadır. Hz. Resulullha (s.a.a) bu hadiste şöyle buyururlar: “Her kimin iki hanımı olur da onlar arasında adaletle davranmaz ve birine diğerinden daha fazla ilgi gösterirse, kıyamet günü vücudunun bir tarafı onu cehenneme sokmak için sürekli yere yapışır bir şekilde haşrolunacaktır.”
Adalet, en yüce insani fazilettir; adaletin şart koşulması demek, en yüce ahlaki güce sahip olma şartının aranması demektir. Erkeğin bütün kadınlara karşı beslediği duygunun eşit bir miktar ve muayyen bir ölçüde olmaması cihetiyle kadınlar arasında hiçbir ayrımda bulunmaksızın adaletle davranabilmeyi becermesi gerçekten onun en zor görevlerinde biri durumundadır.
İslami savaşlar dönemi olan Medine döneminde birçok Müslüman kadının kocasız ve kimsesiz kaldığını ve Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) ömrünün son on yılına rastlayan bu dönemde birçok evlilikte bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Peygamberin (s.a.a)nikahlamış olduğu kadınlar genellikle çok yaşlı veya dul kalmış bulunanlardı ve çoğunun, ilk eşinden dünyaya gelmiş bulunan evlatları da vardı. Hz. Resul-ü Ekrem’in(s.a.a) bütün mübarek ömürleri boyunca nikahlamış oldukları yegane bakire kadın Ayşe’ydi. Ayşe daima bununla iftihar eder ve “Ben, peygamberin (s.a.a) hanımları arasında, peygamberden başka koca görmemiş bulunan tek kadınım.” derdi.
Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) eşleri arasında tam bir adaletle davranır ve hiçbirine zerrece ayrıcalık gözetmezdi. Ayşe Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) eşlerine karşı nasıl davrandığını soran kız kardeşinin oğlu Urve b. Zübeyr’e “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) hiçbirimiz diğerine tercih etmezdi” diye cevap verir ve şöyle ekler: “Hepimize karşı tam bir adalet ve eşitlikle davranırdı. Bütün eşlerine uğrayıp hal-hatırlarını sormadığı günler pek azdır. Ancak o gün kimin sırası olursa olsun ona da tıpkı diğerlerine gösterdiği kadar ilgi gösterir ve aynı ölçüde hal-hatır sorardı. O gün kimin sırasıysa geceyi onun evinde geçirirdi; icabeder de sırası olmayan bir hanımının evine gitmek isterse mutlaka gelip öteki hanımından izin ister, o razı olursa gider, razı olmazca gitmezdi. Benden izin istediği zamanlar ben şahsen izin vermezdim kendisine”...
Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) vefatlarıyla sonuçlanan ağır hastalık dönemlerinde dahi tam adaletle davranmaya dikkatle önem göstermişlerdir. Ağır şekilde hastalanmış ve bütün takatini yitirmiş bulundukları halde hanımları arasındaki sıraya riayet etmiş olmak ve adil davranabilmek için hasta yatağını her gün hanımlarından birinin odasına taşırlardı. Ta ki bir gün bütün eşlerini bir araya çağırarak bir odada kalmasına izin vermelerini rica ettiler; onlar da Ayşe’nin evinde kalmasına izin verdiler.
Ali b. Ebu Talib, iki hanımı olduğu dönemlerde abdest almak istediğinde dahi, o gün sırası olmayan hanımının evinde almaz, sırası olan hanımının evine giderdi.
İslam, adalet şartına fevkalade ehemmiyet verir. O kadar ki, nikah sırasında, ikinci hanımla erkeğin, hanımın birinci hanımla eşit olmayan şartlarda yaşamayı kabul etmesi hususunda anlaşmaya varmalarını bile reddeder. Başka bir deyişle, İslam nazarında adalet erkeğin daha önce eşiyle anlaşarak omuzundan atabileceği bir mesuliyet değildir. Böylece bir şartı nikah akdinde ne kadın koşabilir ne de erkek...İkinci kadın, filen kendi haklarından vaz geçebilir; fakat bunu hukuken nikah akdinde belirtemez; aynı şey birinci kadın için de geçerlidir, pratik uygulamada birtakım haklarından mahrum bırakacak bir şart koşamaz. İmam Bakır (a.s) “Erkek, yalnızca gündüz vakti ve belli saatlerde veya haftada ya da ayda bir gün eşinin yanına gitmeyi, veyahut ta ona, diğer eşine verdiği kadar nafaka vermemeyi şart koşabilir mi? Eğer önceden bu şartları koşar ve kadın da kabul ederse şeran caiz olur mu? şeklindeki bir soruya “Hayır!” diye cevap verdiler. “Bu tür şartlar öne sürmek doğru değildir. Her kadın nikah akdiyle birlikte ister istemez bir kadının sahip olması gereken tüm haklara sahip olmuş olur. Ancak şu var ki, nikah akdi vuku bulduktan sonra onu bırakmaması veya başka bir sebebe binaen kadın, kocasını memnun etmek için haklarından kısmen veya tamamen vazgeçebilir.
Bunca katı! (titiz) ahlaki kurallarıyla çok kadınlı evlilik erkek için bir şehvetperestlik ve eğlence vesilesi olmaktan ziyade “zor bir vazife” konumundadır. Şehvetperestlik ve keyfine düşkünlük, hiçbir kural ve kayda bağlanmaksızın arzularının peşinde olma ve onları tatminle uğraşmayı gerektirir. Hava ve heveslerin tatmini, ancak kişinin gönlünce yürümesi ve gönlünü de istek ve heveslerinin emrine vermesiyle mümkündür. Gönül ve “gönlün çektiği şeyler” akıl ve hesapla bağdaşmaz; disiplin, adalet ve mesuliyetin yürürlüğe girdiği noktadan itibaren “keyfilikler” ve “gönlünce davranışlar”a sahneyi terk etmek düşer. Bu cihetle, İslami şartlarla yapılacak bir çok eşli ve evliliğin birtakım şehevi keyfiliklere hizmet eden bir unsura dönüşmesi asla mümkün değildir. Çok kadınlı evliliğe, şehvetlerinin tatmini yolunda kullandıkları bir araç haline getirenler gerçekte İslami bir kanunu birtakım çirkin emellerine “bahane” ve alet etmektedirler. Toplum bu gibileri gereğince cezalandırarak söz konusu kuralın suiistimal edilmesini önleme yetkisine sahiptir.
ADALETE UYMAMA KORKUSU
İnsafla düşünülecek olursa, çok kadınlı evlilikte İslami şartlara tam ve yeterince riayet edenlerin pek az olduğunu kabul etmek gerekir. İslam fıkhında “Eğer suyun, vücuduna zarar vereceğinden korkuyorsan abdest alma”, veya “Orucun sana zarar vereceğinden korkuyorsan oruç tutma” gibi iki hükmü geçer. “Suyun bana zararlı olmasından korkuyorum, abdest alayım mı almayayım mı?” veya “Orucun bana zararlı olmasından korkuyorum, oruç tutayım mı tutmayayım mı?” diye soran insanlara rastlamışsınızdır; bunlar tabii ki şeran haklı sorulardır ve bu “tedirginliği” taşıyanların abdest almaması veya mesela oruç tutmaması gerekir elbette....
Ancak, şer’i vazifelerin icrası konusunda duyulması caiz olan başka birtakım “tedirginlikler” daha vardır. Mesela “Eğer aralarında adaletle davranamayacağınızdan korkuyorsanız birden fazla kadın nikahlamayın” hükmü Kur’an-ı Kerim’in en sarih nasslarındandır!... Bu apaçık nassa rağmen, şimdiye değin bir kez olsun ...Efendim, ben ikinci bir hanım nikahlamak istiyorum, fakat aralarında tam bir adalet ve eşitlikle davranamamaktan da korkarım; bu durumda ikincisini alsam mı yoksa almasam mı acaba?” diye soran birine ben şahsen rastlamadım. Muhtemelen siz de öyle.....Ne var ki, insanlarımıza bu pek kolay gelir. Adaletle davranamayacağını çok iyi bildiği, hatta zaten böyle davranamayacağı yolunda bir kararla yola çıkmış olduğu halde birden fazla kadın nikahlayan, üstelik bunu İslam adına yapıp işe şeriat kılıfı uyduran niceleri vardır....Bu tür çirkin davranışlarla İslam’ın adını lekeleyenler bunlardır işte!
Birden fazla kadınla evlenmeye kalkışanlar, bari sadece bu şarta olsun, haiz bulunsalardı mesele kalmazdı zaten.
HAREM SARAYLARI
Çok kadınlı evliliğin İslami konumlara bir eleştiri vesilesi haline getirilmesine yol açan uygulamalardan biri de geçmişteki “halife sultan”ların kurmuş olduğu harem saraylardır. Bazı Hıristiyan yazar ve misyonerler onca aşağılık şekliyle harem sarayların, İslami uygulama olan “şer’i çok kadınlı evlilik”le aynıymış gibi göstermeye çalışmakta ve İslam’ın sözünü ettiği çok kadınlı evliliğin, tarih sayfalarına karışmış bulunan “halife sultanların harem sarayları”dan başka bir şey olmadığı şeklinde biz zihniyet aşılamaktadırlar.
Batılıların düşünce, ve emellerini yorumlayıp adeta onların “duyguların tercümanlığını” yapan bazı yazarlarımız da maalesef aynı izden yürümekte ve ne zaman çok kadınlı evlilikten söz edilecek olsa hemen sözü harem saraylarına getirerek bu ikisini aynı kefeye koymaktadırlar. Bunların tamamen ayrı şeyler olduğunu idrak edebilecek kadar olsun düşünce ve kişilik hürriyetleri kalmamıştır zira...
DİĞER İMKAN VE ŞARTLAR
Adalet şartından başka, erkeğe düşen birtakım vazife ve şartlar daha vardır. Kadının erkek üzerinde birtakım maddi ve ekonomik haklara sahip olduğunu hepimiz biliyoruz; binaenaleyh ikinci bir nikahtan dem vuran bir erkeğin maddi ve ekonomik durumu bu masrafı karşılayabilecek güçte olmalıdır. (Ekonomik yeterlilik şartı tek kadınlı evlilikte de vardır; konunun dağılmaması için şimdilik bu konuya girmiyoruz.)
Gerekli şart ve vecibelerden biri de fiziki ve cinsel açıdan yeterli olabilmektir.
Kafi ve Vesail’de İmam Sadık (a.s) dan şu rivayet naklonulur: “Cinsel açıdan tatmin edemediği halde bir grup kadıncağızı etrafına toplayan bir erkek; bu kadınların zina ve fuhuşta bulunması halinde işlenen fuhuş ve zinanın günahını fiilen üzerine almış olur”. Tarih, harem sarayları konusunda, cinsel mahrumiyetler sonucu baskı altında kalıp fuhuş ve zinaya sürüklenen nice genç kadınların hazin hikayelerinden söz eder; bunların çoğu neticede kanlı cinayetlerle noktalanmıştır.
Çok kadınlı evlilik veya “taaddüt-i zevcat” hususunda buraya kadar anlattıklarımızla çok kadınlı evliliği doğuran sebep ve faktörleri açıklamaya ve İslam’ın bu uygulamaya neden bir son vermeyip ona ne gibi sınırlar, şartlar ve kayıtlar tayin ettiğini belirtmeye çalıştık. Bu sohbetler sonucu, çok kadınlı evliliği kaldırmayıp onu-belli şart ve sınırlar dahilinde-caiz tanımakta İslam’ın kadını tahkir etmediği, bilakis bu uygulamaya getirdiği sıhhatli ıslah ve düzenlemeler neticesinde kadına en büyük hizmeti vermiş olduğu; çok kadınlı evliliğe izin verilmesi halinde; özellikle öteden beri varola gelen “evlenmeye hazır kadın nüfusun evlenmeye hazır erkek nüfustan daha fazla olduğu” bir ortamda bu uygulamanın engellenmesi halinde kadın nüfusun en çirkin şekilleriyle erkeklerin oyuncağı haline geleceği ve erkeklerin onlara karşı bir “cariye” den bile daha kötü davranacağı anlaşılmış oldu. Zira bir erkek, cariyesine karşı hiç olmazsa onun doğurduğu çocuğu resmen kabullenecek kadar bir mesuliyet taşır; metres hayatı ve gayri meşru diğer ilişkilerde ise bu kadar bile mesuliyet ve kayıt yoktur.
BUGÜNÜN ERKEĞİ VE ÇOK KADINLI EVLİLİK
Bugünün erkeği çok kadınlı evliliğe yanaşmamaktadır.
Neden acaba?...
Eşine sadık kalmak ve tek kadınla yetinmiş olmak için mi, yoksa türlü kadınlara karşı beslediği ilgiyi en üst noktada tatmin edebilmesini sağlayacak sayısız kapıları ardına kadar açan günah ve çirkef yoluyla mı?...
Günümüzde çok kadınlı evliliğin yerine ikame edilen şey günah ve çirkeftir erkeğin eşine sadakat göstermesi değil...
Bu sebepledir ki günümüz erkeği, bir takım mesuliyet ve vazifeleri de beraberinde getiren çok kadınlı evlilikten hiç mi hiç hoşlanmamaktadır. Dünün erkeği heva ve heveslerini tatmin etmek istediğinde günah yollarının genellikle kapalı olduğunu görerek çok kadınlı evliliğe başvuruyor ve ancak bu yoldan arzularını tatmin edebiliyordu. Ancak, bunu yaparken pek çok mesuliyetlerini yerine getirmese de; eşleri ve onların doğurduğu çocuklarla ilgili birtakım ekonomik ve insani vazifelerini de yerine getirmeden de edemiyordu. Bu sorumlulukları ister istemez üstlenmek mecburiyetinde kalıyordu. Bugünün erkeğiyse bitmek tükenmek bilmez şehvet ve arzularına karşılık zerrece mesuliyet kabullenmeye yanaşmamakta, esasen bu hususta hiçbir mecburiyet ve zorunluluk da hissetmemekte ve neticede çok kadınlı evliliği karşı çıkmaktadır.
Bugünün erkeği ise daktilocu, sekreter...vb. yüzlerce isim altında kadınla gönül eğlendirmekte; üstelik bunun bütün masraflarını da çalıştığı özel şirkete ödetmekte veya devlet memuruysa devlet bütçesine yüklemektedir....Kendi cebinden beş kuruş dahi ödemeden hem de!..
Bugünün erkeği mehir, nafaka, nikah boşanma...vb. protokollere hiç mi ihtiyaç duymaksızın gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirmektedir.
Çok kadınlı evliliğe elbette ki karşı çıkacaktır; zira onun istediği an yanında olan sarışın veya kumral bir sekreteri vardır daima... Her birkaç yılda bir, bıktığında, onu başından atmakta ve yerine bir başkasını getirmektedir kolayca...
Bunca imkana sahipken çok kadınlı evliliğe ne hacet?...
Çok kadınlı evliliğe şiddetle çıkanlardan biri olan Bertrand Russell’in hayatını okurken şu satırlara rastlarsınız:“Hayatının ilk yıllarında büyükannesinden başka önemli izler bırakan iki kadın daha oldu; bunlardan biri ilk eşi Alice, diğeriyse sevgilisi Ottoline Murrel’di. Murrel o yılların gözde yıldızlarının çoğuyla da sıkı ilişkileri vardı.”
Böyle bir şahsın, çok kadınlı evlilik gibi onca sorumluluklar getiren bu uygulamadan pek hoşlanmayacağı açıktır.
Ne var ki sevgilisiyle olan ilişkisi, eşit Alice’den ayırdı onu sonunda... Bizzat Russell’in ağzından aktarılan bir cümle bu sevimsiz gerçeği şöyle ifade eder: “Bisikletle, şehrin yakınında bulunan yaylalardan birine doğru gittiğim bir öğle üzeri Aile’i artık sevmediğimi hissettim birden...”
BİTTİ
Dostları ilə paylaş: |