AHLAKİ AÇIDAN
Kimlerine göre çok kadınlı evliliğe izin vermek, şehvet ve hırsa açık kapı bırakmak demektir. Bu, erkeğin şehvetperest olmasına yol açmaktadır. Halbuki ahlak, insanın şehevi eğilimlerini en aza indirmesini gerekli kılar. Zira insanoğlu, şehevi arzularını tatmin yoluna gittikçe şehvete olan düşkünlüğü de tabiatı gereği artar. Onun mizacı böyledir çünkü.
Montesquieu “Kanunların Ruhu” adlı eserindeki çok kadınlı evlilik konusunda şöyle der: “Fas kralının hareminde beyaz, sarı ve siyah ırktan olmak üzere her milletten kadın vardır. Ancak, bu adam halihazırdakinin iki katı kadına da sahip olsa yine de yeni kadınları olsun isteyecektir. Zira şehvetprestlik de tıpkı cimrilik ve pintilik gibidir, giderek artar, giderek daha şiddetli bir hal alır. Nitekim kişi altın ve mücevher sahibi oldukça altına olan hırsı daha da artar. Öte yandan çok kadınlı evlilik, müstehcen gayri tabii cinsel ilişkileri de -eşcinsellik-öğretir insana. Bu tür ilişkilerin yaygınlık kazanmasına yol açar. Çünkü şehevi arzuları tatmin etmenin sınırları vardır. Bu sınır ve ölçünün aşılması, kuralsız ilişkilere götürür insanı. İstanbul’da vuku bulan bir ayaklanma sırasında sultanın sarayında bir tek kadının dahi mevcut olmadığı görüldü. Sultan eşcinseldi çünkü...”
Bu eleştiri iki açıdan ele alınabilir: Birincisi iyi ahlaklı olmanın şehevi eylemlere temelden bağdaşmadığı, binaenaleyh nefsin temiz kalması için şehevi isteklerin en aza indirgenmesi gerektiği yolundaki görüş; diğeriyse insanoğlunun tabiatı gereği, isteklerine kavuştuğu ölçüde isyankar olacağı, isteklerine karşı çıktığı ölçüde yatışacağı şeklindeki görüştür.
Önce birinci görüşü ele alalım; Bu görüş, kalenderlik ve çilekeşlik esasında dayanan ve Hine, Budist ve Melamilik okullarından etkilenmiş bulunan Hıristiyan ahlakı inançlarının telkin etmiş olduğu görüştür maalesef. İslam ahlakı böyle bir esasa dayalı değildir. “Şehevi eğilimler azaldığı ölçüde ahlaki eğilimlerin artacağı ve şehvetin sıfıra indiği yerde otomatik olarak ahlakın da üst düzeye yükseleceği” şeklinde değildir İslam’ın görüşü... İslam’ın bu konudaki görüşü: “Şehevi eylemlerde aşırıya kaçmanın ahlakla bağdaşmayacağı” yolundadır.
Çok kadınlı evliliğin bir “ifrat” olup olmadığını anlamak için erkeğin, tabiatı gereği tek kadınlı tek kadınlı mı, yoksa çok kadınlı mı olduğuna bakmak gerekir.
Geçen bölümde erkeğin tek kadınlı bir evlilik tabatına sahip olduğu görüşüne katılan, çok kadınlı evliliği bir “sapıklık” veya “ifrat” şeklinde telakki eden hiç kimseye rastlanamayacağını; bilakis bugün pek çoklarının “erkeğin çok kadınlı bir evlilik mizacına sahip olduğu ve tek kadınlılığın tıpkı bekarlık gibi onun mizacına aykırı düşeceği” görüşünde olduğunu belirtmiştik.
Erkek mizacının çok kadınlı olduğu yolundaki görüşe katılmadığımız gibi, erkeğin tabiatı itibarıyla tek kadınlı olduğu ve çok kadınlılığın tıpkı eşcinsellik gibi erkeğin mizacına aykırı bir sapıklık sayıldığı görüşüne de karşıyız...
Çok kadınlı evliliğe şehvetperestlikle özdeş sayan Montesquieu gibilerini bu konudaki yegane ölçü ve kıstasları harem saraylarıdır. Bu tür yazarlar İslam’ın, çok kadınlı evliliği caiz görmekle Abbasi, Osmanlı....vb’lerinin harem saraylarına bir nevi ruhsat çıkarma gayesi güttüğünü sanırlar. Oysa ki bu tür sapmalara herkesten çok İslam karşı çıkmış ve çıkmaktadır. İslam’ın çok kadınlı evlilik uygulaması için gerekli gördüğü ön şartlar ve tespit etmiş olduğu sınırlar, şehvet düşkünü bir erkeğin bu eğilimi paralelindeki bütün hareket yeteneğini sırıra indirger.
İkinci görüşe gelince,,, İnsan tabiatının, tatmin oldukça azan, mahrum bırakıldıkça yumuşayıp eriyen bir yapıya sahip olduğu şeklindeki görüş, tıpkı bugün Freudizm yanlılarının savunmakta olduğunun tam karşı noktasında yer alan bir görüştür. Freudcülere göre insan tabiatı “tatmin olduğu ölçüde yatışır, mahrum bırakıldığı ölçüdeyse azgınlaşır ve isyan eder”. Bu cihetle Freudçülar yüzde yüz bir serbestlikten yanadırlar.-özellikle cinsel konularda-Mevcut bütün ahlak kurallarının çiğnemesi gerektiğini savunurlar.
Keşke Montesquieu bugün sağ olsaydı...Sağ olsaydı da teorisinin Freudçularca nasıl alaya alındığını görseydi...
İslam ahlakı açısından yukarıdaki görüşlerin ikisi de yanlıştır. Tabiat ve mizaç denilen şeyin ikisi de yanlıştır. Tabiat ve mizaç denilen şeyin belli hak hudutları vardır, her şeyden önce bu hak ve hudutları bilmek gerekir. Tabiat, iki durumda her şeyi alt-üst eder: 1-Tamamiyle mahrum bırakılması halinde. 2-Tamamiyle serbest bırakması ve bağlayıcı bütün kural ve kayıtların önünden kaldırılması halinde...
Kısacası ne Monteşquieu gibilerinin iddia etmiş olduğu gibi çok kadınlı evlilik ahlaka mugayir, psikolojik huzuru bozucu ve nefsani temizliğe aykırı bir uygulamadır. Ne de Freud ve taraftarlarının propagandasını yaptığı gibi erkeğin tek kadınla veya ancak meşru ölçüler çerçevesinde sahip olabileceği kadınlarla yetinmesi bir ahlaki marazdır....
HUKUKİ AÇIDAN
Çok kadınlı evliliğe yöneltilen eleştirilerden biri de şu şekildedir: “Nikah akdi gereğince çiftler birbirine ait olur. Bunun sebebi, nikah akdi gereğince tarafların birbirlerine karı-kocalıkla ilgili hassalarına “malik” olmuş bulunmalarıdır. Binaenaleyh çok kadınlı evlilik gibi bir olayda ilk ve asıl “hak sahibi” olan birinci kadındır. Aynı sebeple, söz konusu erkekle ikinci bir kadın arasında-nikah hususunda-yapılacak bir antlaşma” yersiz ve haksız bir müdahale” mesabesindedir. Mesela antlaşma konusu edilen erkeğin evlilikle ilgili hassaları-daha önce yapılan bir kontratla satılmış ve birinci kadının mutlak mülkiyetine girmiştir. O halde birinci planda rızası alınması ve muvafakat göstermesi icap eden taraf, birinci kadındır. Binaenaleyh çok kadınlı evliliğe izin verilecekse bunu her şeyden önce birinci kadının izim ve rızasına bağlamak gerekir; kocasının ikinci bir kadınla evlenip evlenemeyeceğine karar verme hakkı gerçekte onundur. Birden fazla; yani ikinci üçüncü ve dördüncü bir kadın nikahlamak; tıpkı bir adamın belli bir malı daha önce resmen satmış olduğu halde ikinci, üçüncü ve dördüncü şahıslara da satmaya kalkışmasına benzer. Böyle bir satış muamelesinin geçerliliği, mülk sahibi olan birinci şahısta ikinci ve üçüncü şahısların rızasına bağlıdır. Aksi takdirde satıcı şahsın söz konusu malı başkalarının kullanımına sunması suçtur ve cezalandırılmalıdır.”
Bu eleştiri, evliliğin hukuki tabiatını çıkarlar mübadelesine bağlama ve “eşlerden her birini, diğerinin karı-kocalı hassalarına maliki olarak görme” aslına dayanıyor. Bu, tartışılır bir düşünce tarzı olmasına rağmen biz burada bu tartışmaya girmiyor ve izdivacın hukuki tabiatının bu olduğunu kabul ettiğimizi farz ediyoruz. Bu durumda söz konusu eleştiri ancak erkeğin bir eğlence ve değişiklik olsun gibi keyfi bir gayeyle çok kadınlı evliliğe kalkışması halinde geçerli olabilecektir. Nitekim evliliğin hukuki niteliği eşler arasında “karı-kocalık münasebetiyle ilgili hassaların karşılıklı mübadelesi” şeklinde kabul edilir ve kadın da, kocasının söz konusu münasebetler konusundaki bütün ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir olursa erkeğin ikinci bir evlilikte bulunabilmek için geçerli hiç bir sebep ve “ruhsat” bulamayacağı apaçık ortadadır. Fakat mesele, kocanın “keyfiliğinden” kaynaklanmıyor ve erkek, önceden kısaca belirtmiş olduğumuz “ruhsat”lardan birini taşıyorsa o zaman iş değişecek ve bu eleştiri tamamen “yersiz” olmayacak mıdır? Mesela kadının kısır olması veya çocuk yapamayacak döneme girdiği halde kocasının çocuğa ihtiyaç duyması ya da kocasının makul isteklerine cevap veremeyecek bir hastalığa yakalanması pekala mümkündür. Bu durumda kadının hakkı, kocasının başka bir evlilikte bulunmasına elbette engel teşkil etmez.
Kaldı ki bütün bunlar çok kadınlı evlilikte bulunma ruhsatının sadece erkeğin şahsını ilgilendiren bir durum olması halinde geçerlidir. Sosyal bir mesele söz konusu olur, ya da kadın nüfusunun erkek nüfusa oranla daha fazla oluşu veya nüfusunun arması zaruretinin doğuşu gibi haller gündeme gelirse çok kadınlı evlilik bir sosyal görev konumu kazanacak ve meselenin görünümü değişiverecektir. Bu gibi durumlarda toplumu fesada, fuhşa sürüklenmekten kurtarmak veya gerekiyorsa nüfus artışını sağlamak gayesiyle çok kadınlı evlilik bir vazife ve farz-ı kifayet haline gelir. Şer’i vazife ve sosyal mesuliyetin söz konusu olduğu bir durumda ferdin izin veya rızasının hiçbir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Toplumda kadın nüfusunun gerçekten erkek nüfusunu aştığını veya toplumun nüfus artışına cidden ihtiyaç duyduğunu farz ediniz; bu durumda bütün erkekler ve evli kadınlar için bir vazife, bir farz-ı kifayet söz konusudur. Toplumu bir krizden kurtarabilmek için evli kadınların bir takım fedakarlıklara katlanması gereken bir durum vardır ortada...Tıpkı toplumun geleceği için aziz evlatlarını gözden çıkarmak ve onları savaş meydanına göndermekle mükellef olan ana ve babaların askerlik ödevi karşısındaki sorumlulukları gibi...Bu ve benzeri meselelerde karar bir şahıs veya birtakım şahısların iradesine terk edilemez.
Erkeğin birden fazla evlilikte bulunabilmesi için ilk eşinin rızasını alması gerektiği, hak ve adaletin bunu gerektirdiği şeklinde düşünenler meseleye yalnızca bir zaviyeden yaklaşmakta, sadece erkeğin keyfi davranması ihtimalini göz önünde bulundurmakta, ferdi ve sosyal zaruretleri hiç hesaba katmamaktadırlar. Nitekim ferdi veya sosyal zaruretlerin söz konusu olmadığı durumlarda, birinci hanım izin verse dahi, birden fazla kadınla evlenmek zaten kabul edilir şey değildir.
Dostları ilə paylaş: |