İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə3/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50

Firuz Abadi şöyle diyor; pislik, her kötü ve bulaşık amel ve azaba, şüpheye, kötü cezaya ve öfkeye sonuç veren her iş rics’dir.”37[37]

Vucuh-u Kur’an adlı kitapta şöyle denilmiştir. “Ricsin Kur’anda üç ciheti vardır. Birinci surette rics; içki, kumar, but ve şans oklarıdır…ikinci surette rics ; küfr ve nifak ‘dır… üçüncü surette ise rics; kötü amel anlamındadır.”38[38]

Rics kelimesi Kur’anı kerimde on yerde zikrolunmuştur. Bazı tefsirciler bu ayetteki ricsi sadece şirk veya zina gibi büyük günah olarak tanımlamışlardır. Oysa rics kelimesinin manasının bu şekilde sınırlandırılmasına elde hiçbir delil yoktur. Aksine rics mutlak ve genel bir kelimedir. Rics kelimesinde bulunan “elif ve lam” cins elif lamıdır. Yani kelimeyi genel ve mutlak eden sebeplerden birisidir. Bu bakımdan rics her türlü günah ve pisliği içermektedir. Çünkü bütün günahlar rics’dir. Bu kelime Kur’anda şirk, alkollü içecekler, kumar, nifak, haram ve temiz olmayan etlere vb. şeylerde kullanılmıştır. Allahu Teala şöyle buyuruyor; “…Rics (pislik) olan putlardan kaçının…”39[39]

“Ey inananlar!, şarap, kumar, tapınmak için dikilmiş olan taşlar, fal için kullanılan oklar ancak şeytanın işlerindendir ve birer rics (pislik) dir bunlar.”40[40]

“...şüphe yok ki domuz rics (pis) dir.”41[41]

“Amma gönüllerinde hastalık olanların pisliklerine pislik katarak küfürlerini artırır ve onlar kafir olarak ölüp giderler.”42[42]

Rics insanın tabiat ve nefsinin normalde nefret ettiği ve nefsin tiksindiği şeylerdir. Türkçede kesafet, pislik ve murdar olan herşeyi içeren şeye rics denir. Bu pislik ve kesafet bazen zahiridir, Allahu Teala domuz hakkında O bir pisliktir şeklinde buyurmuştur. Ve bazen de rics batinidir ve buda gerçekte Allahu Tealaya karşı olan kafirlik, şirk, şek, tereddüt, kötü fiiller ve tüm şeytani ve rezil sıfatlar gibi olan manevi pislik ve kesafetlerden ibarettir. Nitekim Allahu Teala tevbe suresinde kalbi hastalıkları rics olarak nitelemiştir.

Bu manevi rics, pislik ve kesafet kalbin batil inanca veya kötü ve çirkin fiile yönelmesinde eseri olan bir haldir. Çünkü rics’in asıl ve kök anlamı gevşeme ve ızdırap…dır. insanın bütün batıl inançları ve kötü amelleri nefsin ızdırabından, gevşekliğinden ve mutmain olmayışından kaynaklanmaktadır. Öyleyse ricsin ortadan kalkmasıyla bütün batıl inançlar, şek ve şüpheler, tereddütler, kötü, çirkin, rezil ve şeytani sıfatlar, maddi ve manevi pislikler insana aşağılık ve noksanlık getirecek her türlü rezil ve kötü sıfatlar ortadan kalkacaktır. Zira ayetteki taharet ruhi, ahlaki, maddi ve manevi bütün pislik, kesafet, günah ve noksanlıkların ortadan kalkması ve bunların olmaması ile Ehlibeytin genel anlamda taharetin olduğunu göstermektedir. İşte bundan dolayı “yutehhirekum Tethira” (sizi tertemiz ettim) cümlesi bütün güzel sıfatların, hak ve güzel inançların, beğenilen her türlü davranış ve amelin, bütün pislik ve kesafet mertebelerinin yerini aldığını göstermektedir. Yani şek ve tereddütün yerini yakin ve itminan cimrilik, bencillik, kin… Makam perestlik, dünya, mal ve riyaset aşkı… Yerini ise infak, fedakarlık, cömertlik, bağışlama, kemal ilahi aşk ve itaat, kısacası ilahi rızanın ve manaviyatın ve ilahi kanunların dışına çıkmamak alır ve bu da ayette konu olunan ismet ve masumluk makamıdır. Öyleyse Ehlibeyt’ten günah zuhur etmez ve onlar günaha müptela olmazlar. Zira onlar günahı yapmak bir tarafa dursun günahı niyet ve tasavvur bile etmezler, çünkü günahın batınının çirkin ve çirkefliğini onlar görmektedirler. Düşünün bir insan murdar ve leşi yemeği tasavvur eder mi? Hayır, çünkü bunun nedenli çirkin bir iş olduğunu derketmektedir. Ehlibeyt imamlarında da bu derk makamı, batını görme sıfatı olduğundan ve onların nefsinde karanlık ve zulmet bir nokta veya pis ve kesafetli bir leke bulunmadığından dolayı onlar değil günaha düşmek günahı tasavvur bile etmezler. Ziyareti camieyi kebirede şöyle buyrulmuştur; “Allahu Teala sizleri (Ehlibeyti) her türlü günaha ve hataya düşmeden ve fitnelerden korumuş ve sizleri her türlü kesafet, pislik ve lekeden temizlemiş, sizlerden ricsi gidermiş ve sizi tertemiz etmiştir.”

Bu anlatılanlarla Hz. İmam Ali (a.s)’ın imametine istidlal olunabilir. Zira Hz. Ali (a.s)’ın kendisi olmak üzere Hz. İmam Hasan, Hz. İmam Hüseyn ve Hz. Fatima Hz. Ali’nin Peygamberden hemen sonra Peygamberin halifesi , veziri ve vasisi olduğunu iddia etmişlerdir. Bu dördüde Ehlibeyt’ten olup Tathir ayetinin nüzul ve iktizasına göre masumdurlar ve masumda asla yalan konuşmaz, çünkü yalan rics’dir, işte Hz. İmam Ali (a.s)’ın imameti bu beyana göre sabittir. Ve Hz. İmam Ali(a.s)’ın imametini Peygamber (s.a.a)’den hemen sonra kabullenmeyen insanlardan, bu istidlal karşısında makul bir cevap bekliyoruz, aksine bu istidlalı kabullenmek zorunda kalmaları gerekir.

Neticede, Ayetteki Ehlibeyt’ten maksadın, Hz. Resulü Ekrem, Hz. İmam Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyn (a.s) olduğu iyice anlaşılmıştır. Bu konuda ismet ve masumluk makamı ele alındığından kısa bir şekilde bu konuya değinecek ve ismet makamına açıklık getirmeğe çalışacağız.
İSMETİN TANIMI:
Bu güne kadar ismet hakkında birçok tanımlar yapılmıştır. İsmet (ESM) kökünden olup, men etme, çekinme ve korunma anlamındadır. İsmet konusunda din alimlerinin çeşitli tanımları vardır. Bunlardan birkaçını sizlere sunuyoruz;

Allame Meclisi (r.a) Hayat-ul kulub adlı eserinde ismeti şöyle tanımlıyor; “ismet Peygamber ve İmamların ömrünün başlangıcından sonuna kadar büyük, küçük tüm günahlardan korunmaları ve bu günahları yapmamalarıdır.

Üstad Cafer Sübhani İlahiyat adlı eserinde şöyle yazıyor; ismet nefsani bir sıfat ve insanın içine ait bir güçtür. Bu sıfat sahibini sadece günah işlemekten değil hatta günah işleme fikrinden bile uzak tutar.

Başka bir deyişle ismet batini olarak Allah’tan korkma haletidir ki şahısı günah işleme fikrinden bile korur.

Üstad Misbahi Yezdi Cafer Sübhani’nin yukarıdaki tanımını kabul ederek, sonunda şöyle bir ekleme yapmaktadır. “İsmetin sebebi Allah’ın temiz ve salih kullarına olan özel inayeti sonucu onların güçlü bir imana sahip olmaları ve varlıkların gerçek yüzünü tam olarak derketmeleridir.”

Bir başka tanımda şöyle denilmiştir; “İsmet sahibini günah ve hataya düşmekten koruyan bir güçtür. Öyle ki, bir vacibi terketmeye veya bir günahı işlemeye kudreti olduğu halde bunları yapmamaktadır. Eğer bu kudret sözkonusu olmasaydı ismetin ne övülecek yönü olur nede sevaba layık olurdu.”

Bir başka tanımda ise şöyle denilmiştir; Masum takva açısından öyle bir hadde ulaşıyor ki, şehvet, heva ve heves ona galip gelmiyor. Şeriat ve islami hükümlerde öyle bir ilmi düzeye ulaşır ki, kesinlikle hiçbir şekilde hata ve yanlışlığa düşmemektedir.

Şehit Üstad Mürteza Mutahhari (r.a) “vahy ve Nübüvvet” adlı eserinde şöyle diyor; “İsmet günah ve hatadan mahfuz kalmaktır. Yani, masum ne nefsani isteklerinin arzusuna kapılır ne de kendi işlerinde hata ve yanlışlığa düşer. Onların bu şekilde günah karşısında mahfuz kalmaları onlarda tam bir güvenin doğmasına sebep olur.”

Üstad Muhammed Hüseyn Hüseyni Tehrani “İmam şinasi (c.1, s.79) adlı eserinde ismeti şöyle tanımlıyor; “İsmet gücü Allah’ın Peygamber ve imamlara olan bağışıdır. Diğer ilimlere benzemeyen bir nevi marifet, gönül ve kalp ile ilgili bir halettir. Hiçbir zaman şuur ve duygulara yenik düşmez. Hiçbir zaman, bir an bile olsa uykuda veya uyanıkken, zorluk ve kolaylıkta, sıkıntı ve rahatlıkta doğal sebeplere mağlup olmazlar. Bu tür bir ilim sadece şuur kuvvetine yenik düşmemekle kalmayıp bilakis onların hepsini ele alarak kendi direktifleri doğrultusunda kullanır. Onların (şuur vb. gibi güçlerin) hiçbir kaytarma güçleri yoktur. Bundan dolayı bu ilim ve nur sahibini devamlı olarak günah ve yanlış yapmaktan korur.”

Yapılan tanımlardan genel olarak şu tanımı çıkarmak mümkündür; İsmet, ilmi boyutta hata ve yanlışlıktan beri olmaya ve aynı şekilde ameli boyutta günah ve hatadan uzak durmaya denir.

İsmetin üç boyut ve derecesi vardır;

a) Vahyi alışta ismeti Peygamberler Allah tarafından kendisine verilen vahiy hükümlerini harfiyen almakta ve zaptetmektedir. Neticede, Peygamberler hakikatları tanıtmakta alimdir ve hata yapmazlar.

b) Vahyi tebliğ etmedeki ismet: Peygamberler ve ismet sıfatına sahip olanlar dinin hükümlerini tebliğ ettiğinde asla hata ve yanlışlık yapmaz, hakkı saklamaz, dinini satmaz ve Rabbinden ona vahyolan ilahi emir ve hükümleri harfiyen tebliğ ederler. Tek kelime ile vahyi açıklamada en ufak bir yanlışlık yapmazlar.

c) Amelde ismet; Peygamberler ve ismet sıfatına sahip olanlar Rabbi tarafından kendilerine vahyolunan emirlere yani farzlara, sünnetlere, haramlara ve mekruhlara eksiksiz olarak riayet ederler. Yani vazifelerine amel etmede en ufak bir yanlışlık yapmazlar.


İSMET İLE İLGİLİ AKLİ DELİLLER:
Yukarıdaki bölümde ismet ve masumluğun tanımını ve derecelerini açıklamıştık. Bir çok büyük ve gerçekten söz sahibi alimlerin ismeti nasıl tanımladıklarını ve ismet hakkında bahsederlerken az çok neyi kastettiklerini anlamış olduk. Şimdiki bölümde ise ismetin akli delillerini ele alacağız.

İnsan tabiatı gereği kendisiyle sonuçlanan konularda veya genel bir deyimle çevresinde olup biten konular hakkında akli tahliller yapmakta, gelişen olaylara akli deliller bulmaya çalışmaktadır. İnsan akli delillerle kabul ettiği konular hakkında kesinlikle şüphe ve tereddüde düşmemektedir. Basit bir örnek verecek olursak; iki çarpı ikinin dört (2x2=4) olduğunu gerçekten akılsal hesapla bulan bir şahıs bu işlemin sonucunun hiçbir zaman ve kesinlikle değişmeyeceğini bilir. İnsan dünya görüşünü şekillendirip biçime sokan inanç temelleri de aynı konuma sahiptir. Allah’ın varlık ve birliğini akli delillerle kendisi için ispatlayan birisi onun varlığı konusunda (ne kadar kötü bir ortamda dahi olsa) şüpheye düşmez. İnanç esasları ile ilgili olan diğer konularda aynı şekildedir. Öne sürülen her şüpheye ve soruya cevap verilebilir.

İnanç esasları ile ilgili bilgiler iki kısma ayrılmaktadır. Kulaktan duyma bilgiler: İnsan Allah’ın birliğini veya diğer inanç esaslarını oluşturan konuları akli yönden değilde, şundan bundan duyduğu sözlerle kabul eder, veya bir takım gerçekleri gönül gözüyle görüp yakin eder. Bu durum kendisi için yeterli olmasına rağmen başkaları için delil olma rolünü üstlenemez. Örneğin nefis tezkiyesi ile belli bir makama ulaşan bir arif bir takım ruhi haletlerle kıyamet gününün niteliğini ve niceliğini görebilir. Bu yola “keşf ve şühüd” denir. Bu yol bir arif için kıyamet gününün niceliği konusunda yeterli olmasına rağmen diğer insanlara aktarılma hususunda hiçbir değere sahip değildir. Sadece keşf sahibinin kendisi içindir. Diğerlerine aktarılma veya aktarılabilme özelliği ve kabiliyetine sahip değildir. İnanç esasları hakkında ikinci kısım bilgi ise, insanın bu konuları delil ve akli tahliller yoluyla bulması ve yakine ulaşmasıdır. Bu kısmın iki ayrı özelliği vardır:

a) İnsanın kendisi için ilahi gerçeklere ulaşmada en güvenilir yoldur. Esrar-ı ilahiye bu yolla ulaşan birisi kendisine hücum eden her türlü şüphe ve soru karşısında sarsılmaz bir dağ gibi ayakta durur. İşte bu yüzdendir ki Şia inancında “Usul-u Dinde” (inanç esasları) bir başkasından taklid etmek caiz değildir. Usulu din’de bir müçtehidden veya bir arif’den taklid eden birisinin inancı boştur. Kendisine yöneltilen küçük bir soruda şüpheye düşer. Dolayısıyla hiçbir değere sahip değildir.

b) Diğerlerine aktarılabilir, diğerlerine delil olarak getirilebilir. Bu yolla yakine varan birisi, yakine ulaşmasında çok büyük rol oynayan delilleri diğerlerine sunarak onlarında yakine ulaşmasında pay sahibi olabilir. Dikkat edilecek olunursa başkalarının bu delillerle yakine ulaşması taklid değildir. Zira bu delilleri olan birisi deliller üzerinde düşünmekte ve kendisinden önceki şahsın ulaştığı sonuca varmaktadır. Bu durum ilk durumla çok farklıdır. İlk kısım bir arif veya müçtehidin inançlarını kabul etmek veya taklid etmekti. Ancak bu bölümde ise onların delillerini almakta, bu deliller üzerinde tahliller yapıp aynı sonuca ulaşmaktadır. Bundan dolayı ismet –masumluk konusunda başkalarına taklit etmemek veya başkalarının görüşlerini körü körüne kabul etmemek için bu konuda oldukça fazla olan akli delillerden sadece bazılarını sunuyoruz.

Birinci Delil: Peygamberler ve imamların gönderilmelerinin sebebi halkın hataya düşmemeleri ve gönderilen şahsiyetinde bu hataları düzeltmeleri ve onları sırat-ı müstakime götürmeleridir. Buna göre, eğer İmam veya Peygamberde hata yapacak olursa bu şahsiyetin kendiside kendi hatalarını düzeltecek birisine muhtaç olacaktır. Bu durumun iki sonuca ulaşması mümkündür.

a) Bu durum sürekli olarak zincirleme şeklinde devam edecektir. (Teselsül) yani gelen her şahsın hatakâr olması durumunda, hatalarını düzeltecek bir başka şahısa muhtaç olacaktır. Bu durum (Teselsül) akli yönden batıldır. Çünkü neticede, bu durum bir yerlerde veya bir şahısta noktalanmalıdır.

b) Bu durum hataya düşmeyen, hata yapmayan bir şahsiyetle sonuçlanacaktır. Böyle bir durumda ise önceki şahıslar değil de bu şahıs Peygamber veya İmam olacaktır. (hataya düşmeyen şahıs)

İkinci delil: İmam getirilen din veya şeriatı korumakla görevlidir. Kur’anı kerimin zahirinden şeriatın hükümleri tam olarak anlaşılmamaktadır. Bilindiği üzere, Peygamber efendimiz yeri geldiği zaman veya bir olay olduğu zaman mezkur konu hakkında bilgi veriyordu. Böylece sünnet ve hadislerden bu konularla ilgili hükümler çıkarılabilir. Ama Kur’anın üstü kapalı olarak değindiği ve Peygamberinde yeri ve zamanı gelmediğinden dolayı değinmediği konularda ne yapmak gerekir.? Eğer icmaya baş vuracak olursak, icmayı teşkil eden her bir şahsın hata yapmaları mümkün olacağından yüzde yüzlük tam bir güven doğmayacaktır. Eğer kıyas yoluyla meseleyi halletmeye kalkarsak kıyasında “Usul” ilminde ispatlandığı gibi batıl olduğunu görüyoruz. Peki ne yapılmalı? Tahmin veya inşallah böyledir görüşlerede amel edilemez. Zira eğer bunlar güvenilir bir yol olsaydı Peygamberlerin gönderilmesine gerek kalmazdı. Bütün bunlara dayanarak şöyle söylemek mümkündür: Şeriatın koruyucusu ve hafızı Peygamberden sonra İmam olmalıdır. Ayet ve hadisin incelik ve detayına inmediği konuları açıklamalı ve ümmete önderlik etmelidir. Eğer onunda hata yapması caiz olursa, onun ilahi görevlerde söylediği söze ve yapmış olduğu amele güven olmaz. Yani onunda bu gibi konularda hata yapmayacağı nereden malum olabilir? Dolayısıyla güven ve itminanın doğması için bu şahsiyetin masum olması gerekir.

Üçüncü delil: Eğer İmam veya Resul hata yapacak olursa halkın ona itiraz etmeleri ve şer’i görevlerini (emr-i bil maruf) yerine getirmeleri gerekir. Bu durum ise Allah’ın onlara itaat etmenin vacip olduğu konusundaki emri ile çelişmektedir. Zira Allahu Teala şöyle buyuruyor; “Allah’a Resulüne ve içinizdeki emir sahiplerine itaat ediniz”43[43]

Aynı şekilde o masum olmaz ise ümmeti günaha yöneltmesi ve Alla’a itaatten alıkoyması mümkün olacaktır. Böyle bir durumda da yukarıdaki ayetin hükmü ile ümmetin ona itaat etmesi vacip olacaktır. O zamanda bir fiilin bir açıdan vacip olması diğer bir açıdanda haram olması ortaya çıkacaktır. (ayetin emri ile, emir sahibine itaat vacip, emir sahibinin direktifi ile günah işlemek ise haram olur) ki buda batıldır. yani bir fiilin hem haram hemde vacip olması batıldır.

Dördüncü delil: Peygamberin ve İmamın gönderilmesinin sebebinin ümmeti sırat-ı müstakime götürmeleri olduğunu söylemiştik. Bu doğrultuda insanların Peygamberlere ve vasilerine vahyin tebliğindeki itimat ve güvencesi ismete bağlıdır. Peygamberler Allahu Teala tarafından vahiy ve haber getirdiklerinden dolayı vahyin tebliğinde ancak insanların yüzde yüz itimat ve güvencesini celbederek ve kazanarak başarılı olabilirler. Bu güvence, itimat ve bu inanç ancak Peygamberlerin günahtan ve hatadan uzak olması ve masum olmasıyla gerçekleşir. Aksi taktirde her insanın yalan söylemesi ve yanlışlık yapmasına ihtimal vermesi doğaldır. Bu halde de Peygamberler hakkında tam bir güvence doğmaz. Bu güvencenin hasıl olmamasıda nübüvvetin felsefesi ile çelişmektedir. Örneğin nehirde boğulan birisini kurtarmak amacıyla suya giren can kurtaranın onu kurtarması yerine kendisinin boğulması veya onun boğazını sıkarak öldürmesi abes karşılanan bir iştir.

Beşinci delil: Peygamberlerin gönderilmesinin sebeplerinden biriside Allah’ın insanlara hücceti tamamlamak istemesidir. Nitekim Kur’anı Kerim şöyle buyuruyor; “Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak Peygamberler gönderdik ki insanların Peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri kalmasın.”44[44]

Bu ayet şuna açıkça gösteriyor ki, kıyamet günü Allah insanlara neden bu günahı işlediğini sorduğu zaman cevabında bahaneleri olmasın diye Peygamberleri gönderdik. Onlara iyiyi, kötüyü anlattılar. Buna göre kıyamet günü hiçbir kimsenin özür ve bahanesi olmayacaktır. Ama eğer Peygamberin kendiside amelinde, sözünde vb. gibi şeylerde hata yaparsa insanlar için Allah’ın hücceti tamamlanmamış olur. Zira kıyamet günü özür ve bahaneleri vardır. Neden yaptın sorusuna karşılık, göndermiş olduğun Peygamberinden böyle gördüm diyebileceklerdir. Buna göre onların bu özürleri ve bahanelerinin olmaması için Peygamberlerin masum olması gerekir.

Altıncı delil: Eğer Peygamber hata yapacak veya günah işleyecek olurlarsa aşağıdaki ayetin hükmü ile şahitlikleri kabul edilemez. Nitekim Kur’anı Kerim şöyle buyuruyor; “Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın.”45[45]

Eğer Peygamberin borç, evliliğin ispatı vb. gibi güncel meselelerde şahitliği kabul edilmeyecek olursa kıyamet gününe kadar baki kalacak din ve ilahi konularda da daha şiddetli bir şekilde kabul edilmeyecektir. Zira fasık günah işleyen herkese denir. Yukarıda ki ayetin hükmü ilede Peygamberin şahitliği batıl olmuş olur. Buda gayri mümkün bir şeydir.

Yedinci delil: Kuvvetli bir iman ve akli kamilin oluşu; Her insanda üç boyut bulunmaktadır: Birincisi akıldır. Aklın hedefi gerçek ve hakikatleri, hayrı ve şerri derketmektir. İkincisi şehvet boyutudur, Şehvetin hedefi bir takım şeylere meyletmektir ki, bu insan vücudu için zaruridir. Örneğin, yemek, içmek, giyinmek ve evliliğe rağbet etmek gibi olan şeyler. Üçüncüsü gazap boyutudur; Gazabın hedefi tehlike ve tatsızlıklar karşısında savunmaya geçmektir. Eğer bu iki kuvvet yani şehvet ve gazap kuvvesi beşerin aklının kontrolünde olursa insanın kurtuluş ve saadetine sebep olur. Ve eğer bu iki güç aklı kontrolü altına alırsa ve akla hakim olurlarsa insan bedbaht olur. Öyleyse her günah ve hata gazap ve şehvetten doğmaktadır. Her itaat ve doğrulukta akıl ve imandan doğmaktadır.

Peygamberlerde kamil bir akla ve güçlü bir imana sahip olduklarından dolayı asla günah işlemezler. Zira onların şehvet ve gazabı akıllarına mahkumdu.

Sekizinci delil: Risalet ve nübüvvetin hedef ve gayesi hidayettir. Hidayet ise ismet ile gerçekleşir. Hidayetin iki aşaması vardır. Birincisi, dinin emirlerini, hükümlerini insanlara talim etmek. İkincisi ise nefsleri şeytani kötülük ve pisliklerden arındırmak ve tezkiye etmektir. Yani, öğretim ve talim dışında insanları irfani ve manevi boyutta eğitmek Peygamberin görevidir. İrfani ve manevi boyutta insanları yetiştirmede’de fiil ve amelin etkisi sözden daha fazladır. Nitekim Hz. İmam Ali meşhur bir sözünde şöyle buyuruyor; “İnsanları dillerinizden başka şeylerle (amellerinizle) davet ediniz.” Öyleyse, eğer Peygamber masum olursa tebliğinde ve hidayette başarılı olur. Aksi taktirde risaletin hedefi iki delile göre gerçekleşmez.

a) Eğer Peygamber masum olmazsa asla hakiki bir eğitimci olamaz. Oysa nübüvvetin hedefi öğretim ve eğitimdir. Öyleyse, ismetin olmayışı risaletin hedefiyle çakışmaktadır.

b) Eğer Peygamber masum olmazsa onun ameli batıl ve yanlışlığa davet eder ve sözüde doğruya ve hakka davet eder. Bu surette ise tebliğinde tenakuz (çakışma) meydana gelir. Allahu Teala Peygamberine çelişki ve tenakuzu emretmez. Zira bu hakkın hilafınadır. Allahu Tela’da hak olduğu için onun emride hak olmalıdır.

Dokuzuncu Delil: Allahu Tealanın sıfatlarından birisi hikmettir. Eğer Peygamber masum olmazda hatakar olursa Peygamberin ameli ve sözleri arasında çelişki meydana gelecektir. Hikmet sahibi Allahu Teala’da Peygamberini tebliğinde hataya ve çelişkiye düşmemesi için bir takım sıfatlarla vasıflandırır. Bu sıfatların başında da ismet sıfatı gelir. Aksi taktirde Allahu Tealanın hikmet sıfatında birçok şüpheler meydana gelecektir. Zira hikmet sahibi Allahu Tealanın Peygamberleri göndermekteki amacı insanların hidayet bulmasıdır. Buda ismet ile gerçekleşir. Eğer bu sıfat Peygamberde olmaz ise Allahu Tealanın hikmetinde itirazlar doğar.

Onuncu Delil: İnsanın yaptığı her fiilin ilim ve iradeden doğduğu görülür. İnsan önce düşünür sonra iradesi doğrultusunda haraket eder. Eğer zihinde tasavvur olunan hayır olursa, yani ilim hayır olursa dışdaki fiil de hayır olur ve eğer tasavvur şer olursa fiilde şer olur. Peygamberler inanç ve fiilde son hadde ulaştıkları için veya başka bir tabire göre ameldeki hakikatleri kalp gözüyle gördüklerinden günah, ruh için bir zehir olarak telakki ederler. Neticede Peygamberlerin batını ve zahiri ilminin zihindeki tasavvuru daima Rabbe itaattır. İşte bunun için hep itaatkârdırlar. Asla hiçbir günahı yapmaz ve hatta günaha bile tasavvur etmezler. Örneğin, zehirin hakikatını anlayan aklı selim bir insan onu içmeyi tasavvur eder mi? Veya kendi pisliğini yemeği düşünen bir insan bulunabilir mi? Hayır; çünkü insan zehir ve pisliğin hakikat ve batınını gördüğü için fiillerini zihninden geçirmez bile. Öyleyse ismet inanç ve şuhudi ilmin neticesidir.

Onbirinci Delil: Allahu Teala da latif sıfatı vardır. Latif sıfatından lütuf kaidesi doğmaktadır. Lütuf kaidesi şudur; İnsanı yaratan Allahu teala bu insanın başı boş kalmaması ve hidayete erişmesi için hidayetçileri göndermelidir. Aksi takdirde yolu bilmeyen yolcu kılavuzsuz kalır, buda allahu tealanın hikmetine ters düşmektedir. Gönderilen bu elçi ve kılavuzlarda vazifeleri olan hidayeti eksiksiz olarak yapmalıdırlar. Eğer onlarda hata veya günah olmuş olsa insanları tam manası ile hidayet etmiş olmazlar. Vazifesi Peygamberlere mutlak itaat olan insanda her alanda elçilere itaat emri gereğince bir takım fiillerde onların doğrularına bir takım fiillerde de onların yanlışlarına uyma neticesinde, kıyamette Allahu Teala beşeri o yanlışlıklarla hesaba çekemez. Aksine beşer Allahım biz senin gönderdiğin Peygambere uyduk ve vazifemize amel ettik. Neden bizi hesaba çekiyorsun derler. Eğer Allahu Teala batılda hesaba çekmez ise Allah’ın adalet sıfatı şüphe altına girer ve eğer hesaba çekerse sebepsez bir hesap olmuş olur. Buda Allahu Tealanın fiilinde bir çelişki oluşturur. Allahu Tealanın fiilinde çelişkinin doğmaması için Peygamberin mutlak olarak masum olmaları gerekir.


İSMET İLE İLGİLİ NAKLİ DELİLLER
Bu bölümde ise ismet hakkında oldukça fazla olan nakli delillerden sadece birkaçına değineceğiz.

1- Allahu Teala Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor; “bir zamanlar Rabbi İbrahimi bir takım kelimelerle sınadı. Onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara İmam yapacağım demişti. Soyumdan da (İmam yap ya Rabbi) dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez buyurdu”.46[46]

Ayeti Kerime’de görüldüğü gibi Allah Hz. İbrahim’i bir takım belalar ile imtihan ettikten sonra ömrünün sonlarına doğru bu sınavlardan başarı ile geçmesi sonucunda bir insanın ulaşabileceği en son nokta olan İmamet makamını ona vermiştir. Bu makam bir insanın ulaşabileceği en son noktadır diyoruz. Zira Allahu Teala imamet makamından ahdim diye söz etmiştir.

İkinci olarak Hz. İbrahim nebi ve resul olduktan sonra en son ve en zor sınavları kazandıktan (Hz. İbrahimin oğlu İsmail’i kurban etmesine değinilmektedir.) sonra imamet makamı ona verilmiştir.

Her şeyden önce ayette adı geçen imametin ne anlama geldiğine bakmak gerekir. Bazı tefsircilerin görüşüne göre İmametten maksat nübüvvettir. Çünkü onun ümmeti dininde ona uyar. Zira Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz her Peygamberi- Allah’ın izniyle – ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik.”47[47] Ama bu görüş tam anlamıyla yanlıştır. Zira önceden de söylediğimiz gibi Hz. İbrahimin ömrünün sonlarına doğru imamet meselesi meydana gelmiştir. Buna Hz. İbrahim İmam olmadan önce nebi idi. Öyleyse İmam nübüvvet anlamındadır demenin hiçbir anlamı yoktur. Ayette dikkati çeken ikinci nokta ise “Ahdim zalimlere ermez” bölümüdür. Burada her şeyden önce zulmün nedemek olduğunu, genel olarak kaç çeşit zulmün olduğunu ve son olarakta akıl hesabına göre kaç kısım olduklarını bilmemiz gerekir.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin