d. Fiil Kavramı ve İnsan Fiillerinin Yaratılması Meselesi
Mu'tezile, fiili “Kadir olan failden meydana gelen şey” diye tanımlar. Örneğin kâtipten yazının sadır olduğunu gördüğümüzde bunun, onun fiili olduğunu söyleriz. 634 Kadı Abdülcebbâr, tanımda “Kadîr” kelimesini kullanmak suretiyle, failden kudreti dışında meydana gelen fiilleri esasında ona nispet etmediğini ifade etmek istemiştir. Halbuki normalde Mu'tezilîler mütevelled fiilleri insana nispet ederler. Kıvamuddin Mankdim Kadı Abdülcebbâr'a itiraz ederek “Kadir ile fiilin vukuu anındaki kudret kastediliyorsa bu doğru bir tanım değildir, çünkü oku atan, ok hedefine ulaşmadan önce ölmüş olabilir ve böylece fail, fiilin vukuu anında kadir olmamış olabilir” demekte ve fiili “Kendisine dışında biri kadir iken, meydana gelmiş olan şey” diye tanımlamaktadır. 635
Mu'tezilîler, fiilin sözü edilen farklı tanımlarını yaptıktan sonra onu, nötr fiiller (varlığı üzerine zaid sıfatı olmayan fiiller) ve nötr olmayan fiiller (varlığı üzerine zaid sıfatı olan) olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. Birincisi yeme içme gibi zatı üzerine ilave bir sıfatı olmayan fiilleri veya unutma, yanlışlıkla yapma, uykuda işleme, çocuk ve aklen yetersiz olma gibi fiilin kendisinden değil de failin özelliğinden dolayı değer hükmü yüklenmeyen fiillerdir. Failin irade dışı veya zor altında yaptığı fiiller de bu kapsama sokulabilir. Bu fiiller hüsün ve kubuh olarak nitelenemez ve Allah'ın fiilleri içinde yer almazlar.636 Nötr olmayan yani varlığı üzerine ilave sıfatı olan fiiller ise bilen failden vaki olan işlerdir. Bunlar da fail iradesini kullanmaktadır. Failin yapmaması gereken, bir başka ifade ile yaptığı takdirde zemme uğrayacağı fiillere kabîh, failin yapması gereken veya yaptığı takdirde medih ve mükâfatı hak edeceği fiillere de hasen denir. Hasen fiiller de güzelliği üzerine ilave sıfatı olmayan yani yapılması medhi ve terki zemmi gerektirmeyen fiiller (mübah) ve güzelliği üzerine ilave sıfatı olan (mendup ve vacip) fiiller diye iki kısma ayrılır. Yapıldığında medhi gerektiren fakat yapılmadığında zem gerekmeyenlere mendup, yapıldığında medih, yapılmadığında ise zem gereken fiillere de vacip denilir. Vacipler de zorunlu (mudayyak) ve ihtiyarî (muhayyer) diye iki kısma ayrılır. 637
Mu'tezile fiil konusundaki bu kanaate teklif, va'd ve vaîd, peygamber göndermenin hasen oluşu ve Allah'tan zulmün nefyedilişi gibi gerekçelerle ulaşmıştır. Onlara göre fiili yapan insan değil de Allah olursa, kulun kendine ait bir etkinlik alanı kalmaz. Bu durumda da teklif batıl olur, peygamber göndermenin bir faydası olmaz ve yalan, zulüm gibi kula ait kabih fiiller Allah'a nisbet edilmiş olur.
Kadı Abdülcebbâr'a göre insanın fiilleri, onun kastına, bilgi ve plânlarına uygun olarak meydana gelmekte, söz gelimi bina yapmak istediğinde karşısına eser olarak bir kitap çıkmamaktadır. Dolayısıyla insanın sadece fiillere konu olduğunu söylemek doğru değildir. Aksine onun kendi fiillerini Allah değil, bizzat kendisinin yaratmakta olduğunu söylemek gerekir. 638 Bu konuda diğer Mu'tezilîler de onun gibi düşünmektedirler. Karşılarında ise Cehmiyye mezhebine mensup olanların ve Eş'ârîler'in oluşturduğu mutlak veya kısmî cebir yanlıları yer almaktadır. Mutlak cebri savunan Cebriyye'ye göre insan fiilleri tümüyle Allah'ın yaratması sonucu olup insan bunlara sadece konu olmaktadır. Cebir teorisinin kurucularından olan Cehm b. Safvan ve taraftarlarının iddialarına göre insanın fiilleri tamamen Allah'a ait olup onda kendisinin kesb veya yaratma şeklinde bir katkısının bulunması söz konusu değildir. Kısmî cebri savunan Eş'ârîlere göre ise fiiller, insanın kesbine bağlı olarak fakat Allah'ın yaratması sonucu meydana gelmektedir. Yani fiiller kesb yönünden insana, halk yönünden ise Allah'a aittirler. 639 Başlangıçta Mu'tezilî iken bilahare saf değiştirerek mutlak cebri savunanların tarafına geçen Dırar b. Amr hem doğrudan insan tarafından yapılan fiillerin (el-fi'rü'1-mübaşir) hem de dolaylı olarak insana nisbet edilen fiillerin (el-fi'lü'l-mütevelled) aynı durumda olduğunu söylemiştir. Kısmî cebri savunanlar ise doğrudan insan tarafından yapılan fiillerin kesb yönünden ona nispet edilmekle beraber yaratılmaları bakımından Allah'a ait olduklarını, dolaylı olarak insana nisbet edilen fiillerin ise tümüyle Allah'a ait olduklarını söylemektedir. 640
Kadı Abdülcebbâr'a göre fiiller, meydana geliş durumlarına göre ilave (zaid) bir sıfatı olan ve böyle bir niteliği olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Birincisine yaptığı işi bilen kişinin fiili, ikincisine ise dalgın kişinin fiili örnek verilebilir. Birinci fiil için övgü ve yergi söz konusudur. İkincisi için ise böyle bir karşılık söz konusu değildir. 641 O, fiillerin insana ait olduğunda ve oturma, ayakta durma gibi fiillerin insan tarafından yapıldığında tereddüt etmez. Allah'ın insana bu fiilleri yapma gücünü verdikten sonra gerisine karışmadığını söyler ve “İnsanın fiillerini Allah yaratıyor” diyenlerin büyük hata içinde olduklarını, çünkü bir fiilin iki failden meydana gelmesinin mümkün olmadığını kaydeder. 642 Kadı Abdülcebbar çirkin işler konusunda ise Allah'ın fiilleri ile insanın fiillerini birbirinden ayırarak kabih fiillerin sadece insana has olduğunu ve Allah'ın fiillerinin tümünün hasen olduğunu söylemektedir. 643
Kadı Abdülcebbar ve Mu'tezilîler bu görüşlerini temellendirmek ve teyit etmek üzere Allah Teâlâ'nın her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yarattığını bildiren Kur'an ayetleri yanında 644 şu aklî delilleri de zikretmektedirler:
1. Fiillerimiz niyetimize, bilgimize ve kudretimize bağlı olarak meydana gelmektedir. Eğer biz onlara sadece konu olsaydık ve onlar bizim dışımızda birinin yaratmasıyla meydana gelseydi, niyetimiz, bilgimiz ve kudretimizle ilişkili olmazlardı ve niyetimizin varlığı ile yokluğu, bilgimizle bilgisizliğimiz, kadir oluşumuzla acizliğimiz arasında bir fark bulunmaz ve bunlar aynı şey olurlardı. Bu ise yanlışlığı açık bir durumdur. 645 Bu nedenle fiillerimiz niyet ve girişimlerimize göre oluşmaktadır. 646
2. İnsanları güzel ve çirkin yüzlü diye ayırdığımız gibi; iyi ve kötü insan diye de ayırırız. Ancak iyilik yapanı övüp kötülük yapanı yerdiğimiz hâlde, güzel yüzlü insanı övüp çirkin yüzlü olanı yermeyiz. Zalime “Niçin zulmettin?”, yalancıya “Niçin yalan söyledin?” diye sorarız fakat çirkine “Niçin çirkinsin?” diye sormayız. Eğer iyilik ve kötülükler bize ait olmasaydı böyle bir ayırımı yapamazdık. 647
3. Çirkin fiili, bilen ve ona ihtiyacı olmayan (müstağni olan) kişi işleyemez. Bu kural insan için geçerli olduğu gibi görüp ettiklerimizin görmediklerimize ışık tutacağı (şahidin gaibe delaleti) kuralı gereğince Allah için de geçerlidir. Âlim ve ganî olan (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) Allah bildiği ve ihtiyaç duymadığı için kötülüğü yapmaz. 648
4. Bizim fiillerimizi Allah yaratacak olursa dinî emir, yasak, sevap ve cezaların bir anlamı olmaz. Zira Allah'ın, insanlarda küfrü yarattıktan ve iman etmelerine engel olduktan sonra peygamberler göndererek kafirleri imana davet etmesinin anlamı yoktur. 649
Mu'tezilîler, insan fiillerinin bizzat insan tarafından yaratıldığında ittifak ettikten sonra, fiilin yapılmasına imkân sağlayan kudret konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Basra Mu'tezilîlerine göre Allah, insanın fiilerini değil ama ondaki iradeyi yaratmaktadır. Bağdat Mu'tezilîlerine göre ise Allah'ın, insanın ne fiillerini ne de ondaki iradeyi yaratması söz konusu değildir. Cahız ve Sümame b. el-Eşres insanın, sadece kendine ait irade fiilini yarattığını, organların yaptığı işlerin ise gayr-i ihtiyarî ve kendiliğinden olduklarım söylemektedirler. 650 Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf ise iradenin de, irade edilenin de, organları etkileyen şeylerin de insana ait olduğunu savunmaktadır. 651 Ebû Ali el-Cübbâî ve Ebû Hâşim el-Cübbâî ise hem niyet, düşünce, inanç gibi kalbe ait hem de organlara ait fiillerin insan kudreti dahilinde olduğunu söylemektedir. 652 Bu konuda Cübbâîler gibi düşünen Kadı Abdülcebbar da fiilleri yaratanın insanın kendisi olduğunu, dolayısıyla kudret sahibi insanın hem kalbe hem de organlara ilişkin fiillere kadir olduğunu söylemektedir. 653
İnsanın ihtiyarî fiillerinin kendine ait olduğu ve onlardan sorumlu tutulacağı söylenince, Mu'tezilîler tabiî olarak insanın ihtiyara kadir olması gerektiği sonucuna varmışlardır. Ancak onlar irade ve ihtiyar kelimelerine farklı anlamlar yüklemektedirler. Örneğin Kadı Abdülcebbâr'a göre ihtiyar bazan iradeden, bazan ise irade dışından kaynaklanır. Söz gelimi “Îsar” (başkasını kendine tercih etme) anlamına gelen ihtiyar iradeye dayanır. Allah bizde bir fiili irade etmeyi yaratabilir ve biz de zorunlu olarak onu irade edebiliriz. Bu durumda irade bulunmuş fakat ihtiyar bulunmamış olur. 654 Buna karşı Ebû Ali el-Cübbâî zorunluluk (izdırar) sınırına giren iradeye ihtiyar denilemeyeceğini söyler. 655 Kadı Abdülcebbar, Cübbâî'nin ihtiyar ile ızdırarı karşı karşıya getiren yaklaşımının doğru olabileceğini ancak bunların birbirlerine zıt olmadıkları durumların da bulunabileceğini kaydetmektedir.
Mu'tezilîler insanın fiili yapma gücüne ne zaman sahip olduğu konusunda da farklı görüşler ileri sürmektedirler. Kudret, insanın fiili yapmasına imkân sağlayan bir nitelik olup Mücbire'nin fiille beraber olduğu iddiasının aksine onda fiilden önce vardır. Bu anlamda kudret el, ayak gibi âletler anlamına gelir. 656 Bu arada Ebü'l-Hüzeyl vakt-i evvel ve vakt-i sani diye iki vakitten söz eder. Birinci vakitte insanın fiile kadir olduğunu, ikinci vakitte ise fiilin vaki olduğunu ileri sürer. İçlerinde Nazzâm'ın da bulunduğu bazı Mu'tezilîler ise birinci vaktin irade ile, ikinci vaktin ise fiille ilgili olduğunu söylerler. Bu konuda daha esnek düşünen Kadı Abdülcebbâr ise iradenin fiilden önce olabileceği gibi fiille beraber de bulunabileceğini söylemektedir. 657
Dostları ilə paylaş: |